Lexpera Blog

Dezavantajlı Grupların Salgın Hastalıklarla Mücadelesi: Mülteciler ve Sığınmacılar Özelinde Hukuki Bir Değerlendirme


"Virüs sebebiyle değil, bizi kapatıp yalnız başımıza ölmeye bırakacaklar."[1]

(Filistin Mülteci Kampında Yaşayan 65 yaşındaki Bir Sığınmacı)


Özet

Bilindiği üzere bugünlerde dünya, ilk olarak Çin’de ortaya çıkan ve sonrasında küresel bir hal alan salgın hastalık ile karşı karşıyadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11.03.2020 itibariyle Koronavirüs kaynaklı Covid-19 hastalığı pandemi olarak ilan edilmiştir.[2] İlandan sonra dünya genelinde bu hastalığa karşı ulusal ve uluslararası önlemlerin alınması için çalışmalar başlatılmıştır. Alınacak önlemler kapsamında toplumların dezavantajlı grupları içerisinde yer alan mülteciler ve sığınmacıların durumu ayrı bir önemi haizdir. Zira onlar yaşanan tüm sorunlarda olduğu gibi salgın hastalıklarda da en zayıf ve korumasız kesimi temsil etmektedirler. Çağımız koronavirüsünün küresel bir hal almasından önce Yunanistan sınırında bekleyen binlerce sığınmacının yaşamla mücadelesine tanık olurken; şimdilerde bu mücadele haberlerin satır aralarında geçiştirilmektedir. Çalışmamız ile amaçlanan mülteci ve sığınmacıların bu satır aralarında kalmış mücadelesine dikkat çekmek ve insan onuru ile bağdaşır hukuksal ve toplumsal önlemlerin ivedilikle mülteci ve sığınmacılar için de alınmasını gündeme getirmektir.

Giriş

Devletlerin kendi vatandaşlarını koruma noktasındaki kararlılığını aynı şekilde yabancılara ve özellikle vatansızlara, mültecilere ve sığınmacılara karşı görmek çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bunun tarihsel, ekonomik, siyasi, sosyolojik pek çok nedeni bulunmaktaysa da çalışmamızın sınırlı olması bu nedenleri açıklamamıza engeldir. Lakin şunu açıkça söyleyebiliriz ki, bugün neredeyse bütün toplumlarda bu kişiler toplumsal refah için tehdit olarak algılanmakta ve paylaşımın, dayanışmanın dışında tutulmaktadır. Tüm bu olumsuz tabloya rağmen, bu kişiler yaşam sahasında yer edinmeye çalışmaktadırlar. Onların yaşam mücadelesinin hukuk aracılığıyla korunması ise, hukukun yüklendiği misyonun dışa vurumudur. Hukuktan beklenen toplumun en savunmasız bireylerine karşı kayıtsız kalmaması, haklarının temininde aracı olması ve en önemlisi somut yaptırımlarla bu kişilerin haklarını güvence altına almasıdır. Özellikle olağanüstü afet veya salgın hastalık durumlarında temel insan haklarından bile yararlanamayacak duruma gelen ve insani ihtiyaçları göz ardı edilen dezavantajlı gruplar, hukukun koruyucu şemsiyesini aramaktadırlar.

Mülteci ve sığınmacıların hukuken korunması için uluslararası sözleşmeler hazırlanmış ve Sözleşme’ye taraf devletlerden Sözleşme’deki yükümlülüklere uymaları istenmiştir. Temel insan hakları sözleşmelerinin mülteci ve sığınmacı durumundaki bireyler için de geçerliliği devam etmekle beraber; öncelikli olarak bu bireylerin özel durumunu ele alan uluslararası sözleşmeler referans alınmaktadır. 1951 tarihli Mültecilerin Durumuna Dair Sözleşme (Cenevre Sözleşmesi) ve onun eki olan 1967 Protokolü, mültecilerin ve sığınma arayışındaki bireylerin haklarının korunması için devletleri sorumluluk almaya davet eden referans metinlerin başında yer almaktadır. Bunun yanında taraf devletler kendi iç hukuk sistemlerinde de özel yasal düzenlemeler ile mültecilerin ve sığınmacıların durumunu gözeten kuralları hüküm altına almaktadırlar. Türkiye için bakıldığında bu kuralların Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve Geçici Koruma Yönetmeliği ile düzenlendiğini söyleyebiliriz.

Ulusal ve uluslararası düzenlemelerin, mülteci ve sığınmacıları ne ölçüde koruduğu tartışmaya açık ise de biz çalışmamız ile hayatın durma noktasına geldiği ve riskin gittikçe büyüdüğü bu salgın zamanlarında mültecilerin ve sığınmacıların sağlık ve yaşam haklarının taşıdığı hassasiyeti hukuki belgeler ışığında vurgulamayı düşünmekteyiz.

1. Mülteci ve Sığınmacı Kimdir?

Her gün haklarında çıkan haberlerle günlük yaşantımıza dâhil olan ya da haberlere bile çık(a)mayan ama sessizce zor koşullarda yaşama veya ölüme terkedilen mülteciler ve sığınmacılar, çeşitli disiplinlerde farklı şekillerde tanımlanmıştır. Mültecileri ve sığınmacıları, savaşların ya da despotizmlerin canavarlığından veya açlık ve beklentisiz bir varoluştan kaçan kapımızdaki yabancılar olarak tanımlayan Bauman[3], aslında yapılacak tüm hukuksal tanımların realitesini gözler önüne sermektedir. Lakin çalışmanın hukuki bir değerlendirme olması, Uluslararası Göç Hukuku Literatürü’nün kavramsal tanımlamalarına bakmayı gerektirmektedir. Bugün büyük ölçüde 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin; “Irkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden, ilgili ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişi” şeklinde ifade ettiği mülteci tanımı esas alınmaktadır. (1967 Protokolü ile değişik Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi, 1A(2) Maddesi) Diğer bölgesel düzenlemelerde[4] kapsamı daha da geniş tutulan mültecilik statüsü, doğrudan kazanılmayan taraf devletlerin egemenlik yetkisine tabi bir statüdür. Peki, bu statüyü henüz kazanmayan bireylerin durumu ne olacaktır? Bu kişiler için genellikle sığınmacı kavramı kullanılmaktadır ve kavram göç terimleri sözlüğünde “Zulüm veya ciddi zarardan korunmak amacıyla, kendi ülkesi dışında bir ülkede güvenlik arayışında olan ve ilgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde mültecilik statüsüne ilişkin yaptığı başvurunun sonucunu bekleyen kişiler[5] şeklinde tanımlanmaktadır. Tanımdan da açıkça anlaşıldığı üzere sığınmacı olma hali, geçici bir konuma tekabül etmektedir. Nitekim mülteci olma başvurusu reddedilen milyonlarca kişinin akıbeti gözler önündedir. Sınır dışı edilme korkusunu yaşayan bu kişiler, tamamen devletlerin vicdanına terkedilmektedir. Devletler başvuruları reddedilen sığınmacıları göçmen statüsünde kabul edebildiği gibi, sınır dışı da edebilmektedir. Devletleri bu konuda bağlayan hukuksal bir belgenin olmaması, farklı ülkesel uygulamalara ve sorunlara yol açmaktadır. Kanaatimizce burada insan hakları perspektifinden hareket edilmeli ve sığınmacıların bu hakların öznesi konumunda olduğu bilinci yerleşmelidir.

2. Sınır Dışı Edilmemenin Güvencesi: Geri Gönderme Yasağı

Uluslararası insan hakları hukukunun temel bir ilkesi olan geri gönderme yasağı (non refoulement), aynı zamanda mülteci ve sığınmacılar için hayati derecede önem arz eden temel bir güvencedir. Birçok uluslarüstü ve bölgesel belgede ifadesini bulan geri gönderme yasağı[6], Cenevre Sözleşmesi’nin 33(1). maddesindeHiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir.” denilerek düzenlenmiştir. Madde hükmünde her ne kadar kişi bakımından sadece mültecilerden bahsedilmekteyse de, geri gönderme veya iade yasağının henüz mülteci statüsüne kavuşmayan, kitlesel olarak taraf devletlerin sınırına gelen herkes için geçerli olduğu genel kabuldür.

Koronavirüs gibi dünyanın genelinde etkisini çok ağır hissettiren salgın hastalıklar bakımından geri gönderme yasağının önemi ise aşikârdır. Zira yasağın temel amacı, hiç kimsenin yaşamının tehlikede olacağı bir yere gönderilmemesini güvencelemektir. Düzenlemelerin bu kadar açık olduğu ve salgın hastalıkların öldürücü gücünü gördüğümüz bu günlerde mültecilerin ve sığınmacıların; salgın hastalıkların görüldüğü yerlere sınır dışı edilmesi, sınırlardan geri çevrilmesi ya da örtülü veya açıkça iade edilmesi gibi tüm uygulamaların geri gönderme yasağının ihlali anlamına geleceğinde kuşku bulunmamaktadır.

3. Mülteci ve Sığınmacıların Yaşama Hakkı Bağlamında Salgın Hastalıklara Karşı Korunması

Kendilerine özel durumlarından dolayı mülteci veya sığınmacı statüsünün tanındığı bireyler için en temel hak yaşam hakkıdır. İnsan hakları için varlık şartı[7] olan yaşama hakkı, tüm insanların hiçbir statüye bağlı olmaksızın sadece insan olmalarından dolayı sahip oldukları hakların başında yer almaktadır. Yaşama hakkı, diğer pek çok hak gibi bir insan hakkı olarak tanınmış ve koruma altına alınmıştır. Devletler hem bu hakka gelecek bütün müdahaleleri önlemekle (pozitif yükümlülük) hem de öldürme yasağına uymakla (negatif yükümlülük) yükümlüdürler.

Herkes için geçerli olan yaşama hakkından mülteci ve sığınmacıların yoksun bırakılması düşünülenemez. Nitekim ülkelerin kendi yasal düzenlemelerinden ayrı olarak yaşama hakkı, uluslararası sözleşmeler yoluyla herkes için korunur hale gelmiş bir haktır.[8] Devletler bu sözleşmeler gereği vatandaş olsun ya da olmasın mülteci veya sığınmacı statüsünde bulunan bireylerin yaşama hakkını koruma yükümlülüğü ile yükümlüdürler.

Devletlerin yaşamı koruma yükümlülüğü, yaşama yönelmiş risk ve tehlike durumlarında da devam etmektedir. Bu çerçevede koronavirüsün yol açtığı Covid-19 hastalığı değerlendirildiğinde, yaşamı tehdit eden risk ve tehlike boyutu çok açıktır. Hastalığın risk ve tehlike boyutu, sığınmacı ve mülteci durumunda olan kişiler için ise daha vahimdir. Büyük bir kısmı mülteci kamplarında toplu şekilde yaşayan, bir kısmı da geri gönderme merkezlerinde tutulan mülteci ve sığınmacılar, salgına karşı daha kırılgan ve korumasızdırlar. Kampların fiziki koşullarının yetersiz oluşu; hijyen, temiz suya erişim ve sosyal mesafe gibi salgının yayılmasını engelleyen kuralların tatbikini zorlaştırmaktadır.[9] Yeni yaşam arayışı ile ülkelerinden kaçan ve kötü ve zor koşullarda hayatını idame ettirmeye çalışan milyonlarca kişi, salgın nedeniyle yeniden hayat mücadelesi vermektedir. Doğrudan doğruya covid-19 salgın hastalığının tehdidi altında yaşayan mülteci ve sığınmacıların durumu, bugün devletler tarafından görülebilecek kadar ortadadır. Hal böyle iken tehlikenin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmaması, yaşama hakkının ihlali olabileceği gibi işkence ve kötü muamele yasağının da ihlali olmaya müsait bir sorundur.[10]

4. Mülteci ve Sığınmacıların Sağlık Hakkı

Dünya Sağlık Örgütü tarafından sadece hastalık ve sakatlık halinin yokluğu değil; bedensel, ruhsal ve sosyal yönden de tam bir iyilik hali[11] olarak tanımlanan sağlık, insanın hayatını sürdürebilmesi için gerekli ve zorunludur. Sağlığın talep edilmesi olarak ortaya çıkan hak ise sağlık hakkı olarak adlandırılmaktadır. Yaşama hakkının tamamlayıcısı olarak da kabul edilen sağlık hakkı, bünyesinde birçok çekirdek hakkı barındırmaktadır. Gerek barındırdığı bu haklar bakımından gerekse de yaşama hakkının tamamlayıcısı olması bakımından sağlık hakkı, herkesin sahip olduğu bir haktır.[12]

Sağlık hakkının herkes gibi, çeşitli nedenlerle göç etmiş mülteci ve sığınmacılar için de en temel insan hakkı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sağlık hakkı yaşama hakkı gibi mülteci ve sığınmacılar için hassasiyetle üzerinde durulmasını gerektirmektedir. Bu gereklilik ise mültecilerin ve sığınmacıların, fiziksel ve ruhsal yönden daha savunmasız olmalarından kaynaklanmaktadır. Ülkelerinden açlık, şiddet, yetersiz beslenme, savaş, doğal afet gibi nedenlerle kaçmak zorunda kalan bu kişilerin sağlık sorunlarından vareste olması hiç mümkün değildir.

Sağlık hakkının tüm bireyler için garanti altına alınması, devletlerin Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12. Maddesinde sayılan tedbirleri yerine getirmesine bağlıdır. Madde hükmüne göre devletler; doğum oranlarının ve çocuk ölümlerinin azaltılması ve çocuğun sağlıklı gelişimi için gerekli tüm önlemleri almaya, çevresel ve endüstriyel sağlığın iyileştirilmesiyle; salgın hastalıklar, meslek hastalıkları ve diğer bütün hastalıkların önlenmesi, tedavisi ve denetlenmesiyle ve hastalık halinde herkese tıbbi hizmet ve bakım sağlayacak şartların hazırlanmasıyla yükümlüdürler.[13] İnsan hakları anlayışı gereği, maddede sayılan tedbirlerin taraf devletlerin sınırlarında bulunan mülteciler ve sığınmacılar için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Cenevre Sözleşmesi’nin çalışma ve sosyal sigorta içerikli 24. maddesinde de taraf devletlerin mültecilere vatandaşlara yapılan muamelenin aynısını yapmakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.

Mülteci ve sığınmacılar için sağlık hakkı; sağlık hizmetlerinden yararlanmayı, hastalık halinde tıbbi hizmet ve bakımlara ulaşmayı ve çalışmamızın çıkış noktası açısından bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı korunmayı içermektedir. Mülteci ve sığınmacıların yaşadıkları yerler düşünüldüğünde, sağlık hakkının bu içeriğe sahip olması pek tabidir. Kendilerine ait evleri olmayan ve bu sebeple kamplarda yaşamak zorunda kalan mülteci ve sığınmacıların sayısı bugün yadsınmayacak boyutlara ulaşmıştır.[14] Her yaştan mülteci ve sığınmacının bir arada yaşadığı kamplar bulaşıcı ve salgın hastalıkların hızlıca yayılabildiği ortamlardır. Ne yazık ki bugün yapılan açıklamalarda dünyanın mücadele ettiği covid-19 salgın hastalığının mülteci kamplarında da yayıldığı dile getirilmektedir. Sosyal izolasyonun mümkün olmadığı kamplarda hareketliliğin durdurulmasının imkânsız olması, salgın hastalıkların etkisinin de yıkıcı olması sonucunu doğuracaktır. Düşüncesi bile oldukça ürkütücü olan bu sonuçların doğmaması ve salgın hastalıktan kaynaklı kitlesel bir ölüm faciasının yaşanmaması için her birey gibi mülteci ve sığınmacıların da hiçbir ayrım ve istisna gözetilmeksizin bulundukları devletlerin tüm sağlık hizmetlerinden yararlanmasının önü açılmalıdır. Bunun yanında gelişmemiş ya da daha az gelişmiş ülkelerde bulunan mülteci ve sığınmacıların salgın hastalıklar karşısında daha dezavantajlı (yetersiz sağlık malzemesi, sınırlı sağlık personeli ve ekipman) olduğu gözetilerek; bu kişiler için sağlık hakkı bağlamında uluslararası işbirliği de yapılmalıdır.

5. Türkiye’nin Hukuk Mevzuatı Sığınmacı ve Mültecileri Salgın Hastalıklara Karşı Koruyor Mu?

1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’ni ve onun eki olan 1967 Protokolünü coğrafi çekince koyarak onaylayan Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’nde sayılan sebeplerle Avrupa ülkelerinden gelen kişileri mülteci, Avrupa ülkeleri dışından gelenleri şartlı mülteci statüsünde kabul etmektedir. Sığınmacı kavramını mevzuatında düzenlemeyen Türkiye onun yerine; mülteci ve şartlı mülteci olma şartlarını sağlamayan kişiler için ikincil koruma, kitlesel olarak sınırlarına gelen kişiler için ise geçici koruma statüsü tanımaktadır. (2013 tarihli Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 61, 62 ve 63 maddeler ile 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği 1. Madde) Türk Hukuk Mevzuatında sığınmacılara ilişkin farklı statülerin benimsenmiş olmasının haklardan yararlanma konusunda bir değişiklik yapıp yapmadığını akıllara getirebilir. Öncelikle belirtmek gerekir ki Türk Anayasası’nda herkese tanınan haklardan mülteciler, şartlı mülteciler, ikincil ve geçici koruma statüsündekiler de yararlanacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakları covid-19 hastalığı gibi salgın hastalıklar sebebiyle tehlike altında olan mülteciler, şartlı mülteciler, ikincil ve geçici koruma statüsündekiler, devletten bu hakkın gerektirdiği koruma yükümlülüğünü yerine getirmesini isteyebilmelidir. Yine benzer şekilde Anayasa’nın 56. Maddesinde düzenlenen sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının gereği olarak bu kişiler, yaşadıkları kamp ortamının salgın hastalıklardan korunmaya elverişli hale getirilmesini, koordineli ve denetime açık bir sağlık sisteminin kurulmasını ve en nihayetinde sağlık hizmetlerinden yararlanmak için genel sağlık sigortası uygulamalarının hayata geçirilmesini talep edebilmelidir.

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Anayasa’nın 56. Maddesi gereğince, Türkiye’deki mültecilere, şartlı mültecilere ve ikincil koruma statüsündekilere dair genel sağlık hakkı düzenlemesine yer vermiştir. Kanun’un 59/1(a) maddesinde geri gönderme merkezlerinde yabancı tarafından bedeli karşılanamayan acil ve temel sağlık hizmetlerinin ücretsiz verileceği düzenlenirken; yardım ve hizmetlere erişim başlıklı 89. Maddede herhangi bir sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayan uluslararası koruma başvuru ve statü sahiplerinin yalnızca bir yıl süre ile genel sağlık sigortasından yararlanacakları düzenlenmiştir.[15] Madde sadece özel ihtiyaç sahibi olarak değerlendirilen kişilerin genel sağlık sigortasının devam edeceğini, bir yılı tamamlananların sigortalarının kapatılacağını hüküm altına almıştır. 2019 itibariyle bu yönde bir kısıtlamayı getiren Kanun, açıkça mültecilerin ve diğer statü sahiplerinin sağlık hakkına erişimini engellemektedir. Hâlihazırdaki dezavantajlı konumlarını daha da ağırlaştıran bu erişim engeli, koronavirüs gibi tehlikesi çok açık olan salgın hastalıklarla mücadelede milyonlarca kişiyi savunmasız bırakmaktadır. Salgın hastalığa yakalanan mülteci veya sığınmacının gerekli sağlık hizmetlerine ulaşamaması ya da geç ulaşması, hem kendisi için hem de toplumun diğer bireyleri için ciddi risk teşkil etmektedir.

Kitlesel olarak Türkiye’ye gelen ve kendilerine geçici koruma statüsü verilen kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanması, Geçici Koruma Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 27. maddesi, sağlık hizmetlerinin geçici barınma merkezlerinin içinde ve dışında Sağlık Bakanlığının kontrolü ve sorumluluğunda yapılacağını veya yaptırılacağını, buralarda sağlık merkezlerinin kurulabileceğini, kurulması halinde yeterli sağlık personelinin bulundurulacağını, bulaşıcı hastalık riskine karşı gerekli tarama ve aşıların yapılarak her türlü önlem ve tedbirin alınacağını, ikinci ve üçüncü basamakta sunulan sağlık hizmetleri de dâhil olmak üzere, sağlık hizmeti bedellerinin; Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından genel sağlık sigortalıları için belirlenmiş olan sağlık uygulama tebliğindeki bedeli geçemeyeceğini belirtmiştir. Geçici korunanların acil ve zorunlu haller dışında, özel sağlık kuruluşlarına doğrudan başvuramayacağı da aynı maddede belirtilen başka bir husustur.[16] Kanaatimizce, ölümcül salgın hastalıkların baş gösterdiği zamanlarda bu hükümler geçici korunanlar lehine yorumlanmalı ve gerektiğinde hem özel hem de kamuya ait sağlık kuruluşlarında geçici koruma statüsündekilerin tedavileri bedel alınmaksızın sağlanmalıdır.

Sonuç Yerine

Küreselleşen dünyamız, insanlığın zor bir sınavdan geçtiği günleri yaşamaktadır. Hayatın bütün yönlerini aksatan koronavirüs kaynaklı Covid-19 hastalığı bir salgın haline gelmiş ve binlerce insanın ölümüne yol açmıştır. Bugün itibariyle etkisini artırarak devam ettiren salgın; gelişmiş, gelişmemiş bütün ülkelerin geniş çerçevede önlemler almasını zorunlu kılmaktadır. Toplumun her kesiminin ihtiyaç duyduğu bu önlemlere, dezavantajlı gruplar olarak mülteci ve sığınmacıların da ziyadesiyle ihtiyacı vardır. Olağan zamanlarda varlıkları çoğu zaman görmezden gelinen ya da anlık olarak hissedilen mülteci ve sığınmacılar; afet, salgın hastalık gibi olağanüstü zamanlarda daha çok unutulmakta ve toplumun gözden çıkarılan ilk bireyleri olmaktadırlar. Bugün bazı ülkelerin mülteci ve sığınmacılara yönelik katı politikalarını, salgın zamanlarında da devam ettirdiklerine şahit olmaktayız. Popülist, ötekileştiren, ayıran, dışlayan söylemlerin etkisi altında şekillenen bu politikalar, salgın hastalıklardan mülteci ve sığınmacıların sorumlu tutulmasına kadar varan bir tutumu doğurmaktadır. İnsan hakları temelli bir koruma anlayışı ile bağdaşmayan böylesi bir tutumun, sorunları çözmediği tam aksine derinleştirdiği yaşanan acı tecrübeler ile kanıtlanmıştır. Acı tecrübelerin bir daha yaşanmaması için yapılacak ilk şey, karşı karşıya kalınan salgın hastalığın herkes için tehlike arz ettiğinin kabul edilmesidir. Bu kabulün ardından atılacak ikinci adım ise alınacak tüm önlemlerin herkes için alınmasıdır. Uluslararası işbirliğine dayanan çok kapsamlı bir sağlık hizmeti ağının kurulması ve hizmet ağında mülteci ve sığınmacılar gibi dezavantajlı grupların da koşullarının iyileştirilmesi hedeflenmelidir. Sürecin yürütümünde hiçbir kesimin hakları göz ardı edilmemeli, tam aksine dezavantajlı gruplar lehine hakların içeriği genişletilmelidir. Salgını önleyici bütün tedbirlerin her kesime ulaştırılması için gerekli yapısal koşullar ivedilikle hazırlanmalıdır. Yunanistan, ABD gibi ülkeler mülteci ve sığınmacılara yönelik duvarlı ve dikenli telli politikalarından bir an önce vazgeçmeli ve Portekiz gibi ülkesindeki mültecilere ve sığınmacılara, salgın boyunca yararlanmaları için “geçici vatandaşlık hakkı” veren ülkeler örnek alınmalıdır.


Dipnotlar


  1. https://t24.com.tr/haber/koronavirus, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  2. https://covid19.who.int/, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  3. Bauman, Zygmunt, Kapımızdaki Yabancılar, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2019, s. 14. ↩︎

  4. Afrika Birliği Örgütü Mülteci Sözleşmesi, Afrika’daki bağımsızlık savaşlarında yaşanan deneyimlerin sonucu olarak iç savaşın nüfusun tamamı üzerinde doğurduğu etkiler nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan kişileri mülteci kapsamına alarak koruma alanını genişletmektedir. Cartagena Deklarasyonu da yaşamları, güvenlikleri ya da özgürlükleri genel şiddet, yabancı baskısı, iç çatışma, insan haklarının ağır ihlali ya da kamu düzenini ciddi şekilde sarsan diğer durumlar yüzünden tehdit altında olması nedeniyle ülkelerinden kaçan kişileri mülteci kapsamına alarak daha geniş bir tanımlama yapmaktadır. ↩︎

  5. https://publications.iom.int/system/files/pdf/iml31_turkish_2ndedition.pdf, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  6. Geri gönderme, İşkenceye veya Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı BM Sözleşmesi'nde (madde 3), 1949 Cenevre Sözleşmesi'nde (madde 45/4), BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nde (madde 7), Kaybolmaya Karşı Herkesin Korunması Hakkında Bildiri'de (madde 8), Kanun Dışı, Keyfi ve Yargısız İnfazların Etkili Bir Şekilde Önlenmesi ve Soruşturulması Hakkında Prensipler'de (ilke 5) açıkça veya yoruma bağlı olarak yasaklanmıştır. Ayrıca Bunun dışında etkili bölgesel insan hakları sözleşmeleri olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (madde 3), Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi (madde 22), ABÖ Mülteci Sözleşmesi (madde 2) geri gönderme yasağını açık bir şekilde olmasa bile getirdiği düzenlemelerin içeriği itibariyle tanımaktadır. http://www.madde14.org/index.php?title=Geri_Göndermeme_İlkesi, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  7. Erdoğan, Mustafa, İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku, Hukuk Yayınları, 7. Baskı, Ankara 2019, s. 180. ↩︎

  8. Yaşama Hakkı, 1948 tarihli BM Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’nde (madde 3), Avrupa İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde (madde 2), Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde (madde 6), Amerikalılararası İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (madde 4), Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’nda (madde 4), Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nda (madde 2) tanınmış ve koruma altına alınmıştır. ↩︎

  9. Mülteci ve sığınmacıların kötü kamp koşullarında koronavirüsü ile karşı karşıya olduğu gerçeği yerel ve uluslararası basında ara ara gündeme gelmektedir. Bu haberlerde yapılan röportajlarda, dünyayı kasıp kavuran salgın bir hastalığın kamp içine nüfus etmediğinin gerçeği yansıtmadığı ifade edilmektedir. Bu haberlerin ayrıntısı için bkz: https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/corona-viruse-karsi-dunyanin-en-savunmasiz-toplumu-multeciler,A5nK9TIfF0S-NaIlxxXojg/JVEGVVXJIkW6KNZftfW_bQ, https://www.amerikaninsesi.com/a/salgının-zayıf-halkası-mülteciler/5337974.html, https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/corona-virus-yunanistandaki-multeci-kamplarinda-yayiliyor,04n4vr11uE6u9QPoMn73sA/bTXvQVNcnkKqePW875-s6A, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  10. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, halk sağlığı uygulamaları bağlamında devlet yetkililerinin eylem ve ihmallerinin yaşam hakkının korunmasında sorumluluk doğurabileceğini kabul etmektedir. Bunun yanında Mahkeme, devletlerin gözetimi altında bulunan kişilerin sağlıklarından dolayı da sorumluluklarının devam ettiğini dışlamamaktadır. Bu çerçevede Mahkeme, özellikle mülteci ve sığınmacıların kalabalık, hijyenden yoksun, bulaşıcı hastalıkların yayılmasına açık; kabul, barınma ve geri gönderme merkezlerinde tutulmasını İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin İşkence ve Kötü Muamele yasağı başlıklı 3. Maddesine aykırı kabul etmiştir. Türkiye aleyhine verilen bazı kararlar için bkz: Yaroshonen/, Asalya/ ve Ramiz Aliev/ Türkiye kararları. ↩︎

  11. https://www.who.int/governance/eb/en/, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  12. Sağlık hakkının herkesin sahip olduğu bir hak olduğu; İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 25. maddesinde, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesinde ve Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına İlişkin 102 Sayılı Sözleşme’nin 7. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Türkiye’de sağlık hakkının dayanağı ise Anayasa’nın 56. maddesidir. ↩︎

  13. Erdoğan, Mustafa, İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku, s. 287. ↩︎

  14. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2018 Küresel Eğilimler Raporuna göre Dünyada 25.9 Milyon kişi mülteci, 3.5 milyon kişi de sığınmacı konumundadır. 3.7 Milyon kişi ile mültecilere ev sahipliği yapmada Türkiye ilk sırada yer almaktadır. Rapora göre Türkiye’ özellikle Suriye’deki savaştan kaçan sığınmacılar çoğunluktadır. Hatta kamplarda ve barınma merkezlerindeki Suriyeli sığınmacıların sayısı, pek çok ülkenin nüfusunu geçmektedir. Raporun ayrıntısı için bkz: https://www.unhcr.org/globaltrends2018/, Erişim Tarihi: 16.04.2020. Yine Göç İdaresi, 19 Mart 2020 tarihi itibarıyla geçici barınma merkezlerinde kalan sadece Suriyelilerin sayısının 63 bin 948 kişi olduğunu açıklamıştır. https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  15. https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6458.pdf, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

  16. https://www.lexpera.com.tr/mevzuat/yonetmelikler/gecici-koruma-yonetmeligi-2014-6883, Erişim Tarihi: 16.04.2020. ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku/Genel Kamu Hukuku A.B.D.