Lexpera Blog

Yeni İcra ve İflâs (Cebrî İcra) Kanunu Taslağı’nda Deniz Cebrî İcra (m. 465-509) Hükümlerine Bakış

“Bir Kanundan Diğerine Taşıma Yaparken Ortaya Çıkan Hasarın Tespiti ve İhbarı”

I. Giriş ve Ön Açıklama

1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununu (İİK) yürürlükten kaldırmak ve bu alanda yeni bir kanun kabul etmek amacıyla hazırlanan, yeni ismiyle “Cebrî İcra Kanunu” Taslağı (CİKT) görüşe sunulmuştur. Taslak, farklı açılardan, özellikle genel düzenlemesi çerçevesinde ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Ancak Taslağın özel takip yollarına ilişkin hükümlerinin değerlendirilmesi çok az yapılmıştır. Oysa Taslak’ta mevcut 2004 sayılı İİK içinde yer almayan, bağımsız ayrı kanunda (abonelik sözleşmelerine ilişkin takip) veya bir maddî hukuka ilişkin kanun içinde (Türk Ticaret Kanunu [TTK] deniz icra hükümleri) düzenlenen takip hükümlerine yer verilmiştir. Biz bu çalışmada çok özel ve teknik niteliği, aynı zamanda uluslararası boyutu bulunan, maddî hukukla doğrudan bağlantı içindeki deniz icra hükümlerinin CİKT’deki düzenlemesini ele alıp inceleyeceğiz.

Taslağın geneli hakkındaki değerlendirmeler için, özellikle bu makalenin de yazarlarından Özekes’in konuyla ilgili daha önce yayınlanmış olan seri yazılarına bakılabilir[1].

Bu çalışmada şüphesiz tüm hükümlerin tek tek ayrıntılı olarak ele alınması mümkün değildir. Bu şekildeki incelememizi ayrı ve daha kapsamlı bir çalışmada yapacağız. Ancak burada CİK Taslağı’nda deniz cebrî icra hükümlerinin (CİKT m. 465-509) genel çerçevesini ele alarak değerlendireceğiz. Bu kapsamda, mevcut TTK’daki düzenlemeden bu aşamada ayrı bir düzenleme yapmanın yerindeliği yanında, aktarma yapılırken ortaya çıkan sorunlara da dikkat çekmeye çalışacağız.

İncelememizde görüleceği üzere Taslak’taki bütünlüklü yaklaşmama, ifadelerdeki sorunlar, bir yerde düzenleme yaparken diğer yerlerdeki doğuracağı sakıncaları gözardı etme, sistematik çelişkiler, kanun yapma tekniğini zorlayan yaklaşımlar burada da kendini göstermektedir. Bu konuda bir sorun da yapılan düzenlemenin maddî hukuk alanında da farklı sakıncaları ve çelişkili uygulamaları beraberinde getirme riskidir.

Burada Taslağın Genel Gerekçesi’ndeki yaklaşımla, yapılan bu düzenlemenin ortaya çıkardığı çelişkiye de dikkat çekmek gerekir. Taslak Genel Gerekçesi’nin III nolu başlığı altında “Bu kapsamda ilamsız icra usulündeki kambiyo senetlerine dayalı takip hakkındaki hükümler ile banka alacaklarının tahsili hakkındaki özel hükümler de, genel bir düzenleme niteliğinde olan Taslağa alınmamıştır.” şeklinde bir ifadeye yer vermektedir. Bu ifadeden hareket edildiğinde Taslağın genel bir düzenleme içerdiği, özel takip yollarını dışarda bıraktığı sonucu çıkmaktadır. Ancak bu kapsamda örneğin, kambiyo senetlerine özgü takip yolu, özel bir takip yolu denilerek Taslak’tan çıkartılmışken, abonelik sözleşmelerinden kaynaklanan takiplerle, deniz cebrî icra gibi özel takip yolları başka kanunlardan CİKT içine dahil etmiştir. Bunun kanun yapma bakımından tutarlı bir yol olmadığı açıktır. En azından gerekçe ile düzenleme birbirini tekzip etmektedir. Baştan kendini sakatlayan bir sistem sorunu karşımızda durmaktadır.

II. Düzenlemenin Kapsamı ve Gerekçesi

Deniz cebrî icra, CİKT içinde dördüncü kitap olarak düzenlenmiştir. Bu kitap da 7 kısım halinde deniz cebrî icrayı ele almaktadır. Buna göre;

  • Birinci Kısım: Genel Hükümler (m. 465-467)
  • İkinci Kısım: İlâmlı İcra (m. 468-470)
  • Üçüncü Kısım: Rehinli Alacaklar (m. 471-472)
  • Dördüncü Kısım: Haciz ve Satış (m. 473-479)
  • Beşinci Kısım: Satış Bedelinin Paylaştırılması (m.480-488)
  • Altıncı Kısım: Gemilerin İhtiyatî Haczi (m. 489-505)
  • Yedinci Kısım: Eşya Üzerinde Hapis Hakkı (m. 506-509)

Bu şekilde düzenlenen deniz cebrî icra hükümlerinin CİKT’de yer almasının sebebi Genel Gerekçenin IV nolu başlığında şu şekilde ifade edilmektedir:

“Deniz cebrî icra, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve 6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda yer alan hükümlerle düzenlenmiş; 6102 sayılı Kanunun “Cebri İcraya İlişkin Özel Hükümler” başlıklı 1350 ila 1400 üncü maddelerinde düzenlenmeyen hususlarda “İcra ve İflas Kanunu hükümlerinin 6102 sayılı Kanunun 936 ncı ve 937 nci maddelerinin birinci fıkralarında öngörüldüğü şekilde uygulanacağı” (6102 sayılı Kanun m. 1351) hüküm altına alınmıştır. 2004 sayılı Kanunun yerini alacak Cebrî İcra Kanunu Taslağı hazırlık çalışmaları kapsamında 2004 sayılı Kanunun ve 6102 sayılı Kanunun deniz icraya ilişkin özel hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi gerektiği; deniz cebrî icranın iki ayrı kanunda ve son derece dağınık bir şekilde düzenlenmiş olmasının uygulama güçlüğüne sebebiyet verdiği; ayrıca deniz cebrî icraya ilişkin bazı hükümlerin belirsizliği veya yetersizliğinden kaynaklanan çeşitli sorunlar yaşandığı, kaldı ki bu konunun ağırlıklı olarak bir icra ve iflas hukuku konusu olduğu da saptanmıştır. Deniz cebrî icraya ilişkin özel hükümlerin Cebrî İcra Kanunu kapsamında “Deniz Cebrî İcra” başlıklı ayrı bir kitapta toplanmasının, bu hükümlerin doğru anlaşılması ve uygulanması açısından en isabetli çözüm olduğuna karar verilmiştir.”

Deniz icraya ilişkin hükümlerin TTK’dan alınarak CİKT içinde yer verilmesinin gerekçesi bu şekilde belirtildikten sonra, Genel Gerekçe’de ayrıca nelerin yapıldığı ve nasıl yapıldığı açıklanmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda uluslararası sözleşmelerle ve düzenlemelerle uyumun gözetildiği, deniz ticaretin kendine özgü işleyiş ve menfaatler dengesinin dikkate alındığı, güncel ihtiyaçların karşılanmaya, belirsizliklerin giderilmeye çalışıldığı vurgulanmıştır. Deniz cebrî icraya ilişkin bu kitabın da aslında “gemiler ve gemi üzerindeki haklar” ile “eşya üzerinde hapis hakkı” şeklinde temel bir ayrıma dayandığı, ancak sistematik olarak yukarıda belirtilen kısımlara ayrıldığı ayrıca belirtilmiştir.

Yukarıda alıntılanan gerekçe dikkate alındığında, deniz cebrî icra hükümlerinin TTK’dan çıkartılmasının gerekçesinin temelde şu noktalara dayandığı görülmektedir:

  • 2004 sayılı (İİK) ile 6102 sayılı (TTK) hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi gerektiği, iki ayrı kanunda dağınık düzenlemelerin farklı sakıncalara doğurduğu, uygulama güçlükleri oluşturduğu,

  • Deniz cebrî icranın belirsiz ve yetersizliği karşısında genel icra hükümleri kapsamında çözüm gerektiği ve bunların aslında icra ve iflâs hukukunun konusu olduğu,

  • Deniz cebrî icranın da genel icra kanunu altında toplanmasının, hükümlerin doğru anlaşılması ve uygulanması bakımından isabetli olacağı.

Bu gerekçelerin tutarlığı ve isabet derecesi aşağıda ayrıca değerlendirileceğinden burada sadece tespitle yetiniyoruz.

Taslak’ta deniz cebrî icraya ilişkin hükümlere bakıldığında, birkaç husus ve sistematik dışında, mevcut TTK hükümlerinin CİKT’ye aktarılmasından ibaret olduğu, aslında önemli bir yenilik ve değişiklik ortaya koymadığı anlaşılmaktadır. Bu aktarma yapılırken mevcut hükümlerin bir kısmı hakkında uluslararası hukuk çerçevesinde güncellemeler yapıldığına dikkat çekilmiş; ayrıca hükümlerin tek bir kanunda toplanmasının getirdiği yeknesaklık gözetilmeye çalışıldığı belirtilmiştir. Buradan hareket edildiğinde, Taslağın gerekçesine bakıldığında aslında bir yenilik olmadığı, en önemli işin hükümlerin maddî hukuka ilişkin bir kanundan, şeklî hukuka ilişkin bir kanuna (uyum gözetilerek ve güncellenerek yaklaşımıyla) aktarılması olduğu anlaşılmaktadır.

Bu aktarma faaliyetine vurgu yapılıp önemine dikkat çekilirken, aktarma sırasında uyuma da önem verildiği üzerinde durulmuştur. Ancak aynı hükümlerin bilhassa da maddî hukuka ilişkin başka bir kanundan (velev ki birebir alınsa dahi) diğer bir kanuna (özellikle şeklî hukukla ilgili bir kanuna) aktarılması aynı şey değildir. Bu noktada basit bir uyum gözetmenin ötesinde ayrı bir dikkat, özen ve çaba gereklidir. Taslak’ta bu konuda göze batan sorunlar olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıda bazı örnekler üzerinden açıklayacağımız üzere, bu aktarma faaliyeti kapsamında sistematik ve atıf hükümlerinden başlayarak, içerikle ilgili tartışmaya ve eleştiriye açık ciddî hususlar söz konusudur. Bu sakıncaların ana kaynağı ise Taslağın ayrı ayrı çalışılması, bu çalışma yürütülürken de kopukluğun oluşması, bütünlük içinde bu ayrı çalışmaların tam değerlendirilmeden birleştirilmesidir. Taslak’ta maalesef bütünlüklü bir yapı algısı yoktur. Bunun yanında ifade ve Türkçe sorunları, atıf ve sistematik sorunlar, kavramların yerinde kullanılmaması, aktarmalardaki atlamalar vs. Taslağın kronik sorunları olup bunlar aynı zamanda deniz icrayla ilgili kısımda da kendini göstermektedir.

III. Değişiklikte Gerekçe Zayıflığı ve Felsefe Eksikliği

Bir düzenleme yapılırken kendi içinde belirli bir tutarlılığı ve sürekliliği olması gereklidir. Taslağın Gerekçesi bu tutarlılık ve sürekliliği yansıtmamaktadır. Yukarıda alıntılanan deniz icra hükümlerinin neden CİKT altında toplandığı hakkındaki gerekçe aslında yeni bir gerekçe değildir. Zira, 6102 sayılı TTK’nın kabulü aşamasında da bu hususlar tartışılmış, bu gerekçeler ileri sürülmüş, hatta bu çalışmanın da yazarlarının arasında bulunduğu tartışmalarda dile getirilmiştir[2]. TTK’da bu hükümler yer alırken CİKT’nin gerekçesinde yer verilen değerlendirme ve eleştiriler yapılmasına rağmen, o gün dikkate alınmayıp değerlendirilmeyen (ve bu hükümlerin TTK’da yer alması uygun bulunan) hususlar, bugün ayrı ve yeni bir şeymiş gibi sunularak değişiklik yapılmaktadır. O tarihlerde de deniz icra hükümlerinin ayrı bir kanunda (TTK’da) düzenlenmesinin doğru olmadığı, doğuracağı sakıncalara dikkat çekilmiş, ancak tercih, hükümlerin TTK’da düzenlenmesi şeklinde olmuş; bazı bağlantı hükümleriyle sorun çözülmeye çalışılarak şu andaki halini alan TTK’daki (ve Taslağa alınan) hükümlere yer verilmiştir. TTK ile 2004 sayılı İİK arasındaki bağı kuran ana unsur ise TTK m. 1351’dir. Buna göre, “Bu Kısımda özel olarak düzenlenmeyen hususlarda, İcra ve İflas Kanunu hükümlerinin 6102 sayılı Kanunun 936 ncı ve 937 nci maddelerinin birinci fıkralarında öngörüldüğü şekilde uygulanacağı” hüküm altına alınmıştır.

2004 sayılı İİK’nın yerini alması düşünülen CİKT hazırlık çalışmaları sırasında, deniz icra hükümlerinin TTK’da düzenlenmesi yönündeki ve ona karşı olan eleştiriler aynen yerinde durmaktadır, bunların üzerinden de böyle temel bir kanun ve düzenleme için çok zaman geçmemiştir. Özellikle Taslak’ta da vurgulanan uluslararası niteliği ve kendine has özellikleri olan böyle bir alan için bu süre çok uzun sayılmayacaktır. Bu durumda hangi kanun yapma anlayışı, düşüncesi ve tercihi ile o gün farklı bugün farklı davranıldığını ortaya koymak gerekir. Fakat Taslağın gerekçesinde bu yönde bir açıklama yoktur.

Geçmişten beri bilinen ve geçmişte de vurgulanan, ancak kabul görmeyen gerekçeleri, bu sefer yeni bir şey yapılıyormuş gibi tekrar etmek anlamlı değildir. Aslında Gerekçe’de ortaya konulması gereken şey, bunları tekrar etmek yerine, o günden bugüne neyin değiştiği, o gün olmayan hangi zaruretin bugün böyle davranma sonucunu doğurduğu, arada hangi sorunların, karar farklılıkları ve gerekliliklerin oluştuğudur. Ancak bu yapılırsa bu farklılığın kanunlaştırma bakımında makul ve mantıklı, tutarlı ve ikna edici bir anlamı olabilir. Yoksa, aradan uzun süre geçmeden, aynı gerekçelerle kanun hükümlerini bir yerden ötekine aktarmak, doğuracağı sakıncalar bir yana, bir hukuk devletinde ciddî ve tutarlı bir yaklaşım sayılamaz. Kanunlar sübjektif yaklaşım ve tercihlerle veya çok önemli temel ihtiyaç hasıl olmamışsa isteklere göre değişikliğe uğramazlar. Taslak’ta, deniz icranın TTK’da yer almasını sağlayan gerekçeleri bertaraf edecek somut bir gerekçeden çok; genel geçer, zaten bilinen, geçmişte de daha fazlası belirtilen gerekçelerden hareket edilmiştir. Sonuç olarak da, deniz icra hükümlerinin TTK’dan çıkartılması konusunda sağlam bir felsefe ve kısa sayılacak sürede bu değişikliğin yapılmasına ilişkin ikna edici TTK’daki gerekçeyi aşan somut gerekçe yoktur.

TTK’da 1 Temmuz 2012’den beri mevcut olan, uygulanan bu hükümlerin, artık gelinen noktada düzenlendiği yerde (gerekli görülüyorsa) revizyona tâbi tutulması daha uygun olacaktır. Bu hükümlerin TTK’nın diğer hükümleri ile bağlantı halinde olduğu da gözetildiğinde (örneğin, gemi alacaklısı hakkı) bu tespit önemlidir. Diğer taraftan hem yukarıda belirtildiği hem de aşağıda dikkate çekileceği üzere, bu hükümler içinde doğrudan maddî hukuka ilişkin hükümler vardır (Örneğin, deniz alacağı); bu hükümlerin cebri icra kanununda yer alması uygun değildir.

İlk başta TTK’da düzenlenirken bundan vazgeçilebilirdi, hükümler İİK içine alınabilirdi; bu konuda da gerekli itirazlar yapılmıştır. Ancak üzerinden geçen zamanda, düzenlendiği kanunla uyum bütünlüğü de oluşan bu hükümleri yerinde bırakmak daha doğrudur; yerinden kopartılacaksa da bunun süreç içindeki çok haklı sebeplerinin ortaya konulması ve ikna edilmesi gerekmektedir. Şayet yine de bu Taslağın içine alınacaksa, o zaman da uyum, ifade, sistem ve düzenleme aykırılıklarının mutlaka giderilmesi gerekli ve zorunludur.

Keza, gemilerin ihtiyati haczine ilişkin hükümlerin uygulama alanı, diğer ihtiyatî hacizde olduğu gibi sadece para alacağı değildir. Geminin mülkiyetine ilişkin konularda da ihtiyatî haciz kararı verilmesi gerekmektedir. Başka bir ifade ile gemilerin ihtiyatî haczi, içinde hem ihtiyatî haczi hem de HMK’da düzenlenmiş olan adeta ihtiyatî tedbiri içine alan bir geçici hukukî korumadır. Bu temel farklılıktan dolayı gelinen aşamada TTK içinde kalması daha uygundur.

IV. Sistematik Bakımdan Değerlendirme

Yapılan düzenlemede sistematik tercihlerin doğruluğu, Taslağın bütünüyle uyumu, atıf hükümlerinin tutarlılığı tartışmaya açıktır; Taslağın bütününde yer alan ifade sorunları burada da kısmen veya tamamen kendisini göstermektedir.

Taslak’ta, TTK’daki deniz icra hükümlerinden farklı bir sistematik izlenmiş, bir kanundan ötekine taşıma sırasında malzemenin yeri değiştirilmiştir; bu da taşımada dengeyi bozma riskini beraberinde getirmiştir. TTK’daki düzenlemede, önce genel bazı hükümlere yer verilmiş, sonra sırasıyla ihtiyatî haciz, rehinli alacakların takibi, cebrî satış, daha sonra eşya üzerinde hapis hakkı ele alınmıştır. CİKT’de ise, yukarıda belirtildiği üzere önce genel hükümler, sonra sırası ile ilâmlı icra, rehinli alacaklar, haciz ve satış, satış bedelinin paylaştırılması, daha sonra gemilerin ihtiyatî haczi, en sonunda ise eşya üzerinde hapis hakkı düzenlenmiştir. Taslak’taki bu ana sistematik, TTK’daki sistematikten daha doğru, ana yapı olarak da icra hukukunun işleyiş ve anlayışına daha uygun görünmektedir. Sadece uygulanacak hukuk ve uygulanacak hükümlerin aslında son hükümlerde olması daha alışılmış olsa da, deniz hukukunun özelliği gereği başta olması tercih edilmiştir. Konuya bu açıdan bakıldığında sorun yok denilebilir. Ancak sistematik yönden tartışmaya açık nokta, TTK hükümlerinin CİKT içine taşınmasıyla kendisini göstermektedir. Çünkü, benzer hükümlerin en azından benzer sistematik ve yöntemle, aynı zamanda belirli konularda aradaki bağ da tam kurularak belirtilmesi doğru ve uygundur.

Basit bir örnek verilecek olursa, gemi alacakları TTK içinde bırakılmışken, maddî hukuka ilişkin bir husus olan deniz alacağı CİKT içine alınmıştır. Yine TTK’da sistemin ana yapısını oluşturan deniz alacakları, bu konudaki düzenlemelerin, hükümlerin başında yer almaktayken, CİKT’de ancak Dördüncü Kitap’ın deyim yerindeyse ortasına gelince düzenlenmektedir. Oysa oraya gelinceye kadar deniz alacaklarından bahsedilmektedir. Şüphesiz doğru olan, maddî hukuka ilişkin alacak kavramının kendi kanunlarında düzenlenmesidir. Nasıl ki kiraya ilişkin takiplerde kira alacağı, abonelik ilişkisine ilişkin takiplerde bu alacaklar, takip hukuku içinde düzenlenmemiştir; deniz alacağının da aslî yerinde düzenlenmesi, CİKT içinde buna atıf yapılması gerekirdi. Nitekim TTK’ya atıf yapılan farklı hükümler mevcuttur.

Bu konuda diğer bir sistematik sorun, TTK içindeyken dikkate alınmayan bazı hususların artık yeni bir kanun içine alındığında dikkate alınma ve bütünlüğün korunması zaruretidir. Örneğin, sıra cetveli hem İİK’da hem de CİKT’de tek bir maddede düzenlenmiştir (CİKT m. 317); genel hükümler kapsamında tek bir maddede düzenlenen sıra cetveli deniz icra bakımında 8 maddede -ki bir kısmı tek cümledir- ayrı ayrı düzenlenmiştir (m. 481-488). Bunun aynı kanunda tutarlı bir sistematik yaklaşım olmadığı açıktır. Bunda ne var denilemez, kanun yapmak ciddî bir iştir ve bu bütünlük, uyum, yaklaşım birlikteliği gözetilmelidir. Aksi halde kanunun her kitabı, kısmı, alakasız düzenlemeler ve sistematik yapıya açık hale gelir.

Burada sadece örneği verilenler dışında da aşağıda açıklanacak başkaca sorunlar da mevcuttur.

V. Bazı Somut Örnekler Üzerinden Tespitler

Bu başlık altında yukarıda yapılan genel değerlendirme ve eleştiriler dışında bazı somut içerik sorunları üzerinde durulacaktır. Bunların bir kısmı hatalı bir kısmı ise yanlış anlaşılmaya müsait ya da maksadını aşan düzenlemelerdir.

CİKT m. 465 Taslak metnine bakıldığında; “…kanuni rehin hakkına sahip gemi alacaklılarına…” ifadesi kullanılmış, son fıkrada bu ifade “…gemi alacaklısı…” ifadesine dönüşmüştür. Gemi alacakları deniz ticaretine ilişkin teknik bir ifade olup konuya vakıf olanlarca zaten bilinmektedir ve TTK’nın Deniz Ticaretine İlişkin Beşinci Kitabında Altıncı Kısımda özel olarak düzenlenmiştir. Kanunî rehin hakkı (gemi alacaklısı hakkı) ile temin edilmiş olan alacaklara gemi alacağı denilmektedir (TTK m. 1320 vd.). Sonuç olarak gemi alacaklısı ifadesi kullanılıyorsa, bu ifadenin içinde kanunî rehin hakkı da vardır; ayrıca kanunî rehin hakkına vurgu yapılması gerekmez. Taslak’ta hatalı bir ifade ile başlanmış olmasına rağmen, son fıkrada doğrusu belirtilmiştir. Bununla birlikte, aynı madde içindeki farklı fıkralarda, aynı şey için farklı ifadelerinin kullanılmış olması kanun yapma tekniğine uygun değildir. Fakat Taslağın genelindeki bu özen sorunu burada da karşımıza yine çıkmaktadır.

CİKT m. 466/1’de genel bir ifadeyle “Bu Kitapta hüküm bulunmayan hâllerde niteliğine uygun düştüğü ölçüde bu Kanunun diğer hükümleri uygulanır.” denildikten sonra, artık başkaca atıf hükmüne ihtiyaç olmayacağı, deniz icra konusunda hüküm yoksa CİKT’nin diğer hükümlerinin uygulanacağı haklı olarak düşünülmektedir. Ancak Taslak’ta bununla yetinilmemiş, ayrıca m. 468/2’de, m. 469/1’de, m. 470’de, m. 471/2’de, m. 476/1’de, m. 480/2’de ve 5’de, m. 506/1’de, neredeyse her bir yerde ayrıca atıf yapılmıştır. Genel atıf dışında bu şekilde yedi sekiz ayrıca özel atıfla tekrar hem kanun tekniği bakımından yanlış hem de kafa karıştırıcıdır. Şayet m. 466 varsa bunlara ne ihtiyaç vardır; bunlar ayrı ayrı düzenlenecekse m. 466 hükmü, ne olur ne olmaz hükmü müdür, öyleyse bu kanun yapma tekniğine uygun mudur? Ayrıca bu hükümlerin ifadesi de yeknesak değildir. Özel atıf hükümlerinin neredeyse tamamında “kıyasen” uygulanacağı ifadesine yer verilirken, genel hükümde “niteliğine uygun düştüğü ölçüde” şeklinde daha farklı bir ifadeye yer verilmiştir. Keza m. 480/5’de ise daha da ileri giderek garanti altına almak için olsa gerek, “niteliğine uygun düştüğü ölçüde … kıyasen” ifadelerine birlikte yer verilmektedir. Kıyas yapılırken birebir uygulama olmaz; kıyasın özelliği benzer durumlarda benzer kuralların “niteliğiyle uyumlu ve uygun” şekilde uygulanmasıdır.

Taslak’ta genel hükümler arasında bir genel görev belirlemesi yapılmış; ancak görevle birlikte ele alınması gereken yetki konusu, çok sonra ihtiyatî haciz hükümleri arasında düzenlenmiştir. Deniz alacaklarında görevli mahkemeyi düzenleyen CİKT m. 467’de “(1) Bu Kanunun 493 üncü maddesinde belirtilen deniz alacaklarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda ve bu alacaklar için ihtiyati haciz taleplerinde Türk Ticaret Kanununun 5 inci maddesinde belirtilen mahkemeler görevlidir.” denilmektedir. Gerekçeye bakıldığında, görevli mahkemenin belirli olmaması eksiklik olarak görülerek bu düzenleme yapılmıştır. Ancak bu düzenleme böyle kalacaksa, örneğin, CİKT m. 493/1-l hükmüne göre, işçilik alacaklarından kaynaklanan davalar iş mahkemesinin görev alanından, CİKT m. 493/1-g hükmüne göre de davaların bir kısmı tüketici mahkemesinin görev alanından çıkartılmış olacaktır. Tercih bu olabilir, ancak eğer öyleyse bunun gerekçesi ve çerçevesi gerekçede açıkça belirtilmelidir. Tercihin gerçekten bu olup olmadığı ve çerçevesi gerekçesinden anlaşılmamaktadır; isabet derecesi de tartışmaya çok açıktır. İhtiyatî hacizle sınırlı düşünülmesi gereken bir konuda, gerçekten böyle bir genişletme yapmak ayrıca değerlendirilmelidir.

Görev konusu CİKT m. 467’de genel hükümler arasında düzenlenirken, yetki konusu daha özel bir kısımda ihtiyatî haciz hükümleri arasında yer almaktadır (CİKT m. 494, 495, 496). Yani görev uyuşmazlıkların esası bakımından da belirlenirken, yetki ihtiyatî hacizle sınırlı kalmaktadır. Aslıda gerek görev gerekse yetkinin temelinde deniz alacakları vardır. Aynı kitap altında bunların yeknesak düzenlenmesi usûlî bakımdan daha doğru bir yaklaşımdır. Eğer Taslak kanunlaşırsa bu durum karışıklığa yol açacak niteliktedir ve sistematik bütünlük içinde değildir.

Diğer yandan da hem 480/2’de hem 506/1’de m. 467’ye tekrar atıf vardır. Yetki konusunda ise çok alışıldık olmayan “geminin … durduğu veya duracağı bilinen yer mahkemesi” (CİKT m. 494/2) gibi, henüz tam belirli olmayan bir yetki kaydı kabul edilmektedir. Yetki bakımından HMK’da ve diğer yetki hükümlerinde belirli kesinliği olan konumlar, ilişkiler ve yerler esas alınmaktadır. Bunun istisnası haksız fiillerdeki yetkidir (HMK m. 16), onun da haksız fiilin niteliğinden kaynaklanan sebebi vardır, burada aynı durumun söz konusu olduğu söylenemez. Ayrıca TTK m. 1354’de bu durum “… geminin demir attığı, şamandıraya veya tonoza bağlandığı, yanaştığı veya kızağa alındığı” şeklinde daha açık ve tartışmaya mahal vermeyecek şekilde belirtilmiştir. Yetki konusunda Taslak’taki bu esneklik alacaklının lehine görünse dahi, tereddüt ortaya çıktığında sadece bu sebeple ihtiyatî haczin itiraz üzerine kaldırılması da söz konusu olabileceğinden, aslında istenen amaca da çok hizmet etmeyecek, gereksiz tartışmalarla sorunun çözümü uzayacaktır.

Taslak’ta sıra konusunda, üç ayrı yerde farklı ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Şüphesiz bu Taslak’taki genel sorunun bir yansımasıdır. Örneğin, deniz icra hükümlerinde “sıra” ve “sıra cetveli” olarak ifade edilirken, aynı ifade iflâs hükümlerinde kullanılırken (m. 317-318); iştirak kapsamında paraların paylaştırılmasında bu durum “derece” ve “derece kararı” (m. 259-261) şeklinde ifade edilmiştir. CİKT m. 480’nin kenar başlığı sıra cetveli iken, içerde derece kararından söz edilmekte, hatta m. 480/7’de “Sıra cetvelinin …. derece kararına” şeklinde farklı başlayıp biten ifadeler vardır.

CİKT m. 490/1’deki “Bir gemi yalnızca 493 üncü maddede sayılan deniz alacakları için sadece ihtiyaten haczedilebilir.” gibi, mükerrer, özenli olmayan anlatımlar yer almaktadır. Oysa hüküm doğrudan TTK’da olduğu gibi alınsaydı “Deniz alacaklarının teminat altına alınması için, geminin sadece ihtiyati haczine karar verilebilir.” şeklinde gayet sadece ve düzgün bir anlatım içerecekti. Mutlaka bu şekilde bir farklılık oluşturulacaksa ya da vurgu yapılmak isteniyorsa, “Bir gemi hakkında 493 üncü maddede sayılan deniz alacakları ile sınırlı olarak sadece ihtiyaten haciz kararı verilebilir.” şeklinde daha doğru Türkçe ifade kullanılabilirdi. Bu sadece deniz icra bölümünün değil Taslağın genel sorununun bir yansımasıdır. Uzun süre düşünülüp taşınılıp tartışılan hükümler, bir yerden alınıp diğer yere konulurken zaten çok dikkatli davranmak gerekirken, bir de ifade ile oynandığında iyice karışık hal alabilmektedir.

CİKT m. 490/3’de “Geminin ihtiyati haczine karar verilebilmesi için muaccel bir deniz alacağının mevcudiyeti yeterlidir.” hükmü mevcut iken, 490/1’de tekrar deniz alacağına vurgu yapmak yerinde değildir. Oysa CİKT m. 454/2’de daha yalın bir anlatım kullanılmıştır. “Mahkeme ancak alacaklı, alacağının ve ihtiyati haciz sebebinin varlığını yaklaşık olarak ispatladığı takdirde ihtiyati haciz kararı verebilir”. Benzer ve uyumlu ifade kullanılabilir.

İhtiyatî haczin kapsamı, geminin idaresi ve işletilmesi kenar başlıklı 501. maddenin metnine ve “Bu nedenle maddenin birinci fıkrasında bir geminin ihtiyati haczinin ‘ihtiyaten haczedildiği tarihten itibaren geminin işletilmesinden kaynaklanan gelir ile gemiye ilişkin menfaatleri kapsadığı’ hüküm altına alınmıştır. Gemiye ilişkin menfaatler, duruma göre (örneğin geminin yanması ya da batması yüzünden) tekne sigortası sözleşmesi uyarınca ödenecek sigorta tazminatı veya çatma sonucu gemiye verilen zarar sebebiyle kusurlu gemi donatanı tarafından ödenecek tazminat alacağı gibi alacakları ifade eder.” şeklindeki gerekçesine bakıldığında, sigorta tazminatı kapsam içine alınmıştır. Oysa sigorta tazminatı, mevcut TTK m. 1368’de kapsama dahil değildir. Sigorta tazminatının kapsama dahil edilmesi basit bir iyileştirme ve değişiklik olarak görülemez. Deniz ticareti hükümleri yüzyıllardır süregelen uygulamaların bir bütünüdür ve birbirleri ile yakın ilişki içindedir.

TTK m. 1321/2, 2. cümle “Bir sigorta sözleşmesine göre donatana ödenecek sigorta tazminatı rehnin kapsamında değildir.”; TTK m. 1022/1, “Gemi ipoteğinin kapsamına giren hususlarla ilgili olarak malikin menfaatinin, malik veya onun lehine bir başkası tarafından sigorta ettirilmiş olması hâlinde, ipotek, sigorta tazminatını da kapsar” şeklindedir. TTK düzenlemelerine göre, sigorta tazminatı gemi alacaklısı hakkı sahiplerine değil, gemi ipoteği hakkı sahiplerine tahsis edilmiştir. Bunun temel sebebi ise, TTK m. 1323/1’deki düzenlemedir. Buna göre, “1320 nci maddenin birinci fıkrasının (a) ilâ (e) bentlerinde yazılı gemi alacaklılarının sahip olduğu kanuni rehin hakkı, gemi üzerinde tescil edilmiş veya edilmemiş olan bütün kanuni ve akdî rehin haklarıyla ayni yükümlülüklerden önce gelir”. Başka bir ifade ile gemi alacaklısı hakkı, ipotek hakkından önce gelmektedir. Bu durumda, ipoteğe bağlı alacağın rüçhanlı alacak olmasının önemi azalmaktadır. Böyle bir önceliğin bulunması nedeni ile geminin kredi bulabilmesi zorlaşacağından, sigorta tazminatı gemi ipoteği sahibine tahsis edilerek bir denkleştirme sağlanmaya çalışılmıştır. Gelinen bu aşamada, gemi alacakları için de ihtiyatî haciz almak mümkün olduğundan (CİK m. 490/2) bu alacakların sigorta tazminatından yararlanması yolu açılmış bulunmaktadır. Bu bir tercih de olabilir; ancak bu taktirde TTK m. 1368/1’in sınırlarını ve TTK sistematiğini bozan CİK m. 501/1’deki düzenlemenin yeri ihtiyatî haciz bölümü olmamalıdır.

Burada sorunlu başka bir hüküm olarak deniz cebrî icranın son hükmü olan hapis hakkı hükümlerinin uygulanacağı diğer hâller şeklindeki CİKT m. 509 karşımıza çıkmaktadır. Bu hükme göre “Bu kısım hükümleri, Türk Ticaret Kanunun Beşinci Kitabındaki düzenlemelerin dışında kalan hapis haklarının takibinde de uygulanır”. Bu hükmün gerekçesine bakıldığında ise “Bu hükümde ‘… bu Kitap hükümleri uyarınca …’ denilmesi gerekirken ‘… bu Kanun hükümleri uyarınca …’ denilmiş; böylece eşya üzerinde doğan hapis haklarına ilişkin ‘Deniz Ticareti’ başlıklı Beşinci Kitabın düzenleme alanını aşan bir hüküm getirilmiştir…” tespitinin yapıldığı görülmektedir.

TTK’daki düzenleme eleştirilerek kaleme alınan bu hüküm, maksadını aşan bir çerçeveye oturmaktadır. Bu kapsamda hapis hakkı Türk Ticaret Kanunun Beşinci Kitabındaki düzenlemelerin dışında kalan bütün hapis haklarına uygulanacak şekilde genişletilmiş sonucuna varılmaktadır. Şayet bu hüküm bu haliyle kanunlaşır ise Türk Hukuk Mevzuatındaki bütün hapis haklarına adeta bu kısım hükümleri uygulanacaktır sonucu çıkmaktadır. O zaman örneğin, avukatın hapis hakkına da bu hükümler uygulanacak, buna göre eşya üzerinde sahip olduğu hapis hakları, ancak teminat altına alınan alacakla birlikte dava veya takip edilebilecek, bu hapis haklarının korunması ve takibinde, taşınmaz kiralarında hapis hakkına ilişkin 151 ila 153 üncü maddeler kıyasen uygulanacak, icra takibi yapılmadan hapis hakkının geçici olarak korunması talebinde, 467 nci maddede belirtilen mahkemeler görevli olacaktır. Amacın bu olmadığını düşünüyoruz, ancak ifadeden bu anlaşılmaktadır. Yine bir yerden aktarma yaparken diğer etkileri düşünülmeden ifade konusundaki özen eksikliği burada da karşımıza çıkmaktadır.

İhtiyatî haczin kapsamı, geminin idaresi ve işletilmesi kenar başlıklı 501. maddenin metnine ve “Bu nedenle maddenin birinci fıkrasında bir geminin ihtiyati haczinin ‘ihtiyaten haczedildiği tarihten itibaren geminin işletilmesinden kaynaklanan gelir ile gemiye ilişkin menfaatleri kapsadığı’ hüküm altına alınmıştır. Gemiye ilişkin menfaatler, duruma göre (örneğin geminin yanması ya da batması yüzünden) tekne sigortası sözleşmesi uyarınca ödenecek sigorta tazminatı veya çatma sonucu gemiye verilen zarar sebebiyle kusurlu gemi donatanı tarafından ödenecek tazminat alacağı gibi alacakları ifade eder.” şeklindeki gerekçesine bakıldığında sigorta tazminatı kapsam içine alınmıştır. Oysa sigorta tazminatı mevcut TTK m. 1368’de kapsama dahil değildir. Sigorta tazminatının kapsama dahil edilmesi basit bir iyileştirme olarak görülemez. Deniz Ticareti Hükümleri yüzyıllardır süre gelen uygulamaların bir bütünüdür ve birbirleri ile yakın ilişki içindedir.


Dipnotlar


  1. https://blog.lexpera.com.tr/yeni-icra-ve-iflas-kanunu-cebri-icra-kanunu-taslagi-hakkinda-gorus-ve-degerlendirmeler-1/; https://blog.lexpera.com.tr/yeni-icra-ve-iflas-kanunu-cebri-icra-kanunu-taslagihakkinda-gorus-ve-degerlendirmeler-2/; https://blog.lexpera.com.tr/yeni-icra-ve-iflas-kanunu-cebri-icra-kanunu-taslagi-hakkinda-gorus-ve-degerlendirmeler-3/ ↩︎

  2. Bu konuda ayrıntılı açıklamalar için bkz. Atamer K., Deniz Ticaret Hukuku, C. IV (Deniz İcra Hukuku), 2. Baskı, İstanbul 2019, s. 57 vd. ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
İzmir Websitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku