Medenî Hukuk Boyutuyla Bir Avukatın Gözünden Cebrî İcra Kanunu Taslağı Üzerine Değerlendirmeler
I. Giriş
Cebrî İcra Kanunu Taslağı (CİKT), 14.08.2025 tarihinde kamuoyuyla paylaşılmıştır[1].
CİKT çalışmaları, akademisyenler ve Yargıtay üyeleri hariç genel anlamı ile 36 tane hâkim ve 5 avukat nezdinde gerçekleştirilmiştir.
2023 yılı itibarı ile Adlî Yargı İlk Derece Mahkemesi nezdinde 17.139 ve Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde ise 2.726 olmak üzere toplam 19.865 hâkim bulunmaktadır[2].
31.12.2024 tarihi itibarı ile Türkiye’de 199.142 avukat bulunmaktadır[3].
Görüldüğü üzere, daha önce yayımlanan bir makalemizde ifade ettiğimiz üzere[4], temel kanunlar hazırlanırken avukatlar, hazırlık süreçlerinin ya dışında bırakılmaktadır ya da temsil kabiliyetleri çok az gerçekleştirilmektedir. Kanımızca, ilgili kanun hazırlanırken avukatla temsil oranı hâkim meslektaşlarımıza kıyasen (kıyasen olmasa da hatırı sayılır bir şekilde) oluşturulmalıydı.
Bir başka husus da, temel kanunlar hazırlanırken diğer temel kanunlarla uyumun tam olarak sağlanamamasıdır. Örneğin, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda ticarî defterlerle ispata ilişkin bir düzenleme bulunmazken, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’da ticarî defterlerle ispata ilişkin hükümler kendisine yer bulmuştur[5]. Örnekleri, çoğaltmak mümkün olup çalışmanın akışını bozmamak adına en bariz bu örneği belirtmekle yetiniyoruz.
Yukarıda belirtilen nedenler ile medenî hukuk boyutuyla ve bir avukat olarak da, CİKT hakkında incelemeyi gerekli bulduğumuz hükümler hakkında birtakım açıklamalar yapacağız.
II. İncelemeye Aldığımız Hükümler
MADDE 41
“Askıya alma hâli olarak borçlunun ölümü” kenar başlıklı 41. madde,
“(1) İcra takibi sırasında borçlunun ölümü hâlinde, icra takibi bir hafta süreyle askıya alınır. Alacaklı, takibi borçlunun mirasçılarına karşı devam ettirebileceği gibi terekeye karşı da devam ettirilebilir.
(2) Takibin mirasçılara karşı devam ettirilmesi hâlinde icra takibi, borçlunun mirasçılarının mirası açıkça kabul etmeleri hâli dışında ve bir haftalık askıya alma süresi dolmuş olsa bile, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 606 ncı maddesinde belirtilen süre sonuna kadar askıda kalmaya devam eder. Bu takdirde takibin mirasçılara karşı devamı ancak haciz veya rehnin paraya çevrilmesi yoluyla mümkündür.
(3) Takibe terekeye karşı devam olunması terekenin henüz tasfiye edilmemiş ve mirasçılar arasında aile şirketi kurulmamış olmasına bağlı olup, bu durumda borçluya karşı başlamış olan takip iflas yolu da dahil olmak üzere aynı usulle devam ettirilebilir.
(4) Borçlu icra takibi başlatılmadan önce ölürse, ölümünden sonra tereke aleyhine yeni icra takibi yapılamaz.” hükmünü içermektedir.
Dördüncü fıkrayla ilgili madde gerekçesi şu şekildedir:
“Taslakta bu Kanun hükmü, bilimsel ve yargısal içtihatlarda anlaşıldığı şekliyle yeniden kaleme alınmış; bu yapılırken üç gün olan takibin askıya alınması süresi bir haftaya çıkartılmış ve borçlunun icra takibinden önce ölmesi hâlinde tereke aleyhine takip yapılamayacağı son fıkrada açıklığa kavuşturulmuştur.” şeklinde ifade edilmiştir.
CİKT m. 41 hükmüne karşılık gelen İİK m. 53 hükmü ile ilgili verilen içtihatlar, borçlunun takip tarihinden önce ölmesi durumunda, HMK m. 124/3-4 hükümlerinin işletilerek İİK m. 53 hükmündeki sürelerin geçmesinden sonra mirasçılara ek takip gönderilebileceği yönündedir[6].
Maddenin dördüncü fıkrasından anlaşıldığı kadarı ile borçlunun icra takibi başlatılmasından önce ölmesi durumunda sadece tereke aleyhine takip yapılabilecektir. Başka bir ifadeyle, birinci ve ikinci fıkradaki gibi (icra takibi sırasında borçlunun ölümü durumunda olduğu gibi) mirasçılara karşı takip yapılabileceği hususu, dördüncü fıkrada müphem bırakılmıştır. Bu yüzden, maddenin dördüncü fıkrasının bu durumu da ele alacak şekilde revize edilmesi gerekmektedir.
MADDE 47
“Sorgulama” kenar başlıklı 47. madde,
“(1) Alacaklı, UYAP üzerinden bu sisteme entegre bilişim sistemleri vasıtasıyla dosya safahat bilgileri ile 56 ve 443 üncü maddelerdeki esaslar çerçevesinde borçlunun mal, hak veya alacağını bir Türk lirası karşılığında sorgulayabilir.
(2) Birinci fıkrada belirtilen tutar her yıl, bir önceki yıla ilişkin olarak 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır. Adalet Bakanlığı yeniden değerleme oranında artırılan ücreti beş katına kadar artırmaya ve azaltmaya ayrıca gün ve dosya esaslı olmak üzere belirli sayıdaki sorgulamayı ücretten istisna tutmaya yetkilidir. Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinden bu ücret alınmayacağı gibi alacaklının bir gün içinde aynı dosya üzerinden beş kez yapacağı sorgudan da ücret alınmaz.
(3) Sorgulama kapsamında alınacak ücret, Adalet Bakanlığınca elektronik işlemlerin UYAP vasıtasıyla yapılmasına dair usul ve esaslara ilişkin yönetmelikte belirlenecek yönteme göre tahsil edilir ve takip gideri olarak borçluya yüklenemez.” hükmünü içermektedir.
Birinci fıkrayla ilgili madde gerekçesi şu şekildedir:
“Birinci fıkrayla, alacaklıya UYAP üzerinden bu sisteme entegre bilişim sistemleri vasıtasıyla dosya safahat bilgileri ile Kanunun 156 ve 443 üncü maddelerindeki esaslar çerçevesinde borçlunun mal, hak veya alacağını bir Türk lirası karşılığında sorgulayabilmesine imkân verilmektedir. Alacaklıya verilen sorgulama hakkı, önemli görüldüğünden 2004 sayılı Kanundan farklı olarak ayrı bir maddede düzenlenmektedir. Madde büyük ölçüde eski düzenlemeyi karşılamakla birlikte, hükümde sorgulamanın hangi şartlarda ve nasıl yapılacağının düzenlendiği iki ayrı maddeye (156 ve 443 üncü ) açıkça atıf yapılması kabul edilmektedir. Bu sayede, yapılacak olan sorgulamanın ne şekilde yapılacağı kanunda açık şekilde düzenlenmiş olmaktadır. Böyle bir düzenlemeye mutlaka ihtiyaç vardır, zira alacaklının, borçlunun mal, hak ve alacaklarını sorgulayabilmesi, kişisel verilerin gizliliğine önemli bir istisna oluşturmaktadır. Sorgulama ücreti bir Türk lirası olarak belirlenmektedir.”
Borçlunun üstsoylarından kendisine intikal etmiş miras hissesinin haczedilebilmesi için öncelikle alacaklının, borçlunun murisinin “hayatta olup olmadığını” sorgulaması gerekir. Sorguladıktan sonra ise ilgili kişiler hayatta değilse borçlunun üstsoylarından kendisine intikal etmiş miras hissesinin haczedilebilmesi için UYAP üzerinden borçlunun hayatta olmayan murislerinin malvarlığının tespiti gerekmektedir. Bu işlemler gerçekleştirildiğinde ancak CİKT m. 209/1 (İİK m. 121/1) hükmü gereği, alacaklı, borçlunun yerine geçerek ortaklığın giderilmesi davası açabilir.
Uygulamada ise Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, “borçlunun murislerini gösterecek nüfus kayıtlarının UYAP üzerinden tespiti talebi kişisel verilerin korunmasına aykırıdır” şeklinde içtihatlar[7] oluşturmaktadır.
Ayrıca, “Ret hâlinde sorumluluk” kenar başlıklı TMK m. 618 hükmü[8] şu şekildedir:
“Ödemeden âciz bir mirasbırakanın mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklılarına karşı, ölümünden önceki beş yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar.
Olağan eğitim ve öğrenim giderleriyle âdet üzere verilen çeyiz, bu sorumluluğun dışındadır.
İyiniyetli mirasçılar, ancak geri verme zamanındaki zenginleşmeleri ölçüsünde sorumlu olurlar.”
TMK m. 618 hükmü gereğince, mirası reddetmiş ancak murisinden, murisin ölüm tarihinden geriye dönük olarak beş yıl içinde denkleştirmeye tabi bir kazanım elde eden mirasçının murisine ilişkin UYAP sorgulaması KVKK hükümlerini gerekçe gösteren Yargıtay 12. Hukuk Dairesi içtihatları ve CİKT m. 47/1 hükmü çerçevesinde nasıl yapılacaktır? CİKT m. 47/1 hükmü, CİKT m. 443 hükmüne atıf yapıyor ise de borçlunun, tasarrufun iptali davası çerçevesinde yaptığı tasarruflara ilişkin bir araştırma yapılacaktır.
“Malvarlığının tespiti” kenar başlıklı 443. maddenin birinci fıkrası ise şu şekildedir:
“Takibi kesinleşmiş olan alacaklı, talep tarihinden geriye doğru beş yıl içinde borçlunun yaptığı ve iptal davasına konu olabilecek tasarrufların UYAP üzerinden sorgulanmasını talep edebilir. Talep, icra ve iflas dairesi tarafından en geç bir hafta içinde yerine getirilir. Sorgulama sonunda edinilen bilgiler hukuka aykırı olarak paylaşılamaz.”
Yukarıda belirtilen nedenler ile CİKT m. 47 hükmünün, bu durumları da ele alacak şekilde revize edilmesi gerekmektedir.
MADDE 53
“İlamların icrası” kenar başlıklı 53. madde,
“(1) Aşağıdaki hâllerde ilamlar icraya konulabilir:
a) Verildiği anda kesin olan veya kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşen ilk derece mahkemesi ilamları.
b) İstinaf başvurusu bölge adliye mahkemesince reddedilen ilk derece mahkemesi ilamları.
c) Bölge adliye mahkemesi ilamları.
ç) Yargıtay tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen ilamlar.
(2) Her türlü nafaka alacağı, bedensel zarar ve destekten yoksun kalma alacakları, işçinin iş ilişkisinden doğan alacakları ile bayrağına ve sicile kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın bir geminin tahliye ve teslimi hakkındaki ilk derece mahkemesi ilamları, kanun yolu açık olsa dahi icraya konulabilir.
(3) Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin ilamlar kesinleşmedikçe icraya konulamaz.
(4) Türk Medeni Kanununun 169 uncu maddesi gereği verilen geçici önlem kararları ile Türk Borçlar Kanununun 76 ncı maddesi çerçevesinde verilen geçici ödeme kararları da ilamların icrası hakkındaki hükümler uyarınca derhâl icra edilebilir.”
Hükmün ele alacağımız ilgili madde gerekçesi şu şekildedir:
“… getirilen maddeyle, ilamların cebrî icraya konulması, kanun yoluna tabi olup olmama ile kanun yolu aşaması dikkate alınmak suretiyle belirlenmektedir. Bu bağlamda alacaklı ve borçlu arasındaki menfaat dengesinin sağlanmasına uygun olacak şekilde, ihtiyati haciz kurumu da varlığını sürdürmektedir. Alacaklı, henüz icra takibi yapma hakkı doğmamış olsa dahi, haklarını korumak için, şartları varsa ihtiyati haciz kurumundan yararlanabilir.”
04.01.2021 - 31.12.2021 tarihleri arasında verilmiş bölge adliye mahkemesi hukuk daireleri kararlarının istatistiklerine göre HMK m. 353/1-a.6 hükmü gereği (delillerin toplanmaması ve değerlendirilmemesi şeklinde özetleyebileceğimiz) dosyaların %14,95’i ilk derece mahkemesine geri gönderilmiştir[9].
6.01.2022 - 30.12.2022 tarihleri arasında verilmiş bölge adliye mahkemesi hukuk daireleri kararlarının istatistiklerine göre HMK m. 353/1-a.6 hükmü gereği (delillerin toplanmaması ve değerlendirilmemesi şeklinde özetleyebileceğimiz) dosyaların %15,91’i ilk derece mahkemesine geri gönderilmiştir[10].
İlk derece mahkemeleri tarafından, davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması durumu, bölge adliye mahkemeleri kararlarının yaklaşık olarak %15’ini oluşturmaktadır.
CİKT m. 53/1-b) hükmü gereğince ilk derece mahkemesi tarafından verilen hükümlerin ancak istinaf incelemesi neticesinde reddedilmiş olması durumunda icra edilebilecek olması, daha ilk bakışta alacaklı aleyhine bir durum oluşturduğu çok açıktır. Örneğin, iki yıl süren bir ilk derece yargılaması neticesinde, hükmün istinaf edilip bölge adliye mahkemesi tarafından HMK m. 353/1-a.6) hükmü gereğince geri çevrilmesi durumunda, ilk derece mahkemesi tarafından tekrar yargılama yapılıp bu hükmün de istinaf edilip bölge adliye mahkemesi tarafından esastan red kararı vermesi, Türkiye gerçekleri göz önüne alındığında, davanın açılmasından sonra dört-beş yıllık bir sürece yayılacaktır.
CİKT m. 53 hükmünün gerekçesinde ise alacaklının çözüm olarak ihtiyatî haciz kurumuna başvurabileceği belirtilmektedir. Halbuki, HMK m. 353/1-a.6) hükmünün mevcut bulunduğu durumda, alacaklı ihtiyatî hacze başvurabilecek midir? Bu soruya verilecek cevap elbette “HAYIR” olacaktır.
Ayrıca hükümde, istinaf incelemesinden geçen ilk derece mahkemesi hükmünün, Yargıtay tarafından bozulup ilk derece mahkemesine geri gönderilmesi durumunda, ilk derece mahkemesi hükmünün icra edilebilmesi noktasında, CİKT m. 53 hükmünde bir açıklık bulunmamakta ise de, CİKT m. 54/2 hükmünde “Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373 üncü maddesinin dördüncü fıkrasına göre verilen ilk derece mahkemesi kararları ilamlı icraya konulamaz. 53 üncü maddenin ikinci fıkrası hükmü saklıdır.” denilerek oluşabilecek tereddütler giderilmiştir.
Son olarak, CİKT m. 53/2 hükmüne sonradan eklendiğini tahmin ettiğimiz “… sicile kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın bir geminin tahliye ve teslimi hakkındaki ilk derece mahkemesi ilamları, kanun yolu açık olsa dahi icraya konulabilir.” hükmü ile ilgili birtakım açıklamalar yapmak gerekir.
Uygulamada, hükme eklenen böyle bir olayın gerçekleşme oranı ile temyiz incelemesi neticesinde “mürafaa” olarak adlandırılan durumda, incelemenin neticesine göre taraf lehine hükmedilen vekalet ücretinin hükmedilme oranı karşılaştırıldığında, günde onlarca kez Yargıtay nezdinde mürafaa gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, mürafaa vekalet ücretinin sıklıkla uygulandığı aşikârdır. Elbette ki, bir olayın gerçekleşme durumunun az yaşanacak olması, o durumun, kanun hükmüne alınmasını engellemez. Anlatmak istediğimiz çalışmamızın giriş kısmında da ifade edildiği üzere, temel kanunlar hazırlanırken avukatlar, hazırlık süreçlerinin ya dışında bırakılmaktadır ya da temsil kabiliyetleri çok az gerçekleştirilmektedir. Kanımızca, ilgili kanun hazırlanırken avukatla temsil oranı hâkim meslektaşlarımıza kıyasen (kıyasen olmasa da hatrı sayılır bir şekilde) oluşturulsaydı, bir avukat meslektaşımız, mürafaa vekalet ücretinin kanuna alınarak kesinleşme durumu aranmaksızın icra edilmesi gerektiği konusunda çalışma yapabilir ve bu durumu kanun hükmü hâline getirttirebilirdi.
MADDE 60
“İcranın durması ve iadesi” kenar başlıklı 60. maddenin üçüncü fıkrası şu şekildedir:
“Hükmün kesinleşmesi hâlinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan para alacaklıya ödenir. İlâm konusu taşınır ise alacaklıya teslim edilir. Haczolunan mal ve haklar ise, malın türüne göre icra ve iflas dairesince paraya çevrilerek alacaklıya ödenir. İlâm alacaklısının teminat üzerinde rüçhan hakkı vardır.”
Hükmün ele alacağımız ilgili fıkra gerekçesi şu şekildedir:
“Üçüncü fıkrayla, ilamın icra edilmesinden sonra kanun yolu incelemesinde verilen karar üzerine yapılması gereken işlemler belirlenmekte ve bazı ifadeler açıklığa kavuşturulmaktadır. Buna göre, icranın iadesinin aynı takip dosyası üzerinden gerçekleşeceği hükümde açıkça yazılmaktadır. Ayrıca davanın esastan reddi dışında, usule ilişkin nihai kararlarda da niteliğine uygun düştüğü ölçüde yine bu fıkranın, yani icranın iadesi kurumunun uygulanacağı açıkça ifade edilmektedir. Zira davanın usulden reddedilmiş olması veya açılmamış sayılması hâllerinde de her ne kadar esastan bir ret kararı verilmemiş olsa da yine icranın iadesi gerekebilir. Keza, sulh hâlinde de mahkemenin farklı türde kararlar verebilmesi söz konusu olabilmektedir. Bu hususların, verilen kararın ve davanın niteliğine göre uygulamada şekillenmesi gerekmektedir. Belirtilmelidir ki tüm ihtimallerin kazüistik bir şekilde madde metnine yazılması, kanun yapma tekniği bakımından tercih edilmemektedir.”
CİKT m. 60/3 hükmü, İİK m. 40/2 hükmüne karşılık gelmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.06.2021, 2017/8-1680 E. - 2021/758 K. sayılı kararına[11] ilişkin olarak 11.10.2021 tarihinde İçtihat Yorumu: kısmında şu şekilde hukukî tespitlerde bulunmuştuk.
“Verilen örnekte icranın geri bırakılması kurumuna başvurulmadığı veya icranın geri bırakılması kurumuna başvurulup Yargıtay’ın verdiği onama kararına karşı alacaklının mahkeme hükmüne dayalı alacağı tahsil ettiği dikkate alınırsa;
1-) Bir alacak davasında ilk derece mahkemesi tarafından 01.12.2020 tarihinde 1 Milyon TL. alacağın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verildi. İcra takibi sonucu 04.01.2021 tarihinde davalıdan 1 Milyon TL. tahsil edildi.
2-) Bu arada dosya, davalı tarafından itiraz edilerek temyiz edildi. Temyiz incelemesi sonunda 04.01.2024 tarihinde dosya (esasa ilişkin olarak) bozuldu.
4-) İlk derece mahkemesi, bozma kararına uymuştur. İlk derece mahkemesi, yargılama neticesinde 04.06.2024 tarihinde davacının davasının tümden reddine karar vermiştir.
5-) Bu sefer davacı tarafından dosya temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesi neticesinde ilk derece mahkemesi hükmü, 01.12.2025 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
6-) Davalı, İİK m. 40/2 hükmü ve Yargıtay içtihatları (Y. 8. HD. 2015/5211 E. ve Y. 12. HD. 2020/7462 E.) gereği bozma kararı kesinleştikten sonra davacının kendisinden tahsil etmiş olduğu 1 Milyon TL. icra dairesi vasıtası ile 04.01.2026 tarihinde geri almıştır.
Bu süreçte davacı, davalıdan aldığı parayı bankaya yatırdığı için
1.18 Milyon TL. (1. yılın sonunda)
1.38 Milyon TL. (2. yılın sonunda)
1.63 Milyon TL. (3. yılın sonunda)
1.9 Milyon TL. (4. yılın sonunda)
2.2 Milyon TL. (5. yılın sonunda)
Yasal faiz olursa
450 Bin TL. (5. yılın sonunda)İİK m. 40 hükmü ve Yargıtay içtihatları gereği, davacı alacağı davalıya geri vermesine karşı banka faizi ile 1.2 Milyon TL., yasal faiz olarak 450 Bin TL. kazanmıştır.
Görüldüğü üzere, İİK m. 40/2 hükmü âdil olmadığı gibi İİK m. 40/2 hükmünün bu soruna çözüm bulamadığından hareketle faiz için ayrı bir dava açılması da usûl ekonomisine uygun düşmemektedir. Bu yüzden İİK taslağında bu soruna bir çözüm bulunması da zorunludur.”
Ne yazık ki, CİKT açısından yukarıda verilen örneğe ilişkin herhangi bir çözüm getirilmemiştir. Herhangi bir medenî hukuk alanında çalışan hukukçuya, bir kimsenin kendi uhdesinden çıkıp karşı tarafın uhdesine geçen bir şey için, diğer tarafın uhdesine geçtiği tarihten itibaren değil daha sonraki bir tarihte iade yükümlüğünün gerçekleşeceğini izah etmek zordur.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin uygulaması devam etmektedir.
“… İİK'nın 40/2. maddesinden de anlaşılacağı üzere, icra edilen ilam hükmünün bozulması halinde ödeme yapan kişinin borçlu olmadığının ancak kesinleşen bir ilamla belirlenmesinden sonra infazın eski hale iade edilebileceği, diğer bir deyişle muhtırayla iadesi lazım gelen miktarın takip alacaklısından istenmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu madde gereğince iade borçlusu (muhtıranın muhatabı olan takip alacaklısı) tarafından, tahsil edilen paranın (fazla tahsil edilen ilam vekalet ücretinin) iadesine ilişkin muhtıranın alacaklıya tebliğ edildiği tarih itibariyle temerrüt gerçekleştiğinden, ancak bu tarihten itibaren yasal faiz isteyebileceği (Kaldı ki tebliğden itibaren verilen 7 günlük süre içinde de fazla tahsil edilen ilam vekalet ücreti miktarının icra müdürlüğü hesabına takip alacaklısı tarafından 30.09.2020 tarihinde yatırıldığı görülmektedir.) gerekçesi ile tarafların istinaf başvurusunun ayrı ayrı HMK'nun 353/1-b(1) maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.”[12]
Görüldüğü üzere, belirttiğimiz açıdan, İİK m. 40/2 hükmü kapsamındaki bu soruna, CİKT m. 60/3 hükmü bir değişiklik ve çözüm getirmemiştir. Sonuç olarak, hükmün uygulamasında hükmün kesinleşmesi değil alacaklının muhtıra çıkartıp borçluya bu muhtıranın tebliği esas alınacaktır. Kaldı ki, borçlunun vekille temsil edilmeyip, Türkiye dışına yerleşmesi durumunda, tebligat yapılamaması (veya tebligatın uzunca bir süre alması) ihtimaline bile değinmek istemiyoruz.
Kanımızca, yaşanan ve/veya yaşanacak bu duruma ilişkin, norm iptal başvuru yapılması durumunda, Anayasa Mahkemesi büyük bir ihtimalle “mülkiyet hakkına yapılan müdahale” nedeni ile iptal kararı verecektir.
Genel olarak ilâmlı icra takibi olarak nitelendirebileceğimiz takiplerde, borçluya (veya vekiline) hükmün tebliğinden itibaren bir hafta süre tanınması suretiyle (icra takibine ilişkin vekalet ücreti ödeme zorunluluğu getirilmeksizin) ödeme imkânı tanınmaması, kanımızca, çok önemli bir eksikliktir.
MADDE 161
“Haczedilemeyen mal, hak ve alacaklar” kenar başlıklı 161. maddenin dördüncü fıkrası ile borçlunun hâline münasip evi olduğu şikayetini evin aile konutu olması hâlinde, borçlunun eşinin de hâline münasip ev şikâyetinde bulunabilmesi, olumlu bir düzenleme olmuştur.
MADDE 184
“Tasfiyede gözetilecek sıra” kenar başlıklı 184. maddenin altıncı fıkrası şu şekildedir:
“İcra ve iflas dairesi, yukarıdaki fıkralar uyarınca tasfiye edilemeyen malın mülkiyetinin bedelsiz olarak Türkiye Kızılay Derneğine devrine yönelik kararın verilmesi için dosyayı icra hukuk mahkemesine gönderir.”
Kanımızca, yukarıdaki fıkra hükmündeki ihtimalde, bir devlet kurumu olmayan “Türkiye Kızılay Derneği” yerine “Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı” tercih edilmelidir.
MADDE 255
“İhalenin iptali talebi” kenar başlıklı 255. maddenin birinci fıkrası şu şekildedir:
“Borçlu, satış isteyen alacaklı, ihale konusu mal üzerinde haciz sahibi olan diğer alacaklılar ve teklif vermek suretiyle ihaleye katılanlar ile satış kararı tarihi itibariyle malın kayıtlı olduğu resmî sicildeki ilgililer ve mülkiyet veya sınırlı ayni hak sahipleri, şikâyet yoluyla ihale tarihinden itibaren bir hafta içinde icra hukuk mahkemesinden ihalenin iptalini isteyebilir.”
Her ne kadar, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin “ihaleden önce aile konutu şerhi bulunan taşınmazda borçlunun eşi de ihalenin feshini talep edebilir” şeklinde 03.06.2021, 4568/6008 sayılı Kararı[13] ve “ihaleye konu taşınmaz tapu kaydında lehine aile konutu şerhi bulunan şikayetçiye satış ilanının tebliğ edilmemesi ihalenin feshi sebebidir” şeklinde 01.07.2024, 4591/6668 sayılı Kararı[14] mevcutsa da, bu içtihatların bir kanun hükmünde ifade edilmesi daha sonra oluşabilecek içtihat değişikliği nedeni ile oluşabilecek hak kayıplarının önlenmesine hizmet edecektir. Sonuç olarak, aile konutu şerhi bulunan taşınmazda, borçlunun eşine de ihalenin iptali talebinde taraf sıfatı kazandırılmalıydı.
Ayrıca, “Mirasın Reddi ve İcra Takibi” isimli çalışmamızda[15] ifade ettiğimiz üzere, “En yakın mirasçıların tamamı tarafından ret” kenar başlıklı Türk Medeni Kanunu’nun 612. maddesinin 2. fıkrası, “Tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verilir” hükmünü içermektedir. Mirası kayıtsız ve şartsız reddeden yasal mirasçılardan birisi olan Enes Z.’in ihalenin feshini talep etmekte hukukî yararı doğmaktadır. Zira, haczedilen mal daha yüksek bedelle ihale edildiği takdirde belki de, icra takibindeki borç sona erecek ve artan miktar TMK m. 612/2 hükmüne göre kendisine verilecektir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 27.05.2021 tarihli kararında mirası kayıtsız ve şartsız reddeden yasal mirasçının ihalenin feshi davasında yer alamayacağına ilişkin açık bir ifade bulunmasa da, yine Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 03.03.2021, 684/2377 sayılı Kararı'nda; “... 6100 sayılı HMK’nın 55. maddesi hükmü uyarınca mirasçıların malvarlığı haklarını da etkileyen işbu dava da mirası reddetmeyen mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak hep birlikte davada yer almaları, dosya kapsamından anlaşılmamakla birlikte, mirasın tüm mirasçılar tarafından kayıtsız şartsız reddedildiğinin tespit edilmesi halinde terekenin iflas hükümlerine göre tasfiyesine ilişkin sürecin beklenilmesi, yine mirası reddeden kişiler için taraf sıfatının bulunmadığı dikkate alınarak husumetin yöneltilemeyeceği …” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.”
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, hukukî anlamda hatalı olan bu tutumunu devam ettirmektedir.
“… Somut olayda, Bursa 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17/07/2020 tarih ve 2020/685 E. - 671 K. sayılı kararıyla, hissedar muris Mehmet A.'ın mirasının tüm yasal mirasçıları tarafından kayıtsız şartsız reddedildiğinin tespit ve tesciline karar verildiği ve anılan kararın 09/09/2020 tarihinde kesinleştiği, tüm mirasçılar mirası reddettiği için TMK 612. maddesi uyarınca iflas hükümlerine göre tasfiye hususunda gerekli işlemleri yapmak üzere Tereke Mahkemesine ihbarda bulunulduğu, resmen yönetilme ve tasfiye istemli ve tespit istemli tereke dosyalarının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda değinilen TMK'nın 612. maddesi uyarınca; en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, iflâs hükümlerine göre tasfiye edildikten sonra, tasfiye sonunda arta kalan değerlerin, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verileceği, tasfiyenin sonuna kadar mirasçıların terekeyi iktisap edemeyeceği ve murisin terekesi hakkında tasarruf işlemlerinin tamamının tereke tasfiye memuru tarafından yerine getirileceği kuşkusuzdur.
O halde, şikayetçilerin, muris Mehmet A.'ın hissedar olduğu taşınmazın ihalesinin feshine yönelik şikayetlerinde aktif husumet ehliyetleri ve hukuki yararları bulunmadığından,”[16]
Ayrıca, “tasfiyenin sonuna kadar mirasçıların terekeyi iktisap edemeyeceği ve murisin terekesi hakkında tasarruf işlemlerinin tamamının tereke tasfiye memuru tarafından yerine getirileceği” görüşü de, hukukî anlamda yerinde değildir. Zira, TMK m. 612/2 hükmü gereği, terekeyi iktisap hakkı değil terekenin tasfiye aşamasından sonra arta kalan değer, hak sahiplerine verilmektedir. Tereke tasfiye memurunun, mirası reddeden yasal mirasçı/lar kadar ihalenin feshi istemine ilişkin davayı özenle takip edeceği de şüphelidir. Bu yüzden, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin bu tutumuna ilişkin içtihatlarının, bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi gerekir.
Sonuç olarak, hem aile konutu şerhi bulunan taşınmazda borçlunun eşine hem de TMK m. 612/2 hükmü düzenlemesine göre en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan mirasta, mirası reddeden mirasçıya/mirasçılara, tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verileceği için hukukî yararı/yararları mevcut olduğundan ihalenin iptali talebi açısından taraf sıfatı kazandırılmalıydı.
III. Sonuç
CİKT çalışmaları sırasında, avukatla temsil oranının, hâkim meslektaşlarımıza kıyasen (kıyasen olmasa da hatrı sayılır şekilde) oluşturulmaması üzüntü verici bir durumdur.
CİKT çalışmaları sırasında, 4721 sayılı TMK hükümlerini etkileyecek olan hükümlerin mevcut bulunmasına rağmen bir tane bile Medenî Hukuk Anabilim Dalı nezdinde görevli akademisyenin ve/veya bu konuda çalışan hukukçunun, CİKT çalışmamasında yer almaması, büyük bir eksiklik olmuştur.
Yukarıda incelemeye aldığımız CİKT m. 41, 47, 53, 60, 161, 184 ve 255 hükümlerinin belirttiğimiz şekilde revize edilmesinin, hukukî açıdan yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Dipnotlar
Bkz. https://mgm.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/cebr-icra-kanunu-taslagi24072025041230 ↩︎
Bkz. https://www.turkiyehukuk.org/hakim-ve-savci-sayilari-2023/ ↩︎
Bkz. https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/2024-avukat-sayilari-31122024-85333 ↩︎
2022 yılında yayımlanan bir çalışmamızda aynen şu hususları ifade etmiştik. “Bu çalışmanın yayımlanmasından sonra yargının üçlü sacayağını oluşturan avukatların, baroların da teşviki ile kanun komisyonlarında daimi kadroda yer alarak görüşlerinin dikkate alınmasını ve çalışma konusuna esas teşkil eden soruna çözüm bulabilecek kanun değişikliğinin de ivedilikle hayata geçirilmesini ümit ediyoruz.” (KARAMERCAN, Fatih, 5235 Sayılı Kanunun Madde 35/1-b.3 Hükmü Uyarınca Uyuşmazlığın Giderilmesinde Yaşanan Sorunlar, İzBD, S: 3, Y: 2022, s. 205) ↩︎
“Artık pek çok ülkenin kanununda yer almayan ve ispat hukukunun ilkeleriyle de pek bağdaşmayan ticari defterlerle ispat usulüne son verilmiştir. Ticari defterler doğal olarak mahkemenin takdirine bağlı delil olma niteliklerini korumaktadır.” (6102 sayılı TTK Genel Gerekçesinden). “Görüldüğü üzere ticari defterlerle ispata ilişkin hükümlerin TTK’da yer almamasının sebebi, bu hükümlerin TTK’da bulunmasındansa usul kanununda yer almasının daha doğru olacağının düşünülmesi değildir. Gerekçeden de açıkça anlaşılacağı üzere amaçlanan bu hükümlerin tamamen kaldırılmasıdır.” (SEZGİN HUYSAL, Ayşegül,Yeni TTK ve HMK Çerçevesinde Ticari Defterler, MÜHF-HAD, C: 18, S: 2, Y: 2012, s. 201) ↩︎
Bkz. Y. 12. HD. 20.06.2022, 6554/7488 sayılı Kararı ve Y. 12. HD. 09.04.2025, 1426/2941 sayılı Kararı (UYAP Bilişim Sistemi) ↩︎
İlgili içtihatlar için bkz. https://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/borclunun-murislerini-gosterecek-nufus-kayitlarinin-uyap-uzerinden-tespiti-talebi-kisisel-verilerin-korunmasina-aykiridir ↩︎
Mirasbırakandan alacaklı olanların mirası reddeden mirasçı/lara karşı açabileceği davaların özel bir düzenlemesi olan TMK m. 618 hükmünün uygulaması hakkındaki geniş açıklamalar için bkz. KARAMERCAN, Fatih, Mirasın Reddi ve İcra Takibine Etkisi, Ankara, 2025, 160-192. ↩︎
Bkz. KARAMERCAN, Fatih, Hukuk Yargılamasında Güncel Gelişmeler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara, 2024, s. 381. ↩︎
Bkz. KARAMERCAN (Güncel Gelişmeler), s. 385. ↩︎
Y. HGK. 07.12.2021, 8-800/1587 sayılı kararı ile somut olaya özgü dosya açısından sonucu değişmiş ise de, CİKT açısından açık bir hukukî düzenleme ihdas edilmesi gerekirdi. ↩︎
BAM Gerekçesinden, Y. 12. HD. 11.01.2023, 2022/7123 E. - 2023/81 K. sayılı Onama İlâmı (UYAP Bilişim Sistemi) ↩︎
Bkz. https://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/ihaleden-once-aile-konutu-serhi-bulunan-tasinmazda-borclunun-esi-de-ihalenin-feshini-talep-edebilir ↩︎
Bkz. https://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/ihaleye-konu-tasinmaz-tapu-kaydinda-lehine-aile-konutu-serhi-bulunan-sikayetciye-satis-ilaninin-teblig-edilmemesi-ihalenin-feshi-sebebidir ↩︎
Bkz. KARAMERCAN (Mirasın Reddi), s. 231. ↩︎
Bkz. https://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/en-yakin-mirascilar-tarafindan-reddolunan-mirasa-iliskin-ihalenin-feshi-isteminde-mirasi-reddeden-mirascilarin-hukuki-yararlari-bulunmamaktadir ↩︎