Modern devletin şiddet tekeli; devletin egemenlik iddiasını ortaya koyduğu ülke sınırları içinde yaşamını sürdürenlerin, siyasi iktidardan başka bir gücün şiddetine maruz kalmayacağına dair garanti olarak değerlendirilebilir. Başka bir deyişle, özgürlüklerin ve hakların güvenli bir şekilde yaşanmasına verdiği teminat karşılığında şiddet tekelini alan modern devlet, sınırları içinde şiddete uğrayan her insanın zararından sorumludur. Her ne kadar Thomas Hobbes Leviathan’ın sözleşme bakımından üçüncü kişi olduğu yönünde ifadesi ile modern devletin sorumsuzluğuna dair kaçış ya da çıkış kapısı olarak değerlendirilebilecek bir imkân bırakmış gibi gözükse de, devletin bu sorumluluktan kurtulması; varlığının ve meşruiyetinin dayanağı bakımından pek mümkün değildir.[1] Eğer modern devletin varlığını sürdürme iddiası devam ediyorsa, egemenliğin sağladığı gücü kullananlar, sorumluluğunun doğmaması için gerekli tedbirleri samimiyetle almalıdır. Şiddeti kontrol altına alabilmek ve insanları güvende hissettirmek için alabileceği tedbirlerin başında, sivillerin elindeki silahları toplamak ve bireysel silahlanmaya olanak tanımamak gelir. Nitekim modern devletin doğuşundan sonra birçok devlet bu amaca yönelmiş ve bazı tedbirler almıştır. Modern devletin ilk örnekleri; iç güvenlik açısından kendisine rakip gördüğü iktidar odaklarını ortadan kaldırmış, bireysel silahlanmayı suç, sevimsiz ve pratikten yoksun olarak kabul etmiştir. Sivil halkın silahsızlandırılması, düelloların yasaklanması, silahlara genel olarak el konulması, silah üretiminin devlet kontrolüne alınması gibi tedbirler; modern devletin, sivillerin elinden silahları toplamak amacıyla icra ettiği bazı temel tedbirlerdir.[2]
Modern devletin tarihsel gelişiminde, şiddetin kontrol altına alınması ve sivillerin silahsızlandırılması amacıyla iki yöntem takip edilmiştir. İlki; sınırlara güçlü kaleler kurup dışarıdan gelebilecek saldırılara ve içeriden otoriteyi yıpratıcı silahlı ayaklanmalara karşı devleti ve orduyu olabildiğince güçlü tutmaktır. İkincisi; içerde rutin asayişi sağlayacak polis gibi görevlilerin örgütlenmesini tamamlamak ve toplumsal yaşamın güvenliğini, gruplar arasında cereyan eden ilişkilerin sakinliğini temin ederek silahları toplamaktır.[3] Örneğin Fransız Kralı 13. Louis; ülkenin sınırlarına güçlü kaleler yaptırıp, ülke içindeki tüm şatoları ve kaleleri yıktırmıştır. Daha sonra ülkesinde bireysel silahlanmayı yasaklayıp, iç isyanlara ve dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı tedbirler almıştır.[4] Bu tedbirler, gündelik hayatta karşılaşılan şiddetin oranını ciddi seviyede düşürmüştür. Eğer savaş gibi bir durum meydana gelmemişse, şiddete dayalı ölüm olayları, iki ya da üç yüzyıl öncesi ile mukayese edilemeyecek kadar gerilemiştir. Genel değerlendirmelerde; 13. yüzyılın İngiltere’sinde meydana gelen cinayet suçları, 16. ve 17. yüzyılın İngiltere’sinde meydana gelenlerin neredeyse iki katıdır.[5]
Günümüzde silahlanmayı kontrol altına almak ve sivillerin elindeki silahları toplamak 17. yüzyıl koşulları ile karşılaştırıldığında çok daha kolaydır. Dünyadan kilometrelerce uzaktaki cisimleri ya da o cisimlerden dünyadaki gelişmeleri bütün ayrıntılarına kadar gözlemleyebilen, suça ilişkin bir şüphe oluştuğunda tüm iletişim araçlarını dinleyebilen, yerin kilometrelerce altındaki metal parçalarını tespit edebilen teknolojik olanaklar; sivil toplumun içinde kimlerin elinde silahın bulunduğunu, yani kimlerin modern devletin fiziksel şiddet tekelini ihlal ettiğini kolaylıkla tespit edebilir. Ayrıca; günümüzde şiddet tekeline kafa tutanların karşısındaki ortalama devlet gücü, hem 17. yüzyıldaki yeni kurulma çabası çeken modern devlet örneklerinden hem de tarihe damga vurmuş imparatorluklardan çok daha fazladır.[6] Modern devlet egemenliğini kullananlardan beklenen; meşruiyetinin dayanağı olarak kabul edilen devletin şiddet tekeli konusunda kararlı olması, özgürlükleri, güvenliği ve toplumsal huzuru tehdit eden bireysel silahları toplama konusunda iradesini ortaya koymasıdır. Keza devleti modern yapan bu fiziksel şiddet tekeli, sivil ilişkilerden çatışmayı tasfiye etmesi ve toplumsal ilişkilerde şiddet kullanımına imkân tanımaması karşılığında verilmiştir.[7] Hakların ve özgürlüklerin güvende olduğu bir yaşamın sürdürülebilmesi, modern devletin varlık nedenini yerine getirmesine bağlıdır.
Şiddetin meydana gelmemesi için alınan tüm tedbirlere rağmen bu tedbirlere uymayanlara karşı alınacak tutumun; en az tedbirler kadar önemli olduğunu da belirtmek gerekir. Modern devletin egemenlik gücünü kullananlar, tedbirleri almak konusundaki samimiyetini ispatlamak için, egemenliği altında yaşamını sürdürenlerin herhangi birine yönelmiş şiddet eylemlerinde, en az devlete yöneltilmiş şiddete verdiği tepki kadar acımasız ve kararlı olmalıdır. Birçok anayasada en acımasız ve büyük cezalar, bizzat devletin bütünlüğünü tehdit eden ve konusu vatana ihanet içeren eylemlere karşı düzenlenmektedir. Devlet otoritesini temsil eden resmi kuruluşlara karşı girişilen eylemler, ağır yaptırımlarla karşılık bulmaktadır.[8] Bu düzenlemeler, devletin yapısına uygun ve olağandır. Ancak; modern devletin kuruluş gerekçesi, sadece kendisine yönelmiş tehditleri ortadan kaldırmak ve kendisinin otoritesine karşı gelenleri cezalandırmak değildir. Şiddet temelli ve konusu suç oluşturan bir eylemin sonuçları; eylemin doğrudan muhatabının yanında, kamusal güvenlikte de zarara yol açmaktadır. Sivil vatandaşın vücut bütünlüğüne, eşyalarına ya da herhangi bir özgürlüğüne yönelmiş şiddet eylemi ya da bu şiddet eylemini gerçekleştirme amacı güden araçların bulundurulması, modern devletin varlık nedenine yönelmiş bir tehdit olarak değerlendirilmelidir. Günümüzde birçok modern devletin kendisine de yönelmiş tehdit olarak algılayıp re’sen yargıladığı cinayet, yaralama, kadına karşı şiddet, yağma gibi suçların yanında; patlayıcı madde bulundurma, silah bulundurma, silah üretme gibi eylemler de devletin varlığına yöneltilmiş eylem olarak nitelendirilmeli ve ağır yaptırımlarla karşılık bulmalıdır.
Modern devletin sivil toplumun silahsızlandırılması gibi tedbirler konusunda imtiyazlar tanıması ve doğrudan kendisine yönelmemiş şiddet eylemleri bakımından basit yaptırımlarla konuyu geçiştirmesi; devlet egemenliğinin vermiş olduğu gücü kullananların sivil toplumun özgürlükleri ve haklarının güvenliği konusunda samimi olmadığı, şiddetin sürekliliği ile kendi varlığı arasında meşruiyet ilişkisi kurduğu şüphesine neden olmaktadır. Şüphe, sadece sivil silahsızlanma amacına yönelmiş tedbirlerin ve alınan tedbirleri ihlal eden eylemlerin inandırıcı bir hukuki iradeyle karşılık bulamamasından kaynaklanmamaktadır. Tarihsel süreçte yaşanılanlara dair ortaya atılan birtakım iddialar da bu şüpheyi arttırmaktadır. Bir iddiaya göre; modern devletin şiddet tekelini kullananlar ile ona destek çıkan sermaye sahipleri, ortaklaşa faaliyet gösterdikleri siyasi, hukuki, ekonomik ve idari güvenlik oyununu kurgulamıştır. Bu kurgunun önemli oyuncularından birisi olan “Şeytan”; pasif oyunculardan oluşan toplumun modern devlete rıza göstermesi için, sürekli tehdit niteliği taşıyan kötülüğün temsilcisi rolünü üstlenmektedir. Şeytan ve ekibi; 15. ve 16. yüzyıldaki gelişmelere gebe karanlığın oluşmasında, 17. yüzyılda toplumsal düzene bir tehdit olarak değerlendirilen çok sayıda kadının peşine düşülüp idam edilmesinde(cadı avı), 20. yüzyılda siyasilerin yakalanıp yok edilmesinde ve 21. yüzyılın büyük çatışmalarına gerekçe gösterilen 11 Eylül olaylarında başarıyla rollerini oynamıştır.[9]Ortaya atılan bu iddia ile sivillerin silahlanmasına olanak tanıyan düzenlemeler arsında, tutarlı bir illiyet bağı kurmak mümkündür. Çünkü, şiddeti kontrol altına aldığını ve kendisinin dışında meşru şiddet tekeline sahip otoritenin olmadığını iddia eden bir egemen; sivillerin silahlanmasını basitleştirici ve sivil silahlanmayı özgürlükler kapsamında değerlendirici bir yaklaşım göstermemelidir. “Modern devletin egemenlik gücünü kullananlar; şiddetin sürekliliği ile varlığının meşruiyeti arasında bağ kurmaktadır.” ve “Egemenlik gücünü kullananlar, bireysel silahlanmaya olanak tanıyarak şeytanla işbirliği yapmaktadır.” iddiasına dair peşine düşülecek en kuvvetli delil; devletlerin güncel bireysel silahlanma yaklaşımlarına ve bu yaklaşımların nedenlerine yoğunlaşmakla elde edilebilir.
KAYNAKÇA
Akad, Mehmet / Dinçkol, Bihterin Vural / Bulut, Nihat, Genel Kamu Hukuku, Der Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2014.
Coşkun, Vahap, Ulus-Devletin Dönüşümü ve Meşruluk Sorunu, Liberte Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2009.
Neocleous, Mark, Evrensel Hasım, çev. Beyza Sumer AYDAŞ, NotaBene Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2016, s. 140-141.
Pıerson, Christopher, Modern Devlet, çev. Neşet Kultuğ / Burcu Erdoğan, Civiyazıları Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2011.
Tilly, Charles, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitapevi, 1. Baskı, Ankara 2001.
Bu yazı Özgürlük ve Güvenlik Ekseninde Bireysel Silahlanma başlıklı eserden alınmıştır.
Dipnotlar
Akad, Mehmet / Dinçkol, Bihterin Vural / Bulut, Nihat, Genel Kamu Hukuku, Der Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2014, s. 109. ↩︎
Tilly, Charles, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitapevi, 1. Baskı, Ankara 2001, s. 126-127. ↩︎
Tilly, s. 127; Coşkun, Vahap,Ulus-Devletin Dönüşümü ve Meşruluk Sorunu, Liberte Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2009, s. 282. ↩︎
Tilly, s. 127; Coşkun, s. 281-282. ↩︎
Tilly, s. 125; Coşkun, s. 285. ↩︎
İmparatorluklar, feodal devletler, şehir devletleri gibi geleneksel devletler; şiddet araçları üzerindeki sürekli ve tekelci denetimi gerçekleştirme konusunda, modern devletler kadar güçlü değillerdir. Coşkun, s. 283. ↩︎
Coşkun, s. 284. ↩︎
Pıerson, Christopher, Modern Devlet, çev. Neşet Kultuğ / Burcu Erdoğan, Civiyazıları Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2011, s. 21. ↩︎
Neocleous, Mark, Evrensel Hasım, çev. Beyza Sumer AYDAŞ, NotaBene Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2016, s. 140-141. ↩︎