Hukuk Atölyesi #12'nin Konuğu: Prof. Dr. İsmail Kırca
- Hocam ilk soru olarak hukukla tanışma hikayenizden başlamak istiyorum. Sizin hukukla tanışmanız bilinçli bir şekilde mi gerçekleşti, nasıl gerçekleşti?
- Hayatımda birçok olayda olduğu gibi hukukla tanışmam da tesadüfi oldu. Lisede matematik kolunda okuyordum, matematik ile aram çok iyiydi. Bütün ilköğretim ve lise hayatım boyunca matematik öğretmenleri ile aram çok iyiydi. O alanda iyi olduğumu düşünüyordum. Üniversite sınavına ilişkin tercih yaparken abimin “Hukuk da yazsana.” dediğini hatırlıyorum hayal meyal. O zaman hukuk ile ilgili bir şey bilmiyordum. Tesadüfen diğerlerini kazanamadık herhalde, hukuk fakültesini kazandık. Hatta şöyle bir anım var. O zamanlar yanlış hatırlamıyorsam gazetelerde yayınlanırdı, hukuk fakültesini kazandığımı görünce bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Alışma süresi biraz zaman aldı. Velhasıl kelam hukuk fakültesine girmem bir bilincin ürünü değildi, tesadüftü.
- Peki Hocam matematik kolunda olmanızın buna bir etkisi oldu mu ya da girdikten sonra hukukla matematik arasındaki ilişkiye dair bir şeyler buldunuz mu?
- Bulmaya çalıştım. Rakamlarla da tanışmak isterdim. Nitekim ilerleyen sınıflarda Ahmet Gökdere Hocadan muhasebe dersleri alınca çok sevinmiştim ama tabii daha erken sınıflarda okudukça matematik ile olan bağını anlıyorsunuz. Matematik de sonuçta bir problem çözme sanatı. Objelerin şekillerini ve hareketlerini ölçüyor, tartıyor. Bunun için birtakım formüller üretilmiş. Size bir veri verirler, o verileri formüle uyarlayarak bir sorun çözersiniz. En basit örnek bir örnek bir ev boyatacaksınız, ne kadar boyaya ihtiyaç var? Kaç metrekare olduğu, bazen silindir şeklinde kolonlar da olabilir integral hesabı yapmanız lazım gelebilir… Yani sonuçta matematiğe ilişkin formüllerle sorun çözmeniz lazım. Aynı şey hukuk için de geçerli. Somut olay, mevzuat ve ilgili hükümler… Altlama yapacaksınız. O da sorun çözme sanatı. Ama bence ikisi arasındaki o yakın ilişki için Aristo’ya gitmeniz lazım. Çünkü her ikisinin anası belki mantık sayılabilir. Doğru, sistemli ve tutarlı düşünme sanatını öğreten mantığa girmek lazım gelir. Bir konferansta rahmetli Turgut Kalpsüz Hocadan hatırlıyorum: mahkeme, hakim, muhakeme, hüküm. Hepsi Arapça bildiğim kadarıyla hkm kökünden gelen kelimeler. Muhakeme olarak bir yargılama yapıyorsunuz. Yargılamada tarafları dinliyorsunuz. Yargılama sırasında bir de ikinci boyut var, "yargıya” varıyorsunuz. Doğru yargıya varmak lazım gelir. Onun için hukuki kurumları bilmek, iyi altlamak lazım gelir. Hukukta yöntembilimi bilmek lazım gelir. Kısacası mantıktaki mantıklı düşünmeyi öğrenmeniz lazım gelir.
- Fakülteden mezun olduktan sonra neden alan olarak Ticaret Hukukunu seçtiniz?
