Haksız Fiillerde Müteselsil Sorumluluk Halinde Bireysel Savunma Sebeplerinin İleri Sürülmesine İlişkin Tartışmanın Düşündürdükleri

Yürürlüğe girişinin yedinci yılını dolduran 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile birden çok kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermesi, bir diğer ifadeyle haksız fiillerde müteselsil sorumluluk haline ilişkin önemli değişiklikler yapılmıştır. Önceki Borçlar Kanunu döneminde (öğretide tam teselsül olarak adlandırılan) aynı zarara birlikte sebep olma hâli ile (eksik teselsül olarak adlandırılan) aynı zarardan farklı sebeplerle sorumlu olma hâli TBK m.61 hükmü altında ele alınarak aynı esaslara tabi tutulmuş ve bu ayrıma son verilmiştir. Bir diğer önemli gelişme ise, yasalaştırılmasından vazgeçilen ancak Tasarı’da yer alarak[1] bugün dahi gündem oluşturmaya devam eden, dış ilişkide bireysel savunma sebeplerinin ileri sürülebilmesine olanak tanıyan farklılaştırılmış teselsül esasının benimsenmiş olmasıdır.

Bilindiği gibi, bir kişinin haksız fiil neticesinde vermiş olduğu zarara ilişkin tazmin yükümlülüğünün kapsamı belirlenirken son kertede TBK m.51 ve TBK m.52 hükümleri rol oynamaktadır. Söz konusu hükümler uyarınca, kişinin kusurunun derecesi, ekonomik durumu gibi sebepler tazminattan indirim sebebi olarak etkili olabilir. İşte bu nitelikteki savunma sebeplerinin aynı zarardan birden çok kişinin sorumluluğunun bulunduğu hallerde sorumlulardan biri tarafından münferiden ileri sürülmesinin mümkün olup olmadığı son derece tartışmalıdır. Bu tartışmanın bir tarafını, haksız fiil sorumluluğunda bireysel savunma sebeplerinin dış ilişkide ileri sürülebilmesine olanak tanımanın zarar görenin korunmasını azaltacağı görüşü oluşturmaktadır[2]. Bu görüşe göre, tazminattan indirim sebepleri ancak sorumlular arasındaki rücu ilişkisi bakımından dikkate alınmalıdır. Bir başka görüş, eksik teselsül olarak adlandırılan, aynı zarardan farklı sebeplerle sorumluluğun söz konusu olduğu haller bakımından bireysel savunma sebeplerinin dikkate alınması kabul edilebilir bulur[3]. Buna karşın, her nasıl olursa olsun, bireysel savunma sebeplerinin dış ilişkide ileri sürülebilmesini olanaklı kılmanın, müteselsil sorumluluk esasının -deyim yerindeyse- altının oyularak etkisiz kalması sonucunu doğuracağı yönünde ciddi itirazlarla karşılandığını ifade etmek gerekir.

Bununla birlikte, yasa koyucunun hükmün kanunlaşmasını engelleyerek konuya ilişkin menfi yönde bir irade sergilediği açıksa da[4], öğretide bireysel savunma sebeplerinin dış ilişkide ileri sürülebilmesinin mümkün olduğu görüşünün savunulmaya devam edildiği görülmektedir[5]. Bu görüş taraftarları, bir kimsenin, sırf başkalarıyla birlikte sorumlu olması nedeniyle TBK m.51-52 hükümlerinden yararlanamıyor olmasını hakkaniyete uygun bulmamaktadırlar. Örneğin, haksız fiilden tek başına sorumlu olan bir kimsenin, kusurunun hafifliğini ileri sürerek tazminatta indirim imkânından yararlanması mümkün iken; tesadüflere bağlı olarak birden fazla kişi ile birlikte sorumlu tutulması halinde, kusurunun hafifliğini ileri sürmesine izin verilmeden tazminatın tamamını ödemek durumunda bırakılması ve kendi rücu hakkını diğer sorumlulardan elde etmesi riskini taşımasının ne derece doğru bir yaklaşım olduğu tartışılmaya değer bulunmaktadır. Özellikle hafif kusur ile kusursuzluk arasındaki sınırın her zaman kolayca tespit edilemeyebileceği düşünüldüğünde[6], kusurunun varlığı dahi tartışmalı bir kimsenin bir anda tazminatın tamamını üstlenmek durumunda bırakılmasının ne kadar rahatsız edici olduğu ortadadır.

Elbette farklılaştırılmış teselsül esasının benimsenmesi, zarar görenin korumasını nispeten zayıflatmaktadır. Zira bireysel savunma sebeplerinin zarar görene karşı ileri sürülebileceği kabul edildiği takdirde, zarar görenin dilediği sorumludan tazminatın tamamını talep edebilmesi imkânı sınırlandırılmış olur. Bu noktada, müteselsil sorumluluk esası ile zarar görene ne kapsamda bir koruma sağlanmak istendiği sorusu önem kazanmaktadır. Müteselsil sorumlulukla amaçlananın, aynı zarara birden çok kişinin sebep olması halinde zarar görenin bunlardan dilediğine başvurabilmesi hakkından ibaret olduğunu savunmak da pek tabii mümkündür. Üstelik bu yöndeki algının öğretide güçlenmekte olduğunu da belirtmek gerekir. Gerek Türk Borçlar Kanunu düzenlemesinin olumsuz yöndeki çözümüne karşın aksi yönde çözüme ulaşmaya yönelik öğretideki ısrarlı yorumlar, gerek müteselsil sorumluluğun sınırlandırılmasına ilişkin karşılaştırmalı hukuk verileri müteselsil sorumluluğun anlamı ve işlevi bağlamında bir paradigma değişimine işaret etmektedir. Bireysel savunma sebeplerinin ileri sürülmesine “en azından” eksik teselsül hâllerinde kapı aralayan düşüncenin de ötesinde, mesele, teselsülün nasıl ortaya çıktığından bağımsız olarak bizzat müteselsil sorumluluk yapısına yönelik eleştirel bir yaklaşımla ele alınmaktadır.

Bu bakımdan sonuç olarak şunu ifade etmek mümkündür: Farklılaştırılmış teselsül veya daha geniş bir bağlamda ifade etmek gerekirse müteselsil sorumluluğun sınırlandırılması ve işlevi meselesi hukukçular nezdinde hâlen güncel bir problematiktir. Kanunlaşmamış olsa bile, konunun Tasarı’da gündeme gelmesinin dahi tartışmaları söndürmek yerine alevlendirdiğini belirtmek yanlış olmasa gerekir. Elbette müteselsil sorumluluğun zarar görene ne kapsamda bir koruma sağlayacağını tayin etmek nihayetinde bir hukuk politikası tercihi olacaktır. Bu nedenle konunun sorumluluk hukukunun güncel gelişimi bağlamında daha geniş bir perspektifle ele alınarak bir tutum sergilenmesinin elzem olduğu kanaatindeyim.


  1. Türk Borçlar Kanunu Tasarısı m.60/f.II: “Müteselsil sorumluluk, bu kişilerden her biri için, tek başına sorumlu olsalardı yükümlü tutulacakları tazminat miktarıyla sınırlıdır.” ↩︎

  2. Roland Brehm, Berner Kommentar, 1988, Art. 50, N. 43; Hans Merz, Schweizerisches Privatrecht, 1984, s. 107; Hans Jakop Zellweger, Haftungsbeschränkung und Solidarhaftung im Verantwortlichkeitsrecht der AG, 1972, s. 50 vd. ↩︎

  3. M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, N. 852 ve 866; Halûk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku, s. 382; Turgut Akıntürk, Müteselsil Borçluluk, 1971, s. 125 vd.; Halûk Nami Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, N. 126.6 ve 126.11; Mehmet Helvacı, Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyesinin Hukuki Sorumluluğunun Müteselsil Olmasının Anlamı ve İsviçre Borçlar Kanunu 759. Maddesi ile Getirilen Müteselsil Sorumluluğun Anlamının Tanıtılması, Prof. Dr. Hayri Domaniç’e 80. Yaş Günü Armağanı, I. Cilt, 2001, s. 232. ↩︎

  4. Hükmün Adalet Komisyonu tarafından kaldırılma gerekçesi şu şekilde ifade edilmiştir: “Tasarının 60 ıncı maddesinin son fıkrası, zincirleme sorumluluğun hukuki yapısına ilk bakışta aykırı görüldüğü ve uygulamada sorun doğurmaya elverişli bulunduğu için madde metninden çıkarılmış ve teselsül nedeniyle 61 inci madde olarak kabul edilmiştir.” ↩︎

  5. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s. 846; Çiğdem Kırca, “6098 Sayılı Borçlar Kanunu ile Müteselsil Sorumluluk Konusunda Getirilen Yenilikler” Yeni Türk Borçlar Kanunu ve Yeni Türk Ticaret Kanunu Sempozyumu (Makaleler-Tebliğler), Ed: Çiğdem Kırca, 2013, s. 23-58, s. 38 vd.; Kadir Berk Kapancı, İstanbul Şerhi Türk Borçlar Kanunu, TBK m. 61-62, N. 21-22. Önceki Borçlar Kanunu döneminde yayınlanmış olmakla birlikte bu görüşte bkz. Selâhattin S. Tekinay, “Haksız Fiillerde Müteselsil Sorumluluğun Kapsamı”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler I. Sempozyumu, 1980, s. 210; Karl Oftinger/ Emil W. Stark, Schweizerisches Haftpflichtrecht, 1995, § 10, N. 33; Peter Gauch / Walter R. Schluep / Jörg Schmid / Heiz Rey, Schweizerisches Obligationenrecht, 2003, N. 3941; Pierre Widmer / Pierre Wessner, Revision und Vereinheitlichung des Haftpflichtrechts, Erläuternder Bericht, 1999, s. 168. ↩︎

  6. Tekinay, s. 213. ↩︎