Lexpera Blog

Şeklî Mecburi Dava Arkadaşlığına İlişkin Usuli Sorunlar

Giriş

Türk hukukunda mecburi dava arkadaşlığı maddi ve şeklî olmak üzere bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Maddi hukuk gereği birden fazla kişinin birlikte dava açması veya dava edilmesi gereken hâllerde maddi mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olur. Birden fazla kişinin birlikte dava edilmesini gerektirmekle birlikte maddi hukuktan ileri gelmeyen dava arkadaşlığı ise şeklî mecburi dava arkadaşlığıdır. Her ne kadar bir mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olsa da şeklî mecburi dava arkadaşları birbirlerinden bağımsız hareket edebilmektedirler. Bu dava arkadaşlarından birisinin yaptığı usuli bir işlemin diğer dava arkadaşı hakkında sonuç doğurması ise mümkün değildir. Yani tabi olduğu hükümler itibariyle şeklî mecburi dava arkadaşlığı, ihtiyari dava arkadaşlığına yakındır. Birlikte dava edilmenin şart olmasına rağmen dava arkadaşlarına bağımsız işlem yapabilme imkânı tanınması ise cevaplandırılması gereken bazı usuli sorunları doğurmaktadır.

Her ne kadar birlikte dava edilse de şeklî mecburi dava arkadaşlarının her türlü usuli işlemi diğer dava arkadaşının kabulüne lüzum duymaksızın gerçekleştirebileceği benimsenmiştir. Öyle ki davaya son veren taraf usul işlemleri açısından da birlikte hareket etme şartı aranmamaktadır. Lâkin bu kabulün yarattığı sakıncaları gidermek üzere, uygulamada şeklî mecburi dava arkadaşlığının hükümleri ile bağdaşmayan bazı çözümlere başvurulmaktadır. Ayrıca şeklî mecburi dava arkadaşlığının söz konusu olduğu hâllerde davalı taraftaki belirli bir dava arkadaşı hakkında hüküm kurulmaması ve bu dava arkadaşının yargılama giderlerinden sorumlu tutulmaması söz konusu olabilmektedir. Bu çerçevede, hem şeklî mecburi dava arkadaşlığının hükümlerinden sapılıp sapılamayacağı hem de böyle bir dava arkadaşlığının gerçekten de savunulabilir bir yanının olup olmadığı sorgulanmalıdır.

Çalışmamızda şeklî mecburi dava arkadaşlarının birlikte dava edilmesine ve bağımsız hareket edebilmesine dair hükümler incelendikten sonra dava şartı arabuluculuğun bu dava arkadaşlığını gerektiren bir hâlde ne şekilde uygulanabileceği değerlendirilecektir. Buna ek olarak, bu dava arkadaşlarının birlikte ileri sürmediği yetki itirazının hukuki sonuçları da ele alınacaktır. Son olarak, şeklî mecburi dava arkadaşlarından sadece birisinin hakkında hüküm kurulması ve yargılama giderlerinden sorumlu tutulması yönündeki yaklaşımların ne ölçüde isabetli olduğu üzerinde durulacaktır.

I. Şeklî Mecburi Dava Arkadaşlığının Hükümleri

İhtiyari dava arkadaşlığının ve mecburi dava arkadaşlığının hükümleri sırasıyla HMK m. 58 ve 59’da düzenlenmiştir. Mecburi dava arkadaşlığının bir türü olarak ele alınan şeklî mecburi dava arkadaşlığı hakkında ise açık bir kanuni düzenleme bulunmamakla birlikte bu iki düzenlemede öngörülen kuralların şeklî mecburi dava arkadaşları hakkında uygulanması söz konusudur. Şeklî mecburi dava arkadaşlığını gerektiren hâllerde dava arkadaşları birlikte dava edilmelidir. HMK m. 59’da da maddi mecburi dava arkadaşlarına karşı dava açılacak ise davanın tamamına karşı yönetilmesi öngörülmüştür. Diğer taraftan, şeklî mecburi dava arkadaşları birbirinden bağımsız olarak usuli işlemler yapabilirler. HMK m. 58’de ise ihtiyari dava arkadaşlarından her birinin diğerinden bağımsız olarak hareket edebileceği öngörülmüştür. Görüldüğü üzere, her iki dava arkadaşlığına ilişkin kanuni düzenlemeler kısmen de olsa şeklî mecburi dava arkadaşları hakkında uygulanmaktadır.

A. Birlikte Dava Edilme Zorunluluğu

Şeklî mecburi dava arkadaşları birlikte dava edilmelidirler. Bu yönüyle şeklî mecburi dava arkadaşlığı maddi mecburi dava arkadaşlığına benzemektedir. Nitekim HMK m. 59’da mecburi dava arkadaşlarının birlikte dava açmaları veya dava edilmeleri öngörülmüştür. Genel kabule göre birlikte dava açma veya dava edilme zorunluluğunun dikkate alınmamış olması dava şartı noksanlığı olarak görülmektedir[1]. Dava arkadaşları birlikte dava açmamış veya onların hepsine karşı dava açılmamış ise dava takip yetkisi bulunmaması nedeniyle davanın reddedilmesi gerekir[2]. Şunu belirtmeliyiz ki şeklî mecburi dava arkadaşlığının uygulandığı hâller HMK m. 59’un kapsamına girmemektedir. Yani bu dava arkadaşlığında belirli bir hakkın birden fazla kimse tarafından kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi maddi hukuktan kaynaklanan bir zorunluluk değildir[3]. Bu yüzden, şeklî mecburi dava arkadaşlarının birlikte dava edilmesi zorunluluğu farklı bir dava şartı kapsamında ele alınmalıdır.

Şeklî mecburi dava arkadaşlığında davalıların birlikte dava edilmesi lüzumu hukuk yargılamasında dava şartı olarak görülmelidir. Lâkin bu husustaki dava şartı dava takip yetkisine ilişkin değildir. Çünkü davalıların dava konusu üzerinde birlikte tasarruf yetkisini haiz olması şeklinde bir durum söz konusu değildir[4]. Şeklî mecburi dava arkadaşlarının birlikte dava edilmesi maddi hukuktan kaynaklanmamaktadır. Buradaki dava şartı, şeklî mecburi dava arkadaşlığına özgü özel bir dava şartıdır[5]. Dolayısıyla, HMK m. 114/2 anlamında bir dava şartından bahsedilebilir. Dava şartı noksanlığı tamamlanabilir mahiyette olduğu için HMK m. 115 gereğince davanın reddine karar verilmeden önce diğer dava arkadaşının davaya dâhil edilmesine olanak tanınmalıdır. Buna rağmen diğer dava arkadaşı da dava edilmez ise davanın usulden reddine karar vermelidir.

Şeklî mecburi dava arkadaşlığında birlikte dava edilme şartının aranabilmesi için özel bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz[6]. Bu durum, birlikte dava edilmenin dava şartı olmasından ileri gelmektedir. Aksi yöndeki görüş[7] ve yargı uygulaması[8] ise kanuni bir düzenleme bulunmayan hâllerde de şeklî mecburi dava arkadaşlığından bahsedilebileceği yönündedir. Nitekim Yargıtay’ın içtihatları doğrultusunda kabul edilen ve daha sonra kanuni düzenlemeye bağlanan şeklî mecburi dava arkadaşlığı hâlleri söz konusudur. Oysaki AY m. 36 ile güvence altına alınan hak arama hürriyetine şeklî mecburi dava arkadaşlığıyla bir sınırlandırma getirilmiştir. Şeklî mecburi dava arkadaşlığı ile hakkın ileri sürülmesi belirli bir koşula bağlanmış durumdadır. Hakka getirilen sınırlandırma, bu yüzden kanuni bir düzenlemeye dayanmalıdır. Açık bir kanuni düzenleme bulunmayan hâllerde şeklî mecburi dava arkadaşından bahsedilmesi isabetli değildir.

B. Dava Arkadaşlarının Bağımsız İşlem Yapabilmesi

Birlikte dava edilme şartı aransa da şeklî mecburi dava arkadaşları yargılamaya ilişkin usuli işlemleri birbirlerinden bağımsız şekilde gerçekleştirebilmektedirler[9] ve bunlardan birisinin yaptığı işlem, maddi mecburi dava arkadaşlığından farklı olarak, diğeri hakkında doğrudan hukuki sonuç doğurmamaktadır. Oysa maddi mecburi dava arkadaşlarının birlikte işlem yapması, HMK m. 60/1, c. 2’de öngörülmüş olup birlikte yapılmayan usuli işlemin geçersizliği söz konusu olmaktadır. Bir maddi mecburi dava arkadaşının duruşmaya gelerek veya süresinde yaptığı işlemin diğer dava arkadaşı hakkında sonuç doğurması ise HMK m. 60/1, c. 3’te yer almaktadır. Bahsi geçen bu düzenlemelerin şeklî mecburi dava arkadaşları hakkında da uygulanacağına dair bir kanuni bir düzenleme olmadığı gibi uygulamada bu yönde bir kabul de söz konusu değildir. Bu itibarla, şeklî mecburi dava arkadaşları, ihtiyari dava arkadaşları gibi HMK m. 58’e tabi olarak birbirinden bağımsız işlem yapabilmektedir. HMK m. 58’in uygulanacak olması ise bu dava arkadaşları hakkında farklı yönde kararlar verilmesine imkân tanımaktadır. Öğretide de farklı yönde karar verilmesinin mümkün olduğu belirtilmektedir[10]. Oysaki birlikte dava edilen bu dava arkadaşları hakkında aynı yönde hüküm kurulması beklenebilirdi. Fakat dava arkadaşlarının bağımsız şekilde hareket edebilmeleri gerek esas hakkındaki kararda gerekse usule ilişkin diğer kararlarda aynı yönde bir sonuca varılmasını güçleştirmektedir. Buna bağlı olarak, şeklî mecburi dava arkadaşlığının öngörülmesi anlamsız hâle gelmektedir.

Dava arkadaşları, usul işlemlerini birlikte yapmadıkları gibi bunlardan birisinin yaptığı işlemin diğer bir dava arkadaşı hakkında sonuç doğurması da mümkün değildir. Davalı şeklî mecburi dava arkadaşları farklı usuli işlemler yapabilir ve birlikte işlem yapmak zorunlu olmadığı için yapılmak istenen her bir usuli işlem geçerli görülmelidir. Söz gelimi, şeklî mecburi dava arkadaşları kanun yoluna birlikte başvurmak zorunda değildir. Eğer davalılardan sadece birisi verilen hükmü kanun yoluna götürür ise bu başvuru, sadece kendisi bakımından hukuki sonuç doğurur. Diğer dava arkadaşı hakkında ise kanun yoluna başvurulmadığı için hüküm kesinleşmiş olur. Şu var ki kanun yolu incelemesi neticesinde ilk verilen hükmün isabetli olmadığı anlaşılabilir ve aksi yönde bir hüküm verilmesi sonucuyla karşılaşılabilir. Böyle bir durumda ise davalı mecburi dava arkadaşları hakkında farklı yönde hüküm verilmiş olur. Bu suretle, şeklî mecburi dava arkadaşları hakkında çelişki arz edecek kararlar meydana gelebilir[11].

Birlikte dava edilme şartı aranıyor iken farklı yönde kararlar verilmesine imkân tanınması dikkate alındığında bu dava arkadaşlığının kabul edilmesinin pek de isabetli olmadığı söylenebilir. Zorlama yolla benimsenmiş bir dava arkadaşlığı türü olarak şeklî mecburi dava arkadaşlığı yönünden izah edeceğimiz bazı usuli sorunlara cevap sunmak güçleşmektedir. Yargıtay kararlarında ortaya çıkacak sakıncaların önüne geçebilmek adına bu dava arkadaşlığının hükümleriyle bağdaşmayacak kabuller yer almaktadır. Özellikle bağımsız işlem yapabilme olanağı daraltılmakta ve yerine göre sadece belirli bir dava arkadaşı hakkında hüküm kurulması yoluna dahi gidilebilmektedir.

II. Dava Arkadaşlarının Bağımsız İşlem Yapmasına Yönelik Kısıt Getirilmesi

Yargı uygulamasında şeklî mecburi dava arkadaşlarının bağımsız işlem yapabilmesine getirilen sınırlandırmalar arabuluculuk görüşmeleri ve yetki itirazının ileri sürülmesi konularında gündeme gelmiştir. İşe iade talebinde asıl işveren ve alt işverenin bu talebi yerine getirmek üzere aynı yönde irade göstermesi aranmaktadır. Diğer husus ise tasarrufun iptali davasında söz konusudur. Davalı taraftaki takip borçlusu ve üçüncü kişinin yetki itirazını birlikte ileri sürebileceği kabul edilmektedir.

A. Dava Şartı Arabuluculukta Dava Arkadaşlarının Birlikte Tasarrufta Bulunabileceğinin Kabulü

Dava şartı arabuluculuğun şeklî mecburi dava arkadaşlığında uygulanması, asıl işveren ve alt işveren ilişkisinin mevcut olduğu durumlarda işe iade talebinde söz konusu olabilmektedir. Bu işverenlerin birlikte dava edilebileceğine dair açık bir kanuni düzenleme mevcut değildir. Lâkin öğretide[12] ve yargı uygulamasında[13] bu kişilerin şeklî mecburi dava arkadaşı olduğu kabul edilmektedir. İMK m. 3/15’e ilişkin gerekçede bu işverenlerin sadece mecburi dava arkadaşı oldukları ifade edilmiştir. Mecburi dava arkadaşlığının şeklî anlamda mı yoksa maddi anlamda mı olduğuna dair gerekçede açık bir ifade yer almamaktadır. Sadece şu şekilde bir ifadeye yer verilmiştir: “… Dolayısıyla asıl işveren-alt işveren ilişkisinin söz konusu olduğu durumlarda, işe iade davalarına özgü olarak, davalı taraf yönünden mecburi dava arkadaşlığının var olduğunun kabulü gerekir. …”. Kanaatimizce, burada maddi anlamda bir dava arkadaşlığı söz konusudur[14]. Aksi yöndeki hâkim görüşe göre ise asıl işveren ve alt işveren şeklî anlamda mecburi dava arkadaşıdır. Şeklî mecburi dava arkadaşlığı kabul edilse de dava şartı arabuluculuğun uygulanmasında bu dava arkadaşlığının hükümleri ile bağdaşmayan çözümlere başvurulmaktadır.

İşe iade talebinin yerine getirilebilmesi için asıl işveren ve alt işverenin birlikte hareket etmesi gerekmektedir. Her ikisi birlikte dava edilse de birbirlerinden bağımsız hareket edebilmeleri işe iade talebinin ifasını imkânsız kılabilir. Davalılar hakkında farklı yönde karar verilebilmesi, işe iade talebinin yerine getirilmesine olanak tanımaz. Arabuluculuk görüşmelerinde de benzer bir durum söz konusu olabilir. Sadece asıl işveren veya sadece alt işveren ile anlaşmaya varılmış olması, işe iadenin gerçekleşmesi için yeterli olmayabilir[15]. Her ikisi de işe iade talebini kabul etmek yönünde bir tutum sergilemelidir. Oysaki şeklî mecburi dava arkadaşı olarak görülen kişilerin arabuluculuk görüşmesinde birbirinden serbest olarak hareket etmesi beklenebilir. Yargılama aşamasında bağımsız hareket edebilen dava arkadaşlarının arabuluculuk görüşmelerinde de bağımsız hareket etmesi olağan olandır.

Arabuluculuk görüşmesine asıl işverenin ve alt işverenin birlikte katılması ve iradelerinin birbirine uygun olmasının beklenmesi, şeklî mecburi dava arkadaşlığı ile bağdaşmamaktadır. Zira şeklî mecburi dava arkadaşlarından birisi işçi ile anlaşma yoluna gitmek istediği takdirde bunun mümkün görülmesi gerekir. Diğer dava arkadaşının bu şekilde engel olabilmesinin zorunlu arabuluculuğun öngörülmesindeki amaçla da bağdaşmayacağı belirtilmektedir[16]. Kanaatimizce, maddi mecburi dava arkadaşı olan bu işverenlerin birlikte tasarruf yetkisini haiz olması sebebiyle arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılması ve birbirine uygun irade göstermesi beklenebilir. HMK m. 59’da da belirtildiği üzere, hakkın birden fazla kimse tarafından kullanılması veya birden fazla kişiye karşı kullanılması zorunluluğu olan hâllerde maddi mecburi dava arkadaşlığı gündeme gelmektedir. Bu husus dikkate alındığında, işe iade talebine dair arabuluculuk başvurusunun asıl işveren ve alt işverene karşı yapılması anlaşmanın sağlanabilmesi için isabetli olur. Nitekim anlaşmanın sağlanabilmesi için asıl işveren ve alt işveren tarafından ortak bir irade gösterilmelidir.

B. Yetki İtirazının Birlikte İleri Sürülmesi Şartının Aranması

Şeklî mecburi dava arkadaşlığının kabul edildiği hacizde açılan tasarrufun iptali davasında yetki itirazının davalı takip borçlusu ve üçüncü kişi tarafından birlikte ileri sürülmesi şartı aranmaktadır[17]. Yargıtay’ın bu yaklaşımı, davalı şeklî mecburi dava arkadaşlarından sadece birisinin yetki itirazında bulunmasının yaratacağı sakıncayı gidermeye yöneliktir. Davalılardan biri açısından yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde tasarrufun iptali davası hakkında hüküm kurulması güçleşecektir. Bu yüzden, her iki dava arkadaşının da birlikte yetki itirazında bulunması beklenmektedir. Oysaki şeklî mecburi dava arkadaşı oldukları için bu davalıların birlikte hareket etmesi beklenmemelidir. Dolayısıyla, dava arkadaşlarından birisinin ileri sürdüğü yetki itirazı dikkate alınabilmeli ve o dava arkadaşı itibariyle yetkisizlik kararı verilmelidir.

Aslında tasarrufun iptali davasında dava arkadaşlığını gerektiren bir durum hiç olmamalıydı. Hukukumuzda bu davada şeklî mecburi dava arkadaşlığına dayanak olarak İİK m. 282 gösterilmektedir[18]. Karşılaştırmalı hukukta ise sadece üçüncü kişi aleyhine tasarrufun iptali davası açılması öngörülmüştür[19]. Esasen takip borçlusu aleyhine dava açılmasında takip alacaklısının hiçbir hukuki menfaati yoktur. Bu husus, tasarrufun iptali davası ile elde edilmek istenen amaç ile açıklanabilir. Tasarrufun iptali davasının kabulü üzerine takip borçlusuna ait olup üçüncü bir kişiye devredilmiş malvarlığının haczedilmesi mümkün hâle gelmektedir. Aynı davada takip borçlusu aleyhine de karar verilmesi anlamsız olur. Zira takip borçlusunun mülkiyetindeki malvarlığının haczini talep etmek mevcut takip itibariyle zaten mümkündür. Sadece borçlunun takibe konu alacağı karşılayacak kadar malvarlığının olmaması ya da hiçbir malvarlığının bulunmaması söz konusudur. Ayrıca takip borçlusunun aleyhine hüküm kurulması ihtimalinde yargılama giderlerinin takip borçlusundan tahsili de pek mümkün değildir. Nitekim borçlunun mevcut malvarlığı, alacağı karşılamadığı için geçmişte yapmış olduğu tasarruflara konu malvarlığı hakkında tasarrufun iptali davası açılmaktadır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki maddi mecburi dava arkadaşlığında dahi birlikte yetki itirazında bulunma şartı aranmamalıdır. Yetki itirazında bulunulması, HMK m. 19 dikkate alındığında belirli bir süre içinde yapılması gereken bir işlemdir. Maddi mecburi dava arkadaşlığında HMK m. 60/1, c. 3 uyarınca süreye tabi işlemi belirli bir dava arkadaşı yapabilir ve bu işlem hepsi hakkında sonuç doğurur. Söz konusu hükme ilişkin hükûmet gerekçesinde bu husus açıkça şu şekilde öngörülmüştür: “Ancak, dava arkadaşlarından bir ya da birkaçının kötü niyetli olarak veya hukuken geçerli olmayan başka sebeplerle diğer dava arkadaşlarıyla birlikte hareket etmemeleri, örneğin duruşmalara gelmemeleri veya yapılacak usulî işlemlere yanaşmamaları hâlinde, diğer dava arkadaşları bundan zarar gördükleri gibi, bu tür tutum ve davranışlar davaların gecikmesine de sebep olabilmektedir. Bu durum göz önüne alınarak, mukayeseli hukuktaki düzenlemelere paralel şekilde, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemlerinin, usulüne uygun olarak davet edildikleri hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından da hüküm ifade edeceği açıkça belirtilmiştir. Maddedeki, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemlerinden kasıt, hem tarafın duruşmaya gelmemesi, hem de duruşma dışında süreye tâbi işlemlerde hareketsiz kalınması durumunda geçerli olacağı kabul edilmelidir.”.

Yetki itirazının dava arkadaşlarının tamamı hakkında sonuç doğurmaması sebebiyle şeklî mecburi dava arkadaşlığında yukarıdakinden farklı bir durum doğmaktadır. Şeklî mecburi dava arkadaşlığı hakkında HMK m. 60/1, c. 3 uygulanamayacağı için yetki itirazı üzerine sadece bunu ileri sürmüş dava arkadaşı açısından karar verilebilir. Lâkin birlikte dava edilmeleri beklenen dava arkadaşlarının biri hakkında yetkisizlik kararı verilmesi uygun olmayacaktır. Yargıtay da bu sakıncayı gidermek üzere birlikte yapılmayan yetki itirazının geçerli olmayacağı şeklinde bir yol izlemiştir.

Bu dava arkadaşlığı açısından zorlama bir yolla yetki itirazının birlikte ileri sürülebileceği şartının aranması kanaatimizce doğru değildir. Mademki şeklî mecburi dava arkadaşları birbirinden bağımsız usuli işlemler yapabilir ise biri yetki itirazında bulunmadığı için diğer bir dava arkadaşının yetki itirazında bulunamayacağı söylenemez. Şeklî mecburi dava arkadaşlığı hakkında kabul edilen genel ilke bağımsız hareket edebilmektir. Belirli bir durum karşısında bu ilkeden sapılması ise hukuki belirsizlik yaratacak niteliktedir. Çözüm olarak birlikte dava edilme şartını arayan İİK m. 282’nin yürürlüğüne son verilmelidir. Bu davada verilecek hüküm, özellikle İİK m. 283/3 gözetildiğinde, takip borçlusunun da hukuki durumuna etki edeceği için takip borçlusunun HMK m. 66 anlamında fer’î müdahil olacağını söylemek mümkündür.

III. Davaya Taraf Olan Dava Arkadaşı Hakkında Hüküm Kurulmaması ve Yargılama Giderlerinden Davalılardan Sadece Birisinin Sorumlu Tutulması

Aile hukukuna ilişkin olan ve şeklî mecburi dava arkadaşlığının kabul edildiği soybağının reddi ve tanımanın iptali davalarında, hakkında hüküm kurulması gerekmeyen ananın da davalı gösterilmesi söz konusudur. Ana ile diğer davalının şeklî mecburi dava arkadaşı olduğu kabul edilmektedir. Bir tarafta ananın dava arkadaşı olarak dava edilmesi gerekir iken anaya karşı hukuki korunma talebinin ileri sürülmesi ve ana hakkında hüküm kurulması tutarlı değildir. Aleyhine hukuki koruma talep edilen kişi açısından belirli bir hüküm kurulmalıdır ki davacının o hükmü elde etmek yönünde bir menfaatinin olduğu söylenebilsin. Belirttiğimiz davalarda anaya karşı dava açılmasında bu yüzden hukuki bir menfaatin varlığından bahsetmek güçtür.

Soybağının reddi davasında TMK m. 286/1 ve 2’de ananın da dava edilmesi öngörülmüştür. Buna göre, kocanın açacağı soybağının reddi davasında husumetin ana ve çocuğa karşı yöneltilmesi gerekir[20]. Çocuk tarafından dava açılması durumunda ise koca ve ana davalı olarak gösterilmelidir[21]. Ana ile birlikte dava edilen kişinin şeklî mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Davanın kabulü hâlinde, koca ile çocuk arasındaki soybağı ilişkisi geçmişe etkili olarak ortadan kalkmaktadır[22]. Ananın hukuki statüsünde ise bir değişiklik meydana gelmez. Öyleyse dava kim tarafından açılırsa açılsın ananın taraf gösterilmesi lüzumlu olmadığı gibi ana hakkında hüküm kurulmasının da bir anlamı yoktur. Şu var ki verilecek hüküm, ananın da hak alanını etkileyebilecek mahiyettedir. Bu itibarla, ananın yargılamaya fer’î müdahil olarak iştirak etmesi haklı görülebilir.

Tanımanın iptali davasında ise TMK m. 297/2 gereğince ana ile çocuk davalı olarak gösterilmektedir. Birlikte dava edilen ana ve çocuk şeklî mecburi dava arkadaşı olarak görülmektedir. Ananın dava edilmesi bu davada da isabetli değildir. Yine ananın hukuki statüsünde bir değişiklik meydana gelmesi söz konusu değildir. Davacının hukuki korunma talebinin anaya karşı yöneltilmesi anlamlı olmadığı gibi ana hakkında hüküm kurulmasını gerektiren bir durum da yoktur. Bununla birlikte, ananın hak alanını etkileyebilecek bir sonuç doğabileceği için ananın HMK m. 66’ya göre fer’î müdahil olarak yargılamaya iştirak edebilmesi mümkün görülmelidir.

Yine hakkında hüküm kurulamayacak ve taraf gösterilmesi beklenen başka bir şeklî mecburi dava arkadaşı uygulaması, Vakıflar Kanunu m. 76 gereğince söz konusudur. Mülhak vakıflarda mülkiyet ve intifa hakkı iddialarına ilişkin olarak açılacak davalarda vakıf yönetimiyle birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğünün dava edileceği öngörülmüştür. Öyle ki bu dava arkadaşı aleyhine yargılama giderlerine de hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir. Yönetici veya yönetim organı atanmış bir mülhak vakıfta Vakıflar Kanunu m. 76 kapsamındaki mülkiyet ve intifa hakkı iddiası bu yönetim tarafından karara bağlanır. Talebin reddi hâlinde ise mülhak vakfın tüzel kişiliği bulunsa dahi yönetim aleyhine dava açılmalıdır. Mahkemece reddedilen talep hakkında bir karar verilebilir. Bu çerçevede, Müdürlüğün de davalı gösterilmesi şartının aranması pek isabetli değildir. Çünkü Müdürlük aleyhine ileri sürülen bir talep söz konusu değildir. Fakat Müdürlüğün davalı gösterilmesi öngörüldüğü gibi Vakıflar Yönetmeliği m. 28/2’de yargılama giderlerinin vakıf tarafından karşılanacağına yer verilmiştir. Yargıtay da yargılama giderlerinin kanuni hasım olan Müdürlüğün üzerine bırakılamayacağını kabul etmiştir[23]. Yargılama giderleri itibariyle yönetmelik ile düzenleme getirilmesi ve davanın tarafı olan birisinin yargılama giderlerinden hiçbir şekilde sorumlu tutulmaması HMK m. 326/1’e aykırıdır.

Vakıf yönetimi ile Genel Müdürlük arasında şeklî mecburi dava arkadaşlığının kabul edilmesinin yarattığı sakıncayı gidermek üzere Müdürlüğü yargılama giderlerinden sorumlu tutmama yönünde bir yaklaşım ortaya konulmuştur. Hâlbuki Müdürlüğün taraf olarak gösterilmesi kabul edilmeseydi, yargılama hukukunun genel ilkelerini zorlayarak bir çözüm bulma yoluna gitmeye de gerek kalmazdı. Yukarıda belirtilen kapsamdaki bir dava, tevliyet ücreti olarak Müdürlük bütçesine kaydedilecek iradı etkileyebilecek mahiyettedir. Yani Müdürlüğün de ilgili olduğu bir uyuşmazlık ve yargılamaya iştirak etmesini haklı kılan bir durum bulunmaktadır. Fakat davaya taraf olarak katılmayı haklı kılan bir durumdan bahsedilemez. Kanaatimizce, Müdürlüğün böyle bir davada olsa olsa fer’î müdahil olarak yer alması düşünülebilir. Sonuçta verilecek karar doğrudan olmasa da Müdürlüğün de hak alanını etkileyebilecek mahiyettedir.

Yargıtay’ın vermiş olduğu tasarrufun iptali davasının reddine ilişkin kararında da benzer bir yaklaşım söz konusudur. Yargıtay’a göre bu davanın reddi hâlinde davalılar lehine tek vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekir[24]. Takip borçlusu ile üçüncü kişinin birlikte dava edilmesi uygun olmadığı için bu şekilde doğacak sakınca giderilmeye çalışılmıştır. Davaya taraf olan bu iki dava arkadaşı kendilerini avukat ile temsil ettirmiş iken tek bir vekâlet ücretine hüküm kurulması isabetli olmadığı gibi yeni bir tartışmayı da beraberinde getirecektir. Zira vekâlet ücretinin hangi davalıya ait olacağı belirsiz kalmıştır.

Sonuç

Şeklî mecburi dava arkadaşlığını gerektiren bir hâlde davalıların birlikte dava edilmesine dair şartın yerine getirilmemiş olması hâlinde dava şartı yokluğundan ötürü davanın reddine karar verilmelidir. Burada, maddi mecburi dava arkadaşlığından farklı olarak, dava takip yetkisinin yokluğundan bahsedilemez. Şeklî mecburi dava arkadaşlığına özgü bir dava şartı söz konusudur ki HMK m. 114/2 kapsamında bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu dava şartının tamamlanabilir olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmeden önce HMK m. 115/2 gereğince süre verilmelidir.

Birlikte dava edilen dava arkadaşlarının bağımsız hareket edebileceğinin kabulü, şeklî mecburi dava arkadaşlığının varlığını sorgulanabilir hâle getirmektedir. Çünkü birbirinden bağımsız hareket edebilen bu dava arkadaşları hakkında farklı yönde hüküm kurulmasına imkân tanınmıştır. Oysaki birlikte dava edilme şartının aranmasının bir anlamı olmalıdır. Birbiriyle uyumlu hüküm kurulmayacak ise bu dava arkadaşlarının bir arada dava edilmesi şartının aranması pek de isabetli görülemez. Nitekim bağımsız hareket etmenin doğurduğu sakıncaları gidermek üzere şeklî mecburi dava arkadaşlığının hükümleri ile örtüşmeyen bazı çözümler bulunmaya çalışılmıştır.

İşe iade davasında asıl işveren ve alt işveren şeklî mecburi dava arkadaşı olarak görülmektedir. İşe iade talebiyle yapılacak arabuluculuk başvurusunda ise bu dava arkadaşları aynı yönde irade gösterdiği takdirde anlaşma sağlanabilir. Bu durum, şeklî mecburi dava arkadaşlığına pek de uygun değildir. Yargılama hukukuna ilişkin işlemlerde dahi bağımsız hareket edebilen bu dava arkadaşlarının arabuluculuk görüşmelerinde ortak irade göstermesi beklenmemelidir. Aslında işe iade talebi açısından asıl işveren ve alt işveren maddi mecburi dava arkadaşıdır. İMK m. 3/15 ile işe iade talebinin bu dava arkadaşlarına karşı birlikte ileri sürülmesi zorunlu hâle getirilerek HMK m. 59 anlamında bir dava arkadaşlığı yaratılmıştır. Arabulucuk görüşmelerinde bu dava arkadaşlarının aynı yönde irade göstermesi gerekliliği de bu durumdan kaynaklanmaktadır.

Yetki itirazının ileri sürülmesi hususunda Yargıtay, şeklî mecburi dava arkadaşlarının birlikte hareket etmesi gerektiğini kabul etmiştir. Hacizde tasarrufun iptali davası hakkında verilen bu kararlar, şeklî mecburi dava arkadaşlığı ile bağdaşmamaktadır. Dava arkadaşlarından birisi dahi yetki itirazını ileri sürüyor ise bu itiraz dikkate alınmalıdır. Fakat belirli bir dava arkadaşı yönünden yetkisizlik kararı verilmesi uygun olmayacağı için Yargıtay birlikte hareket koşulunu aramıştır. Asıl sorun, tasarrufun iptali davasında dava arkadaşlığının kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Burada, takip borçlusunun da dava edilmesi gereksiz olup sadece üçüncü kişi aleyhine dava açılması yeterli görülmelidir. İİK m. 282’de bu durum dikkate alınmadığı için gereksiz bir şeklî mecburi dava arkadaşlığı hâli yerleşmiştir. Bunun doğurduğu sakıncaları gidermek adına ise şeklî mecburi dava arkadaşı olan takip borçlusu ile üçüncü kişinin beraber yetki itirazında bulunması kaydıyla yetki itirazının geçerli görülebileceği benimsenmiştir.

Dava edilen belirli bir şeklî mecburi dava arkadaşı hakkında hüküm kurulmayacak olması son derece mantık dışı bir durumdur. Davaya taraf olarak katılan ve tarafa tanınan bütün hukuki imkânları kullanan birisinin mahkemece verilecek hükümde muhatap alınmaması yoluna gidilemez. Bu durum, o kişinin neden dava edildiğinin sorgulanmasını gerektirir. Soybağının reddi davasında veya tanınmanın iptali davasında ananın da davalı gösterilmesi yönündeki kanuni düzenlemeler bu sebeple yerinde değildir. Ana hakkında hüküm kurulmasına hiç gerek yokken ananın da bu davalarda davalı gösterilmesi yerine ananın fer’î müdahil olarak katılabileceği kabul edilmelidir. Yine davada taraf olan şeklî mecburi dava arkadaşının yargılama giderlerinden sorumlu tutulmaması da düşünülemez. Mühlak vakıflar bakımından açılan davalarda söz konusu olan bu uygulama değiştirilmeli ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün fer’î müdahil olarak yargılamaya dâhil olması beklenmelidir.


Dipnotlar


  1. Davanın sıfat yokluğundan ötürü reddedileceği yönünde bir görüş de söz konusudur (Ömer Ulukapı, Medeni Usul Hukukunda Dava Arkadaşlığı, (Konya: 1. Baskı, Mimoza Yayınevi), 1991, s. 147, 148; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. I-VI, (İstanbul: Demir Yayıncılık, 2001), s. 3315; M. Serhat Sarısözen, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Medeni Usul Hukukumuza Getirdiği Yeni Düzenlemeler”, TBBD, Y. 24, S. 96 (2011) s. 331-382, s. 346; Tolga Akkaya, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği (HMK m. 124)”, DEÜHFD, C. 16 (2015), s. 921; Mustafa Göksu, Civil Litigation and Dispute Resolution in Turkey, (Ankara: 1. Baskı, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2016), s. 104). Diğer bir görüşe göre ise hak ehliyeti bulunmması sebebiyle davanın reddine karar verilmelidir (Timuçin Muşul, Medenî Usul Hukuku (Temel Bilgiler), (Ankara: 2. Baskı, Yetkin Yayınları, 2009), s. 125, 126; Leyla Akyol-Aslan, Medenî Usul Hukukunda Cevap Dilekçesi Verilmemesinin Sonuçları, (Ankara: 1. Baskı, Yetkin Yayınları), 2019, s. 345; Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Sema Taşpınar-Ayvaz ve Emel Hanağası, Medenî Usul Hukuku, (Ankara: 6. Baskı, Yetkin Yayınları, 2020), s. 554, 555; Süha Tanrıver, Medenî Usûl Hukuku (Temel Kavramlar ve İlk Derece Yargılaması), C. I, (İstanbul: 3. Baskı, Yetkin Yayınları, 2020), s. 557; Önder Topal, Medeni Yargılama Hukuku Bağlamında Çift Yönlü Dava Olarak Ortaklığın Giderilmesi (İzale-î Şüyü Davası), 1. Baskı: (Ankara, Yetkin Yayınları, 2020), s. 339, 340). ↩︎

  2. Hülya Taş-Korkmaz, Medenî Usûl Hukukunda İradî Taraf Değişikliği, (Ankara: 1. Baskı Yetkin Yayınları, 2014), s. 132; Murat Atalı, İbrahim Ermenek, Ersin Erdoğan, Medenî Usûl Hukuku, (Ankara: 5. Baskı, Yetkin Yayınları, 2022), s. 235, 236. ↩︎

  3. Yargıtay HGK 21-553/1475 09.11.2022: “… Bazı durumlarda ise birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı hâlde kanun, gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını ve taraflar arasındaki hukukî ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. …”. ↩︎

  4. Ali Cem Budak, Varol Karaaslan, Medenî Usul Hukuku, (İstanbul: 5. Baskı, Filiz Kitapevi, 2021), s. 118. ↩︎

  5. Taner Emre Yardımcı, Hukuk Davalarında Mecburi Dava Arkadaşlığı, (Ankara: 1. Baskı, Adalet Yayınevi, 2021), s. 251. ↩︎

  6. Tanrıver, s. 558, 559; Murat Atalı, İbrahim Ermenek, Ersin Erdoğan, s. 236. ↩︎

  7. Pekcanıtez/Taş-Korkmaz, Pekcanıtez Usûl, s. 707. ↩︎

  8. İş kazası ve meslek hastalığının tespiti ile iş görmezlik oranının tespiti davasında işveren ile Sosyal Güvenlik Kurumunun şeklî mecburi dava arkadaşı olduğuna dair açık bir düzenleme olmamasına rağmen Yargıtay, burada şeklî mecburi dava arkadaşlığının bulunduğunu kabul etmektedir (Yargıtay 21. HD 4198/14989 11.12.2006). ↩︎

  9. Yargıtay HGK 21-553/1475 09.11.2022: “… Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez. …”. ↩︎

  10. Murat Atalı, İbrahim Ermenek, Ersin Erdoğan, s. 236. ↩︎

  11. Asıl işveren ve alt işeverenin şeklî mecburi dava arkadaşlığının kabul ediliği işe iade davası bakımından böyle bir durum yaşanmıştır. Sadece asıl işverenin kanun yolu başvurusunda bulunması sebebiyle yapılan incelemede iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığı kanaatine varılmıştır (Yargıtay 9. HD 33669/35038 24.11.2014). ↩︎

  12. Seda Kaya, “7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu Çerçevesinde Bireysel İş Uyuşmazlıklarında Zorunlu Arabuluculuk”, EBYÜHFD, C. XXII, S. 1-2 (2018), s. 238; Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Sema Taşpınar-Ayvaz ve Emel Hanağası, s. 554. ↩︎

  13. Yargıtay 7. HD 6327/10549 13.05.2014; Yargıtay 22. HD 30808/33557 03.12.2015. ↩︎

  14. Yardımcı, s. 126-130. ↩︎

  15. Ertuğrul Yuvalı, Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinde Zorunlu Arabuluculuk, AkdHFD, C. 11, S. 2 (2021), s. 355-376, s. 371. ↩︎

  16. Yuvalı, s. 371. ↩︎

  17. Yargıtay 17. HD 1609/5943 09.05.2012; Yargıtay 5. HD 5959/7869 09.05.2022. ↩︎

  18. Murat Atalı, İbrahim Ermenek, Ersin Erdoğan, s. 738. ↩︎

  19. Bilge Umar, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, (Ankara: 2. Baskı, Yetkin Yayınları, 2014), s. 227, 229; İdil Tuncer-Kazancı, Tasarrufun İptali Davalarında İspat, (Ankara: 1. Baskı, Yetkin Yayınları, 2015), s. 58. Alman hukukunda ise sadece lehine kazandırmada bulunulan üçüncü kişi aleyhine dava açılabileceği özellikle belirtilmektedir (Hans Friedhelm Gaul, Eberhard Schilken, Ekkehard Becker-Eberhard. Zwangsvollstreckungsrecht, München: 12. Auflage, C.H. Beck Verlag, 2010, s. 640). ↩︎

  20. Taylan Özgür Kiraz, Medenî Yargılama Hukukunda İkrar, (Ankara: 2. Baskı, Bilge Yayınevi, 2013), s. 90; Hakan Pekcanıtez, Nedim Meriç, Medenî Usûl Hukukunda Fer’î Müdahale, (İstanbul: 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, 2020), s. 143. ↩︎

  21. Ulukapı, s. 102, 103; Cem Baygın, Soybağı Hukuku, (İstanbul: 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, 2010), s. 36, 37. ↩︎

  22. Baygın, s. 49. ↩︎

  23. Yargıtay 13. HD 3976/12024 12.07.2005: “… 2-Davalı, vakıflar Genel Müdürlüğünün temyiz itirazlarına gelince, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 21. maddesinde; “Boş talan mütevellilik, yenisi verilinceye kadar, Vakıf işlerine Umum Müdürlük bakar” hükmü getirilmiş olup, yine anılan yasanın 40. maddesinden de, "Mülhak Vakıflarda mütevelliliğe ve vakıftan intifa veya mülkiyet iddiasına ait davalarda, mütevellilerle vakıflar idare-sinin birlikte hasıl tutulması lazımdır" şeklinde düzenleme getirilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında, Vakıflar İdaresinin bu tür davalarda hasım gösterilmesi yasal zorunluluk olup, mülhak vakfın borçlarından sorumlu tutulmalarına olanak yoktur. Kaldı ki, yukarıda da değinildiği gibi, vakıflar İdaresinin kira sözleşmesini, “… Vakfı adına” imzaladığı açıktır. Böyle olunca, mahkemece, vakıflar idaresinin yasal hasım olduğu kabul edilerek, diğer davalının borçlarından sorumlu tutulmaması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi de isabetsiz olup, bozma nedenidir.”. ↩︎

  24. Yargıtay 15. HD 2300/5157 02.10.1995; Yargıtay 17. HD 5091/12975 30.09.2014. ↩︎

Kaynakça

Akkaya, Tolga. “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği (HMK m. 124)”, DEÜHFD, C. 16 (2015), s. 897-941.

Akyol-Aslan, Leyla. Medenî Usul Hukukunda Cevap Dilekçesi Verilmemesinin Sonuçları, Ankara: 1. Baskı, Yetkin Yayınları, 2019.

Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/ Taşpınar-Ayvaz, Sema/Hanağası, Emel. Medenî Usul Hukuku, Ankara: 6. Baskı, Yetkin Yayınları, 2020.

Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim/Erdoğan, Ersin. Medenî Usûl Hukuku, Ankara: 5. Baskı, Yetkin Yayınları, 2022.

Baygın, Cem. Soybağı Hukuku, İstanbul: 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, 2010.

Budak, Ali Cem/Karaaslan, Varol. Medenî Usul Hukuku, İstanbul: 5. Baskı, Filiz Kitapevi, 2021.

Gaul, Hans Friedhelm/Schilken, Eberhard/ Becker-Eberhard, Ekkehard. Zwangsvollstreckungsrecht, München: 12. Auflage, C.H. Beck Verlag, 2010.

Göksu, Mustafa. Civil Litigation and Dispute Resolution in Turkey, Ankara: 1. Baskı, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2016.

Kaya, Sedat. “7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu Çerçevesinde Bireysel İş Uyuşmazlıklarında Zorunlu Arabuluculuk”, EBYÜHFD, C. XXII, S. 1-2 (2018), s. 209-261.

Kiraz, Taylan Özgür. Medenî Yargılama Hukukunda İkrar, Ankara: 2. Baskı, Bilge Yayınevi, 2013.

Kuru, Baki. Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. I-VI, İstanbul: Demir Yayıncılık, 2001.

Muşul, Timuçin. Medenî Usul Hukuku (Temel Bilgiler), Ankara: 2. Baskı, Yetkin Yayınları, 2009.

Pekcanıtez, Hakan/Meriç, Nedim. Medenî Usûl Hukukunda Fer’î Müdahale, İstanbul: 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, 2020.

Pekcanıtez, Hakan/Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Taş-Korkmaz, Hülya (ed.), Medenî Usûl Hukuku, C. I-III, İstanbul: 15. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, 2017.

Sarısözen, M. Serhat: “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Medeni Usul Hukukumuza Getirdiği Yeni Düzenlemeler”, TBBD, Y. 24, S. 96 (2011) s. 331-382.

Tanrıver, Süha. Medenî Usûl Hukuku (Temel Kavramlar ve İlk Derece Yargılaması), C. I, İstanbul: 3. Baskı, Yetkin Yayınları, 2020.

Taş-Korkmaz, Hülya. Medenî Usûl Hukukunda İradî Taraf Değişikliği, Ankara: 1. Baskı Yetkin Yayınları, 2014.

Topal, Önder. Medeni Yargılama Hukuku Bağlamında Çift Yönlü Dava Olarak Ortaklığın Giderilmesi (İzale-î Şüyü Davası), 1. Baskı: Ankara, Yetkin Yayınları, 2020.

Tuncer-Kazancı, İdil. Tasarrufun İptali Davalarında İspat, Ankara: 1. Baskı, Yetkin Yayınları, 2015.

Ulukapı, Ömer. Medeni Usul Hukukunda Dava Arkadaşlığı, Konya: 1. Baskı, Mimoza Yayınevi, 1991.

Umar, Bilge. Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara: 2. Baskı, Yetkin Yayınları, 2014.

Yardımcı, Taner Emre. Hukuk Davalarında Mecburi Dava Arkadaşlığı, Ankara: 1. Baskı, Adalet Yayınevi, 2021.

Yuvalı, Ertuğrul. Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinde Zorunlu Arabuluculuk, AkdHFD, C. 11, S. 2 (2021), s. 355-376.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Anabilim Dalı, ORCID: 0000-0002-5330-4986
bilgi@yardimcihukuk.com.tr