- Valla geriye dönüp baktığımda mutlaka şunlar diyeceğim bir şey yok. Büyük bir ihtimalle ticaret hukuku hocalarımın bunda büyük bir etkisi olması lazım gelir. Üçüncü sınıfta ticaret hukuku, şirketler ve kıymetli evrak hukuku tek ders olarak okutulmaktaydı ama ders saati fazlaydı. Sabih Arkan Hocamdan almıştım, oldukça etkilenmiştim ki daha sonra Sabih Hocam asistanlığım sırasında hem yüksek lisans hem doktora tez danışmanım oldu. Hatta şu anda mevzuat izin veriyor mu bilmiyorum, doçentlik jürimde bulunmaktaydı. Doçentlik jürimde bulunmasını da hem dezavantaj hem avantaj olarak görüyordum. Avantaj olarak o sıkıcı ve heyecanlı ortamda bir tanıdığının olması moral veriyordu. Dezavantaj, tanıdık birisine mahcup olma endişesiydi. Dördüncü sınıfta da Fırat Öztan Hoca ve Turgut Kalpsüz Hocadan almıştım. Bütün hocalarım, bilimsel olarak belli bir standartta olan insanlardı. Kişilik olarak da örnek alabilecek, hayatta kendilerinden çok şey öğrenilebilecek hocalardı, bunun etkisi olabilir. Ama bugün olsa farklı düşünebilirim, bunu da araya sıkıştırayım.
- Bugün olsa ne yapardınız?
- Bugün olsa kuvvetle muhtemel medeni hukuku tercih edip medeni hukukun da belli sahalarında çalışmak isterdim. Mesela eşya hukuku, borçlar hukuku, miras hukuku…
- Neden Hocam? Ticaret hukukundan medeni hukuka geri dönüş…
- Bu ticaret hukukunun önemsiz olmasından dolayı değil. Aklımda kaldığı kadarıyla 1956 tarihli Ticaret Kanunu’nun gerekçesinde medeni hukuku kök olarak, ticaret hukukunu onun bir dalı olarak görür. Dolayısıyla medeni hukuk kurum ve kurallarına vakıf olmadığınız takdirde o dallara vakıf olmanız, onun anatomisini inceleyebilmeniz mümkün değil; eksik kalır. Dolayısıyla öncelikle medeni hukuk alanında öncelikle temel kurumları öğrenmek lazım gelir. Temeli mantık olan hukukta problem çözme sanatının medeni hukukta en azından belli alanlarda daha farklı ve iyi olduğunu düşünüyorum. Belki yanılıyorum, bilmiyorum.
- Hocam eserlerinize geçmek istiyorum. Özellikle son dönemde yayımlanan eserler. Aslında onların öncesinde de ortak yazarlı birçok eserinizin olduğunu biliyorum. Bunun son örneklerinden biri de İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Sn. Prof. Dr. Abuzer Kendigelen ile yayınladığınız Kıymetli Evrak Hukuku ve Şirketler Hukuku kitaplarınız. Hemen ilk soru olarak: Çokça ortak yazarlı eseriniz var buradan hareketle sizce ortak eserli bir çalışma yapmanın zorlukları ve kolaylıkları nelerdir?
- Belki sizin sorunuza dahil değil ama neden ortak eserli bir çalışma üzerine de bir iki şey söylemek isterim. Takım çalışmasını seviyorum. Akademik çalışmada kafamızın uyuştuğunu düşündüğüm kişilerle çalışmak hoşuma gider. Ortak çalışmanın sebebi bu. İkincisi de ne yapmak istediğinize bağlı. Eğer kapsamlı bir çalışma yapacak iseniz insanın ona enerjisi ve zamanı yetmeyebilir. O yüzden bu zamana kadar yaptığım ortak eserler böyle çalışmalardı. Uzun zaman alabilecek ve fazla enerji sarf edilecek çalışmalardı diye düşündüm. Niyetim öyleydi baştan. O yüzden zaman ve enerji konusunda iş bölümü yapmak için bunu üstlendim. Tabi herkesle yol yürümek kolay değil. Yol yürümeye karar verdiğiniz insanların kötü insanlar olduğu anlamında değil. Sadece sizin çalışma tarzınıza uygun olmayabilir. Her ne kadar müşterek önsöz olarak gözükse de son Şirketler Hukuku kitabında Abuzer Hoca kaleme almıştı onu. Benim kalemim o kadar güçlü değil. Eskilerin tabiriyle Abuzer Hoca’nın kaleminden kan damlıyor, Türkçesi ve ifade gücü oldukça güçlü bir arkadaşımız. Önce yoldaş sonra yol, demek istiyor. Beraber yol yürüyeceğiniz insanı iyi tanımanız lazım gelir. Tarzlarınızın uyuşması lazım gelir. Ben hakikaten Abuzer Hoca ile ve diğer meslektaş arkadaşlarımla olan çalışmalarımda zorluk yaşamadım, keyif aldım. Bundan da son derece memnunum. Aklıma hiç pişmanlık gelmedi.
