Lexpera Blog

Yeni İcra ve İflâs Kanunu (Cebrî İcra Kanunu) Taslağı Hakkında Görüş ve Değerlendirmeler – 2

(Cebrî İcra Kanunu) Taslağı Temelde Ne Vadediyor ve Ne Kadar Tutarlı?

Ön Bilgi

1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununu (İİK) yürürlükten kaldırmak ve bu alanda yeni bir kanun kabul etmek amacıyla hazırlanan yeni ismiyle “Cebrî İcra Kanunu” Taslağı (CİKT) görüşe sunulmuştur. Bu çerçevede biz de CİKT ile ilgili daha genel sayılacak görüşlerimizin ilk kısmını “Yeni İcra ve İflâs Kanunu (Cebrî İcra Kanunu) Taslağı Hakkında Görüş ve Değerlendirmeler–1” başlıklı yazımızda yayınlamış ve paylaşmıştık. O yazıda Taslağın hazırlanması, süreç, sistem ve isminden başlayarak, bütünü hakkında daha genel bir değerlendirme yapmıştık. Bundan sonra ise daha teknik ve özel değerlendirmeler yapacağımızı belirtmiştik. Şu anda o çalışmayı tamamlamak üzereyiz. Tamamlandığında yine yayınlanarak paylaşılacaktır. Ancak o yayına kadar önemli gördüğümüz çok temel hususları şimdiden paylaşmanın yararlı ve bu konuda değerlendirme ve tartışmalara yardımcı olacağını düşünüyoruz.

Bu yazıda, sonraki yazılara da temel olacak şekilde, CİKT temelde ne getiriyor ve bize yenilik olarak ne vadediyor üzerinde duracağız. CİKT’nin getirdiğini belirttiği bu yenilik ve önemli değişiklikler kapsamında da kendi iç tutarlılığını ele alacağız.

A. Cebrî İcra Kanunu Taslağı’nın “Önemli” Olarak Belirttiği Yenilikler Neler? Bize Ne Vaadediyor?

1. Genel Gerekçenin Bakış Açısı ve Yenilik Anlayışı

Görüşe sunulan Taslağın kendi ağzından bize temelde ne vadettiğine ne getirdiği veya götürdüğüne ilişkin ifadesine bakmakta yarar vardır. Taslak, Genel Gerekçesi’nde beş ana başlıkla Taslağın süreci ve içeriğini bize anlatmaya çalışmaktadır.

Bu çerçevede Taslağa bakıldığında Genel Gerekçe’de sırasıyla şu beş başlık altında Taslak tanıtılmaya, anlatılmaya ve yapılan en ana değişiklikler aktarılmaya çalışılmıştır:

(I) İcra ve İflas Kanunumuzun özellikleri ve yeni bir Cebrî İcra Kanunu yapılması ihtiyacı
(II) Yeni kanun Taslağının kaleme alınmasında takip edilen ilkeler
(III) Cüzî ve Küllî İcrada yapılan başlıca değişiklikler
(IV) Deniz Cebrî İcra hakkındaki hükümler
(V) İcra Ceza hükümlerinde yapılan değişiklikler

Burada (I) nolu başlıkta, Taslak’ta ne yapıldığından çok, niye yapıldığı, Taslağı hazırlamayı gerektiren süreç ile takip hukukumuzun geçmişten bugüne kadar kısa serencamı anlatılmıştır. (II) nolu başlık altında Taslak hazırlanırken özellikle yazımda dikkate alınan hususlar ve yöntem belirtilmiştir. (IV) nolu başlıkta deniz cebrî icraya ilişkin hükümlerin neden Türk Ticaret Kanunu içinden alınarak bu kanuna dercedildiği ve nelerin yapıldığı açıklanmıştır. Nitekim aşağıda alıntılanan gerekçe kısmında bu konuda, “Nihayet halen 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun ‘Cebrî İcraya İlişkin Özel Hükümler’ başlıklı 1350 ila 1400 üncü maddelerinde yer alan özel hükümler “Deniz Cebrî İcra” başlığı altında Taslağa alınmıştır.” denilmesi tespitimizi haklı kılmaktadır. (V) nolu başlıkta ise icra ceza hükümleri hakkında, özellikle TCK içinde düzenlenen bazı suçların CİKT içine alınmamasının ve bu konuda yapılan düzenlemenin çerçevesi ortaya konulmuştur. Sonuç olarak (III) nolu başlık dışındakiler, ya içeriğe ilişkin olmayan süreç, temel yaklaşım ve Taslak’taki usûle ilişkindir veya zaten başka yerde olan müesseselerin (deniz icra ve icra suçları) neden ve nasıl buraya aktarıldığı veya çıkartıldığı hakkındaki açıklamalardır. Bunlar da yeni olmayıp sadece aktarma faaliyetine ilişkin bir çabadır.

Taslakta yeni getirilen nedir, Taslağın bize gerçekte önemli vaadi nedir diye bakacağımız yer sadece Genel Gerekçesindeki (III) nolu başlıktır. Nitekim onun başlığı da “Cüzî ve Küllî İcrada yapılan başlıca değişiklikler”dir. Yani cüz’i ve küllî icrada ne değişti denirken, burası bize yol göstermektedir. Zaten çok uzun olmayan metni, konuyu iyi anlamak, açıklamalarımızda yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek ve Taslağın tümünü değerlendirirken göz önünde tutmak için buraya aynen alıyoruz. (III) nolu başlıktaki açıklama ve vaat aynen şöyledir:

III. Cüzî ve Küllî İcrada yapılan başlıca değişiklikler

Taslak, 2004 sayılı Kanunun ana yapısını ve sistemini bir ölçüde muhafaza etmekle birlikte bu sistemde önemli bazı değişiklikler de öngörmektedir. Bu değişikliklerin ilki ilamlı icra sisteminde ilk derece mahkemesi kararlarının icra kabiliyeti kazanmasını bölge adliye mahkemesi tarafından verilecek istinaf kararına kadar ertelemesidir. Böylece ilk derece mahkemesi kararlarının çok erken bir aşamada, gerekçeli kararın yazılması üzerine derhal icra edilebilir olması kuralı terk edilmekte, fakat ilk derece mahkemesi kararlarının icra kabiliyeti kazanmasını kanun yolları yargılamasının sonuna kadar ertelemenin yol açacağı sakıncayı da göz önünde bulundurarak deyim yerindeyse taraflar arasındaki menfaat dengesini gözeten bir “orta yol” benimsenmiş olmaktadır. İcranın geri bırakılmasına ilişkin hükümler de bu değişikliğe uygun şekilde yeniden düzenlenmiştir.

İlamsız icra hükümlerinde ise yapılan önemli bir değişiklik ilamsız icra sürecini başlatabilmek için bir belgeye dayanılması gerekliliğinin kanuna dercedilmesi şeklindeki değişikliktir. İlamsız icra usulüne getirilen ikinci önemli değişiklik de icra hukuk mahkemelerine yapılan başvuruyla itirazın kaldırılması usulünün terk edilmesidir. Taslağın öngördüğü sisteme göre ödeme emrinin tebliğ üzerine borçlunun yapabileceği itirazla takip duracak, fakat duran bu takibi haciz talebiyle yeniden harekete geçirebilmek için mutlaka genel mahkemelerle bir itirazın iptali davasının açılması gerekecektir.

Bu kapsamda ilamsız icra usulündeki kambiyo senetlerine dayalı takip hakkındaki hükümler ile banka alacaklarının tahsili hakkındaki özel hükümler de, genel bir düzenleme niteliğinde olan Taslağa alınmamıştır.

Küllî icra alanında ise doktrinde yürürlükteki Kanunu adeta bir “borçlu cephaneliğine döndürdüğü” ifade edilen ve uygulamasına hemen hemen hiç rastlanmayan Sermaye Şirketleri ile Kooperatiflerin Uzlaşma yoluyla Yeniden Yapılandırılması, Fevkalade Hallerde Mühlet, Fevkalade Hallerde Tatil gibi sözde rehabilitasyon usulleri konkordato çatısı altında birleştirilerek kanun hükümlerindeki karmaşıklığa son verilmektedir.

Nihayet halen 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun “Cebrî İcraya İlişkin Özel Hükümler” başlıklı 1350 ila 1400 üncü maddelerinde yer alan özel hükümler “Deniz Cebrî İcra” başlığı altında Taslağa alınmıştır.

Yukarıdaki değişiklikler yanında, süresinde satış talep edilmemesine takibin düşmesi sonucunu bağlayan düzenlemeyle icra takiplerinin deyim yerindeyse ilânihaye derdest kalmasına son verilmesi de ortaya çıkaracağı etki açısından önem taşıyan değişiklikler arasında sayılabilir.”

2. Gerekçeye Göre “Önemli” Kabul Edilen Yenilikler Nelerdir?

Taslak ne vadetmektedir diye sorulduğunda, yukarıdaki Gerekçeye bakılarak ana unsurlar olarak bize şunlar vadedilmektedir:

  • Taslak 2004 sayılı İİK’nun ana yapısını ve sistemini muhafaza etmiştir.

  • İlâmlı icra bakımından, ilâmın icra edilebilmesi için ilk derece kararı değil, ancak istinaf kararı beklenmelidir; yani esasen istinaf sonrası kararın/ilâmın icra mümkündür. Burada da dayanılan gerekçe, menfaat dengesini gözetilerek bir “orta yol” benimsendiğidir. İcranın geri bırakılmasına ilişkin hükümlerin de bu değişikliğe uygun şekilde yeniden düzenlendiği vurgulanmıştır. Burada açıklanmasa da bu konuda en önemli dikkat çeken husus, icranın ertelenmesi (tehiri icra) kararını, artık yargı organları değil, kural olarak icra dairesinin verecek olmasıdır.

  • İlamsız icra bakımından ise;

✔ Önemli olduğu belirtilen ilk değişiklik, ilâmsız icra sürecini başlatabilmek için bir belgeye dayanılması gerekliliğinin kabul edilmesidir.

İkinci önemli değişiklik, takibe itiraz üzerine icra mahkemesinde itirazın kaldırılması usûlünün terk edilmiş olmasıdır. Yani bundan sonra itirazı bertaraf etmenin tek yolu, genel mahkemelerdeki itirazın iptali davasıdır.

Üçüncü önemli değişiklik, banka (kredi kurumlarına ilişkin) alacaklarının tahsiline ilişkin özel hükümlerin kaldırılmasıdır. Yani bankaların kredi sözleşmeleri, ona dayanan belgeler ile bunlara dayanan bazı imkânları (kendi düzenledikleri belgelere dayanmaları, daha sınırlı inceleme ile sonuç almaları gibi) artık mevcut değildir.

Dördüncü önemli değişiklik ise, özel bir ilâmsız icra yolu olan kambiyo senetlerine dayalı takip hakkındaki hükümlerin de kaldırılmasıdır. Bu yolun ve banka alacaklarına ilişkin özel hükümlerin kaldırılmasının gerekçesi olarak da, genel bir düzenleme niteliğinde olan Taslağa bunların alınmamış olmasıdır. İfadeden Taslak genel bir düzenlemedir; bu özel düzenlemelerin burada bulunması doğru değildir sonucu çıkmaktadır.

İlâmsız icraya ilişkin Taslağın Genel Gerekçesine göre en önemli değişiklikler bunlardır. Bu tespite göre, diğer değişiklikler mevcudun üzerinden bazı ifade, yazım ve içtihatla, doktrindeki eleştiriler kapsamındaki çok da önemli olmayan değişikliklerdir. Çünkü, önemli görülerek buraya alınmamış üzerinde ayrıca durulmamıştır.

  • Küllî icra bakımından ciddî bir değişiklikten söz edilmemekte; sadece “sermaye şirketleri ile kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması” ve “fevkalade hallerde mühlet, fevkalade hallerde tatil” konusundaki düzenlemelerin kaldırıldığı belirtilmektedir. Yani, konkordato yerinde durmaktadır, iflâs olduğu gibi yerinde durmaktadır. Kaldırıldığı belirtilen bu iki kurumun da kaldırılmasının gerekçesi olarak yeniden yapılandırma için bir “borçlu cephaneliğine döndürüldüğü” tespiti ile her ikisi için de uygulamalarına hemen hemen hiç rastlanmaması vurgulanmıştır.

  • Bunların dışında bir de, süresinde satış talep edilmediğinde “takibin düşmesi” şeklinde, takibin sonsuza kadar ayakta kalmasına engel olacak değişiklikten bahsedilmektedir.

Sonuç olarak yapılan işin; 2004 sayılı İİK’nın maddeleri değiştirilerek korunduğu; ilâmlı icrada, ancak istinaf aşamasında icranın mümkün hale getirildiği; icra dairesinin kural olarak icranın ertelenmesi (tehiri icra) kararı verdiği; ilâmsız icrada belgeye dayalı takibin kabul edilip itirazın kaldırılması kurumunun kaldırıldığı, banka alacakları konusundaki hükümlerle, kambiyo senetlerine özgü takip yolunun kaldırılmasıyla yetinilen önemli değişiklikler yapılmıştır. Küllî icrada yapılan önemli bir değişiklikten bahsedilmemekte, sadece uygulaması olmayan iki kurumun kaldırıldığından söz edilmektedir. Bir de takibin düşmesi kurumu önemli görülmektedir. Taslağın kendisi ile ilgili tespit önemli saydığı bize vaatleri bunlardır.

B. Cebri İcra Kanunu Taslağının Önem Atfettiği Yenilikler Ne Kadar Ciddî ve Tutarlı?

1. Yeni Bir Kanun İddiası Ne Kadar Yerindedir? Dağ Fare mi Doğurmuştur?

Yukarıda, bir şey çıkarmadan ve eklemeden doğrudan Gerekçe’den hareketle yapılan tespitler karşısında, şu sorular çok haklı sorulardır: Acaba yeni bir takip hukuku kanunu yapıyoruz derken, bir bardak suda fırtına mı koparılmaktadır, dağ fare mi doğurmuştur? Çünkü, bu kadar sınırlı sayıda “önemli” değişiklik içeren bir Taslak, aslında nasıl yeni bir kanun sayılabilir? Bu kadar sınırlı bir düzenleme için, bu kadar uzun zaman, emek, kaynak ayırmak gerekir miydi? Çünkü, bizzat Taslağın Genel Gerekçesi bize başka önemli değişiklik olmadığını, diğerlerinin düzeltme, ifade vs. nitelikte olduğunu, 2004 sayılı İİK’nın genel çerçevesi ve sisteminin korunduğunu söylemektedir.

Bugün Ülkemizde 25 milyona yaklaşan takip dosyası dikkate alındığında, her takibin de iki tarafı olduğuna göre, yani 50 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren (ki bu aslında aktif nüfusa denk gelmektedir), günlük hayat, üretim-tüketim ilişkileri, işletmeler, ekonomi ve hayatın devamı için önem taşıyan, bir alacağın tahsilinin gecikmesinin, bir işletmenin çökmesinin, krize girmesinin domino etkisi dikkate alındığında büyük sorunlara yol açtığı göz önünde tutulduğunda, on yıllık bir süre çalışılan bir Taslak bu kadar sınırlı bir vaatte mi bulunmalıydı?

Şayet bu kadar sınırlı bir değişiklik yapılacaksa, zaten ikide bir değiştirilen, artık değişmeyen yeri kalmayan 2004 sayılı İİK’nda (hem de çok kısa sürede) yapılacak yeni bir değişiklik, tadil Kanunuyla da bu mümkün olabilirdi. Bir de yeni Kanun ismi verilerek, müesseselerin yeri değiştirilerek uygulamada gereksiz bir akıl karışıklığına yol açılmazdı. Önerimiz şüphesiz bu değildir; ancak Taslak’tan hareketle varılan sonuç budur.

Özellikle küllî icrada neredeyse önemli bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda ortaya konulan Taslağa gerçekten bütünlüklü bir takip hukuku taslağı denilebilir mi? Şayet sadece cüz’i icra üzerinde önemli değişiklik yapılacaktı, bu durumda iki ayrı kanun çalışması yapılmalı, ilkinde cüz’i icra, ikincisinde de ayrı bir küllî icra kanunu olmalıydı. Ancak bu haliyle çalışma takip hukukunun tümüne ilişkinmiş gibi görünse de aslında bir cüz’i icra tadil kanunu taslağı niteliğindedir.

2. Vaadler Kendi İçinde Ne Kadar Tutarlıdır? Kendini Tekzip Eden Gerekçe!

Bu vaatler kendi içinde bazı çelişkileri de ortaya koymaktadır. Yani vaadedilen şeyler, aynı zamanda sorunlu vaatler ve gerekçelere dayanmaktadır. Cevaplarını ayrıca daha sonra vereceğimiz, sonraki çalışmada daha teknik açıklayacağımız şu birkaç soruyu sorduğumuzda bu çelişkiler görünmekte ve Gerekçenin tatmin edici olmadığı ortaya çıkmaktadır:

  • İlâmsız icranın muhafaza edildiği söylenmekte ve o yönde düzenleme yapılmaktadır; ancak fiilen ilâmlı icraya dönüşecek ilâmsız icranın kime faydası vardır? Çünkü, Taslak’ta ilâmsız takip yapıldığında, borçlu itiraz ederse (alacakların ve alacağın dayandığı belgelerin niteliğine bakılmaksızın) takip durmakta, tek yol genel mahkemelerde itirazın iptali davası açmak kalmaktadır (CİKT m. 95, 96). Bu durumda başta değil, (çoğunlukla uygulamada takiplere itirazın da yapıldığı düşünülürse) daha sonra dava açılmak durumunda kalınacaktır. O zaman ilâm alınmasını ertelemekten öte bir işe yaramayan, hatta itirazın iptali davasının tartışmalı niteliği (tespit mi, eda mı olduğu) düşünülürse, tek başına da işe yaramayacak bir mahkeme kararı için uğraşılmış olacaktır. Kaldı ki süresinde itirazın iptali davası açılmazsa genel hükümlere göre alacak davası açılabilecek; ancak artık ilâmsız takip düşmüş olacaktır. Bu düzenleme karşısında hem takiple zaman kaybedilecek, bir de duruma göre araya zorunlu arabuluculuk süreçleri vs. girecektir. Yani ortada, aslında ilâmsız icra diye, önce takip sonra dava şeklinde özetlenecek ters çevrilmiş bir ilâmlı takip benzeri durum söz konusudur. İlâmsız icranın (tüm eleştiri ve farklı önerimize rağmen) şu andaki -en azından rehabilite edilebilecek- avantajları da bertaraf edilmektedir. Kime, nasıl bir fayda getireceği beklenmektedir?

  • Madem artık belgeye dayalı bir ilâmsız takip kabul edilmiştir ve halen ilâmsız icrada da bu haliyle ısrar edilmektedir, neden itirazın kaldırılması yolu tamamen kaldırılmıştır? Artık belgeye dayanmak zorunlu hale gelmişse, o belgelerin hiç değilse daha kesin belgeler olması sağlanarak, itirazın kaldırılması muhafaza edilip mevcut kesin ve geçici kaldırma ayrımı kaldırılıp kararlara belirli kesinlik tanınarak sorun çözülebilirdi. Böyle bir durumda yeniden gereksiz davaların önüne geçilmesi mümkün olabilirdi. Nihayetinde icra mahkemesi de bir mahkemedir, ilâmsız icra yolunun madem kanuna alınmıştır, bir avantajı olmalıdır. En azından yeni bir Taslak ve Kanun iddiasında olan çalışmadan, bu veya başka bir orjinallik beklemek haklı bir beklentidir. Ancak beklenti karşılanmamış hatta tersi vaki olmuştur.

  • İlâmsız icranın akıbeti yine dava açmak ise, neden artık Dünya’da kabul edilen ve uluslararası belgelere de giren küçük taleplerle (daha küçük alacaklarla) büyük ve karmaşık alacak-borç ilişkileri ayrılmadan, hepsi aynı kadere tâbi kılınmıştır? Abonelik sözleşmeleri için büyük alacaklılar lehine belirli ölçüde bu yol açılmış ve şimdi de CİKT içine alınmışken, sıradan alacaklılar neden bu uzun ve zorlu süreçlerle uğraştırılmaktadır? Sadece büyük sermayenin ve büyük alacaklıların mı korunmaya ve kısa yoldan alacağını elde etmeye hakkı vardır? Bu bir açıdan eşitlik ilkesine aykırı ve menfaat dengesini de zedeleyen, tutarlı olmayan bir tercih değil midir? Yeni bir kanun iddiasındaki çalışmada mevcudu bir yerden bir yere aktarmak yerine, onu geliştirip daha iyi hale getirmek gerekmez miydi?

  • Genel düzenleme niteliğindeki Taslağa alınmamıştır” gerekçesi ile kambiyo senetlerine özgü ilâmsız takip Taslak’ta yer bulamamıştır. O zaman, özel düzenleme olan bazı takip yollarının Taslak’ta yer bulması nasıl izah edilmektedir? Örneğin, abonelik sözleşmelerine ilişkin alacaklar, hem de şu anda zaten ayrı bir kanundayken, neden Taslak içine alınmıştır? Eğer bu gerekçeden hareket edilirse, neden kiralanan taşınmazların tahliyesi halen Taslakta yer almaktadır? Şayet bu gerekçe yerindeyse ve tutarlıysa, neden zaten TTK içinde kendi uyumuyla yer bulmuş (en azından artık öyle kabul edilmiş) deniz icra hukuku, ortaya çıkartacağı riskler de olmasına rağmen Taslağa dercedilmiştir? Görüldüğü üzere ilâmsız icra konusundaki tercihte bizatihi Taslağın kendisi, kendi gerekçelerini açıkça ve göstere göstere tekzip etmektedir. Başka bir soru olarak, şayet genel düzenlemenin içine alınmamışsa, kambiyo senetleri için ayrı bir takip kanunu mu kabul edilecek, yoksa TTK içine mi alınacaktır? Bu düşünülüyorsa o zaman çelişki katmerlenmeyecek midir?

  • İlâmsız icra için kabul edilen belgelerin bazıları konusunda kabul edilen şartlar nasıl denetlenecektir? Örneğin, “Elinde … itiraz edilmemiş fatura bulunmayan alacaklı ilâmsız icra yoluna başvuramaz” denilmektedir (CİKT m. 79/2). Faturaya itiraz edilmediği de belgelenebilecek midir, nasıl anlaşılacaktır, meğer ki itiraz edilmiş olsun, bu itirazın süresinde olup olmadığı ve geçerliliği denetlenecek midir? Bu, icra memurunun denetimi konusu mu olacaktır? Çünkü, ifade “başvurulamaz” şeklinde emredicidir. Yine takip kambiyo senedine dayanıyorsa senet aslının ibrazı zorunlu kılınmıştır (CİKT m. 87/4); keza çekle ilgili de ayrıca açıklama yapılmıştır (CİKT m. 87/3). Madem kambiyo senetlerine özgü takip yolu kabul edilmemektedir, bu şekilde özel bir düzenleme niye yapılmıştır? Velev ki alacaklı senedi ibraz etmedi ve ben sadece soyut borç ikrarı olarak belgeye dayanıyorum derse ne olacaktır? İcra memuru bu senedin niteliğini de denetleyecek midir? Bunlar afakî sorular değil, ilerde kanunlaşma söz konusu olursa hep tartışılacak, bizim aklımıza gelen herkesin aklına daha sonra da olsa gelecek sorulardır.

  • İlâmlı icrada icra takibinin ancak istinaf kararıyla mümkün olduğu kabul edilmiştir (CİKT m. 53/1). Şayet ilâm varsa ilâmsız icra yapılamaz şeklindeki 2017 tarihli İBK’dan hareketle yapılan düzenleme ayakta kalacak mıdır, kalırsa adil olacak mıdır? Yine aynı şekilde ilâm varsa kısa sürede elde edilecek alacak için ihtiyatî haciz de istenemez, şeklindeki uygulamaya bu şekilde devam edilebilecek midir? Çünkü, artık ilâmın elde edilmesiyle icrası arasında aylar, hatta şu andaki istinaf incelemesine göre yıllar geçecektir. Bu sebeple bu iki konuda kabul edilen gerekçeler artık geçersizdir. Böylece, elinde ilâm olanın ilâmsız icra yoluna başvuramayacağı (CİKT m. 79/6) yönündeki içtihadın Taslak’ta kanunlaştırma çabası gerçekten düşünülerek yapılmış bir düzenleme midir? Çünkü, şu an 2004 sayılı İİK bakımından o da kısmen anlaşılır olsa da, artık ilâmlı icranın istinafa ertelendiği CİKT’da bu ne kadar anlamlı, makul ve doğrudur?

  • Yağmurdan kaçarken doluya tutulma tehlikesi doğmayacak mıdır? İlâmlı icra istinafa ertelenirken, arada geçen süre için gereksiz bir ihtiyatî haciz talebi patlaması olmayacak mıdır, yeni iş yükü çıkmayacak mıdır? Özellikle ihtiyatî hacizlerde anormal bir atış olacağı, hatta elde artık bir ilâm olduğundan yaklaşık değil, tam ispat da gerçekleştiğinden ihtiyatî haciz talebinin de reddedilmesi mümkün olmayacağından, önceden (halen) bir takiple çözülen sorun için, şimdi bir de hem mahkemeler ihtiyatî hacizle meşgul edilecek, ardından icra daireleri bu ihtiyatî haczin icrasıyla uğraşacak, sonunda yine bir takip yapılacaktır. Yani bir işten üç iş çıkacaktır; en azından bu tehlike hem de ciddî şekilde vardır. İcra takibindeki basitlik, kolaylık, ucuzluk bu mudur? Yine ihtiyatî haczi durdurmak için bu sefer teminat gösterilecektir. Zaten mevcut uygulamada da, ilâmlı takipte, takibin ertelenmesi için teminatla aynı sonuca varılmaktayken, kulak niye tersten -hem de büyük zahmetle- gösterilmektedir?

  • İlâmlı icrada, takibin ertelenmesi konusundaki yetki kural olarak icra dairesine bırakılmıştır (CİKT m. 55/1-2). Dosyayı asıl inceleyecek olan Yargıtay gibi en üst yargı organı iken, onun asıl kararı vereceği bir konuda, adeta tedbir mahiyetindeki erteleme yetkisinin idarî birim olan icra dairesine bırakılması, hukukî koruma, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ile izah edilebilir mi? Şayet amaç salt pratiklikse neden yukarıdaki karmaşık şeylere izin verilirken burada böyle bir tercihte bulunulmuştur, bunun izahı nedir? Kaldı ki, daha önce bu yetki, asıl kararı verecek olan BAM veya Yargıtay’da iken, daha sonra (şu anda yürürlükte olan haliyle) konuyla ilgisi olmayan icra mahkemelerine bırakılması dahi eleştiri konusuyken, kalibre iyice düşürülmüş, idarî bir makam olan icra dairesine bırakılarak gereksiz tartışmaların önü açılmıştır. Bu konu 1965 yılında dahi TBMM’nin önüne geldiğinde “mahzurlu” bulunup kabul edilmemişken, şimdi bir aşama daha geri gidilmesi Tasarı’daki temel haklar ve hukukî korunmaya yönelik bakış açısını yansıtması bakımından dikkat çekicidir.

  • Bu konuda başka bir çelişki küllî icraya ilişkindir. Küllî icrada, bazı sıradan ve ilk akla gelen değişiklikler dışında neredeyse hiçbir şey yapılmadığı, bizatihi yukarıya alınan Genel Gerekçe’den anlaşılmaktadır. Ancak orada da başka çelişki mevcuttur. Sermaye şirketlerinin yeniden yapılandırılması kurumu, “uygulamasına hemen hemen hiç rastlanmadığı” gerekçesiyle ve “sözde rehabilitasyon usûlü” denilerek kaldırılmıştır. O zaman sorun şudur: Malvarlığının terki suretiyle konkordatoyu uygulayan, sonuç alan var mıdır? Bu hükümler de neredeyse hiç uygulanmamaktadır, hele rehabilitasyon tedbiri olduğunu iddia etmek hiç mümkün değildir; borçlu malvarlığınızı terkedip deyim yerindeyse işin içinden çıkmaktadır. Eğer uygulanmayan müesseselere el atılmış, Taslak’tan çıkartılmışsa bu kurum niye durmaktadır?

Bu konuda verilecek çok örnek ve yapılacak çok açıklama vardır. Ancak burada bu kadarıyla yetinip diğer hususları Taslağın diğer hükümlerini ve kurumlarını daha somut incelediğimiz yerlere bırakıyoruz.

Sonuç olarak; Taslak aslında yeni bir kanun çalışması olmayıp bir “tadil Taslağı”dır. Bu tadil Taslağı niteliğinde ve sadece yeniden isimlendirilen metin, bizatihi kendi içinde de salt kendi gerekçesinden hareket edildiğinde dahi, birçok çelişkiyi ihtiva etmektedir. Kabulü ve uygulanması halindeyse şimdiden öngörülebilen birçok soruna ve öngörülemeyecek başka sorunlara açıkça gebedir.

Bundan sonraki yazılarda, müessese müessese daha somut olarak cüz’i ve küllî icra ayrıca ele alınacaktır.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
İzmir Websitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku