Bu yazı, “Kamusal Alanda Kameralı Gözetlemenin Suçun Önlenmesindeki Etkisi ve Elde Edilen Delillerin Hukuka Uygunluğu Sorunu” adlı eserden oluşturulmuştur. Ayrıntılı bilgi ve atıf için bkz. Buket Abanoz, Kamusal Alanda Kameralı Gözetlemenin Suçun Önlenmesindeki Etkisi ve Elde Edilen Delillerin Hukuka Uygunluğu Sorunu, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2018.
Özet: Bu yazıda, bir suç olayının aydınlatılmasında akla gelen ilk delil olan; parkta, sokakta, meydanda veya metroda, yani hayatın her alanında gördüğümüz MOBESE kameralarıyla yürütülen kameralı gözetleme faaliyetinin mevcut haliyle hukuka aykırı olduğu iddia edilmektedir. Bu iddia üç adımda gerekçelendirilmektedir: (1) MOBESE kameralarıyla; kişiler kamuya açık alanlarda izlemekte, kaydedilmekte ve bu kayıtlar saklanmaktadır. Bu izleme-kaydetme-saklama süreci; kişisel verilerinin korunması hakkına, özel hayatın gizliliğinin korunması hakkına ve kişilerin maddi ve manevi varlıklarını geliştirme hakkına müdahale teşkil etmektedir. (2) Kamusal alanda kullanılıyor olmaları kameraları hukuka uygun yapmaya yetmez. Bu müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için diğer şartlarla birlikte sürecin kanunla düzenlenmesi gerekir. (3) Ülkemizde MOBESE olarak bilinen kamusal alanda kullanılan kameralı gözetleme faaliyetinin esaslarını düzenleyen bir kanun yoktur. Hâl böyleyken, bu yazıda kameraların kurulum amaçlarına da uygun olarak suçun önlenmesinde elverişli, uygun ve etkili olduğu bilimsel olarak ispatlanmış mekânlarda, tedbirin süresine uyularak, izleme-kaydetme-muhafaza etme ve kullanma sürecini açık, belirli ve denetlenebilir kılan özel bir kanuni düzenlemeihtiyacına dikkat çekilerek, yapılacak kanuni düzenlemede dikkat edilmesi gereken hususlar maddeler halinde sunulmaktadır.
Neden MOBESE Kameraları Hukuka Aykırı?
Kameralar, bireyin temel hak ve özgürlüklerine yapabileceği müdahale bakımından güvenlik-özgürlük gerilimi bağlamında hararetli tartışmalara neden olmaktadır. Bu tartışmaların sonucu olarak, dünya genelinde kameralı gözetleme sistemlerinin şeffaflığı, hesap verilebilirliği, kurulum amacına hizmet etmesi ve özgürlükleri ihlale yönelmemesini sağlamak amacıyla önemli yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Fakat Türkiye’de kameralı gözetleme (MOBESE) faaliyetini düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bununla beraber, kameralarla kamuya açık alanlarda bireylerin izlendiği, kaydedildiği ve bu kayıtların saklandığı bilinmektedir.Bu izleme-kaydetme ve saklama faaliyeti, sadece Devlet tarafından değil; üçüncü kişiler tarafından da yapılabilmektedir. Örneğin; asansörde, apartman veya konut girişinde, dükkân içi veya dışında gelişigüzel ve kontrolsüz kameralı izleme ve kayıt yapılmaktadır. Kameraların görüş alanına kimlerin girdiği, ne zaman orada bulunduğu, nereye gittiği, kimlerle birlikte olduğu, ne giydiği, ne taşıdığı, ne yiyip ne içtiği gibi birçok bilgi bu kayıtlardan sağlanabilmektedir. Dolayısıyla kameralarla, özel hayatın gizliliği hakkı ve kişisel verilerin korunması hakkı (AY m. 20) ihlal edilebileceği gibi kameraların bireylerin özgürce hareket edebilmesine engel olabilme özelliği gereği maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı da (AY m. 5, 17) ihlal edilebilecek niteliktedir. Bu noktada öne sürülen üç farklı görüş bulunmaktadır.
İlki, izlenen alanların kamusal alan olduğu ve kamusal alanda herşeyin aleni olması nedeniyle herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadığıdır. Fakat sanılanın aksine, kamusal alanda kullanılıyor olması kameraları peşinen hukuka uygun hâle getirmez. Nitekim Anayasa m. 13’e göre, özgürlükler ancak kanunla, meşru bir nedene dayanarak, hakkın özüne dokunmadan, ölçülü bir şekilde ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmadan sınırlanabilir. Özgürlüklerin güvence ve sınırlama ölçütleri gerek Anayasa’da gerek taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde açıkça düzenlenmektedir. Kamusal alanda özgürlükler sınırlanabilir; fakat kamusal alanın kendisi bir hakkın sınırlama nedeni olamaz.
İkincisi, kamusal alanda kameralı gözetleme faaliyetinin bir hukuka uygunluk nedenine dayandığı görüşüdür. Bu kapsamda ilgilinin rızası, meşru savunma ve görevin yerine getirilmesi hukuka uygunluk nedenleri tartışılmakla beraber kameralı gözetleme noktasında bilhassa ilgilinin rızası ön plana çıkmaktadır. Kameralı gözetleme alanının dışına yerleştirilmiş uyarıcı işaretlerle ha-berdar edilmelerine rağmen söz konusu alana giren bireylerin, o alanda görevliler tarafından izlenmelerine ve görüntülerinin kaydedilmelerine örtülüde olsa rıza verdikleri kabul edilmektedir. Fakat uyarıcı işaretlerin varlığı da tek başına yeterli değildir. Söz konusu rızanın geçerli olabilmesi için neye rıza verildiği konusunda yeterli bilgi sahibi olunması ve özgür bir şekilde rızanın verilmiş olması gerekir. Bir başka ifadeyle, kişi rıza verdiği müdahalenin kapsamı konusunda bilgilendirilmeli ve rıza vermeme ihtimalinde alternatif bir seçeneği de mevcut olmalıdır. Kamusal her alanın yirmi dört saat izlenilmesi ve kaydedilmesi halinde uyarıcı levhaların varlığı bir anlam ifade etmeyecektir. Bir başka ifadeyle, kameralı gözetleme alanına girmemenin tek alternatifi, özel mülkünden dışarı çıkmadan yaşamaktan geçiyorsa, seçilebilecek herhangi bir alternatifin varlığından söz edilemeyecektir. Zira özel hayatın, kişisel verilerin veya insan haysiyetinin yalnızca dört duvar içerisinde korunduğunu söylemek, kamu güvenliği ile temel hak ve özgürlükler arasında kurulacak dengede ölçülü olunmadığını ortaya koymaktadır. Bu durumda meydanların, havaalanlarının, tren istasyonlarının, şehrin güvenliği için önem arz eden kritik noktaların yirmi dört saat izlenmesi ölçülüdür. Fakat her sokak için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Üçüncüsü ise MOBESE ile kameralı gözetleme faaliyetinin kanuni dayanağı olduğu yönündedir. Ülkemizde MOBESE olarak bilinen gözetleme kameralarının kanuni dayanağı olabileceği düşünülen; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyat Kanunu, 5649 sayılı Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunu, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu veya 6998 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu dayanak olarak gösterilemez. Çünkü hiçbir Kanun’da, suçun önlenmesi amacıyla kameralı gözetlemeye maruz kalacak kişilerin, devlet veya üçüncü kişiler tarafından kendilerine ne zaman ve hangi kapsamda müdahale edileceğini, görüntülerinin ne kadar süre saklanabileceğini, kimlerin bu görüntülere ulaşabileceğini bilinebilir veya öngörülebilir kılan bir düzenleme yer almamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konuyla ilgili içtihatlarına bakıldığında; Mahkeme, özel hayata ait beklentilerin zayıf olduğu kamusal alanda, kişinin sadece filme alınmasının özel hayata müdahale olmadığını ifade etmektedir. Fakat bu tür bilgilerin düzenli ve kalıcı olarak kaydı söz konusu olunca, özel hayata müdahale ortaya çıkmaktadır. Nitekim Mahkeme, bir alanın kamu kurumları tarafından sistematik ve sürekli olarak görüntülü kaydının yapılmasını özel hayata müdahale olarak değerlendirmektedir. Bilindiği gibi, MOBESE sistemiyle de kamusal alan sadece izlenmemekte; daha sonraki incelemeler için kaydedilmekte ve söz konusu görüntüler belirli bir süre de saklanmaktadır. Bu nedenle MOBESE kameralarının, AİHS’nin 8. Maddesi gereği özel hayata müdahale teşkil eden bir tedbir olduğu tespit edilmektedir.
Özel hayata yönelik bu müdahalenin ihlal teşkil edip etmediğinin belirlenmesi ikinci safhada değerlendirilmelidir. Anayasal düzenleme esas alındığında, MOBESE kameralarıyla bireylerin özel hayatına yönelik müdahalenin sözleşmeye uygun olabilmesi için, “kanunilik” “ölçülülük” ve maddede sayılmış olan bir ya da daha fazla amaç bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” olması koşullarına uygun olması gerekir. MOBESE kameralarının kurulum ve işleyişine ilişkin herhangi bir kanuni düzenleme bulunmadığı daha evvel belirtilmiştir. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hukuka uygun bir müdahale için aradığı ilk şart olan “kanunilik” koşuluna aykırılık teşkil etmektedir. Bu noktada, sözleşme sorumluluğun yanı sıra, Anayasa’nın 13. Maddesi de ihlal edilmektedir.
Peki, nasıl bir kanuni düzenleme yapılmalı?
Bugünkü kullanım şekliyle MOBESE’nin hukuka uygun olarak yürütülebilmesinin tek yolu; MOBESE kameralarının kurulum, işleyiş, usul ve esaslarını düzenleyen (izleme, kaydetme, muhafaza etme ve kullanma sürecini) denetlenebilir kılan açık, şeffaf ve ölçülü bir kanuni düzenlemeden geçmektedir. Fakat tek başına kanuni düzenleme de yeterli değildir. Bu düzenlemenin içeriği de önemlidir. Aşağıda MOBESE kameralarına ilişkin çıkarılacak kanunda dikkat edilmesinde fayda görülen hususlar maddeler halinde sıralanmaktadır:
-
Yapılacak kanuni düzenlemede kameraların hangi amaçla kullanılacağı açıkça belirtilmelidir. MOBESE kameraları bir yandan suç işlenmesinin önlenmesi; diğer taraftan suçun soruşturulması ve kovuşturulması amacı gütmektedir. Bu bağlamda, çifte karakterli bir tedbirdir. Fakat kameraların asıl amacı, izlendiği ve yakalanabileceği hissi vermek suretiyle kişiyi suç işlemekten caydırmaktır. Dolayısıyla önleyici fonksiyonu ön plana çıkmaktadır. Nitekim Anayasa’nın 20. maddesinde müdahalenin milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması meşru amacına matuf olarak yapılabileceği belirtilmiştir. AİHS m. 18’de de “sınırlamanın öngörülen amaç dışında kullanılamayacağı” belirtilmektedir. Dolayısıyla yürütülen her kameralı gözetleme faaliyetinin amacı belirlenmelidir.
-
Kameraların kurulacağı alanların tespitinde amaca uygunluk kriteri dikkate alınmalıdır. Suçun işlenmesinin önlenmesi amacıyla kamera sistemi kurulacaksa; ilgili bölgedeki suç oranları ve suç türleri dikkate alınmalı, pilot uygulaması yapılarak kameranın bölgedeki suç oranlarını nasıl etkilediği takip edilmelidir. Kameralar, sadece kamuya açık alanlarda kullanılabilir; konut ve işyerinde kullanılamaz. Kameraların görüş alanına giren balkon, pencere gibi alanların karartma, buzlama tekniği kullanılması gerekir. Bu kriter, MOBESE kameralarının olur olmaz her yere kurulumunun önüne geçecektir.
-
Bir alana kamera sistemi kurulum kararını verecek kişi veya kurum açıkça gösterilmelidir. Kamera kurulum kararını, İl Güvenlik Kurulu adı altında “her ilde Vali veya vali yardımcısı başkanlığında belediye başkanlığı, il jandarma komutanlığı, il emniyet müdürlüğü, baroyu temsilen avukat, bir hukukçu öğretim üyesi, sendika temsilcisinden oluşan”bir kurul olmalıdır. Yurt dışındaki uygulamalarında kamera kurulum kararını teknik konuda uzman kişilerin de yer aldığı yerel komitenin tavsiye kararı üzerine valinin alabildiği (Fransa Modeli), bir alanda kamera kurulumuna ruhsat usulüyle İl İdare Kurulunun karar verdiği (İsveç Modeli) veya yerel ihtiyaçlara binaen Belediye Meclisi’nin karar verdiği (Hollanda Modeli) örnekler de bulunmaktadır.
-
İzleme, verileri toplama, muhafaza etme görev ve yetkisinin kimde veya hangi kurum bünyesinde olacağı da açıkça düzenlenmelidir. Diğer ülkelerdeki genel uygulama, izlemenin kamu ve özel sektör arasında dönüşümlü olarak yapılması şeklindedir. Fakat önerimiz, çeşitli kamu görevlileri tarafından izleme yapılacak olsa da kolluk personelinin kayıtları muhafaza etmesi ve imhasını gerçekleştirmesidir. Bu hususta bir denetleme kurulunun oluşturulması da gerekir. Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ve üçüncü kişilerin kameralı gözetleme faaliyeti ile ilgili kurallara uyup uymadıkları bu kurul tarafından denetlenmelidir.
-
Kaydedilen görüntülerin ne kadar süre saklanacağı, yani muhafaza süresi kanunda gösterilmelidir. Günümüzde sistemin teknik yapısı gereği 10 ila 30 gün arasında kayıtlar saklanmaktadır. Muhafaza süresi, bir süre sonra adli soruşturma kapsamında bu görüntülerin talep edilebileceği de göz önünde bulundurularak tayin edilmelidir. Teklifimiz, söz konusu kayıtların en az 1 yıl süreyle saklanması yönündedir.
-
Kamera yerleştirilen alanlara “Bu alan kamera sistemi ile izlenmekte, kaydedilmekte ve bu kayıtlar belirli bir süre saklanmaktadır.” şeklinde uyarıcı levhalar yerleştirilmelidir. Kameralı gözetleme uygulamasının bireyler tarafından öngörülebilir ve belirli olması söz konusu uyarıcı işaretlere bağlıdır. Kameralı gözetleme alanının dışına yerleştirilmiş uyarıcı işaretlerle haberdar edilmelerine rağmen söz konusu alana giren bireylerin, o alanda görevliler tarafından izlenmelerine ve görüntülerinin kaydedilmelerine örtülü de olsa rıza verdikleri kabul edilmektedir. Günümüzde kameralı gözetleme faaliyetini hukuka uygun hale getiren şey, uyarıcı işaretlerin varlığına rağmen söz konusu alana giriş yapılması olarak gösterilmektedir. Oysa kişisel verileri koruma altına alan AY. m. 20’de kişisel verilerin ancak kanunla öngörülen hallerde veya “açık rıza” ile işlenebileceği belirtilmektedir. Kamusal alanda kameralı gözetleme tedbirine ilişkin yürürlükte bir kanun olmadığına göre sadece açık rıza kameralı gözetleme faaliyetini hukuka uygun hale getirebilir.
-
Bir suç olayının aydınlatılması sürecinde, günümüzde ilk akla gelen delil, kamera görüntüsü olmaktadır. Kural olarak, önleyici tedbirlerinden elde edilen deliller, muhakemede delil olarak kullanılamamaktadır. Önleme amaçlı toplanan delillerin yeni bir soruşturma başlatılması bakımından başlangıç şüphesi oluşturması mümkündür. Nitekim araştırmanın başlatılması, soruşturma ve kovuşturma mecburiyetinin gereğidir. Fakat kanuni düzenleme yapılana kadar, canlı izleme sırasında suçüstü halini gösteren bir görüntüye rastlanılması halinde CMK m. 90 gereği aniden kayda alınması da mümkündür. Dolayısıyla kameralı gözetleme faaliyeti canlı izleme ve arşiv kaydı tutma olmak üzere iki şekilde değerlendirilmeli ve arşiv kaydı tutulması için ilgili hususları kapsayan ayrıntılı bir düzenleme yapılmalıdır.
-
Üçüncü kişilerin kullandığı güvenlik kameralarının da kanuni düzenlemeye ihtiyacı bulunmaktadır. Özel kişi veya kurumların güvenlik kamerası kullanabilmeleri için takip edilmesi gereken usul, kullanabilecekleri kamera çeşitleri, hangi alanla sınırlı olarak kameralı gözetleme yapabilecekleri ve kayıtları saklama süreleri de düzenlenmelidir. Ayrıca söz konusu kameralara kendileriyle ilgili olmayan bir başka suç olayıyla ilgili yansıyacak görüntülerin muhakemede kullanılıp kullanılamayacağı da düzenlemede belirtilmelidir.