Hukuk Atölyesi #9'un Konuğu: Prof. Dr. Sabih Arkan
"Akademisyen olmasaydım kalite kontrol uzmanı olurdum."
- Bu bölümde konuğum Sn. Prof. Dr. Sabih Arkan. Hocam, hoş geldiniz.
- Hoş bulduk efendim.
- Ben ilk soruyla başlamak istiyorum Hocam.
- Buyurun efendim.
- Fakülte yıllarınızla başlamak istiyorum. Nasıl bir öğrencilik geçirdiniz? Buradan başlayabiliriz.
- Öğrencilik hayatım oldukça zevkli geçti. Hem çalıştım hem sosyal hayatıma devam ettim ve bunların ikisini uyum içerisinde yaptım. Ben daima şuna inanan bir kişiyim: Zamanınızı iyi kullanırsanız her şeyi yapmaya vakit bulursunuz. Bu nedenle düzgün çalışabilirsiniz, düzgün sosyal hayatınıza devam edebilirsiniz; arkadaşlarınız, dostlarınızla birlikte olabilirsiniz ama planlamayı iyi yapmazsanız her şey birbirine karışır. Dolayısıyla öğrencilik hayatımı güzel geçirdiğimi, zevkli geçirdiğimi sanıyorum. Bu dönemde her gün biraz öğrendiklerimi tekrarlamaya ve ertesi derse hazırlanmaya gayret ettim ama bunları belli saat içinde yaptım, belli saatten sonra da serbest kaldım ve kendi merakım olan işleri yapmaya gayret ettim. Bunu herkese aynı şekilde tavsiye ederim. Gününüzü iyi planlayınız. Çağdaş insan olmanın gereği gününüzü iyi planlamaktır.
- Hocam o dönemde zannediyorum Hirsch Ankara Üniversitesi’nde…
- Ben Hirsch’e yetişmedim. Ben Hirsch’i hayatımda bir kere gördüm o da enstitünün bir yemeği. Hirsch Türkiye’den ayrıldıktan sonra Türkiye’yi ziyarete gelmişti. O vesile ile Banka Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü bir yemek verdi. O yemekte en kıdemsiz asistan olarak beni Hirsch ile karşı karşıya oturttular. Hirsch’in bana soruları oldu. Ben de onlara o dönemki bilgilerim görgülerim ile cevap vermeye çalıştım onu hatırlıyorum. Ama ben Yaşar Hocamdan Hirsch ile ilgili çok anı dinledim. Hirsch’in özellikle seminer yapma konusunda, hukukla uygulamayla teoriyi birleştirme ve bu şekilde öğrencileri eğitme konusunda çok büyük çabaları olduğunu biliyorum ve bunları Enstitümüz ve fakültemiz Hirsch’ten sonra da yürürlüğe soktu ve bunları hep uyguladık. Bu bize Hirsch’in kazandırdığı önemli bir tecrübedir.
- 1969’da Ankara Hukuk Fakültesi’nde zannediyorum asistan olarak göreve başladınız.
- 70’in Mart’ında başladım.
- O dönemden bugüne kadar uzun bir tecrübeniz var Hocam. Şimdi de halen Bankacılık ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü’nün müdürlüğü görevini yürütüyorsunuz ve aynı zamanda Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyeliğiniz devam ediyor. Bu süre içerisinde sizi akademik olarak derinden etkileyen, size ilham veren hocalarınız oldu mu?
- Hiç şüphesiz oldu. Bunların başında benim kendi Ticaret Hukuku Kürsüsü içinde hocalarım vardı. Bunların en kıdemlisi merhum Yaşar Karayalçın’dı. Yaşar Karayalçın gerçek bir bilim adamıydı ve Yaşar Hoca’nın metodundan, yol göstermelerinden, konulara yaklaşımından çok şey öğrendim. Bunların başında da ufak büyük demeden her soruna ciddiyetle eğilmesi gelirdi ve sistematik bir yapı içerisinde ele almaya çalışırdı. Arkasından Ali Bozer benim kıymetli hocam, o da bu sene vefat etti, vardı. Ali Bozer’den ise hem akademik düşünme tarzını hem meselelere pratik yönden yaklaşımı öğrendim. Bu çok önemlidir çünkü bugünkü hayatta kimsenin vakit kaybına tahammülü yoktur. Dolayısıyla sorunları bir şekilde sona erdirmekle yükümlüsünüz ve cevap bulmakla yükümlüsünüz. Hocamın bana söylediği: “Tezini yazarken bazı sorunlarla karşılaşacaksın. Bazı konularda cevap bulacaksın, bazılarında bulamayacaksın. Hiç ürkme, üstlerine git. Cevap bulduklarını yaz, cevap bulamadıklarını bırak. Belli bir yerde sorun olduğuna işaret et. Bu senden sonra gelenlerin konuya eğilmesini, böylece senin attığın temelden yürümelerini sağlayacaktır.” Bu benim için daima ders oldu, daima bir yol gösterici oldu buna dikkat ettim. Aynı şekilde Prof. Turgut Kalpsüz’ün de yanında yetişme fırsatını buldum. Prof. Turgut Kalpsüz’den de çok şey öğrendim. Bir tez nasıl yazılır, tezin içeriği nasıl tespit edilir ve konular nasıl sistematik olarak ele alınır bunların en iyi örneği Kalpsüz’deydi. Dolayısıyla ben her üç hocamdan da çok şey öğrendim. Her üçünü de rahmetle anıyorum ve özlemle yad ediyorum.
- Biraz avukatlık tecrübenize dönmek istiyorum. 1999 yılından bu yana aynı zamanda avukatlık da yapıyorsunuz. Bu anlamda siz akademisyenlikle avukatlık arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?
- Valla akademisyenlikle avukatlık arasındaki dengeyi kendimce şöyle kurdum: Benim için daima fakülte esastı, fakülteyi daima esas aldım. Fakültedeki görevlerimi ihmal etmemeye çalıştım. Bu arada bölüm başkanlığı yaptım, ana bilim dalı başkanlığı yaptım, dekan yardımcılığı yaptım. Bunların bir kısmı idari görevlerdi bir kısmı akademik görevlerdi ama bunların hepsine öncelik tanıdım. Ondan sonra beraber avukatlık yaptığım arkadaşlarımın, hocalarımın anlayışıyla bu işi birlikte yürütme imkanı buldum. Ben herkesten daha şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü beraber olduğum insanlar daima anlayışla yaklaştılar bana karşı. Onun için avukatlığı yürütmem kolay oldu ama avukatlık yapacak arkadaşlarımıza hem de akademisyenliğe devam etmek isteyen arkadaşlara ikisinin arasında iyi bir bölünme yapmalarını, başta söylediğim gibi zamanını iyi kullanmalarını, ikisini birbirine karıştırmamalarını tavsiye ederim. Çünkü madem akademisyen oldunuz yazmak, öğrenmek zorundasınız. Yazmaz ve öğrenmezseniz İngilizce bir deyim ile yok olursunuz. Akademik kariyerin temeli budur.
- 26. baskısını yapan Ticari İşletme Hukuku kitabınızla ilgili sormak istiyorum, çok merak ediliyor bu da yine. Ticari İşletme Hukuku kitabınızın hikayesini paylaşır mısınız, nasıl başladı böyle bir eser?
- Her öğretim üyesinin bir ders kitabının olması gerektiği fikrindeyim. Ben de bu düşüncelerle bir ders kitabı hazırlamaya gayret ettim. Bu ders kitabını hazırlarken bir kere geniş bir araştırma yaptım. Her konuda yayınları tespit ettim, kararları tespit ettim; bölüm bölüm, ondan sonra yazdım. Bu temel yapıyı daha sonraki baskılarda hiç değiştirmedim. Hep bunun üstüne yenilikler ekledim ve bunu yaparken de, yine hocalarımdan gördüğüm şekilde, bir baskıyı bitirdikten sonra yeniden bir baskı yapacağım zaman elime geçen materyalleri planıma göre topladım ve son dakikayı beklemedim. Yani matbaaya vereceğim zaman bir sonraki baskıyı zaten içine işleyeceklerimi zaman içinde işlemiştim. Dolayısıyla zamanlı yaparsanız çok büyük yük olmaz, çok sıkışmazsınız.
- Hocam zaten o konu ile ilgili Başak Hoca’nın sizin armağanınızda yazdığı çok güzel bir şeyi var. Müsaadenizle paylaşmak istiyorum: “Hocam kitabının son baskısını matbaaya gönderdiği gün masasının üzerine bir sonraki baskısının numarasını yazdığı yeni bir dosya koyar ve sonraki baskı için çalışmaya başlar” demiş.
- Bunu ben hocalarımdan öğrendim, benim keşfettiğim bir metot değil. Onun için beraber çalıştığım her üç hocam da bana ne kadar çok şey öğretmiş görüyor musunuz? Onlara hakikaten teşekkür, minnet borçluyuz. Allah üçüne de rahmet eylesin.
- Hocam avukatlık ve akademisyenlik kariyerinizde unutamadığınız, sizi çokça şaşırtan bir olay, anı paylaşır mısınız?
- Daha bu sabah hatırladım. Ben doktoramı yaptıktan sonra Almanya’ya gitmiştim. Türkiye’den iki üç yıl kadar uzak kalmıştım. Geri geldiğimde yine o sıralar asistan olarak sınıflarda nöbet tutuyoruz. Bir oğlan arkada oturuyor ve kitabı açmış yazıyordu, hiç kimse de görmüyordu. Yanına gittim. Ne yapıyorsunuz siz, dedim. Aldım kitabı. Biraz sonra tekrar dolaşıyorum, tekrar aynı adam huzursuzluk ediyor sağa sola bakıyor. Ne yapıyorsunuz kardeşim, dedim. Ben senin nereden oturduğunu biliyorum imtihandan sonra görüşürüz, dedi. Yani aklı sıra beni tehdit etti. Ondan sonra efendim, beni biliyorsun gel istediğin zaman görüşürüz, dedim. Seneler geçti, Ali Hoca’nın odasında bir adam elime doğru saldırdı. Sonra ben baktım bu zatı muhterem. Meğer bir yerde savcı olmuş… İşte böyle bir acı hatıram var. Tatlı hatıram ise Ali Hocamla derslere girerdik. Ali Hocam yolda giderken herkese selam verir, herkesin gönlünü alır, iyilikler dilerdi. Ama birçoğunu da tanır mıydı tanımaz mıydı?.. Çünkü bana bazıları hakkında arkadan sorardı, bu kimdi ya, diye. Çünkü Ali Bey muhiti çok geniş, çevresi çok geniş ve son derece kibar bir adamdı. Onun için böyle tatlı hatıralar, acı hatıralar oluyor tabii.
- Tekrar Hocam akademiye dönmek gerekirse sizin çalıştığınız konuların bir kısmı çalışıldığı zaman itibariyle yeni ve çalışılmamış konulardı. Hatta Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki asistanınız İbrahim’den bir dönem otonom araçların hukuki sorumluluğuna ilişkin bir çalışma yaptığınızı da duydum. Bu anlamda siz yeni konuların çalışılmasına nasıl bakıyorsunuz?
- Yeni konuların çalışılması kaçınılmaz. Çünkü her gün yeni bir şey çıkıyor. Bankacılık ürünlerine bakınız, bankacılık ürünleri böyle. Yeni hukuki sorunlara bakınız, işte mesela otonom araçlar… Bir gemi, gemiyi idare eden insan hiç yok. Uzaktan kumanda ediliyor ve bu gemi belki nükleer bir kazaya belki neden oluyor. Kim sorumlu olacak? Nasıl sorumlu olacak? Bunların çok ilginç konular ve geleceğin konuları. Bir otonom araç yolda seyrediyor, trafik kazasına neden oluyor. Kim sorumlu? Hiç unutmayınız ki yeni konuların temelinde daima bir sigorta meselesi yatıyor. Çünkü risk tahmin edilemeyecek kadar büyük, bir kişinin üstlenemeyeceği kadar büyük. O zaman belli bir sınır getirip bu riski mutlaka sigorta ettirmek gerekiyor. Ancak böyle bir çözüm tarzı sağlanabilir diye düşünüyorum. Ama bu yeni konulara hepimizin eğilmesi kaçınılmaz ve bu yeni konular da maalesef Anglo-Amerikan hukukundan daha çok kaynaklanıyor ve Anglo-Amerikan hukukunun çözüm tarzları daha sonra kıta Avrupası hukukuna uygulanıyor. Biz de oradan alıyoruz ama belki ilk elden almamız daha yararlı olur. Yalnız bunun için de Amerikan hukukunda biraz bilgi sahibi olmamız gerekir. İngilizce bilmek Amerikan-İngiliz hukukunu bilmek demek değil, çok ayrı işler. İngilizce bilirseniz belki bir dereceye kadar ama asıl önemli olan ise işin iç yüzünü öğrenmek. İç yüzü için ise bıkmadan İngiliz-Amerikan kaynaklarına eğilmek ve bıkmadan okumak lazım.
- Hocam özellikle o konuyu sormak istedim. Çünkü bir kısım hocanın anlayışı da Türk hukukunda klasik sayılabilecek konulara ilişkin literatür oluşturulduktan sonra otonom gemilere, robotlara, yapay zekaya ilişkin bir şeyler çalışılsın.
- Bu konudaki düşüncemi hemen söyleyeyim. Dört senelik hukuk fakültesi eğitimi bu klasik konuları vermeye yöneliktir. Bu klasik konuları öğrendikten sonra burada edindiğiniz ilkeleri ve prensipleri yeni konulara uygulayacaksın. Onun için birbirini tamamlayan bir bütünlük olarak düşünüyoruz. Dört sene size bir hukuk fikri kazandıracak, hukuk sistematiği kazandıracak, yorum kazandıracak. Bunun üstüne modern hukuki sorunlara eğileceksiniz. Onun için birbirini tamamlıyor bunlar. Ama bugünden siz öğrenci olarak veya daha hukuk hayatının başındayken otonom araçlar ve sorumluluklarına giderseniz çıkamazsınız içinden.
- Evet, belli bir birikimin ardından.
- Belli bir birikimin ardından, belli bir hukuk kültürünün ardından. Özellikle muhtelif sistemleri bilip bunlara göre bir çözüm üretmek.
- Yine Hocam bir kitabınız çokça konuşulan, marka ile ilgili her eserde atıf yapılan, iki ciltlik Marka Hukuku eseriniz. Nasıl bu kadar kısa ve öz yazabildiniz?
- Ben kendim fazla uzundan hiçbir zaman hoşlanmadım. Fazla uzun yazmak kısa yazmaktan her zaman daha problemlidir ve daha fazla sorunlara neden olur. Çünkü yazarsınız, baştaki fikri kaybedersiniz, sonda başka bir şey söylersiniz tezat çıkar. Onun için ben bütünlüğünü kaybetmeden bir plan dahilinde, kısa ve öz yazmaya gayret ettim. Temel meselelere değindim, ayrıntılar o kadar önemli değil belki de. Ama daima okunabilir, anlaşılabilir, bütünlüğü olan eserler yazmaya çalıştım.
- Bir hukuk akademisyeni veya avukat olmasaydınız neyi tercih ederdiniz?
- Valla ne tercih ederdim biliyor musun? Bir kalite kontrol uzmanı olurdum. Niye? Çünkü gözüm kuvvetlidir. Nerede bir çarpıklık var, nerede bir üretim bozukluğu var hemen fark ederim. Başka konulara dikkatli değilimdir ama düz olmayan bir çizgi, kesintisiz bir akış, bir boya hatası daima görürüm. Onun için kalite kontrol uzmanı olurdum, belki bir fabrikada görevlenirdim. Akan araçları denetler okey verirdim veya reddederdim.
- O zaman Hocam yetiştirdiğiniz öğrenciler ve ofisteki arkadaşlarınız bu anlamda şanslı olmalı.
- Niye?
- Çünkü ortaya çıkan ürünlerin kalite kontrolünü…
- Dikkat ederiz işte. Aslında ben hem akademik hayatımda hem avukatlık hayatımda çok şanslıyım. Çünkü çok iyi insanlarla, yardımcı insanlarla çalıştım. Her ikisinde de anlayışlı insanlarla… Onun için her iki alanda da hiç kötü bir hatıram yok diyebiliriz.
- Hocam şimdi biraz başa dönmüş gibi olacağım ama neden hukuku tercih ettiniz?
- Benim için hukuk çok aykırı bir şey değildi. Çünkü şöyle söyleyeyim ben size; benim büyük halam, büyük halamın kocası, annem, babam ve annemin babası hep hukukçuydu ve bir de teyzem hukuk profesörüydü. O yüzden ben daima hukuk hayatının içinde büyüdüm. Tebliğ name nedir, şu nedir, bu nedir ben daha çocuk yaşlarımda öğrendim. Onun için de meslek seçerken de ne olayım diye düşünmedim. Hukuk benim için normal yoldu, o yolda devam ettim.
- Hocam teşekkür ederim. Ben açıkçası daha uzun süreceğini tahmin ediyordum. Genelde öyle oluyor, sekiz dokuz soru bir saati buluyoruz.
- Ben kitap yazar gibi konuştum. Benim size daima önerdiğim bu kısa ve öz. Ama ne yaptığınızı ne ettiğinizi iyi anlatınız. Lafı dolandırmaya gerek yok. Söylemek istediğim benim en son kısım galiba, nasıl bitirmek istersiniz dediğim. Çağdaş insan olunuz. Çağdaş insan olmak demek rasyonel olmak demektir, akılcı olmak demektir. Hurafeleri bırakınız, akılcı olunuz. Zamanınızı iyi kullanınız ve kabilse bir yabancı lisan öğreniniz. Bu yabancı lisan size yeni ufuklar açacaktır, çalışmanızı kolaylaştıracaktır. Çalışırken de daima bir plan içinde bir prensip içinde çalışmaya gayret ediniz. Belli saatlerde çalışınız, belli saatlerde çalışmayı bırakınız. Sabahtan akşama kadar çalışmak artık on dokuzuncu yüzyılın sonunda, yirminci yüzyılın başında kalmış iştir. Sobanın kenarına otur, kediyi kucağına al, sabahtan akşama kadar oku… Böyle şey olmaz. Modern hayat kimseye bu kadar prim vermez. Mutlaka hayatınızı düzene sokmak, çabuk çalışmak, doğru çalışmak ve zaman içerisinde bildiklerinizi tekrarlayarak çalışmanız gerekir. Onun için de zamana ihtiyacınız vardır. Her şeyi birden öğrenmeye çalışırsanız hiçbir şey öğrenemezsiniz. Zaman içinde adım adım öğrenmeye gayret edin. Bunun için tekrar şarttır. Söylemek istediklerim bundan ibaret Furkan Bey.
- Hocam çok teşekkür ederim zaman ayırıp katıldığınız için. Keyifli bir röportaj oldu.
- Sağ olun, öyle olduğunu ümit ederim. İyi günler, iyi akşamlar.