- Şirketler Hukuku kitabınızı inceleme fırsatım oldu. Orada ilginç bir yöntem tercih edilmiş. Kitap toplam dört yüz sayfadan oluşuyor. Bu dört yüz sayfanın içinde yüz elli sayfa temel bilgiler olarak işlenmiş, kalan iki yüz elli sayfa da konunun detayları ve konuya ilişkin doktrinel tartışmalar. Bunları da birbirinden ayırmak için özellikle temel bilgilerde daha büyük puntolar tercih edilirken ayrıntılar daha küçük puntoyla yazılmış. Yani bir taraftan bu hem bir ders kitabı hem de bu alanda çalışan akademisyenlere ve uygulayıcılara yönelik yol gösterici eser. Bu yöntemi tercih etmenizin sebebi neydi? Bunun bir örneğini gördünüz mü yurtdışında?
- Niyetimizi tam olarak tespit etmişsiniz. Bu çalışmalara başlarken tam da bunu düşünmüştüm. Çünkü ders kitabı yazmak kolay değil, bunu itiraf ediyorum. Kısa bir kitap yazmak gerçekten zor. Bu kadar akademik tecrübeye rağmen yine de iyi bir ders kitabı yazacağım iddiasında bulunamam. Bunu samimiyetle söylüyorum. Bir de bizim ele aldığımız konular şirketler hukukuna ilişkin, çok sayıda hüküm var. Bunu ders kitabı olarak yazdığım zaman “Mevcut hükümleri aktarmaktan başka ne yapabilirim?” endişesi taşırım. Bir akademisyen olarak bunu yapmayı da doğru bulmuyorum. Yani bir katkı sağlamış olmalıyım. Bir kitap yazacak iseniz şayet, mevcut kitaplardan farklı şeyler ortaya koymanız lazım gelir. İkincisi, bu kitabın Türk hukuk hayatına katkı sağlayıcı olması lazım gelir. Tabii bunların olup olmadığını bilmiyorum. Buna tarafsız, bağımsız, insaf ehli, işinin ehli hukukçular karar verecek. Peşinen bunu söyleyeyim. Ama niyetimiz bu yöndeydi. O zaman ne yapmamız gerekiyor? Lisansın da biraz üstünü aşan bilgiler vermeniz lazım gelir. O zaman yöntem, sizin de buyurduğunuz gibi temel bilgiler dediğimiz bilgileri büyük puntolarla; detayına inmek isteyen okuyuculara da küçük puntolarla yer vermek suretiyle var olanı aktarmak, descriptive olmamak lazım gelir. Niyetimiz bu idi. Hala merak ediyorum ve sormadım. Abuzer Hoca o dört yüz sayfadan yüz elli sayfayı nasıl buldu? O kısmı önsözde okurken tebessüm ederim.
- Hocam, kariyerinize baktığımızda hem kendi alanınızda hem de diğer alanlarda kıymetli isimlerle çalıştığınızı gördüm. Öncelikle kimlerle çalışma fırsatı buldunuz?
- Lisans sonrasıyla başlayalım, lisansta her öğrenci gibi farklı hocalardan dersler aldık. Lisans sonrasında esas olarak Sabih Hoca ile çalışma fırsatım oldu. Yüksek lisans ve doktora tez danışmanım idi. Hakikaten emek sarf etti. Akademik alanda sahip olduklarımın çoğunu hocaya borçluyum. Onun emeğini ödemem mümkün değil. Sabih Hoca işini çok ciddiyetle yapan, işin herhangi bir yönünü hafife almayan bir insan. Dolayısıyla iş ahlakını benimsemeye çalıştık. Tabii onun kadar yapabilmemiz mümkün değil. Bu açıdan kendisine müteşekkirim. Onun dışında hiç kuşkusuz bilgilerinden faydalandığımız Fırat Öztan Hocamız vardı. Rahmetli Turgut Kalpsüz Hocamız vardı. Hikmet Samitürk Hocamız vardı, doğrudan kendisiyle çalışmadım ama neler yaptığını görebiliyorduk, aynı ortamda bulunduk. Hikmet Samitürk Hoca gördüğüm en titiz insanlardan birisidir. Bu da zaten yazdıklarından çizdiklerinden kolaylıkla anlaşılır. Onun dışında doğrudan ders almış olmasam da Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü’nün konumu itibariyle Yaşar Karayalçın Hoca ve Ali Bozer Hocadan da -Allah rahmet eylesin her ikisine de- çok şey öğrendik hem akademiye hem de hayata dair.
- Hocam yurtdışı tecrübeniz de var, araştırma için bulunmuşsunuz. Daha önce saydığınız isimler ve yurtdışı tecrübeniz de dahil olmak üzere hocalardan özellikle araştırma, çalışma, yazma ya da öğrenciyle iletişim gibi konulara ilişkin olarak yöntem bakımından neler öğrendiniz?
- Sondan başlayayım. Öğrenci ile iletişim bakımından öğrenci ile mesafeyi iyi ayarlayan insanlardı. İkincisi, hakikaten öğrenciye bir şey verme konusunda çaba sarf eden insanlardı, bunu farkında olan insanlardı. Zaten bu sadece benim kanaatim değil, ismini zikrettiğim hocalar çok saygıdeğer hocalardı. Başkalarının da hemfikir olduğu bir kanaat diye düşünüyorum. İşlerinde titiz insanlardır. Her şeyden evvel yola çıkmadan yolu iyi tayin etmeniz lazım gelir. Tez ise tez konusunu iyi tayin etmek, makale ise makale konusunu seçmek… Kısacası hedefi iyi tayin etmek suretiyle hedefe sağlıklı şekilde varmanız söz konusu olabilirdi. İşi ciddiyetle yapmak lazım gelirdi. Çalışma ahlakı konusunda çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Ayrıca evrensel standartlarda akademik çalışma yapma konusunda bilgiye sahip insanlardı. Bir husus daha vardı. Ankara Hukuk’ta talebe iken aslında kürsü ile amfideki sıralar arasında fiziken çok fazla bir uzaklık yoktu. Üç metre, dört metredir… Ama zihinlerde uzaklık çok daha fazladır. Hiç kuşkusuz belli bir yaşa gelmiş insanlar olarak hocalarımızı suiistimal etmeyiz ama bu uzaklık zihinlerde de ortadan kalkmalı diye düşünüyorum. Karşılıklı olarak öğrencilerle, müstakbel meslektaşlarla, etkileşim içinde olmalıyız diye düşünüyorum. Zaten öğretim üyelerinin varlık sebebi de oradaki öğrencilerdir. Bunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak lazım gelir. Onlar ileride avukat olarak, hakim savcı olarak hizmetini ifa edecekler. Dolayısıyla o makamlarda görevlerini ifa ediyorlarmış gibi düşünerek davranmak lazım gelir. Hiç kuşkusuz hiçbir sıfat olmasa dahi o insana saygı duymak ayrı bir şey.
- Hocam birlikte çalıştığınız önceki kuşak hocalarla şahit olduğunuz ancak bugünkü akademisyenlerde göremediğimiz ya da ağırlıklı olarak onlar tarafından uygulanmayan hususlar var mı sizce? Neler dersiniz?
- Her şeyden evvel eski akademisyenler demek ne kadar doğru? Bir kısmı benim hocam olarak bildiğim hocalar, bir kısmı hala aktif olarak öğretim üyeliğini devam ettirmekte. Ama hocam olanlar diyelim. Bir çalışma disiplini edinmişler, bu anlamda iş ahlakı konusunda standartları çok yüksek. Türkçeyi çok iyi kullanan insanlar. Bizim iletişim aracımız hukuk. Avukatlar için de hakimler için de öyle. Bir avukat dilekçesini ne kadar iyi yazdıysa o kadar ifade eder meramını, o kadar ikna eder karşı tarafı veya hakimi. Geçen bir sempozyum için Gaziantep’e gitmiştim. Bir hakim sözünü etti. Bir avukatı göstererek bunun dilekçelerini hep daha dikkatli okurum dilekçesi daha iyi olur, dedi. Hocalarımız da dil konusunda çok iyiydi, meramını çok iyi ifade ediyorlardı. Benim okuduğum kitaplarında genellikle bir cümleyi ikinci defa okuma ihtiyacı duymuyordum. Son derece açıktı meramlarını iyi ifade ettiklerinden ötürü. Tabii tarzları farklı olabilir. Daha çok kısa cümlelerle meramını ifade etme en iyi yöntemlerden birisi ama bu herkes için geçerli değil. Kimisi ağdalı dil kullanabilir ama keyiflidir de anlayabilirsiniz de. Aklıma gelen isimlerden biri Rona Serozan Hoca. Keyifle okurum kitaplarını, üslubu farklıdır ve cezbedicidir. Her halükarda her iki grup hoca da dile önem verir. Şunu söyleyebiliriz şimdiki kuşaktakilerin dile önem vermediği konusunda genel geçer bir şey söylemek bazı meslektaşlarımıza haksızlık olur. Hakikaten bunu hakkıyla yerine getiren birçok meslektaşımız var ama eskiyle mukayese edildiği takdirde buna dikkat etmeyen meslektaşlarımızın gitgide sayıca çoğaldığını söyleyebilirim. Bu hakikaten ülke için hukuk akademisi için sıkıntı verici bir durum ve bir eksiklik. Onun dışında herhangi bir hukuk metni kaleme alınırken sadece içeriğinden esasından ibaret değil. Şekli boyutu vardır, esasa ilişkin boyutu vardır. Nitekim şimdi birçok yerde yazılı olarak tez raporu hazırlama usulü kaldırıldı. Eskiden tez raporu hazırlama usulü olurdu. Ben de Sabih Hoca’mdan almıştım. Şekli hususlar, esasa ilişkin hususlar. Şekli kendi içinde bölersiniz; dil, atıf vs. Hepsi için detaylı rapor hazırlardınız.
- Tam olarak neydi Hocam?
- Mesela önünüze bir yüksek lisans ya da doktora tezi geldi veya doçentlik tezi geldi. Onun için yazılı bir rapor hazırlarsınız.
- Jüri üyesi olarak mı?
- Jüri üyesi olarak hazırlarsınız. Orada hem şekle ilişkin hem de esasa ilişkin eksiklikleri bildirirsiniz. Artıları varsa tabii ki onu da ifade edersiniz. Şekil deyince de yine bölersiniz, dil, atıf vs.
- Bununla ilgili olarak sizce bir akademisyen makale/ tez yazarken öncelikli olarak nelere dikkat etmelidir?
- İlk planda konuyu iyi tespit etmesi lazım gelir. Konuyu iyi tespit etmediğiniz takdirde debelenip durursunuz. Eskiden farklı olarak hukukun birçok alanlarında yazıldı. Mümkün olduğu kadar daha detayda daha spesifik konularda çalışmak lazım geliyor. Dolayısıyla çok genel bir konu almanın bir anlamı yok. Çok genel bir konu aldığınız takdirde günlük tabirle kopyala-yapıştır oluyor. Yani mevcudu aktaran bir çalışma oluyor. Oysa kaleme aldığımız çalışmalar az ya da çok özgün olmalı, çalışılan sahaya katkıda bulunmalı. Çalışılan konu genel olursa bunları sağlamanız mümkün değil. Dolayısıyla dar bir alanda yazacak şekilde spesifik bir konuyu tayin ve tespit etmek lazım gelir bu çok önemli. Bu hallolduktan sonra gerisi kolay geliyor. Tabii ki içerik hiç kuşku yok çok önemli ama üslup da önemli sonuçta. Yargılamalarda olduğu gibi usul önemli. Farklı kişilerin yazdıklarını okuduğumuz takdirde farklı lezzetler alırız, farklı kanaatlere varırız. Kimisini kolay anlarız, kimisini anlamakta zorlanabiliriz. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar anlaşılır, şekli açıdan da tamamlanmış bir çalışma yapmakta fayda var diye düşünüyorum.
- Yine hocam sizin derslerinizi almış bir arkadaşımın aktardığı ifadelerinizi söylemek istiyorum: “İlk önce çalışmanızın çıktısını alın. Fiillerin altını çizin. Artarda cümlelerde aynı fiillerin gelmemesi lazım ya da paragraf içerisinde benzer fiillerin çok fazla gelmemesi lazım.” Bu bile belki metnin yazımına ve son kontrolüne ilişkin önemli hususlardan biri.
- Evet, bunu Kalpsüz Hocamdan öğrenmiştim. Hatta kırmızı bir kalem alıp göstermişti. Aynı cümle içinde sözcük tekrarları var mı yok mu? Var ise onun yerine başka sözcük. O yüzden benim kütüphanemin sözlük açısından zengin olduğunu düşünüyorum. Eş anlamlı sözlükler, zıt anlamlı sözlükler, etimolojiye ilişkin iki üç tane sözlük vardır. Bu aynı zamanda söz dağarcığınızı gelişmeye zorlayan bir şey. Farklı bir sözcük kullanacaksınız ama meramınızı anlatacak hangi sözcüğü kullanacaksınız? Bazen hakikaten ciddi araştırma yapmayı gerektiriyor. Keza birbirini takip eden cümlelerdeki fiil tekrarları. Hepsi önemli. Sistematik için şunu hatırlıyorum: Tezin bütünü için geçerli olmakla birlikte her bir bölümün kendi içinde de geçerli. Her bir başlığın kendi içinde de önemli, birden fazla cümleden oluşan paragraflarda da sistematik söz konusu. Neyle başlayıp neyle devam etmeli, neyle bitirmeliyim? Dolayısıyla bazen kendimizi esasa kaptırıp bütün bunları ihmal edebiliyoruz ama o zaman meramımızı arzu ettiğimiz şekilde anlatmaktan uzak metinler çıkabiliyor.
- Akademik yayıncılığa ilişkin bir şey sormak istiyorum. Akademik dergilerde yayımlanan makalelerin yalnızca on kişi tarafından okunduğuna dair istatistikler var. Bu istatistikler karşısında özellikle yeni yayın platformlarına nasıl yaklaşılmalı? Yeni yayın platformlarından kastım da blog, internet sitesi gibi yine akademisyenler tarafından kaleme alınan ancak bizim bildiğimiz hakemli dergilerdeki gibi formal bir tarzın olmadığı yayınlar. Siz nasıl bakarsınız buna?
- Öncelikle şunu söyleyeyim, bilgi neredeyse oraya ulaşmak lazım gelir. Sahih bilgi tabii ki, iyi bir bilginin olması lazım gelir. Bu konuda hemfikiriz. Ama benim alışkanlığım daha çok veri tabanları üzerinden dergileri takip etmek. Bir taban var, orada neredeyse bütün hukuk fakültelerinin dergileri var. Kendimce önemli gördüğüm makaleleri de okumaya çalışırım. Çünkü hepsini okumak için zaman da yok. İster bildiğimiz geleneksel ortamda yazılmış olsun ister sizin sözünü ettiğiniz blog veya benzer bir ortamda yazılmış olsun yazan hakkında o zamana kadar edindiğiniz izlenim önemli. Sizin nezdinizde bir güvenilirliği var ise o düşünce hasıl olmuş ise nerede yazmış olursa olsun takip edilir. Ama itiraf edeyim bloglardan çok fazla istifade ettiğimi söyleyemem daha çok geleneksek konvansiyonel yöntemleri takip ediyorum.
- Yani yeni yayın platformları açısından sizin önceliğiniz yazarın güvenilir olması. Ancak o şartla belki bloga belki daha sıcak yaklaşıyorsunuz.
- Evet. Yani iyi bir şey varsa bunu okumakta hiç tereddüt etmem, keyif de alırım. Kimin yazdığının bir önemi yok yeter ki iyi bir şey yazmış olsun. Belki o zamana kadar ismini duymadığım birisinin yazısını o platformda okuyup olumlu bir izlenim edinmişsem büyük bir ihtimalle onu takip ederim diye düşünüyorum. Dergilerin de ortalama on kişi tarafından okunması da hüzünlendirici. Bunu epey zaman önce tespit etmiştim. Aslında çuvaldızı önce kendimize batırmamız lazım. Akademisyenlerin yeterince okuduğu kanaatinde değilim maalesef. Sadece zorunlu olan hallerde; bir şey yazmak ya da problem çözmek gerektiği zamanlarda, yazılanlara çizilenlere başvuruyoruz. Oysa bizim yakıtımız yazılanlardır. Onları takip etmezsek eksik kalırız diye düşünüyorum.
- Bir de Hocam, özellikle pandemi dönemindeki yayınlara özellikle bakıldığında, onda da ayrıca istatistikler vardı Türkiye’de, bir konuda yayın sayısı inanılmaz artmış ama konuya verilen atıf sayısı çok artmamış. Yani insanlar yazmaya çok meyyal ama çok atıf yapmayı ve okumayı istemeden yeni şeyler yazıyorlar.
- Doğrusu o dönemde yazılanları kendi alanımla ilgili olarak izlemeye çalıştım. Şöyle bir tarafımız var, bilhassa genç yaşlarda oluyor bu. Ben de yapmışımdır muhtemelen. “Bir an önce fikir beyan edeyim.” Ama hukuk aslında biraz tedbir ve teenni işi. Yani sorunların düşünülmesi, mayalanmaya bırakılması lazım gelir. İlk aklımıza gelenler her zaman doğru değildir, olmayabilir, olmama ihtimali yüksektir. Yakınlık hatası vardır. Dolayısıyla o acele ile yazılmış şeyleri kolaylıkla fark edebiliyorsunuz.
- Hocam, bu söylediğiniz çok kıymetli. Çünkü genç kuşak akademisyenlerde biraz da sosyal medyanın onları itici güç olarak kullanması sebebi ile bir an önce insanlar fikir beyan etmek istiyor. Yeni Anayasa Mahkemesi kararı mı çıktı? Hemen bir şey söyleyeyim, fikir paylaşım yapayım… O açıdan teşekkür ediyorum, benim için çok kıymetliydi.
- Şöyle olabilir: O konuda yazmak lazım olabilir ama o günle sınırlı bir düşünceye sahip olmak doğru değil. İyice düşünüp kısa ve öz bir metni kaleme alıp yıllarca okunabilen bir metni yazabilirsiniz mesela. O yüzden acele ile yazdığını metin birkaç gün okunur ve biter diye düşünüyorum.
- Hocam fakülteden mezun olduğum günlerde avukatlık-akademisyenlik ikileminde kalmıştım. O zamanlar bana çok değerli tavsiyelerde bulunmuştunuz. Ben şimdi son soru olarak aynı soruyu tekrar sormak istiyorum: Özellikle meslek seçiminin arifesinde bulunan genç meslektaşlarınıza neler söylemek istersiniz?
- Belki her konuda olduğu gibi istişare önemli. Güvendiğiniz insanlarla konuşmak… Çünkü insanda heves diye bir şey vardır. Heves diye bir şeye kapılırsınız ama gerçekte o istediğiniz şey değildir. Dolayısıyla öyle bir yanılgının önüne geçmek için güvendiğiniz insanlarla konuşup sizin dıştan tahlil edilmenizde fayda olabilir. Sizin mizacınızı, yapmak istediğiniz mesleğe uygun olup olmadığınızı vs. birisinin tahlil etmesinde fayda var diye düşünüyorum. Meslek seçim lafı çok önemli. Bütün arzum Türkiye’de üniversite mezunlarının seçim imkanı olsun. Seçince pişman olmayacakları meslekler olsun, o ortamlar olsun. Ama birçok durumda insanların seçme imkanı yok hayat koşulları gereği sevse de sevmese de herhangi bir mesleği icra etmek zorunda kalıyor. Ama insan hakikaten sevdiği mesleği seçmeli. Sevdiği mesleğin seçilmesinde de belirleyici olan insanın karakteri. Hem kendi söz sahibi olmalı bence hem de karar vermeden evvel bilgisine, ferasetine güveneceği insanlarla konuşmalı diye düşünüyorum. Sevdiği mesleği yaparsa mutlu olur, zaten iş olarak görülmez eskilerin tabiri ile. Bir hobi gibi olur, hayatını daha keyifle sürdürür diye düşünüyorum.
- Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim Hocam, çok keyifli bir söyleşiydi.
- Davet ettiğiniz için ben teşekkür ederim. Sağ olasın.