Cebri İcra Kanunu Taslağının Menfi Tespit Davasına Yönelik Düzenlemelerinin Değerlendirilmesi
Giriş
14.08.2025 tarihinde, uzun süredir hazırlık aşamasında bulunan ve “Cebrî İcra Kanunu” (CİK) olarak adlandırılan düzenleme Taslak kamuoyunun değerlendirmesine sunulmuştur. 1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun yerine ikame edilmek üzere hazırlanan bu Taslak, cebrî icra sistemine ilişkin köklü değişiklikler içermektedir. Taslakta öngörülen düzenlemelerin merkezinde ise özellikle ilamsız icra türlerine ilişkin yenilikler bulunmaktadır.
Taslak ile öngörülen yeni sistemde, ilamsız takip yoluna başvurunun haciz yolu ile sınırlı tutulması öngörülmüş haciz yolu ile takibe başvuru şartları da ağırlaştırılarak, böylelikle icra hukukunun temel başvuru yollarından biri olan ilamsız takibin kapsamı daraltılmıştır. Taslağın benimsediği bu sadeleştirme yaklaşımı, icra takibiyle bağlantılı dava ve yargılamalara da yansımış; bu bağlamda itirazın kaldırılması (kesin ve geçici kaldırma) yargılamalarına ile borçtan kurtulma davasına ilişkin hükümler ilga edilmiştir. Ayrıca, icra hukukunun temel davalarından biri olarak kabul edilen menfi tespit davasına ilişkin olarak da dikkate değer değişiklikler öngörülmektedir.
Taslakta öngörülen yeniliklerden biri olarak menfi tespit davasına ilişkin düzenlemelerin özel olarak ele alınması yapılacak değişikliklerin olası etkilerinin değerlendirilmesi bakımından önem arz etmektedir. Bu doğrultuda eldeki çalışmanın amacı, menfi tespit davasına yönelik düzenlemeleri incelemek ve bu bağlamda yapılacak düzenlemenin şekillenmesine sınırlı da olsa katkı sunmaktır.
Taslak metnin Birinci Kitap (Cüzi İcra), Birinci Kısım (Cüzi İcra Yolları), İlamsız İcra başlıklı İkinci Bölüm’ünün Altıncı Ayrım’ında “menfi tespit ve istirdat davaları” düzenlenmiştir. Madde 98’in başlığı “Menfi Tespit Davası” olup, maddede davanın açılması ve takibe etkisi ele alınmıştır. Madde 99’da menfi tespit davasının sonuçları, madde 100’de istirdat davası ve madde 101’de ise menfi tespit ve istirdat davalarında yetkili mahkeme düzenlenmiştir. Taslak düzenlemenin değerlendirmesi, her bir madde ayrı ayrı ele alınmak suretiyle gerçekleştirilecektir.
I. Madde 98’in Değerlendirilmesi
a. Birinci Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 98/1 şu şekildedir:
“Bir borca ilişkin olarak, takip alacaklısına veya takip başlatılmamış ise alacaklı olduğunu iddia edebilecek kişiye karşı menfi tespit davası açılabilir.”
Düzenleme esasen mevcut düzenlemenin farklı bir şekilde kaleme alınmış hali olup, mevcut düzenlemeden farklı bir hususu düzenlememektedir. Bununla birlikte mevcut düzenlemede ispat yükü kuralının söz konusu olup olmadığı konusunda tereddüte mahal verebilecek mahiyetteki “borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir” ifadesinin metinden çıkartılmış olması isabetlidir. Anılan husus haricinde düzenleme icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açılabileceği hususunu düzenlemektedir.
b. İkinci Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 98/2 şu şekildedir: “İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasında mahkeme, talep üzerine icra takibinin yapılmaması; icra takibi başlamışsa bunun durdurulması hakkında, teminatlı veya teminatsız olarak ihtiyati tedbir kararı verebilir. Bu hâlde alacaklı ancak menfi tespit davasının açıldığı mahkemeden ihtiyati haciz talebinde bulunabilir.”
Söz konusu düzenlemenin karşılığı olan İİK m. 72/2 ise şu şekildedir: “İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.”
Düzenlemede dikkat çeken hususlardan ilki, icra takibinden önce açılan menfi tespit davasında artık takip yapılmaması yönünde de tedbir kararı verilebilecek olmasıdır. İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasında takip yapılmaması yönünde tedbir kararı verilebilmesi gerektiği hususu öğretide kimi yazarlarca ifade edilmesine rağmen[1], güncel yargı kararlarında haklı olarak[2] bu görüş karşılık bulmamaktadır[3]. Ancak uygulamada özellikle kambiyo senetlerinin icra takibine konu edilmemesi yönünde de tedbir kararlarının verildiği görülebilmektedir[4].
Kanaatimizce, Taslaktaki diğer düzenlemelerle birlikte değerlendirildiğinde, borçlunun korunmasını gerektirecek şekilde icra takibi yapılmaması yönünde bir tedbir kararı verilmesini zorunlu kılan bir durum söz konusu değildir. Mevcut düzenlemeler çerçevesinde borçlunun telafi edilemeyecek bir zarara uğraması da beklenmemektedir. Zira ilamsız icra takibine konu edilebilecek belgeler artık çok daha sınırlıdır. Taslak madde 79/2 uyarınca: “Elinde takip konusu para veya teminat alacağı hakkında resmî dairelerin ya da yetkili makamların düzenledikleri yahut onayladıkları bir belge veyahut sözleşmeler dahil, alacağın doğum sebebini ispata elverişli senet ya da iki tarafı da tacir olan icra takiplerinde itiraz edilmemiş fatura bulunmayan alacaklı ilamsız icra yoluna başvuramaz.” Bu nedenle elinde alacağın varlığını güçlü bir şekilde ortaya koyan bir belgeye sahip olan alacaklının takip yapma hakkının sınırlandırılması menfaat dengesi açısından uygun olmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca, aynı madde (madde 98/2) uyarınca, icra takibinden sonra takibin durdurulmasına teminat karşılığında veya teminatsız olarak karar verilebileceğinden, borçlunun takip hukuku bakımından menfaatinin yeterince korunduğu söylenebilir.
Düzenlemede yer alan önemli değişikliklerden bir diğeri, düzenleme uyarınca icra takibinden önce açılan menfi tespit davasında teminatsız olarak tedbir kararı verilebilecek olmasıdır. Söz konusu düzenlemenin isabetli olduğu kanaatindeyiz[5]. Mevcut uygulamada menfi tespit davalarında teminat alınmadan takibe yönelik tedbir kararı verilmemektedir. Bu uygulama ise birtakım sorunları beraberinde getirmektedir. Öncelikle borçlunun haklılığının açık bir şekilde ortada olduğu durumlarda takibin durdurulabilmesi için borçlunun teminat göstermesi zorunluluğunun aranması hakkaniyetli değildir. Söz konusu durum icra takibinden sonra açılan menfi tespit davası için de geçerlidir. Bu nedenle, takibin durdurulmasına tedbiren karar verilebilmesi, menfi tespit davasının takipten önce veya sonra açılmış olmasına bakılmaksızın, hâkimin takdirine ve borçlunun davasındaki haklılığına bağlı olmalıdır. Aynı şekilde, takibin durdurulmasına karar verilebilmesi için mutlaka teminat aranması durumu da davanın açıldığı zaman diliminden bağımsız olmalıdır.
Teminat konusunda öngörülen bir diğer değişiklik de teminat oranına ilişkin açık bir belirleme yapılmamış olması ve bunun oranının hâkim tarafından takdir edilecek olmasıdır. Kanaatimizce söz konusu düzenleme de isabetlidir. Zira icra takibine yönelik tedbir kararı verilirken borçlu ve alacaklının icra takibindeki menfaatlerinin mahkeme tarafından da gözetilmesi gerekir. Yine madde uyarınca yatırılacak teminatın temel işlevi borçlunun teminat nedeni ile uğrayacağı zararları güvence altına almak ve tazmin etmek olduğundan teminat miktarının belirlenmesi konusunda hâkime daha serbest takdir yetkisi verilmesi ve hâkime durumun gereklerine uygun bir teminat miktarı belirlemesi isabetlidir[6].
Bununla birlikte en azından düzenlemenin gerekçesinde teminatın türüne ilişkin HMK hükümlerine yönelik atfın devam ettirilmesi ve özellikle teminattan muaf olanların söz konusu teminattan da muaf olup olmadıklarının açıkça belirtilmesi yerinde olurdu. Zira uygulamada adli yardımdan yararlanan kişilerin takibin durdurulması için yatırılacak teminattan muaf olup olmayacakları konusunda tereddütler bulunmaktadır[7]. Yine Taslakta borçlu tarafından yatırılan teminatın iadesinin ne zaman yapılacağı konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır[8]. Bu husus da uygulamada tereddütlere sebebiyet vermekte olup, bu konuda ya özel bir düzenlemeye yer verilebilir ya da gerekçede HMK’nın ihtiyati tedbire ilişkin hükümlerine atıf yapılabilir.
Teminatın nemalandırılması hususu da mevcut düzenlemeler çerçevesinde belirsizliğini[9] korumakla birlikte Taslak madde 12 uyarınca icra ve iflas dairelerine yatırılan paraların nemalandırılacağı öngörülmüştür. Bununla birlikte takibin durmasına yönelik tedbir için teminat mahkeme veznesine yatırılacağından, tereddütleri gidermek adına Taslak madde 12’nin bu tür durumları da kapsayacak şekilde genişletilmesi kanaatimizce isabetli olacaktır.
Fıkra kapsamında değerlendirilmesi gereken son düzenleme, ihtiyati haciz talebinin menfi tespit davasında incelenmesine yöneliktir. Öncelikle ifade edilmelidir ki, menfi tespit davasında alacaklının ihtiyati haciz talep etmesi hukuken sorunludur. Çünkü menfi tespit davası ve davada verilen karar, alacaklının aldığı ihtiyati haczin tamamlayıcı merasim kapsamında uygulanmasına uygun bir dava ve karar değildir.
Alacaklı menfi tespit davasına cevap verirken, karşı dava açmak suretiyle bir eda talebinde bulunmamışsa, takibin itiraz ile durduğu ve menfi tespit davasının derdest olduğu bir aşamada, menfi tespit davasında ihtiyati haciz talep edilememelidir. Zira ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için (ve uygulanan ihtiyati haczin korunabilmesi için) açılan dava sonucunda verilen kararın, ihtiyati haczi koruyucu, onu tamamlayıcı nitelikte olması gerekir. Menfi tespit davasının reddi kararı her ne kadar alacağın varlığına yönelik bir tespit içerse de alacaklı bu karar ile ilamlı icra takibi yapamaz veya bu ilamı uygulanan ihtiyati haczi kesin hacze dönüştürmek için kullanamaz. Bunu yapabilmek için alacaklının menfi tespit davasının reddi kararına rağmen alacağı hakkında yeniden eda davası açması veya ilamsız takibe başvurması gerekir. Yine mevcut düzenleme ve Taslaktaki düzenleme uyarınca menfi tespit davasının reddi kararı doğrudan icra takibinin devamını sağlamaya yeterli değildir. Örneğin takip itiraz ile durduğunu, menfi tespit davasının derdest olduğunu ve davada sadece ihtiyati haciz kararı verildiğini varsayalım (takip itiraz ile durduğundan takibin durmasına yönelik tedbir kararı verilemeyecek/ verilmesi gereksiz olacaktır). Bu durumda menfi tespit davası reddedildiğinde, bu ret kararı takibin devamını sağlamayacaktır. Zira menfi tespit davasının reddi halinde hüküm fıkrasında sadece davanın reddine karar verilmektedir. Bu noktada Taslaktaki düzenlemeye (madde 99) menfi tespit davasının reddi kararı ile birlikte takibin devamına şeklinde karar verileceği hususu eklenebilir. Bu suretle ihtiyati haciz talebinin menfi tespit davasında incelenmesine ve menfi tespit davasının reddi kararının ihtiyati haciz için tamamlayıcı bir nitelik arz etmesi sağlanabilir.
Yine bu aşamada ihtiyati haciz kararı verilirken borçlunun takibe itiraz etmiş olması halinin de dikkate alınması gerekir. Örneğin icra takibinden önce açılan menfi tespit davasında, borçlu ayrıca takibe itiraz etmiş ve takip durmuşsa, menfi tespit davasında alacaklının ihtiyati haciz talebinin dikkate alınıp alınmayacağı hususu üzerinde de düşünülmelidir. Zira alacaklının ihtiyati haciz talebinin kabulü borçlunun takibe itirazını anlamsız hale getirebilir. Ayrıca Taslak çerçevesinde mevcut kambiyo takibine ilişkin hükümlerin Taslakta yer almadığı ve ilamsız icra takiplerinin itiraz ile durdurulabileceği düşünüldüğünde, uygulamada icra takibinden önce açılan menfi tespit davasının derdest olduğu ve aynı zamanda icra takibe itiraz edilerek takibin de durdurulduğu durumlar ile sıklıkla karşılaşılabilecektir. Bu gibi durumlarda alacaklının menfi tespit davasına karşı itirazın iptali davası açmasının gerekip gerekmeyeceği (yukarıda açıklandığı üzere menfi tespit davasının reddi kararı itiraz ile durmuş takibin devamını sağlamamaktadır) ve alacaklı itirazın iptali davasında ihtiyati haciz talep eder ise bu durumun Taslak madde 98/2 karşısındaki durumu da önemli hale gelecektir. Kanaatimizce bu gibi durumlara yönelik ihtiyacı ortadan kaldırmak adına bir üst paragrafta belirttiğimiz çözüm önerisinin (menfi tespit davasının reddi halinde ayrıca takibin devamına da karar verilmesi) metne dahil edilmesi isabetli olacaktır.
2’inci fıkrasının son cümlesi ile ilgili değinilmesi gereken hususlardan biri de menfi tespit davasında takibin durmasına karar verilmesinden sonra alacaklının ihtiyati haciz talep edip edemeyeceğidir. Esasen düzenlemenin getiriliş amacının bu soruya (olumlu) cevap vermek olduğunu düşünmekteyiz. Bununla birlikte menfi tespit davasında takibin durması yönünde bir tedbir kararı verildikten sonra ihtiyati haciz kararı verilirse iki geçici hukuki koruma kararının karşı karşıya gelmesi söz konusu olur. Menfi tespit davasında icra takibinin durmasına yönelik verilen tedbir kararı ile ihtiyati haciz kararları nitelikleri itibariyle geçici hukuki koruma kararlarıdır. İki geçici hukuki koruma kararı, aynı konuda karşıt menfaatleri güvence altına almak amacıyla verilmektedir. Zira ihtiyati haciz kararı, takibe konu alacağın varlığının yaklaşık ispatı suretiyle takip alacaklısı lehine; takibin durmasına yönelik tedbir kararı ise takip konusu alacağın bulunmadığının (menfi tespit davasının haklı olduğunun) yaklaşık olarak ispatı üzerine borçlu lehine verilebilmektedir. Bu nedenle menfi tespit davasında takibin durmasına karar verilmesinden sonra ihtiyati haciz talebinin gündeme gelmesi, geçici hukuki koruma kararlarının çatışmasına, mahkemenin kendisinin önceki vermiş olduğu geçici hukuki koruma kararına tam yönde ters bir karar vermesine neden olabilecektir. Zira takibin durmasına yönelik tedbir talebi üzerine incelenen alacak ile ihtiyati haciz talebi üzerine incelenen alacak aynı alacaktır. Bu nedenle bu alacak hakkında bir geçici hukuki koruma kararı verildiğinde, örneğin alacağın yokluğunun yaklaşık ispatı neticesinde takibin durmasına karar verildiğinde, daha sonradan bu alacağın varlığının yaklaşık ispatı şartı ile ihtiyati haciz talebi ileri sürülmesi dikkatle incelenmelidir. Burada olması gereken, durdurma kararı verilirken mahkemenin alacaklının ihtiyati haciz talebini de dikkate almasıdır. Yine bu noktada talebi konusunda haklılığını yaklaşık olarak ispatlamakla kimin yükümlü olduğunun da dikkatle ele alınması gerekir.
Anılan hususlardaki tereddütlerin giderilmesi adına kanaatimizce takibin durdurulmasına yönelik tedbir kararı etkisini, İsviçre İcra ve İflas Kanunu m. 85a’da olduğu gibi, haciz üzerinde değil, satış ve paylaştırma işlemleri üzerinde göstermelidir. Buna göre menfi tespit davasında verilecek tedbir kararı etkisini ancak hacizden sonra gösterecektir. Tedbir kararı verilmesi borçlunun mallarının haczini engellemeyecektir.
c. Üçüncü Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 98/3 şu şekildedir: “İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında, icra takibinin dayanağı olan belgenin sahteliğinin ileri sürülmesi hâlinde mahkeme, teminatlı veya teminatsız olarak icra takibinin durdurulması ve kesin olarak veya ihtiyaten haczedilen malların muhafaza altına alınmaması, muhafaza altına alınan malların iadesi veya satışın durdurulması yahut icra ve iflas dairesinin banka hesabına ödenen paranın alacaklıya verilmemesi hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.”
Anılan düzenlemenin, öğretide uzun süredir tartışılmakta olan, icra takibine konu senedin sahteliği iddiası söz konusu olduğunda İİK m. 72 mi yoksa HMK m. 209/1 mi uygulanacağı konusundaki ihtilafı sona erdirmeyi amaçladığı söylenebilir[10]. Düzenleme uyarınca icra takibine konu senedin sahteliği iddiası söz konusu olduğunda icra takibinin akıbetinin artık mahkeme tarafından verilecek tedbir kararı ile belirlenecektir. Bu suretle gerekçede de ifade edildiği üzere düzenleme, HMK m. 209/1’in icra takiplerinde doğrudan uygulanması imkânını ortadan kaldırmakta ve sahtelik iddialarının, yalnızca dava özelinde, mahkeme kararı ile takibe etkili olabileceği esasını ortaya koymaktadır.
Anılan düzenlemenin dışında, üçüncü fıkrada öne çıkan bir diğer husus, mahkemenin tedbir kararı verirken takdir yetkisinin geniş tutulmuş olmasıdır. Düzenleme uyarınca mahkeme, takibin durdurulması, haczedilen malların muhafaza altına alınmaması, muhafaza altına alınan malların iadesi, satışın durdurulması, paranın alacaklıya ödenmemesi konusunda tedbir kararı verebilecektir.
Öngörülen düzenleme kanaatimizce içerik itibariyle isabetli olmakla birlikte, sahtelik iddiasının etkisinin bu şekilde özel olarak düzenlenmesinin gerekli olup olmadığı tartışmaya açıktır. Öncelikle, düzenlemenin içerik açısından doğru ve yerinde olduğu söylenebilir; hatta söz konusu tedbir seçeneklerinin, her türlü iddiaya dayanan ve icra takibinden önce veya sonra açılan menfi tespit davalarında uygulanabilir olması gerektiği de dile getirilebilir. Sahtelik iddiası halinde mahkemeye tedbir konusunda geniş takdir yetkisi verilerek, iddianın ciddiyetini ve somut olayın özelliklerini dikkate alarak, alacaklı aleyhine, icra takibinde tarafların menfaat dengesini de gözeterek şekilde, tedbir kararı verebilme imkânı tanınması isabetlidir. Bu düzenleme, mahkemeye geniş bir takdir yetkisi tanıyarak, her somut olayın gerektirdiği ölçüde adil ve dengeli bir çözüm sağlanmasına imkân verebilecek niteliktedir. Düzenlemenin mahkemeye geniş takdir yetkisi tanıması, uygulamada öngörülebilirliği azaltacağı ve farklı uygulamaların ortaya çıkabileceği yönünde bir endişe doğurabilir. Ancak, mahkemelerin her somut olaya özel olarak somut olay adaletini sağlayacak şekilde tedbir kararı verebilmesi, kanaatimizce daha isabetli ve adil bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
d. Dördüncü Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 98/4 şu şekildedir: “İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında, icra takibinin dayanağı olan belgenin sahteliğinin ileri sürülmesi dışındaki hâllerde mahkeme;
a) Alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat karşılığında, icra ve iflas dairesinin banka hesabına ödenen paranın alacaklıya verilmemesine,
b) Alacağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat karşılığında, haczedilen malların muhafaza altına alınmaması, muhafaza altına alınan malların iadesi veya satışın durdurulması tedbirlerine, talep üzerine karar verebilir.”
Dördüncü fıkrada icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında takibe yönelik verilebilecek tedbir kararları düzenlenmiştir. Fıkranın (a) bendi kapsamında öngörülen, icra dairesine ödenen paranın alacaklıya ödenmemesi yönündeki tedbir türü, mevcut düzenleme ile paralellik göstermektedir. Ancak Taslakta, söz konusu tedbirin uygulanabilmesi için öngörülen asgari teminat miktarı yüzde on beşten yirmiye yükseltilmiştir.
Fıkranın (b) bendi kapsamında öngörülen tedbir türleri ve tedbir şartları ise yenidir. Düzenleme uyarınca borçlunun yüzden kırktan aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında haczedilen malların muhafaza altına alınmaması, muhafaza altına alınan malların iadesi veya satışın durdurulması tedbirlerine karar verilebilecektir.
Söz konusu düzenlemede dikkat çeken hususlardan biri, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında takibe yönelik tedbir kararı verilebilmesi borçlunun mutlak suretle teminat göstermesine bağlı tutulmasıdır. Taslak uyarınca icra takibinden önce açılan veya sahtelik iddiasına dayanan menfi tespit davasında mahkemenin teminatsız olarak tedbir kararı vermesi mümkün iken, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında teminatsız olarak takibe yönelik tedbir kararı verilemeyecektir. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında takibe yönelik tedbir kararı verilebilmesi için teminat şartı aranması, icra takibinden sonra açılan davanın takibi sürünceme bırakmak için açıldığı yönündeki görüşlerin bir yansıması olarak da değerlendirilebilir[11].
Söz konusu düzenlemede dikkat çeken hususlardan bir diğeri de icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında artık (mahkemenin takdirinde olmak ve) haciz aşamasından itibaren etki göstermek üzere takibin durmasına yönelik tedbir kararı verilebilecek olmasıdır. Bilindiği üzere İİK m. 72/3 uyarınca icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında icra takibinin durdurulmasına yönelik tedbir kararı verilememektedir. Taslakta öngörülen düzenleme ile bu tedbir yasağının da yumuşatıldığı söylenebilir. Yine dördüncü fıkra uyarınca mahkemenin takdirine bağlı olmak üzere haczedilen malın muhafaza altına alınmamasına ve muhafaza tedbirinin kaldırılmasına yönelik tedbir kararı verilebilecektir.
Taslak madde 98/4’te öngörülen düzenleme genel itibari ile yerinde olmakla birlikte, tedbir kararı verilebilmesi için öngörülen yüzde kırk oranındaki teminatın, bazı durumlarda borçlular açısından karşılanmasının zor olabileceği söylenmelidir. Bu yönü ile düzenleme öngörülen oranın yüksekliği, bent kapsamında tedbire başvurulmasını kısıtlayabilecek nitelikte olabilir. Özellikle menfi tespit davasının haklılığının açık olduğu ancak henüz hüküm aşamasına gelinmediği durumlarda, borçlunun takibin durdurulabilmesi için yüksek bir teminat sağlamasının aranması isabetli olmadığı söylenebilir. Bu nedenle, yukarıda ikinci fıkra kapsamında yaptığımız değerlendirmelerde belirttiğimiz üzere, takibin durdurulması konusunda teminatın alınıp alınmayacağına ve bunun oranına mahkemenin karar vermesinin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz.
e. Beşinci Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 98/5 şu şekildedir: “Mahkeme, menfi tespit davasının icra takibinden önce veya sonra açıldığına bakmaksızın, borçlunun alacağın tamamını karşılayan banka teminat mektubu göstermesi veya alacağın tamamını icra ve iflas dairesinin banka hesabına ödemesi ve ayrıca alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere teminat göstermesi karşılığında icra takibinin durdurulması ve yapılmış olan hacizlerin kaldırılması hakkında ihtiyati tedbir kararı verir.”
Taslak m. 98/5 hükmü, her ne kadar yeni bir düzenleme olarak kaleme alınmış olsa da aslında uygulamada mevcut olan durumu kanuni zemine oturtmaktadır. Mevcut düzenleme çerçevesinde icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında icra takibinin durdurulmasına karar verilememektedir. Bunula birlikte uygulamada borçlunun mallarının haczinin ve satışının engellenmesi amacıyla icra dosyasındaki borcun tamamının icra veznesine yatırılması ve buna ek olarak hâkimin belirleyeceği teminatın gösterilmesi suretiyle icra takibinin durdurulmasının talep edildiği ve buna karar verildiği görülmektedir. Esasen bu durum, kaynağını uygulamada bulmuş olsa da yapısı itibariyle İİK m. 72/3’e uygun bir durumdur. Zira icra dosyasındaki borcun tamamının icra veznesine ödenmesi halinde takibin paraların paylaştırılması haricindeki diğer takip aşamalarına artık ihtiyaç kalmaz[12]. Dolayısıyla bu noktada takibin durdurulmasına yönelik verilecek tedbir kararı, doğal olarak icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi şeklinde etki göstermektedir.
Taslakta öngörülen düzenleme, uygulamada tartışmalı olan hususlardan biri olan, alacağın tamamını karşılayacak tutarın nakit olarak değil de teminat mektubu olarak gösterilmesi halinde de icra takibinin durdurulmasının mümkün olup olmadığına ilişkin tereddütleri ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu bakımdan düzenleme kanaatimizce isabetli olup, uygulamada yaşanabilecek tereddütleri engelleyecek mahiyettedir.
II. Madde 99’un Değerlendirilmesi
a. Birinci Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 99/1 şu şekildedir: “Menfi tespit davası, alacaklı lehine sonuçlanırsa ihtiyati tedbir kararı kalkar; şu kadar ki davanın reddi hakkındaki karara karşı kanun yoluna başvuran borçlu, icra ve iflas dairesinden 55 inci maddeye göre mühlet isteyebilir. Buna dair hükmün kesinleşmesi hâlinde alacaklı, ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını, gösterilmiş olması hâlinde teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar, talep üzerine, aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar için ödenecek tazminat, alacağın yüzde yirmisinden, 98 inci maddenin üçüncü fıkrasındaki hâllerde ise yüzde kırkından aşağı tayin edilemez.”
Söz konusu düzenlemenin karşılığı olan İİK m. 72/4 ise şu şekildedir: “Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez.”
Taslak metin madde 99/1’de menfi tespit davasının alacaklı lehine sonuçlanması diğer bir ifade ile davanın reddi halinde, ret kararının tedbir kararı üzerinde etkisi düzenlenmiştir. Düzenlemedeki yenilik fıkrasının ikinci cümlesindedir. Bilindiği üzere mevcut İİK uygulamasında menfi tespit davasının reddi kararı üzerine tedbir kararı kendiliğinden kalkmakta, takibe devam edilmekte, ret kararına karşı kanun yoluna başvurulması halinde İİK m. 36 anlamında icranın geri bırakılması kararı verilememektedir. Bununla birlikte Taslak metinde öngörülen düzenleme ile "borçlu, icra ve iflas dairesinden 55 inci maddeye göre mühlet isteyebilir” ve bu suretle tedbir kararının etkisi kanun yolu incelemesi sonuna kadar sürdürülebilir.
Menfi tespit davasının reddi kararı ile tedbirin kalkması esasen ihtiyati tedbirin şartları çerçevesinde değerlendirildiğinde isabetlidir. Zira borçlu lehine ihtiyati tedbire karar verilebilmesi, borçlunun iddiasını yaklaşık ispat derecesinde ortaya koymasına bağlıdır. Borçlunun bu koşulu sağladığı kabul edilerek tedbir kararı verildikten sonra, ilk derece mahkemesince borçlunun haksız olduğu tam ispatla ortaya konulmuş ve davanın reddine karar verilmişse, tedbirin de kendiliğinden sona ermesi ret kararının doğal ve zorunlu bir sonucudur. Bu nedenle, mevcut düzenlemede olduğu gibi menfi tespit davasının reddi ile birlikte tedbirin kalkması ve alacaklının takibe devam edebilmesi hukuken beklenen ve yerinde bir durumdur.
Taslak metin bakımından yenilik getiren husus menfi tespit davasının reddi kararına karşı kanun yoluna başvurulması halinde icranın durdurulmasının talep edilebilecek olmasıdır. Taslak metinde öngörülen düzenlemeden anladığımız şudur: Menfi tespit davasında verilen tedbir kararının kalkması üzerine alacaklının takibe devam etmesi halinde, borçlu karara karşı kanun yoluna başvurduğunda icra dairesinden mühlet talep edebilecek; ardından icra mahkemesine müracaatla teminat göstermek suretiyle takibin durdurulmasına karar verilmesini isteyebilecektir. Bu durumda, borçlunun talebi üzerine gösterilen teminat karşılığında icra takibi, karar kesinleşinceye kadar duracaktır.
Düzenleme çerçevesinde akla gelen ilk soru, borçlunun m. 98/son uyarınca alacağın tamamını ve yüzde yirmisini kapsar şekilde teminat yatırmış olması halinde, ret kararına karşı kanun yoluna başvurulması durumunda takibin ertelenmesi için ayrıca m. 55’e başvurmasının gerekip gerekmediğidir. Bu soruya kanunda açık bir cevap verilmemiştir. Kanaatimizce, ret kararını veren hâkimin, tedbirin akıbetini yeniden değerlendirmesi ve borçlunun alacağın tamamı ile yüzde yirmilik teminatı yatırmış olması karşısında, karar kesinleşinceye kadar takibin durmasına yönelik tedbirin devamına karar verebilmesine imkân tanınması isabetli olabilir.
İİK m. 55 çerçevesinde icranın ertelenmesi talebi, temyiz kanun yoluna başvuru aşamasında ileri sürülebilecek bir taleptir. Düzenleme uyarınca ilk derece mahkemesi kararları doğrudan icra edilemeyecek, kararın aynı zamanda bölge adliye mahkemesi tarafından da hukuka uygun bulunması gerekecektir. Bununla birlikte, Taslak m. 99’da ifade edilen kanun yolunun istinaf mı yoksa temyiz mi olduğu tam olarak açık olmamakla birlikte, kanaatimizce düzenleme ile istinaf kanun yolunun da kastedildiği anlaşılmaktadır. Ne var ki menfi tespit davasının reddi kararının icra takibine etkisi konusunda bu şekilde bir düzenlemeye ihtiyaç duyulup duyulmadığı ve düzenlemenin isabeti üzerinde durulabilir. Takip alacaklısının alacağının varlığı menfi tespit davasının reddi kararı ile tespit edildikten sonra (her ne kadar menfi tespit davasının reddi kararında alacağın varlığı hüküm fıkrasına geçirilmese de mahkemenin bu kararı aynı zamanda alacağın varlığını tespit eden bir hükümdür), bu alacağın icrası anlamına gelen takibin devamına ilişkin rejim ile ilama bağlı bir alacağın icrasına ilişkin rejim arasında farklılık öngörülmesinin gerekliliği tartışmaya açık görünmektedir.
Taslak m. 99/2’de, menfi tespit davasının reddi halinde alacaklı lehine hükmedilecek tazminatın şartları bakımından bir değişiklik öngörülmemiş; yalnızca tazminatın asgari oranı, borçlunun borçlu olmadığı iddiasının dayanağına göre farklılaştırılmıştır. Buna göre, menfi tespit davasının sahtelik iddiasına dayanması ve takibe yönelik tedbir kararı verilmesi halinde, borçlu aleyhine en az yüzde 40 oranında tazminata hükmedilecektir. Sahtelik iddiası dışındaki durumlarda ise bu oran en az yüzde 20 olacaktır.
Bununla birlikte, m. 98/4-b çerçevesinde yüzde 40 oranında teminat alınarak tedbir kararı verilmesi mümkün iken, aynı durumda tazminat miktarının asgari yüzde 20 olarak öngörülmesi bir tutarsızlık olarak değerlendirilebilir. Zira borçludan yüzde 40 oranında teminat alınmasının temel gerekçesi, verilecek tedbirin icra takibinden sonra söz konusu olması ve alacaklı aleyhine m. 98/4-a’ya nazaran daha ağır sonuçlar doğurabilmesidir. Bu durumda, öngörülen tazminat miktarının da en az yüzde 40 olması daha isabetli görünmektedir.
b. İkinci Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 99/2 şu şekildedir: “Menfi tespit davası borçlu lehine sonuçlanırsa takip derhâl durur. İlamın kesinleşmesi üzerine ayrıca hükme gerek kalmaksızın icra kısmen veya tamamen eski hâle iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talep üzerine, borçlunun dava sebebiyle uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Bu zarar için ödenecek tazminat, alacağın yüzde yirmisinden, 98 inci maddenin üçüncü fıkrasındaki hâllerde ise yüzde kırkından aşağı tayin edilemez.”
Söz konusu düzenlemenin karşılığı olan İİK m. 72/5 ise şu şekildedir: “Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz.”
Her iki düzenleme karşılaştırıldığında, Taslak metinde esaslı bir değişiklik öngörülmediği, yalnızca tazminat oranlarında farklılık getirildiği anlaşılmaktadır. Bunun dışında, menfi tespit davasının borçlu lehine sonuçlanmasının icra takibine etkisi ile tazminata hükmedilme koşulları mevcut düzenlemeyle aynı şekilde korunmuştur.
Bununla birlikte, Taslak m. 99/1’de öngörülen yüzde 40’lık tazminat oranının kapsamına, Taslak m. 98/4-b’de düzenlenen hâlin de dâhil edilmesi isabetli olacaktır. Zira borçlu, takibin durması için yüzde 40 oranında teminat yatırmak zorunda bırakılmış, buna rağmen davanın sonucunda alacaklının haksızlığı ortaya çıkmışsa, alacaklının sorumlu tutulacağı tazminat miktarının da aynı oranda belirlenmesi alacaklı ve borçlu arasındaki eşitlik açısında isabetli olacağı söylenebilir.
c. Üçüncü Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 99/3 şu şekildedir: "Borçlu, menfi tespit davası kapsamındatedbir kararı almamış ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir". Söz konusu düzenleme, içerik itibariyle mevcut İİK m. 72/4 aynıdır.
d. Dördüncü Fıkranın Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 99/3 şu şekildedir: “Bu maddede öngörülen teminat ve tazminatların tespitinde borçlu olunmadığı iddia edilen asıl alacak miktarı esas alınır.”
Düzenleme, uygulamada tazminatın hangi miktar üzerinden hükmedileceği konusuna açıklık getirme amacını taşımaktadır. Mevcut İİK m. 72’de davanın reddi halinde alacaklı lehine tazminatın hangi tutar üzerinden hesaplanacağına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle uygulamada kimi kararlarda, alacaklı lehine tazminatın borçlunun menfi tespit davasında haksız çıktığı miktar üzerinden belirlendiği görülmektedir.
Öte yandan, İİK m. 72/5’te davanın kabulü halinde borçlu lehine tazminatın “haksızlığı anlaşılan takip konusu alacak” üzerinden hesaplanacağı düzenlenmiştir. Takip konusu alacak ise icra takibinin başlatıldığı tarihte mevcut olan anapara ve faizden oluşmaktadır. Bu çerçevede mevcut uygulamada, takip çıkışı itibarıyla oluşan alacak kalemi esas alınarak tazminat hesaplanmaktadır.
Yeni düzenleme ise bu belirsizliği gidermeyi amaçlamakta ve gerekçede açıklandığı üzere “asıl alacak” kavramı borçlar hukukundaki teknik anlamıyla yalnızca anapara borcunu ifade etmektedir. Anaparaya eklenen faiz gibi fer’î alacaklar kapsam dışında bırakılmıştır. Böylelikle tazminatın belirlenmesinde yalnızca borcun anapara kısmı dikkate alınacak; takipten sonra veya dava açıldıktan sonra hüküm tarihine kadar işleyecek faiz ile icra dosyası kapak hesabı tazminatın tespitinde esas alınmayacaktır.
Bununla birlikte, bu düzenleme sonucunda dava konusunun değeri, icra takibinin değeri ve tazminatın esas alınacağı değer arasında farklılıklar ortaya çıkabileceği gözden kaçırılmamalıdır.
III. Madde 101’in Değerlendirilmesi
Taslak metin m. 101 şu şekildedir:
“(1) Takipten önce açılan menfi tespit davalarında yetkili mahkeme Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre belirlenir.
(2) İstirdat davaları ile takipten sonra açılan menfi tespit davalarında takibi yapan icra ve iflas dairesinin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir.”
Madde, menfi tespit ve istirdat davalarında yetkili mahkemeyi düzenlemektedir. Mevcut İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinin son fıkrasından farklı olarak, taslak metinde takipten önce açılan menfi tespit davalarına ilişkin yetki kuralına açıkça yer verilmiştir. Ancak, bu durum yeni bir düzenleme niteliği taşımamaktadır; zira takipten önce açılan menfi tespit davaları bakımından yetki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun genel hükümleri çerçevesinde belirlenmektedir.
IV. Sonuç ve Düzenleme Önerisi
Menfi tespit davasının dava sebebi, borçlunun borçlu olmadığı iddiasını dayandırdığı vakıalardır. Borçlu, menfi tespit davasını borcun mevcut olmadığına veya sona erdiğine ilişkin teknik anlamda itirazlara dayanarak açabileceği gibi, borcun bulunmadığından ziyade, takip konusu borcu ödemekle yükümlü olmadığını ileri sürerek de açabilir. Örneğin, borçlu zamanaşımı def’ine dayanarak, borcun varlığı kabul edilse dahi, artık ödemek zorunda olmadığını tespit ettirmek isteyebilir. Bu durumda borçlu, kendisine borcun ifasından geçici veya sürekli olarak kaçınma imkânı tanıyan def’i haklarına dayanarak da İİK m. 72 anlamında menfi tespit davası açabilir. Benzer şekilde, borcun ödenmesine ilişkin olarak borçluya bir mühlet tanınmışsa ve borçlu bu iddiasını icra takibi sırasında ileri sürememiş ya da ispat edememişse, söz konusu iddiasını bir dava konusu yapabilmelidir. Bu durumda dava sebebi, borcun ertelendiği olgusuna dayanacağından, dava olumlu tespit davası niteliğinde görünmekle birlikte, mahiyeti itibarıyla takip tarihi itibarıyla ödenmesi gereken bir borcun bulunmadığının tespiti anlamına gelir.
Mevcut İİK m. 72 hükmü, icra takiplerinde alacaklı ile borçlu menfaatlerinin dengelenmesi bakımından yeterli bir koruma mekanizması sağlamamaktadır. Taslak düzenleme ile bu menfaat dengesinin daha adil bir biçimde gözetilmesinin amaçlandığı görülmektedir. Bununla birlikte, kanaatimizce özellikle menfi tespit davasının icra takibinden önce veya sonra açılmasına göre takibe etkisinin farklılaştırılması, sistematik bütünlük açısından isabetli olmadığı söylenebilir.
Bu ayrım nedeniyle gerçekten borçlu olmayan kişiler yeterli hukuki korumadan yoksun kalmaktadır. Zira bu kişiler, ya mallarının haczi ve satışı riskine katlanmakta ya da Kanun’da öngörülen yüksek oranlı teminatları yatırmak zorunda kalmaktadır. Menfi tespit davasının kabul edilmesi ve borçlu lehine tazminata hükmedilmesi, bu süreçte maruz kalınan fiilî zararları telafi etmeye bazı hallerde elverişli olmayabilir. Ayrıca, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında —davacının haklılığı açıkça ortada olmasına rağmen— mevcut İİK sisteminde takibin durdurulmasına karar verilememesi veya Taslak’ta öngörüldüğü üzere bu durdurmanın %40 oranında teminat yatırılması şartına bağlanması, etkili hukuki koruma ilkesine aykırı olduğu söylenebilir.
Bu nedenlerle, menfi tespit davasının icra takibine etkisi, İsviçre hukukunda öngörülen SchKG m. 85a hükmünde olduğu gibi, davanın haklılığı esas alınarak belirlenmelidir. Böylelikle, hem borçlunun temelsiz bir takibe karşı korunması hem de alacaklının kötü niyetli davranışlara karşı güvence altına alınması bakımından daha adil bir denge kurulmuş olacaktır.
Mevcut sistemde ve Taslakta öngörüldüğü üzere, icra takibinden önce açılan menfi tespit davasında takibin teminat karşılığında derhal durdurulabilmesi, bazı hâllerde alacaklı bakımından sakıncalar doğurabilir. Özellikle borçlunun tedbir kararından sonra mallarını kaçırması mümkündür. Bu sebeple, menfi tespit davasının takipten önce veya sonra açıldığına bakılmaksızın, takibe yönelik tedbir kararlarının borçlunun mallarının haczini engellememesi gerektiği kanaatindeyiz. Bununla birlikte, borçlunun işletme faaliyetiyle doğrudan ilgili mallar üzerinde veya ekonomik durumunu ağır biçimde etkileyebilecek nitelikteki mallar üzerinde muhafaza tedbiri uygulanıp uygulanmayacağı hususunda mahkeme, taraf menfaatlerini gözeterek karar vermelidir.
Takip konusu senedin sahteliği iddiasına dayalı olarak açılan dava da İİK m. 72 kapsamında menfi tespit davası niteliğindedir. Bu davanın icra takibine etkisi HMK m. 209/1’e göre değil, İİK m. 72’ye göre değerlendirilmelidir. Bununla birlikte söz konusu iddianın takibe etkisinin diğer dava sebeplerinden ayrı olarak düzenlenmesini gerektiren özel bir durum kanaatimizce mevcut değildir. Sahtelik iddiası ile açılan menfi tespit davasında da takibin durdurulmasına yönelik tedbir kararı verilip verilmeyeceği hususunda hâkime takdir yetkisi tanınmalıdır.
İhtiyati haciz kararından sonra açılan menfi tespit davasında veya menfi tespit davasında verilen tedbir kararından sonra ihtiyati haciz talep edilmesi hâlinde, usul hukukuna ilişkin çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Zira ihtiyati haciz talebinde hâkim alacağın varlığına, takibin durması yönündeki tedbir talebinde ise alacağın mevcut olmadığına ilişkin yaklaşık ispat düzeyinde ikna olursa, her iki talebe de olumlu yaklaşabilir. Bu durumda aynı hususun farklı mahkemelerce çelişkili şekilde değerlendirilmesi söz konusu olur. İhtiyati haciz kararından sonra açılan menfi tespit davasında, ihtiyati haczin uygulanmasını durduracak nitelikte bir tedbir kararı verilmesi de kanunda öngörülmeyen şekilde ihtiyati haczin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Kanaatimizce bu tür durumlarda, ihtiyati haciz kararının amacına uygun olarak, haciz yapılmasını engelleyecek şekilde bir tedbir kararı verilmemelidir. Şayet tedbir kararı verilecekse, bu karar yalnızca satış yapılmaması veya paraların paylaştırılmaması yönünde olmalıdır. Zira ihtiyati haczin amacı, borçlunun malvarlığını kaçırmasının önlenmesidir ve bu amacın başka bir mahkeme kararıyla etkisiz kılınması kabul edilemez.
Taslakta menfi tespit davası bakımından icra tazminatlarının korunmasına yönelik yaklaşım isabetlidir. Zira söz konusu tazminatlar, icra hukukunda taraflar arasındaki menfaat dengesinin sağlanmasına hizmet eden önemli bir araçtır. Bu tazminatların muhafazası, yalnızca takip yollarının değil, aynı zamanda takipte borçluya tanınan savunma imkânlarının da kötüye kullanılmasını önleyen önleyici ve caydırıcı bir güvence işlevi görmektedir. Böylelikle, alacaklının kötü niyetli takiplerinden borçlu korunurken, borçlunun da icra sürecini sürüncemede bırakacak şekilde kötü niyetli davranışlarda bulunmasının önüne geçilmiş olur. Bununla birlikte, icra tazminatına hükmedilmesinin koşullarının alacaklı ve borçlu bakımından eşit şekilde düzenlenmesi de isabetli olabilir.
Menfi tespit davasının tahkim yoluyla görülmesi hâlinde, hakemlerin takibin durdurulmasına yönelik tedbir kararı verebileceği ve bu kararın takibin yapıldığı yer icra mahkemesinden uygulanmasının istenebileceği yönünde açık bir yasal düzenleme yapılması da yerinde olacaktır. Zira uygulamada az da olsa bu yönde ihtiyaçlar ortaya çıkabilmektedir. Öte yandan, menfi tespit davası açılmadan önce arabuluculuğa başvurunun zorunlu olduğu hâllerde, takibe ilişkin tedbir kararına ihtiyaç duyulması hâlinde, görevli ve yetkili mahkemeden tedbir kararı talep edilebileceğini açıkça düzenleyen bir hüküm de gereklidir.
Bilindiği üzere, takip itiraz üzerine durmuşsa, menfi tespit davasının reddine ilişkin karar tek başına takibe devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Alacaklının bu karara dayanarak itirazın iptali davası açması gerekir. Menfi tespit davası görülmekte iken alacaklının ayrıca itirazın iptali davası açma menfaati, menfi tespit davasında yalnızca tespit hükmü alınabilmesi; oysa itirazın iptali davasında infaza elverişli bir hüküm elde edilebilmesidir. Ancak takip konusu alacağı konu alan bir dava genel mahkemelerde görülmekte ise, aynı konuda ikinci bir dava açılması usul ekonomisine aykırıdır. Bu nedenle, itiraz üzerine duran takibin devamı için menfi tespit davasının reddine ilişkin kararın yeterli olacağı yönünde bir düzenleme yapılması isabetli olur.
Madde: Menfi Tespit Davası
(1) Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığının, takip konusu borcu ödemek zorunda olmadığının veya takip konusu borcun ertelendiğinin tespiti için dava açabilir.
(2) Menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine hüküm verilinceye kadar geçerli olmak üzere, uygun bir teminat karşılığında icra takibinin durdurulmasına karar verebilir. Borçlunun teminat gösteremeyecek durumda olması halinde açtığı davanın başarı ihtimalinin yüksek olması halinde teminat alınmadan da tedbir kararı verilebilir.
(3) İcra takibinin durmasına yönelik verilen tedbir kararı borçlunun mallarının haczine engel değildir. Haczedilen mallar üzerinde muhafaza tedbiri uygulanıp uygulanmayacağına mahkeme karar verir. Mahkeme, gerekli görmesi halinde 2. fıkra kapsamında sadece icra veznesine giren paranın alacaklıya ödenmemesine de karar verebilir.
(4) Menfi tespit davasının hakemde görülmesi halinde takibin durmasına yönelik tedbir kararı hakemden talep edilir. Verilen tedbir kararının icrası, takibin bulunduğu yer icra mahkemesinden talep edilir.
(5) Menfi tespit davası açılmadan önce arabuluculuğa başvurunun zorunlu olması halinde takibe yönelik tedbir kararı, dava bakımından görevli ve yetkili mahkemeden talep edilir. Bu halde son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren 2 hafta içinde davanın açılmaması halinde tedbir kendiliğinden kalkar.
Madde: Menfi Tespit Davasının Sonuçları
(1) Menfi tespit davasının alacaklı lehine karara bağlanması halinde ihtiyati tedbir kararı kendiliğinden kalkar ve kararın kesinleşmesi beklenilmeksizin takibe devam edilir. Menfi tespit davası görülmekte iken takibin itiraz üzerine durması hâlinde, davanın reddine karar verilmesi durumunda, ilamın içeriğine göre alacaklının talebi üzerine icra takibine devam edilir. Menfi tespit davasında tedbir kararı verilmiş ve uygulanmışsa, talep üzerine alacaklı lehine reddedilen miktarın yüzde 20’si oranın icra tazminatına hükmedilir.
(2) Menfi tespit davasının borçlu lehine hükme bağlanması halinde icra takibi derhal durur. Menfi tespit davasının kabulüne ilişkin ilamın kesinleşmesi üzerine içeriğine göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız olduğunun anlaşılması halinde haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere borçlu lehine talep üzerine icra tazminatına hükmedilir.
(3) Menfi tespit davası görülmekte iken borç ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.
Dipnotlar
UYAR, Talih, İcra Hukukunda Olumsuz Tesbit ve Geri Alma Davaları, İzmir 1993, s. 26. Uyar’a göre “alacaklının icra takibi yapamaması yönünde tedbir kararı verilememesi, İİK m. 72/2’nin anlamını yitirmesine neden olabilir. Şöyle ki, menfi tespit davasının açılmasından sonra alacaklı elindeki senede dayalı olarak ihtiyati haciz kararı alabilmekte ve bu karar ile borçlunun malları üzerinde ihtiyati haciz koydurabilmektedir. Borçlunun malları üzerinde haciz gerçekleştikten sonra başlatılan takibin durdurulmasına karar verilmiş olmasının bir anlamı kalmamaktadır.” ↩︎
Bu konudaki ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Büyükay, Ferhat, Menfi Tespit Davası (İİK m. 72), Ankara 2024, s. 335 vd. ↩︎
19. HD., E. 2018/2472 K. 2020/1304 T. 2.7.2020, “davada davacı lehine davalının davacıya karşı dava konusu mektup nedeniyle takip yapmasının İİK.'nın 72. maddesi gereğince engellenmesi söz konusu olmadığından istinaf mahkemesince davacı aleyhine İİK.'nın 72/4. maddesi gereğince tazminata hükmedilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.” ↩︎
Ankara BAM, 21. HD., E. 2021/670 K. 2021/648 T. 28.4.2021, “İhtiyati tedbirin şartları HMK 389 ve devamı maddelerinde belirtilmiştir. Menfi tespit davasının icra takibine etkisi ise İİK 72. Maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Normlar hiyerarşisi kuralına göre özel nitelikli hükmün öncelikle uygulanması gerekecektir. Bu nedenle icra takibinden önce açılan işbu menfi tespit davasında davacı vekilinin bononun icra takibine konu edilmemesi (var ise takibin durdurulması) isteminin İİK 72/2. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Dava konusu bononun 14/09/2017 tarihli düzenleme, 31.12.2020 ödeme tarihli, 1.875.000 USD bedelli, keşidecisi davacı ...davalı ... olduğu, işbu menfi tespit davasının açıldığı 23/11/2020 tarihinde henüz takibe konulmadığı görülmüştür. Somut olayda; dava konusu bononun taraflar arasında imzalanan 14/09/2017 tarihli ... Sözleşmesinde belirtilen 1.208.315 adet payın satış bedeli olarak davacı tarafından düzenlenip davalıya teslim edildiği ve sözleşmenin 4.3. maddesinde davalının taahhüde konu payların bedeli olan 1.875.000,00 USD'yi ödemeyi, aynı zamanda dava dışı HVK şirketinin kiracısı olan ve hissedarı olduğu... Tic. A.Ş.'nin taşınmazın ödeme vadesinden önce tahliye etmemesi halinde talep etmeyeceğini, bilahare tahliye etse bile hiç bir hak ve talepte bulunmayacağını kabul, beyan ve taahhüt ettiği düzenlenmiştir. Dosya kapsamından söz konusu kiralananın dava konusu senedin vade tarihi olan 31/12/2020 tarihinden önce tahliye edilmediği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, davadan önce başlatılmış icra takibi başlatılmadığı ve dava tarihindeki durum ve koşullar dikkate alındığında davaya konu bononun davalı tarafından icra takibine konu edilmemesi ve bononun protesto işlemine konu edilmemesi için geçici hukuki koruma şartlarının oluştuğu, ihtiyati tedbir talep eden tarafın sunduğu delilerin yaklaşık ispata elverişli olduğu anlaşılmakla ilk derece mahkemesince ihtiyati tedbir kararı verilmesinde ve davalı vekilinin ihtiyati tedbire itirazının reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.” ↩︎
Bazı durumlarda teminat alınmadan da tedbir kararı verilebilmesinin hakkaniyete uygun olacağına yönelik değerlendirmelerimiz için bknz. Menfi Tespit Davası, s. 342 vd. ↩︎
Teminat miktarının belirlenmesinde hâkimin takdir yetkisine yönelik değerlendirmeler için bkz. YILMAZ, Ejder, İcra ve İflas Kanunumuz Yine Değişti, ABD S. 1, 1989, s. 113; OKUR, Mustafa, Adli Teminat, Ankara 2011, s. 389. ↩︎
İstanbul BAM, 16. HD., E. 2020/2233 K. 2021/163 T. 28.1.2021. ↩︎
Teminatı iadesi için menfi tespit davasının kabulünün yeterli olup olmadığı veya bunun kesinleşmesinin gerekli olup olmadığı belirtilebilir. ↩︎
Teminatın nemalandırılabileceğine yönelik bkz. İstanbul BAM, 44. HD., E. 2021/1527 K. 2021/1576 T. 16.12.2021. İcra dosyasına yatırılan ihale bedelinin nemalandırılmasına ilişkin İİK'nın 134/5 hükmü dışında başka konularda yatırılan teminatın nemalandırılamayacağını, eğer nemalandırılmışsa bu paranın hazineye ait olacağına yönelik bkz. 12. HD., E. 2016/9057 K. 2016/12280 T. 26.4.2016. ↩︎
Söz konusu tartışmalar için bkz. Menfi Tespit Davası, s. 385 vd. ↩︎
Bu konuda bkz. Menfi Tespit Davası, s. 373. ↩︎
Söz konusu uygulamanın İİK m. 72/3’e aykırı olduğu konusunda bkz. UYAR, s. 33. İstanbul BAM, 40. HD., E. 2021/1102 K. 2021/1109 T. 8.7.2021, “İİK 72/3. maddesinde, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında takibin durdurulamayacağı hüküm altına alınmış ise de, aynı maddede %15'den aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabili icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesi yönünde ihtiyati tedbir kararı verilebileceği düzenlendiği gibi, uygulamada, %115 teminat mukabili tedbiren takibin durdurulmasına karar verilebileceği de kabul edilmektedir. Zira, %15 teminat mukabili icra veznesine giren paranın tedbiren ödenmemesine karar verilmesinden sonra kesinleşen takip konusu alacağın tamamının icra veznesine yatırılması halinde takibin kendiliğinden durması sonucu hasıl olmaktadır. Bu nedenle uygulamada, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davalarında dahi %115 teminat mukabili takibin durdurulmasına kanunen bir engel olmadığı kabul edilmektedir. Bu durumda, davacı tarafın göstereceği %115(kesinleşmiş takip konusu asıl alacak ve varsa işlemiş faiz toplamı ile bu tutarın %15'inden oluşan) teminat mukabili icra takibinin durdurulmasına; çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince bu miktar teminatın yatırılmaması halinde %15 teminat mukabili icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesi yönünde tedbir kararı verilmesi gerekirken…” ↩︎