Lexpera Blog

7226 Sayılı Kanunun (ve İİK m. 330’un) Açık Hükmü ile Açık Yargıtay Kararlarına Rağmen Adalet Bakanlığı İcra İşleri Daire Başkanlığının Maaş Kesintilerine İlişkin Görüşü Hukuka, Kanuna ve Yargıtay İçtihatlarına Açıkça Aykırıdır

A. İlgili Düzenlemeler ve Daire Başkanlığının Yazısı

Önce 2279 sayılı (22.03.2020 tarihli) Cumhurbaşkanlığı Kararıyla İİK m. 330 uygulamaya sokulmuş, ardından da aynı yönde 7226 sayılı Kanun kabul edilmiştir. Her iki düzenlemede de, salgın sürecinde takiplerin 30.4.2020 tarihine kadar duracağı açıkça belirtilmiştir. 7226 sayılı Kanunun konuyla ilgili geçici 1. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi şöyledir:

“...2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur”.

Bu açık düzenlemeye rağmen Adalet Bakanlığı İcra İşleri Daire Başkanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı (Muhakemat Genel Müdürlüğü)’nın yazısına istinaden bildirdiği görüşte (02.04.2020 tarihli),

“Yukarıda bahsedilen tüm bu düzenlemeler dikkate alındığında; Nafaka alacaklarına ilişkin takiplerin ve dolayısıyla maaş hacizlerinin devam edeceği açık olup, başka sebebe dayanan diğer maaş hacizlerinin devam etmesinin ve maaş kesintilerinin yapılmasının İcra ve İflas Takiplerinin Durdurulmasına Dair 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararına ve yukarıda bahsi geçen yasal düzenlemelere aykırılık oluşturmayacağı, zira icra takiplerinin durdurulduğu tarih aralığında icra daireleri tarafından yeni haciz kararları alınamayacağından maaş haczi ve kesintileri için ilgili kurum ve kişilere yazılan müzekkerelerin postada gecikmiş olması ve takibin dayanağının nafaka borcuna ilişkin olup olmadığının veya diğer taraf lehine talep edilen bir işlem kapsamında bulunup bulunmadığının kesinti yapacak kurum ya da kişi tarafından bilinemeyecek olması gibi hususlar dikkate alındığında haciz müzekkerelerinin gereği yerine getirilerek maaş kesintilerinin ilgili icra dairesi hesabına gönderilmesinin uygun olacağı...”

şeklinde görüş belirtmiş, gerek kurumlar gerekse icra daireleri de bu görüşü esas alarak çoğunlukla uygulama yapmıştır.

B. Daire Başkanlığının Yazısı Hem Yetkili Olmadığı Bir Konuda Görüş Beyan Etmesi Hem De Usûlen ve Esastan Açıkça Kanuna ve Yargıtay Kararlarına Aykırıdır

Yukarıda verilen düzenlemeler dikkate alındığında, İİK m. 330 (Cumhurbaşkanlığı Kararına istinaden uygulanan) ve 7226 sayılı Kanununun geçici 1. maddesi açıkça salgın süreci kapsamında belirtilen tarihler arasında takiplerin duracağını belirtmiştir (bu konuda ayrıntılı açıklamalar için bkz. Prof. Dr. Oğuz Atalay/Prof. Dr. Muhammet Özekes, https://blog.lexpera.com.tr/7226-sayili-kanun-ile-cumhurbaskanligi-karari-neticesinde-ortaya-cikan-sorunlar/, 27.03.2020 tarihli makale). Buna rağmen takipler durmamış gibi İcra İşleri Daire Başkanlığının görüş belirtmesi hem kullandığı yetki hem de içerik olarak hukuka aykırıdır.

1. Daire Başkanlığının İcra Dairelerinin veya Bu Yönde İşlem Yapacakların Nasıl Davranması ve İşlem Yapması Gerektiğine Yönelik Görüş Açıklaması Yetkisiz Bir Konuda Görüş Açıklamasıdır

Öncelikle icra daireleri sıradan resmî kurumlar değil, adlî-idarî nitelikte özel bir statüsü olan kurumlardır. Keza icra memurları da bu çerçevede adlî-idarî personel olarak özel bir takım hak, yetki, sorumluluk ve yükümlülüklerin muhatabıdır.

