Yapay zekâ araçlarını temkinli kullanıyorum
Mehmet Bedii Kaya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı üniversitede Bilişim Hukuku alanında öğretim üyeliğini sürdüren Bedii Hoca'yla yazılım dünyasına ilgisini, Nottingham Üniversitesi'ndeki doktora eğitimini, bilişim hukuku ve bilişim hukukçusunun konumu ile internet çağında hukuk akademisyenliğini konuştuk.
FGT: Uzunca bir aradan sonra Hukuk Atölyesi Podcast'in yeni bölümünde konuğum Sayın Doç. Dr. Mehmet Bedi Kaya. Hoş geldiniz hocam.
MBK: Hoş bulduk.
Bilişim dünyasına ilgisi
FGT: Bilişim hukuku alanında çalışıyorsunuz. Bilişim ve bilgisayar dünyasına ilginiz nasıl başladı? Çocukluk yıllarınızdan başlayabiliriz.
MBK: Evde babamın işleri sebebiyle erken yaşta bilgisayara sahip olmuştuk. 90'lı yıllarda bilgisayarla haşir neşir olunca merakım daha da derinleşti. "Acaba ben de bir şeyler yapabilir miyim? Yazılım nasıl yapılır, program nasıl geliştirilir?" gibi sorularla ciddi bir merak içerisindeydim. Lise yıllarımda bilişim kitaplarını ve bazı yazılım kitaplarını okuyarak başladım. Yavaş yavaş bu ilgiyi daha profesyonel bir hale getirmeye başladım. Kendim, en azından bazı temel kodlamaları yapacak bir şekilde bu sürece başladım.
Ailemin de baskısı veya yönlendirmesiyle hukuk fakültesini tercih etmek durumunda kaldım ama bu tercih sırasında da fakültede okurken de bilişime olan ilgimi sürdürdüm ve orada da çeşitli girişimlerim oldu. Dolayısıyla bir ilgiyle başlayan ve daha sonra farklı seviyelerde profesyonel bir hale gelen bir bilişim maceram var.
FGT: Belki bir kısmının detaylarına girebiliriz Hocam.
İlk başta Delphi ile başladım. Delphi, şu an ölü bir dil, çok kullanılan bir dil değil. Masaüstü bir program yazma hayaliyle başladım ama Delphi’nin o dönemlerde sunmuş olduğu imkanlar çok kısıtlıydı. Daha sonra web'e geçiş yaptım. Web, ufkumu açtı. Web kodlamada PHP ve MySQL ile web sitelerinde küçük uygulamalar yapmaya başladım. İlk yazdığım bütün hâlindeki yazılım da bir mailing yazılımıydı. İlginç bir tevafuk olarak doçentlik alanında ticari iletiler yazdım. Aynı zamanda, bir spam ile ilgili bir programım vardı. Bir yandan da siber güvenlik ve ağ kısmına yönelmeye başladım. Yani, web ve web güvenliği kısmında epeyce bir mesai harcadım.
Lisans yılları
FGT: İşin arka planını biliyor olmanın akademisyenliğe ve sizin diğer faaliyetlerinize etkisini yine soracağım, şimdilik bir not olarak düşelim. Ama şimdi, kronolojik sırayı bozmadan devam edelim. Lisansınızı İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladınız. Dönem birincisisiniz aynı zamanda. Teknolojiye olan bu ilgi ve merakınız o yıllarda ders çalışmaya ya da fakültedeki faaliyetlerinize yansıdı mı?
MBK: Hukuk fakültesine başladığım zaman bir korkum vardı. Sayısal bir arka plandan geliyordum ve hukuku beceremeyeceğim şeklinde bir korkum vardı. Sonra her bir dersin arkasında bir kod ve sistematiği görmeye başladım. Yazılımda değişkenler, sabit değerler ve o takdir alanının olduğu, muhakemenin kullanılması gereken yerler vardı. Ben dersleri küçük parçalara, sistematiğe bölerek çalıştım. Bir yandan yazılım şirketindeki arkadaşlarla maceramız vardı. Çok kısıtlı bir ders çalışma vaktim var, başka sosyalliklerim var. Dolayısıyla, çok kısa bir vakit içerisinde ders çalışmam gerekiyor. Dersi çok hızlı bir şekilde anlamam, parçalara bölmem gerekiyor. Her bir ders için anahtar kelimeler çıkartıyordum, mutlaka bilinmesi gerekenler. Yazılım mantığıyla yaklaşarak, sabitler, değişkenler, fonksiyonlar... "Şu olursa bu olur" şeklinde. Tabii, bu biraz motamot bir hale de getirdi bir yerden sonra. Genel olarak, dersin kodunu anladıktan sonra, dersi içselleştirmek çok bir sorun yaşamadım. Bilgisayar ve bilişim yetenekleriyle, bazı notları, anahtar kelimeleri çıkartarak özetletebiliyordum, küçük “script”ler yazarak... Çok uzun bir metinde en öne çıkanlar veya birçok içtihatta en çok tekrarlanan şeyler nelerdir, bunları kendi çabalarımla bir çalışma metodolojisi geliştirmiştim ve faydasını gördüğümü söyleyebilirim.
FGT: Evet, harika hocam. Yani, aslında biraz hukuk ve matematik arasındaki ilişkiyi kurup hukuku algoritmaların diline uyarlamaya çalışmışsınız.
Nottingham'da tez yazım süreci
FGT: Lisans döneminin ardından yüksek lisansınızı internete erişimin engellenmesi alanında tamamlıyorsunuz ve sonra devlet bursuyla Nottingham'a gidiyorsunuz. Nottingham günlerini de merak ediyorum ama belki şuradan başlayabiliriz: Hukuk Atölyesi Podcast’in de konusunu yakından ilgilendiren tez yazım metotları… İngiltere’de bir doktora tezinin yazım süreci nasıl işliyor? Böyle kısa bir silsileden bahsedebilir miyiz?
MBK: Tabii ki. Aslında bir tez süreci, bir doktora tez önerisiyle, yani research proposal ile başlıyor. Burada çözmeniz gereken sorunu ortaya koymanız, o alandaki temel literatürü belirlemeniz ve bilimsel katkınızı vurguladıktan sonra hangi metodolojiyle bu sorunu çözeceğinizi gerekçelendirmeniz gerekiyor. Türk hukuk eğitiminin malum gerçeklerinden birisi, metodoloji konusunun biraz ihmal edilmesidir. İlk zorlandığım konu oydu. Mesela, araştırma konumu çok detaylı bir şekilde belirtmiştim, literatürü belirlemiştim ama metodoloji ile ilgili tez önerimde bir detay yoktu. Doktora tez konusuyla ilgili ilk mülakata çağrıldığımda, hoca bana sıklıkla "peki metodolojin ne olacak?" sorusuyla karşılaştım. "Doktrinsel araştırma yapacağım" diyordum. "Niye doktrinsel araştırma yapacaksın?” Herkes doktrinsel araştırma yapar, hukukçu doktrinsel araştırma yapar. “Peki, niye empirik çalışma yapmayacaksın?" Empirik çalışmanın ne olduğunu biliyordum ama bana biraz hukuk disiplinine yabancı geliyordu. Sosyolojinin, psikolojinin veya başka bir alanın metodolojisiymiş gibi geliyordu. Sonra şunu hissettim: bu metodolojiyi kullanmayacaksam bile, bunu belirtmem gerekiyor.
Şu da çok ilginçti; yakın zamanda yazılmış bir konuda tez yazabilirsiniz. Bu garip gelebilir ama mesela o çalışma doktrinsel bir çalışmadır. Empirik bir çalışma yaparak bu çalışmadaki araştırmaların uygulamadaki karşılığını tartışabilirsiniz. Dolayısıyla, benim için doktoranın ilk aşamaları, metodoloji, metodoloji, metodoloji. Metodoloji kitaplarımı edindim, okumaya başladım ve sonra şunu fark ettim: aslında doktora size bir yöntem öğretiyor, ne çalıştığınız önemli değil. İlkin doktora öğrencisi olarak başlıyorsunuz. Sizden, bu ilk yıl da olabilir, ikinci yıl da olabilir, belli bir süre içerisinde upgrade olmanızı istiyorlar. Doktora öğrenciliğinden, doktora adaylığına -PhD candidate- yükselme. Farklı bir yeterlilik usulü var. Sizin alandan bir hoca, alan dışı mesela iki hoca, üç hoca yine sizin çalışmanızı metodolojik olarak inceliyorlar, değerlendiriyorlar ve siz bu çalışmanın nihayete erebileceği dair hocaları ikna etmeniz gerekiyor. Şunu çok görüyorduk: doktoranın ikinci yılında atılanlar, doktoranın üçüncü yılında atılanlar... Bir araştırma metodolojik olarak uygun bulunmadığı takdirde, İngiliz sistemi sizi son aşamaya da götürmüyor.
Doktora tezlerinde limitler var, doktora teziniz 100.000 kelimeyi veya 400 sayfayı geçemez. Siz yazıyorsunuz, bir bakıyorsunuz 200.000 kelimeye ulaşmışsınız, 800 sayfalık bir teziniz var. Son yılda, writing up yılına geçtiğiniz zaman, artık konuyu içselleştirmişsiniz, metodolojiniz oturmuş, gerçek manada özet bir şekilde sonuca ulaşmanız isteniyor. Yani yeni bir bilimsel üretim gerçekleşmiyor, zaten 3 yıldır biriktirmiş oluyorsunuz. Hatta, bir de "polishing ideas" yani fikirlerin cilalandığı ifadesini kullanıyorlardı. Writing up yılına geçtiğiniz zaman, fikirleri bir araya getirmişsiniz ve bu fikirleri yavaş yavaş cilalıyorsunuz. Ve sonra o 100.000 kelime içerisinde konunuzu ortaya koyuyorsunuz. En sonda da "The Way Forward". Hocam bana şey derdi, “The Way Forward günah çıkarmadır." Ey okuyucu, ben şu metodolojiyle yola çıktım, şunları ispatladım, şöyle eksiklikler yaşadım. Benden sonra gelecek bir araştırmacı da üzerine şunları inşa ederek neticeye varabilir. Bunun güzelliği şu: bir tezin sadece giriş ve sonuç kısmını okuduğunuz zaman, o çalışmanın doktrinde nerede durduğunu, hangi sorunsalı çözdüğünü veya çözemediğini, nasıl çözdüğünü veya niye çözmediğini görebiliyorsunuz. Ve siz bayrağı bir tık öteye götürebiliyorsunuz.
FGT: Siz diyorsunuz ki, "Ben 3 yıl boyunca 800 sayfalık metin ortaya çıkarıyorum, son yılda bunu aslında 100.000 kelime içerisinde ifade etmeyi deniyorum." Bu bana aynı zamanda şunu da hatırlatıyor: yazım, bir araştırma metodudur şeklinde savunulan bir görüş var. Bu görüş diyor ki, siz sadece kaynaklara bakarak araştırmazsınız, aynı zamanda yazarak da araştırırsınız. Yazma, sizin beyninizdeki o konuya ilişkin hangi noktaların eksik olduğunu size hatırlatır, gösterir. Ve tabii bu yazım süreci aynı zamanda belki konunun temelini size öğretiyor. Öğrendikten sonra konunun jenerik kısmını, sizin doğrudan kendi alanınıza yönelik katkınıza geçiyorsunuz. Bu açıdan çok kıymetli. Zannediyorum bizim Türk akademisinde en çok üzerinde çalışmamız gereken şeylerden biri de bu. Ne dersiniz?
MBK: Her yerde afişler asılmış, "Yazmak yazmaktır" doktora odasında. "Writing is writing”. "Boş bir sayfayı düzenleyemezsiniz ama kötü bir sayfayı, kötü bir yazıyı düzenleyerek iyileştirebilirsiniz." Mesela bir fikir var aklınızda, "Şunu yapmak istiyorum" Hemen danışmanınız diyor ki, "bir yaz bakalım". Bir kez yazdığınız zaman da yazdığınıza çok bağlanmamak gerekiyor. Çünkü gerçekten de bazı fedakarlıklarda bulunarak o yazdıklarınızı yırtmanız, silmeniz, onları çöpe atmanız da gerekebiliyor. Burada aslında size bir yazma kültürünü öğretiyorlar, belli bir nitelikte yazma kültürünü öğretiyorlar.
Nottingham günleri
FGT: Nottingham'la ilgili bir de şunu merak ediyorum hocam. Siz orada diğer MEB bursiyerleriyle de temasınız oldu, şehirden yararlanmaya çalıştınız. Ben sizden hikayeleri de dinledim. Şehirden yararlanmayanlar da var mıydı, kendi halinde takılanlar?
MBK: Bu bir fırsat. Nottingham Üniversitesi'nde bir yandan araştırma görevlisi olarak da çalıştım. Yine birçok sosyal etkinliğe katıldım. Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde de aynısını yaptım. Hukuk fakültesi veya üniversite benim için açık büfe; çeşitler var, istediğimi gidip alabiliyorum. Hukuk fakültesindeki derslere başladığım zaman bir yandan Betül Mardin'in işletme derslerini dinlemeye gidiyordum. Bir yandan bilgisayar bölümünün derslerine gidiyordum. Bunu bir imkan olarak görmek gerekiyor. Yani dört yıl boyunca bana dünyanın en iyi üniversitelerinden birisinde tüm imkanlara erişim olanağı sağlanıyor.
Doktora, İngiltere'de diğer ülkelerin aksine, self-study, bireysel çalışma, bu disiplini de zaten geliştirmeniz bekleniyor. Dolayısıyla size birisi bir şey demeden kendi inisiyatifinizi almanız gerekiyor. Burada en keyifli şeylerden birisi, doktora öğrencileri için bir oda var. Doktora öğrencileri bir arada, 1. sınıf, 2. sınıf, 3. sınıf, 4. sınıf, writing up döneminde olanlar... Onlarla birlikte kolokyumlar gerçekleştiriliyor, herkes teziyle ilgili mesela poster sunumu yapıyor. Benim için yine o da çok ilginç bir tecrübeydi.
İlk yılın sonlarına doğru doktora tezinizle ilgili bir poster hazırlamanızı ve buna ilişkin araştırma gününde de posterinizi sunmanız bekleniyor. Tasarımını yapıyorsunuz, konunuzu bir büyük postere sığdırıyorsunuz ve ardından o gün fuar edasında bir kokteyl gerçekleştiriliyor. Hocalar geliyor, sizin posterinizin önünde duruyor, size sorular soruyor. Başka doktora öğrencileri görüyor, "Ah, benim de metodolojim şu. Sen de benzer bir metodolojiye kullanıyormuşsun" gibi şeyler söylüyor. Hocanız da tabii danışman hocalarınız uzaktan sizi gözlemliyor, onlar da bir uğruyor. Mesela sizin diğer bir öğrenciyle veya diğer bir hocayla olan konuşmanıza şahit oluyor. Bu kapsamda araştırmanızı içselleştirmenizi, araştırmanızı pazarlamanızı ve araştırmanıza güvenmenizi istiyorlar. Bir de şeyi düşünün mesela sizin konunuz ilgi çekiciyse, sizin etrafınızda insanların toplanması müthiş bir duygu, çünkü konunuzu anlatıyorsunuz. Yine sizin o gün gelen soruları not almanız gerekiyor çünkü sonra danışman hocanız soruyor size, mesela "Kim neye ilgi duydu? Sana hangi sorular geldi?" şeklinde.
Özetle, doktora İngiltere'de sadece bir tez yazma süreci gibi görünüyor. Ama ben poster sunumu, birinci yıl sunumu, üçüncü yıl sunumu ve diğer bu upgrade süreçlerinden gördüğüm kadarıyla bu sürecin; kendine yetebilen, kendi kendine araştırma yapabilen, kendi ayakları üzerinde durabilen, özgüvenli bir araştırmacı yetiştirme süreci olduğu yönünde bir gözlemim oldu.
Bilişim hukukuyla diğer alanların ilişkisi
FGT: Bilişim hukukuna geçebiliriz. Çokça konuşulan, tartışılan şeylerden bir tanesi, bilişim hukukunun daha kökleşmiş hukuk dallarıyla olan ilişkisi. Sizce bunlar bir dirsek teması halinde mi çalışıyor? Bu soruyu neden size yöneltiyorum. Çünkü bir toplantıda çok dikkatimi çeken bir şey söylemiştiniz. Bilişim ve teknoloji hukukçusu, hastayı ameliyata hazırlar, sonra hangi alan, onunla ilgilenmesi gerekiyorsa o alana teslim eder ama hazırlık işlemini ve sınıflandırmasını kendisi yapar. Bu konu hakkındaki fikirlerinizi daha da açabiliriz.
MBK: Burada tartışma sadece Türk hukukuna özgü bir tartışma değil. Bilişim hukuku bir disiplin mi veya sadece bir metot mu tartışması hem Amerikan Hukukunda hem Kıta Avrupası Hukukunda çokça yapıldı. Yeni bir teknolojiyi nasıl regüle edeceğiz sorusu ciddi sorunlar ortaya çıkardı. Sorun şuydu: klasik kuralları uygulasak geçsek, bu yeterli değil mi? Niye Bilişim hukuku gibi yeni bir alana ihtiyacımız var? Şunu gördük, kıyas bizi belli bir yere kadar götürebiliyor ama bilişimin kendine özgü nitelikleri sebebiyle hakkaniyete aykırı veya ölçüsüz bazı neticeler doğuyor. Bu neticelerin doğmaması adına bilişim hukuku, belirli alanların belirli kurallarını törpülemeye, onları hatta tersine çevirmeye başladı. Dolayısıyla, yavaş yavaş bilişim ve teknolojinin etkisiyle beraber, bazı hukuk kurallarının farklı bir şekilde yorumlanması veya o alanda bir kıyas yapılmaması, özgün ayrıksı kuralların getirilmesi ihtiyacı doğdu. Öte yandan bilişim hukukunu ilgilendiren problemler, bilişim suçları açısından ceza hukukuna, elektronik ticaret bağlamında borçlar hukukuna, ticaret hukukuna, kişisel veriler açısından medeni hukuka, yine hak ekseninde insan hakları hukukuna, anayasa hukukuna birçok alanı etkiliyor. Bilişim hukukçusunun her bir alanda uzman olması mümkün değil, doğru da değil. Bilişim hukukçusunu biraz buz kıran gemisine de benzetebiliriz, diğer alanlara ön açıyor.
Tabii Türkiye'de bu alan henüz yeni gelişmekte olduğu için haliyle birçok alanda çalışmalar yapılıyor. Zamanla bu alanın da metodolojisinin oturacağını düşünüyorum. Biz aslında o teknolojinin dokunduğu alanda istisnai kuralları tartıştığımız bir bilim dalı olarak bilişim hukukunu konumlandıracağız. Dolayısıyla, yine o örneği veriyorum, anestezi uzmanı gibi, hastayı hazırlar, ardından bir ticaret uzmanı devam eder, ardından bir idare uzmanı, ardından duruma göre bir medeni hukukçu devam eder. Ama orada, bilişim hukukçusu, ilk noktayı koyacak, o çerçeveyi çizecek. Platform sorumluluğu, en klasik örneklerinden birisi, hem ceza hukuku açısından hem borçlar hukuku açısından klasik sorumluluk hukuku kurallarını işletirsek hakkaniyete aykırı bir durum gerçekleşebilir.
Bir yandan da yine aslında bilişim hukukuna ilişkin kurallar, bir hukuk politikası neticesinde gelişiyor. Yani Avrupa Birliği'ndeki en somut örneği, bilgi toplumu hizmetleri. Bazı kurallarda istisnalar getiriliyor, istisna getirmesinin sebebi bu alanla ilişkili belirli bir özgürlükçü bir alanı muhafaza etmek ve kurallar getirmek gerekiyor. Zira, bu alanın genişlemesi, gelişmesi genel olarak bilginin toplumda yaygınlaşması, erişilebilir olması toplumun menfaatine. Dolayısıyla burada farklı kurallar ortaya çıkıyor. Bilişim hukukçusu da bu kesişimde duran kişi olarak konumlandırılıyor.
AB'nin bilişim ve teknolojiyi düzenleme stratejisi
FGT: Sizce AB doğal sınırlar içerisinde mi hareket ediyor, yoksa bir gereğinden fazla regülasyon durumu mu var? Zannediyorum dilbilimci ve hukukçu araştırmacıların yaptığı bir araştırma var. Avrupa Birliği'nin dijital tek pazar stratejisi kapsamında çıkarılan düzenlemeleri algılayabilmek için hangi eğitim seviyesine sahip olmak gerekir? Bu sorunun cevabını arıyorlar. Araştırmanın neticesinde ulaşılan sonuç çok enteresan: bu dijital tek pazar stratejisi kapsamındaki regülasyon, direktif ve diğer komisyon belgelerini anlayabilmek için doktoranın üzerinde bir eğitim seviyesine sahip olmanız gerekiyor. Bu aynı zamanda, belki hem şirketler için uyum maliyeti demek, hukukçular için yeni alanların özümsenmesi demek. Avrupa Birliği, bilişim ve teknolojinin regülasyonu açısından sizce doğal sınırları içerisinde mi?
MBK: Southampton'da bir profesör şöyle bir örnek vermişti: "US innovates, EU regulates, China replicates" Amerika inovasyon yapar, icat eder; Avrupa düzenler; Çin taklit eder. Burada şu bir gerçeklik ki inovasyon açısından Avrupa bir tık daha geride. Ama burada bir reaksiyon var, bir şey yapılması gerekiyor. Bu reaksiyon da regülasyonla gösterildi ki bu ilk aşamada çok makuldü. Örnek veriyorum; GDPR yine GDPR ile aynı dönemde NIS direktifi, Şebeke ve Bilgi Güvenliği Direktifi, o ilk meyveler aslında çok makuldü. Ama zamanla, ilkelerle değil, daha kazuistik bir şekilde bu alanı düzenlemeye başladı ve sonra şöyle bir şey çıktı: "Ah, biz bunu düzenlemişken niye bunu da düzenlemeyelim? Hadi artık platformu geçtik, artık platformun B2B ilişkilerini, B2C ilişkilerini, platform çalışanlarının hukuki statüsünü düzenleyelim." Ve bir yandan da tabii Avrupa'da da özellikle teknoloji alanında bir uyumu sağlayalım düşüncesi vardı. O yüzden her şeyi uyumlaştıralım, her şeyi düzenleyelim... Ama bunun rasyonel bir şekilde gittiğini söylemek gerçekten de zor. Sadece aşırı regülasyon değil, her regülasyon bir maliyettir. Şimdi büyükleri (big tech şirketlerini) hukuk sınırına çekmeye çalışıyorlar. Bunun için çok katı düzenlemeler yapılıyor, ama burada ortaya çıkan maliyet sebebiyle KOBİ’ler, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler, rekabetin gerisinde kalıyor. Ve burada şunu görmeye başlıyoruz: büyük teknoloji şirketi uyum maliyetine katlanabiliyor ama küçük şirket katlanamıyor. Dolayısıyla, Avrupa Birliği'nin yine rekabet alanındaki pozisyonu geriye düşüyor. İşte burada da şunu öneriyorlar: "Biz KOBİ'lerle ilgili destek paketleri sağlayacağız, destekleyeceğiz, belli istisnalar getireceğiz." Yani, hukuk ve toplumun gerçeklikleri arasında burada bir kopukluk var. Tabii, bu da bir dalga şeklinde yayıldı: "Avrupa yapıyorsa doğrudur. O zaman biz de hemen birebir bu düzenlemeleri kopyalayalım." Dünyanın birçok ülkesinde böyle yeni bir teknoloji regülasyonu dalgası var.
Başarılı bir bilişim hukukçusu nasıl olunur?
FGT: 2014 yılında doktoranızı tamamlıyorsunuz. Türkiye'ye döndükten sonra ilk çalıştığınız yer Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi. İdare hukuku alanında beş yıl öğretim üyeliği yapıyorsunuz, 2019'a kadar. Ardından İstanbul Bilgi Üniversitesine geçip burada bilişim ve teknoloji hukuku ana bilim dalında öğretim üyeliğine devam ediyorsunuz. 2023 yılında da bu alanın ilk doçentlerinden ve en bilinen doçentlerinden biri oldunuz. Ben bu kapsamda şunu sormak istiyorum: Sizce bilişim hukukunda başarılı bir hukukçu portresi nasıl çizilir? Örneğin, kodlama bilmeli mi, -mesela bugünün popüler kodlama dillerinden bir tanesi Python- yoksa algoritmalara aşina olması yeterli mi? Ne dersiniz?
MBK: Yumurtanın iyisinden anlamak için yumurtlamaya gerek yok ama yumurtlama sürecini bilirseniz, yumurtaya ne iyi gelir, yumurtlama süreci nedir, o sürece ilişkin empatiniz yüksek olursa verimi arttırabilirsiniz. Bilişim hukukunda da aynısı söyleyebiliriz. Çalıştığınız alana göre, kodlama şart değil, kesinlikle. Hatta kodlama çoğu zaman çok faydalı da olmayabilir ama, mesela, siber güvenlik çalışıyorsanız, internet hukuku çalışıyorsanız, network nasıl çalışır, IP nasıl çalışır, DNS nedir, root nedir, bunu bildiğiniz zaman o meseleye hukuki bir çözüm getirmede daha hızlı ve daha isabetli yorumlar getirebilirsiniz. Yazılımlar alanında da, yazılımın nasıl çalıştığını, modüllerini ve fikri mülkiyet açısından korunması gereken yerlerini bildiğiniz zaman, fikri mülkiyet ihlalinin detayını görebiliyorsunuz. Keza, algoritmanın nasıl çalıştığını, temel çerçevesini bilmek önemli.
Bilişim hukukçuları, avukat olarak da, şirketlerde, teknik ekiple hukuk ekibinin arasında mütercim olarak konumlandırılır. Çünkü teknik ekip hukuk metninden anlamaz, hukukçu ekip teknik ekibin dilinden anlamaz. Bilişim hukukçusu, ikisinin empati yeteneğini artırandır. Teknik olarak imkansız bir şeyi istediğiniz kadar hukuki hedefler koyun, "bunlar böyle yapılmalı," deyin, burada amaca ulaşamazsınız. Aynı şekilde, teknik birinin de hukuki sınırları bilmemesi ciddi bir sorun. Dolayısıyla, biz diyoruz ki, yazılımı illa bilmek şart değil, hatta bazen şevki de kırabiliyor ama bilişimin temel kavramlarını, sistemin nasıl işlediğini görmekte fayda var. Yeni bir teknoloji çıktığı zaman, biz hemen böyle biraz kurcalarız, satın alırız, üye oluruz, deneyimledikten sonra ne tür sorunlar ortaya çıkıyor, gördükten sonra, örnek veriyorum, edge computing için bir şey yapmaya gerek yok, zaten cloud computing (bulut bilişim) için getirilen kuralları burada zaten uygulayabiliyoruz, diyoruz.
FGT: Anladığım şu; bilişim hukukçusu olmak isteyen birinin kodlama bilmesi şart değil. Ama kodlama dünyasının en basit yapılarından biri olan "if this then that", yani "şöyle olursa bu sonuç ortaya çıkacak" şeklindeki fonksiyonları okumayı, en azından bilmesi ve teknik ekiple bağlantıyı kurabilmesi önemli. Siz çok güzel ifade ettiniz, mütercim olabilmesi önemli. Ama onun dışında doğrudan bir kodlamayı bilmesine gerek yok. Sadece teknolojinin akışını ve süreçleri kendi içerisinde bilmesi önemli.
MBK: Burada şu da çok önemli; bir sorunun teknolojik olarak çözülebileceğini biliyorsanız, o sorun kompleks bir sorun olmaktan basit bir soruna doğru dönüşebiliyor. Yani, teknolojinin ne yapabileceğini görebilmek, buna "teknoloji aslında şunu yaparsa çare olur" diyebilmek, empati yeteneğinizi de geliştiriyor. Tabii, belirli araçları daha ileri düzeyde kullanmak sizin hayatınızı da hızlandırıyor. Belki araştırma teknikleri kısmında bunu daha somutlaştırırız.
Kullandığı dijital araçlar
FGT: Bağlantılı olduğu için hemen sorayım. Siz araştırma yaparken ve diğer faaliyetlerinizde teknolojiden nasıl faydalanıyorsunuz?
MBK: Aslında, birçok program kullanıyorum. Tek bir program kullanmıyorum. Hatta bununla ilgili yakın zamanda bir blog yazısı da yazdım. Çünkü çok soruluyordu, "Hocam, hangi programları kullanıyorsunuz?" diye. İlk başta, bilgisayarda ne var ne yok aramak için bir program kullanıyorum ama bu program yetmiyor, dosyaların içeriğini indekslemem gerekiyor. Çünkü mesela şu an benim bilgisayarımda yaklaşık 30.000'e yakın PDF dosyası var. O PDF dosyasına çok hızlı bir şekilde, bana ön izleme sağlayacak şekilde görebilmem gerekiyor. Hangi dosyada ne var bunun için bir program kullanıyorum. Bir yandan kütüphanemi tamamen dijitale dönüştürdüm, bunun için yıllardır EndNote kullanıyorum. EndNote dışında, araştırmamı, notlarımı almam gerekiyor, OneNote kullanıyorum. Ama yine takıldığım bir yer olursa, bazen mesela, örnek veriyorum, bir konuda 20 -30.000 tane karar var. Bu kararlar içerisinde belli bir anahtar kelimeyi, en çok kullanılanları bulmam gerekiyor. Çok basit bir kodla, gidip o oradaki kararları sıralayan bazı uygulamalar da var.
FGT: Peki, yapay zeka araçlarından faydalanıyor musunuz?
Belirli yapay zeka araçlarını kullanıyorum ama her zaman temkinli kullanıyorum. Orada da yaklaşımım şu: Mesela deniliyor ki, "Bu PDF'i, bu makaleyi yapay zeka sizin için özetleyebilir." Ama hukuk biraz ayrıntıda gizli. Ve biz aslında bir şey okuduğumuz zaman, sadece sonucu değil, oradaki metodu, diğer detayları da içselleştiriyoruz. Ben yine klasik okumamı yapıyorum, kendim içselleştiriyorum. "Acaba benim kaçırdığım bir yer var mı?" diye bazı yapay zeka araçlarını teyit etmek için kullanıyorum. Yani, burada özellikle bizim için muhakeme çok önemli ve ayrıntı. Biz, hukukçuyu farklı kılan, o ayrıntıyı yakalaması. O ayrıntı, o 'know-how', yapay zekada kalıyor. O yüzden burada biraz temkinli yaklaşmakta kesinlikle fayda var.Top of FormBottom of Form
Dijital çağda hukuk akademisyeni
FGT: Ben sizin yayınlarınızı uzun süredir takip ediyorum. Sadece formal yayın tiplerini değil, aynı zamanda internet dünyasına uygun yayın tiplerini de kullanıyorsunuz. Bir kişisel web siteniz var. Bu web sitesi üzerinden zaman zaman akademisyenlerin ve hukukçuların faydalanabileceği paylaşımlarda bulunuyorsunuz. Sosyal medya hesaplarından güncel gelişmelere ilişkin yorumlarınızı paylaşıyorsunuz. Tüm bunlarla bağlantılı olarak, sizce dijital dünyada bir hukuk akademisyeni nasıl olmalı? Örneğin, bir web sitesi olmalı mı, blogunda sürekli yazmalı mı, sosyal medya platformlarını nasıl kullanmalı?
MBK: Adım adım gidelim. Blog, benim hakikaten dünyaya açılan kapım oldu. 2002'de bedii.com’u kaydetmiştim. O zaman çok içerik yoktu, daha hukuk fakültesi öğrencisiydim ve birkaç tane içerik oluşturmuştum. İsmim çift i’li olunca ve yazımı da hep hatalı olunca, 2009'da mbkaya.com’u, şu anki aktif kullandığım blogu açtım. Ama son 2010, 2011'den sonra daha çok içerik paylaşmaya başladım. Beni motive eden, yabancı akademisyenler oldu. Makale ve kitap yazma ciddi bir vakit alıyor ve bazen çok hızlı bir şekilde bir yorum yapılma ihtiyacı var. Özellikle İngiliz ve Hollandalı akademisyenlerde daha sık görüyorum, onlarda bir blog kültürü var. Bir içtihat çıktı, içtihatla ilgili bir iki sayfa yorumunu paylaşıyor, sizi nereye bakmanız gerektiğinde yönlendiriyor. Bu, ilk olarak size bir taslak oluşturuyor, o taslağı sonra bir makaleye, kitaba, başka bir çalışmaya çevirebilirsiniz. İki, akademisyenin topluma faydası olması gerekiyor, bilgisinin açık erişim olması gerekiyor, bilgiye erişimi kolaylaştırması gerekiyor. Toplumun her kesimine ulaşmamız gerekiyor. Şu an bir akademik çalışma, özellikle elektronik ortamda yayınlanmıyorsa çok dar bir çerçeveye erişiyor. Dolayısıyla ben bunu sadece kendi dijital görünürlüğü artırmak olarak değil, ama bir yandan da aslında topluma erişmek için de bir araç olarak görüyorum.
Zamanla bloguma slaytları yüklemeye başladım, Türkiye'nin farklı yerlerindeki hukuk fakültesi öğrencilerinden güzel yorumlar aldım. Çok mutlu oldum. Yavaş yavaş kısa blog yazıları yazmaya başladım ve onların erişilebilirliği, okuma sayısını gördüm, daha mutlu oldum. Oradaki o taslak sonra bana bir makale için bir fikir verdi, daha erişilebilir oldu.
Sosyal medyada da aktifim, burada da aktif olmak gerekiyor. İngiliz ve Hollandalı avukatlar, akademisyenler, bilişim hukuku alanında çalışanlar çok aktifler. Onların belli bir formatta paylaştığını görüyoruz, onlar da bize ilham oldu. Mesela bir konu çıkıyor, önce bir tweet zinciri içerisinde temel şeyi söylüyor, ardından o tweet zincirini bir blog yazısına dönüştürüyor. O blog yazısı sonra SSRN'de bir açık erişim nota dönüştürülüyor, ardından bir yıl sonra bakıyorsunuz, o bir makaleye dönüştürülmüş. Dolayısıyla sürekli bir dönüşüm var ve günün sonunda o akademisyenin, alanla ilgili fikirlerinin dönüşümünü görüyoruz. Daha önce ben bu şekilde beyanda bulunmuştum ama şu sebeple şöyle olduğunu gördüm, kendini güncelleyebiliyor, düzeltebiliyor.
FGT: Bir de farklı formlar içerisinde aynı konuyu işlemek, farklı kitlelere hitap etmeyi de sağlıyor aynı zamanda sanırım hocam. Mesela 1000 sayfa bir kitap yazıp, sonra bunun 300 sayfalık bir ders kitabı formatını yayınladığınızda aslında farklı insanlara hitap etmiş oluyorsunuz. Burada da farklı formların karışımını görüyoruz.
MBK: İnternet hukuku kitabımın başında söylemiştim. Bu kitaptaki çalışmaların büyük bir kısmı, zamanla hukuk tarihinin konusu olacaktır, dikkatli okuyunuz. Dolayısıyla bilişim hukukunda, dijital yayıncılık, blog yazarlığı, alan için de geçerli ve önemli. Çünkü alan o kadar hızlı gelişiyor ki… Mesela bir çalışmam var, bir yılı aşıyor, şu an yayınlanma aşamasında, ama o teknolojiyle ilgili söylediklerim gerçekten de bir kısmen güncelliğini yitirmiş olacak, yayınlandığı zaman.
Özetle, günceli yakalamak için, kendinizi motive etmek için ve topluma katkı sağlamak için, erişilebilir olmak için blog gerçekten önemli ve en önemlisi, bu dijital görünürlük de insanların size ilişkin önyargılarını kırması ve sizi tanıması için bir fırsat sağlıyor.
…
FGT: Hocam son olarak nasıl bitirmek istersiniz?
MBK: Ben çalışmaktan keyif alıyorum. İdare hukuku alanında da keyif aldım, regülasyon alanında da, çünkü daha çok çalıştım. Bir alanın regülasyonu, düzenlenmesi, kuralların koyulması, kurumların kurulması, ilkelerin getirilmesi, yaptırımların öngörülmesi; biraz Age of Empires'ta şehir kuruyorsunuz ya, sistemi kuruyorsunuz, biraz onun gibi. O beni gerçekten de cezbetmişti. Ama tabii, yoğunlaşma adına, bilişim hukuku anabilim dalına geçmem gerekiyordu. O zorunluluğu hissettim, çünkü tamamen teknolojiyle ilgili çok fazla okumam gereken şeyler var, çok fazla yazmam gereken var ve o disiplinde yazmam gerekiyor.
Şu an keyif alarak çalışmaları yapıyorum ve meyvelerini alıyorum. Tez öğrencilerim çok iyi işler yapıyorlar, çok mutlu oluyorum. Onların da çok iyi yerlere gelmelerini, çok iyi çalışmalar yapmalarını görmek; bir akademisyen için zaten bundan daha büyük bir mutluluk yok.
Sadece bilişim hukuku çok teknik şeklinde bir önyargı oluşmasın, bu hata yaptırır. Alanı çok büyütmeye ve şişirmeye gerek yok. Kaleler oluşturmaya gerek yok. Bilişim hukuku, zor bir alan değil. Bazıları, sanki yapılan işi daha önemli hale getirmek için zorluğunu öne çıkarıyor. Ama hukukun her alanı zor, her alanı teknik; teknik olmayan bir alan yok.
Özetle biz, hukukun diğer alanları içerisinde var olan yeni, genç bir alanız. Hukuk, sadece bilişim hukukundan ibaret değil; mevzuat, sadece KVKK’dan, 5651’den ve ETK’dan ibaret değil. Biz, kendi metodolojimizde, hukukun diğer alanlarıyla uyumlu bir şekilde bir şeyler çalışmaya çalışıyoruz. Unutmayalım, hukuk bir bütün. Ben tekrar bu fırsatı tanıdığınız için yeniden teşekkür ederim.
FGT: Hocam çok teşekkürler, keyifli bir söyleşiydi.
MBK: Teşekkür ediyorum.
Bölümle ilgili kaynaklar
🔗 Mehmet Bedii Kaya (2024) Akademik Araştırma ve Yazım İçin Bilişim Tavsiyeleri, https://mbkaya.com/akademik-arastirma-yazim-bilisim-tavsiyeler/ (10.02.2024 tarihinde erişildi)
🔗 Nick Barber, İnternet Çağında Hukuk Akademisyeni, Çev.: Oğuzhan Bekir Keskin, Hukuk Kuramı, C. 5, S.1, Ocak-Nisan 2018, s. 25-32.