İcra daireleri icra hukukuyla ilgili yapacakları işlemlerde bağımsız ve tarafsız davranmak zorundadırlar. İcra dairesi işlemlerine karşı ne yapılacağı ve bu konudaki yanlışların nasıl düzeltileceği yine İİK ve ilgili mevzuatta belirtilmiştir. Bir işlem ve talep karşısında icra dairesi kendisi gerekli araştırmayı yapar, hukuka, kanuna ve olaya en uygun kararı verir/vermek zorundadır. Nitekim, icra daireleri bir işlemi yapmadan önce tereddüt etse dahi kendisi takdirini kullanır, şikâyet denetimi altında olduğu icra mahkemesine dahi bu konuda danışamaz, kural olarak görüş soramaz. İşlem yapmadan önce icra mahkemesine görüş sorulacak haller dahi kanunda çok sınırlı sayılmıştır (örneğin, İİK m. 121). İcra daireleri, kendileri hukuka, kanuna ve olaya uygun gördükleri işlemi yaparlar, şayet bu konuda bir tereddüt olursa bunun denetimi şikâyet yoluyla (İİK m. 16 vd.) ancak icra mahkemelerince ve yargı tarafından gerçekleştirilir. Daire Başkanlığının yukarıda verilen görüşü ise, sonuçta yargısal bir alanda denetimin gerçekleşeceği konuda önceden görüş açıklanması anlamına gelecektir. Bir süre sonra, yapılan şikâyetler üzerine icra mahkemeleri ve Yargıtay karar vermek durumunda kaldığında bu görüşü mü esas alacaktır? Bunun mümkün olmadığı açıktır. Aksi takdirde yürütme, yargıya talimat vermiş, yargı süreci hakkında görüş açıklamış olur.

Hal böyle iken, idarî bir birim olan İcra İşleri Daire Başkanlığı’nın icra dairelerini nasıl davranacağını kapsayacak şekilde doğrudan veya dolaylı görüş açıklaması, etki altında bırakması doğru değildir, hukuka aykırı bir yetkinin kullanılmasıdır. Bu konuda 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 2. fıkrasının (ç) bendinde yer alan “İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır.” hükmü de Bakanlığa ve Daire Başkanlığına böyle bir yetki vermez. Bu hüküm ancak icra dairelerinin idarî işleyişi ve idarî yönden hizmetin yürütülmesine ilişkindir. Nitekim HSK da 30.03.2020 tarihinde yargı organlarının işleyişine yönelik düzenlemelerle ilgili bir karar almıştır. Ancak bu karar doğru olarak aslî yargısal faaliyet ve işlemlerin içeriğine yönelik değil, sadece bir kısmı idarî nitelikte diğeri ise yargısal faaliyetlerin içeriği değil, işleyişine yönelik hususlardır. HSK’nın dahi kullanmadığı (ki doğrusu budur) bir yetkiyi Daire Başkanlığı gibi pür idarî bir birimin kullanması mümkün değildir.

Daire Başkanlığı yazısının doğrudan İcra Dairelerini esas ve muhatap almadığı söylenebilir. Ancak böyle bir yazı söz konusu iken, fiilen icra dairelerinin etkilenmediğini söylemek gerçekçi ve doğru değildir. Nitekim bu yazı elden ele dolaşarak maaş kesintileri devam ettirilmekte, bu yönde işlem yapılmaktadır. Kaldı ki, aslında bağımsız karar alması gereken başka birimlerin de bu yazıyla bağlı olması esasen söz konusu değildir.

2. Daire Başkanlığı Yazısı Kanuna ve Konuyla İlgili Yerleşik Yargıtay Kararlarına da Açıkça Aykırıdır

Daire Başkanlığının yetkisiz olması yanında açıkladığı görüş, açık kanun hükmüne ve konuyla ilgili Yargıtay kararlarına da aykırıdır. Çünkü:

a. Gerek İİK m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararı gerekse 7226 sayılı Kanunda takiplerin duracağı, taraf ve takip işlemlerinin yapılamayacağı açık ve tereddütsüz belirtilmiştir. Maaş kesintisi ve haciz ihbarnameleri de, tapu, belediye, nüfus müdürlüğü gibi başka bir idarî birimin işlemi değil, doğrudan takibe ilişkin bir işlemdir. Yine 7226 sayılı Kanunda bu kapsamda yapılabilecek işlemler ve istisnalar da açık olarak belirtilmiştir; maaş kesintileri, haciz ihbarnameleri bu kapsamda da değildir. Yani, ilgili yazı, düzenlemenin lafzına aykırıdır, olmayan ifadeden zorlama bir yorumla sonuç çıkarmaktır.

b. Takibin durması demek, işlemin yarısının durması, yarısının durmaması demek değil, bir bütün olarak durması demektir. Şüphesiz İİK m. 330 ve 7226 sayılı Kanun çerçevesinde zaten yeni maaş kesintisi yazısı veya haciz ihbarnamesi gönderilemez, bu tartışma dışıdır; ancak bundan, mevcut gönderilen yazıların gereğinin yerine getirilmesi sonucu da çıkartılamaz. Takipler durduğunda işlemler bir bütün olarak durur. Şayet böyle bir yorum yapılacak olursa, sadece maaş kesintileri ve haciz ihbarnameleri için değil, tüm takip işlemleri için bu ayrımı yapmak gerekir ki, o zaman da salgın süreciyle ilgili yapılan düzenlemenin anlamı kalmaz.

c. İİK m. 330 ve 7226 sayılı Kanunda hiçbir ayrım yapılmadan (belirtilen istisnalar dışında) “takipler durur” denilmektedir. Bir (icra) takip işlemi olarak haciz de hangi aşamada ise olduğu yerde duracaktır. Dikkat edilirse haciz kalkmamakta, sadece durmaktadır. Bunun anlamı şudur: Maaş kesintileri veya haciz ihbarnamelerine ilişkin icra dairesi karar ve işlemleri ortadan kalkmaz, deyim yerindeyse bu süreçte donar, ne ileri gider ne de geri gider; süreç boyunca bu konuda bir işlem yapılamaz, ancak süreç kalkınca, süre bitince yine kaldığı yerden devam eder. Yani o tarihe kadar maaş kesintisi yapılamaz, durma kalkınca kesintiye yine devam edilebilir.

d. İlk defa bu düzenlemeyle takiplerin durması düzenlenmemektedir, İİK’da yaklaşık 20 yerde takiplerin durmasına ilişkin hüküm vardır. Hukukumuzda ilk defa takiplerin durmasına ilişkin düzenleme söz konusu değildir. Örneğin, İİK m. 40’da (istinafın kararı kaldırması veya Yargıtay’ın bozması üzerine takiplerin durması), m. 65’de (gecikmiş itirazda), m. 66’da (itiraz üzerine), m. 72’de (menfi tespit davasında tedbiren ve davanın borçlu lehine sonuçlanmasında), İİK m. 89’da (haciz ihbarnamelerinde), İİK m. 169a, 170’de (kambiyo senetleriyle ilgili takipte) ve diğer hükümlerde takiplerin durması düzenlenmiştir. Takiplerin durması yönündeki bu hükümlerin hiçbirinde Daire Başkanlığının ifade ettiği gibi bir anlam çıkarmak kimsenin aklına gelmemiş, takipler durunca tüm yönleriyle durmuştur. Bu konuda çok açık Yargıtay kararları vardır; aşağıda bunlara değinilecektir.

e. Maaş kesintileri ve haciz ihbarnameleri, asıl haciz kararı ve işleminin devamı olan muhafaza tedbiri niteliğindedir. Doktrinde ve Yargıtay kararlarında bu konuda bir tereddüt yoktur. Daire Başkanlığı görüşü konuyla ilgili açık Yargıtay kararlarına da aykırıdır. Hatta Yargıtay’ın Daire Başkanlığı görüşüne cevap niteliğinde kararları vardır.Bunların hiçbirinde takip durunca işlemin yarısı durur yarısı da durmaz diye anlayan yargı kararı yoktur. Nitekim Yargıtay bu konuda hem de yakın tarihlerde çok net kararlar vermiştir. Örneğin:

“Açıklandığı üzere, haciz kararı verilmesi ve bunun icrası için kanuni muhatabına tebliği, ücretlerden kesinti yapılması, kesilen paranın icra veznesine alınması birbirine bağlı ve fakat ayrı nitelikli işlemlerdir. Maaştan kesinti yapılması bir icra işlemi olmaktan ziyade (bir muhafaza işlemi) olarak nitelendirilmelidir. İİK.nun 40 maddesi (bir ilamın nakzı icra muamelesinin olduğu yerde durdurur) hükmünü taşıdığına göre, maaş ve ücret haczine sebep olan karar Yargıtayca bozulduğu takdirde haciz kaldırılmamalı ancak, bir muhafaza işlemi olan maaş ve ücret kesilmesi durdurulmalıdır. O halde, Mercice şikayetin bu bölümünün yukarıdaki ilkelere göre sonuçlandırılması gerekirken, kesintiye devam edilerek paranın veznede biriktirilmesine ve alacaklıya ödenmemesine karar verilmesi isabetsizdir.” Yargıtay 12. HD, E. 2002/4914, K. 2002/6070, T. 25.3.2002

Bu karar adeta Daire Başkanlığına cevap niteliğindedir. Zira kararda, maaş kesintisinin muhafaza tedbiri olduğu, takip durunca işlemin iptal edilmediği, ancak durduğu, paranın tahsil edilip icra dairesinde biriktirilemeyeceği belirtilmiştir ki, Daire Başkanlığı neredeyse bunların aksini söylemektedir. Yine başka ve yeni tarihli karar örnekleri:

“İ.İ.K.nun 40/1 fıkrası uyarınca takip duracağından, borçlunun maaşından haciz sebebiyle kesintilere devam edilmesinin takibin devamı mahiyetinde olduğu, haciz baki kalmak koşuluyla maaş kesintilerinin de durdurulmasına karar verilmesi gerekirken. İcra Müdürlüğü'nce 27.6.2012 ve 2.7.2012 tarihli kararlarla istemin reddine karar verilmesi isabetsizdir. Mahkemece açıklanan gerekçelerle şikayetin kabulüne ve bahse konu Müdürlük kararlarının (27.6.2012 tarihli kararda talebin reddine dair kısmın) kaldırılarak, haciz baki kalmak koşuluyla borçlunun maaşından yapılan kesintilerin de durdurulması yönünde İcra Müdürlüğü'ne talimat vermek gerekirken yazılı gerekçelerle şikayetin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.” Yargıtay 8. HD, E. 2013/5974, K. 2013/9986, T. 25.6.2013

“Bu durumda takip, İİK madde 40/1'e göre olduğu yerde duracağından hacizlerin kaldırılmasına karar verilemez ise de; borçlunun haciz konulan maaşından yapılan kesintinin durdurulmasına karar verilmesi gerekir. Bu halde, Mahkemece, önüne getirilen uyuşmazlıkta borçlunun maaşından yapılan kesintinin, bozma ilamının icra dosyasına ibraz tarihi ile bozmadan sonra verilen kararın ibrazına kadar durdurulmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin tümden reddi doğru değildir.” Yargıtay 8. HD, E. 2015/15192, K. 2017/17169, T. 20.12.2017

3. Yapılan Açıklama ve Verilen Kararlar Kapsamında Daire Başkanlığı Yazısı Hem Kullanılan Yetki Hem Usûl Hem de Esas Bakımından Açıkça Hukuka Aykırıdır; İcra Dairesinin Doğrudan Yetkisine ve Yargı Kararlarına Müdahale Anlamı Taşımaktadır

Yapılan açıklamalar kapsamında, Daire Başkanlığı yazısının doğrudan veya dolaylı icra dairesinin bağımsızlığına ve yetkisine müdahale olduğu; konuyla ilgili açık Kanun hükümleri ve yerleşik Yargıtay kararlarını gözardı ettiği; bu şekilde işlem yapılmasının hukuka aykırı olacağı, hatta bireysel başvuru hakkını da doğuracağı sonucuna varılması zor değildir. Kaldı ki, bu konudaki İİK m. 330 ve 7226 sayılı Kanundaki düzenlemeler, aynı zamanda sosyal bir icra hükmü ve düzenlemesi olup bu düzenlemelerin temel amacı ve anlayışına da aykırıdır. Kanun koyucu ve Cumhurbaşkanlığı kararı bir yönde, Daire Başkanlığı görüşü ve anlayışı başka bir yerde durmaktadır.

Tam bir araştırma yapmadan, yargı kararlarına bakmadan aceleyle görüş açıklamanın sakıncaları ortadadır. Ancak son yıllarda, yargıya intikal eden/edecek olan ve sonuçta yargıyı ilgilendiren konularda idarenin görüş oluşturması, işlem yapacakların etkilenmesi gibi hukuk devleti sınırlarını zorlayan uygulamaların (hatta bazı hukukçular tarafından doğruymuş gibi bunların esas alınması referans yapılması şeklinde) kanıksanıp normal görülmesi ve makul bulunması doğru değildir. Bu yönde yapılan hem düzenlemeler hem de uygulamalar, hukukî güvenliği zedeleyen, yargı bağımsızlığına gölge düşüren, yürütme ve yargının sınırlarının içiçe geçmesi gibi sakıncalar doğuran, sonunda da hukuk devletine aykırılık oluşturan bir sonuç doğurmaktadır. Umulur ki, bu alışkanlık terkedilir.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
İzmir Websitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku