Lexpera Blog

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Simsarlık Sözleşmesinin Sona Ermesi

1. Giriş

Simsarlık sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 520525 maddelerinde düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanunu’nda vekalet ilişkilerinin düzenlendiği dokuzuncu bölümün üçüncü ayrımında düzenlenen simsarlık sözleşmesi maddi fiillere ilişkin olup, vekalet sözleşmesine kıyasla kapsamı daha sınırlıdır. Öyle ki simsarlık sözleşmesinin konusu yalnızca taraflar arasında bir sözleşmenin kurulmasına aracılık etmeye ilişkindir. Ancak simsarlık sözleşmesinin sona ermesine ilişkin düzenlenmiş özel bir kanun hükmü bulunmamaktadır. TBK m. 520 f.2’de simsarlık sözleşmesine kural olarak vekalete ilişkin hükümler uygulanacağı belirtilmiştir. Bu nedenle adi vekalet sözleşmesinin sona ermesinin düzenlendiği TBK m. 512-513 hükümleri ve genel hükümler çerçevesinde borcu sona erdiren sebepler niteliğine uygun düştüğü ölçüde simsarlık sözleşmesinin sona ermesinde de uygulanır. Bu çalışmada, simsarlık sözleşmesinin Borçlar Kanunu’ndaki vekalete ilişkin hükümler ve borcu sona erdiren genel sebepler çerçevesinde sona ermesi incelenmiştir.

2. Sona Erme Halleri

2.1. İfa (Simsarın Aracılık Yaptığı Sözleşmenin Kurulması)

Genel hükümler çerçevesinde borcu sona erdiren sebepler simsarlık sözleşmesinin sona ermesinde de niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanır.[1] Borçlar Hukuku’nda ifa, borcu sona erdiren sebeplerin başında gelmektedir. Simsarlık sözleşmesi de tarafların karşılıklı borçlarını tam anlamıyla yerine getirmeleri ile sona erecektir. Simsarın aracılık yaptığı sözleşmenin kurulmasını kendi faaliyeti ile sağlaması, iş sahibinin de sözleşme ile kararlaştırılan ücreti simsara ödemesi sonucunda simsarlık sözleşmesi ifa ile sona ermiş olur.[2] Ancak iş sahibi kendisine teklif olunan sözleşmeyi yapmayı herhangi bir sebep olmadan reddetse bile simsarın sözleşmeden doğan borcunu ifa etmiş olduğu[3] ve ücrete hak kazandığı sayılmalıdır[4]. TBK m.521 f.2 uyarınca ‘‘simsarın faaliyeti sonucunda kurulan sözleşme geciktirici koşula bağlanmışsa ücret, koşulun gerçekleşmesi hâlinde ödenir’’. İlgili hüküm emredici nitelikte değildir ve simsarın ücrete hak kazanması için asıl sözleşmenin kurulmasının gerekli olmadığı da kararlaştırılabilir.[5] Ancak işin niteliğinden aksi anlaşılmıyorsa sözleşme metninde bu hususun açıkça belirtilmesi gerekmekte olup aksi durumda simsarın ücret talep etmesi mümkün değildir.[6]

2.2. İfa İmkansızlığı (Simsarın Aracılık Yaptığı Sözleşmenin Kurulamayacağının Anlaşılması)

TBK m.136 f.1 uyarınca borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Simsarlık sözleşmesinde de asıl sözleşmenin kurulamayacak olmasında simsarın kusurunun bulunmaması ve objektif imkansızlık[7] olması halinde sözleşme sona erecektir.[8] Örneğin bir taşınmaz simsarlığı sözleşmesinde simsarın aracılık faaliyeti neticesinde satışı gerçekleştirilecek bir taşınmazın sonradan kamu malı haline gelmesi[9] durumunda ifa imkansızlığı gündeme gelecektir. İş sahibinin aracılık faaliyeti yürüten simsara durumu derhal bildirmesi gereklidir. Aksi halde satışın yapılamayacağından haberi olmayan simsarın ifanın imkansızlaştığı tarihten sonra asıl sözleşmenin kurulması için yaptığı masrafları (ilan, tanıtım vs.) iş sahibinden talep etmesi mümkündür.

2.3. Sürenin Sona Ermesi

Simsarlık sözleşmesinin süreli yapılması halinde kararlaştırılan sürenin dolması ile simsarlık sözleşmesi kendiliğinden sona erecektir. Ancak sözleşmenin sona erme tarihinden belirli bir süre önce taraflarca fesih bildiriminde bulunulmaması halinde sözleşmenin devam edeceği de kararlaştırılabilir.[10] Taraflar sürenin sona ermesine yakın sürenin uzatıldığına dair yeni bir anlaşma da yapabilir. Ancak bu anlaşmanın kanunun aradığı geçerlilik şartına uygun olarak yapılması gerekir. Örneğin; TBK m. 520 f.3 hükmü uyarınca geçerliliği için yazılı şekil şartı öngörülen taşınmaz simsarlığı sözleşmesinde sürenin uzatılmasına dair anlaşma da yazılı şekilde yapılmalıdır.[11]

Sözleşmenin sona ermesi belirli bir süreye bağlanabileceği gibi belirli bir olayın gerçekleşmesine de bağlanabilir. Örneğin; bir taşınmaz simsarlığı sözleşmesinde iş sahibinin kızının üniversiteyi kazanması halinde evin ona bağışlanacağı ve başka bir alıcıya gerek olmayacağı için sözleşmenin sona ereceği kararlaştırabilir. Bu durumda belirtilen olayın gerçekleşmesi ile simsarlık sözleşmesi kendiliğinden sona erecektir. Tarafların simsarlık sözleşmesinin sona ermesini bozucu koşula bağlamaları da mümkündür. Bu halde bozucu koşulun gerçekleşmesi ile borç ilişkisi hükümden düşecek[12], simsarlık sözleşmesi kendiliğinden sona erecektir.[13]

2.4. Tek Taraflı Sona Erdirme

Türk Borçlar Kanunu m. 512’de vekalet sözleşmesinin taraflarca her zaman tek taraflı olarak sona erdirilebileceği düzenlenmiştir:

i. ‘‘Vekâlet veren ve vekil, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilir.’’

Vekalet sözleşmesinde diğer sözleşme tiplerine kıyasla güven ilişkisinin çok daha yoğun olması nedeniyle kanun koyucu taraflara sözleşmeyi tek taraflı sona erdirme hakkı vermiştir.[14] Simsar ve iş sahibi de TBK m.520 f.2 uyarınca simsarlık sözleşmesini her zaman tek taraflı olarak sona erdirebilir. İlgili kanun hükmü emredici nitelikte olduğu için taraflarca aksi kararlaştırılamaz. Vekalet sözleşmesinin tarafları tek taraflı sona erdirme hakkının kullanılmasından önceden feragat edemez[15] yahut kullanılması halinde bir ceza koşulu yaptırımı öngöremez.[16] Temelinde yine güven ilişkisinin yattığı simsarlık sözleşmesi açısından da simsar ya da iş sahibi tarafından bu hakkın kullanılmasından önceden feragat etmenin mümkün olup olmadığı öğretide tartışmalıdır. Ancak hakim görüş vekalet sözleşmesi gibi simsarlık sözleşmesinde de tarafların tek taraflı sona erdirme hakkının önceden engellenemeyeceği, bu haktan feragat edilemeyeceği yönündedir.[17]

Kanun koyucu bu hakkı herhangi bir şekil şartına tabi tutmadığından taraflar azil ve istifa haklarını diledikleri gibi açık ya da örtülü bir şekilde kullanabilir. Ancak TTK m.18 f.3’de tacirlerin bu hakkı kullanması bakımından şekil şartı getirilmiştir: ‘‘Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır.’’. İlgili hüküm uyarınca tacir olan simsar ve iş sahibi arasında imzalanan simsarlık sözleşmesinde tek taraflı sona erdirme hakkı taraflarca ancak noter aracılığıyla ihtar/ihbarda bulunmak, taahhütlü mektup göndermek, telgraf çekmek veya güvenli elektronik imza kullanılmak suretiyle elektronik posta sistemi aracılığıyla yapılabilecektir.

Tek taraflı sona erdirme hakkının herhangi bir zaman ve neden koşuluna bağlı tutulmaması esas olmakla beraber bu hakkın kullanımı nedeniyle tarafların zarara uğraması halinde tazmin sorumluluğunun doğup doğmadığı öğretide tartışmalıdır. Ancak baskın görüş TBK m.512’deki hükmün simsarlık sözleşmesi için de uygulanacağı yönündedir[18]:

"ii. Ancak, uygun olmayan zamanda sözleşmeyi sona erdiren taraf, diğerinin bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür."

Tazmin yükümlülüğü doğuran zararın kapsamı menfi(olumsuz) zararla sınırlıdır. Menfi zarar sözleşmenin geçerliliğine duyulan güven sonucu uğranılan zarardır. Bu zarar simsar ya da iş sahibinin, karşı tarafın sözleşmeden dönmesi sonucu içinde bulunduğu durum ile bu sözleşmeyi hiç yapmamış olsaydı içinde bulunacağı durum arasındaki fark şeklinde de tanımlanabilir.

2.5. Ölüm

TBK m. 513 f.1’de vekalet sözleşmesinin tarafların ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflas etmesi halinde kendiliğinden sona ereceği düzenlenmiştir:

i. ‘‘Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça sözleşme, vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile kendiliğinden sona ermiş olur. Bu hüküm, taraflardan birinin tüzel kişi olması durumunda, bu tüzel kişiliğin sona ermesinde de uygulanır.’’

Gerçek kişi vekilin ya da vekalet verenin ölümü halinde vekalet sözleşmesi kendiliğinden sona erer. ‘‘Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça’’ lafzından da anlaşılacağı üzere ilgili kanun hükmü düzenleyici nitelikte olup emredici nitelikte değildir. Dolayısıyla vekalet sözleşmesini kendiliğinden sona erdiren ölüm, ehliyetin kaybı ve iflas hallerine rağmen sözleşmenin devam edeceği taraflarca kararlaştırılabilir[19] ya da işin niteliğinden[20] sözleşmenin kanunda sayılan sebeplerle sona ermeyeceği anlaşılabilir. Vekilin vekalet verenin sağlığında ifasına başladığı iş veya hizmetleri taraflarca kararlaştırılması halinde gerçek kişi vekalet verenin ölümünden sonra da devam ettirmesi mümkündür.[21] Ancak temelinde güven ilişkisinin yattığı vekalet sözleşmelerinde, sadakat ve özenle şahsen ifada bulunma borcu altında olan vekilin veya iradesi ve menfaati doğrultusunda talimat verebilme hakkı olan vekalet verenin ölümünden sonra sözleşmenin devam edebileceği haller sınırlı olup somut olaylara göre incelenmelidir.

Simsarlık sözleşmesi, vekalet sözleşmesinin sona ermesine ilişkin hükümler uyarınca sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmıyorsa, iş sahibinin veya simsarın ölümü ile kendiliğinden sona erer. Simsarlık sözleşmesinin simsarın ölümü ile sona ermesinde simsarın sözleşme ile yüklendiği edimin maddi fiile ilişkin olması ve ifanın şahsen yapılıp yapılmaması belirleyici rol oynar.[22] Sözleşme ile şahsen ifa yükümlülüğü olan simsarın ölümü halinde simsarın mirasçıları tarafından ifaya devam edilmesi beklenemez. Taraflarca aksi kararlaştırılmış olsa dahi şahsen ifa simsarın (borçlunun) ölümü nedeniyle imkansızlaşacak ve işin niteliği sözleşmenin devam etmesine izin vermeyecektir.

Şahsen ifa yükümlülüğü olmayan simsarın ölümü halinde ise sözleşmenin ölümle sona ermeyeceği kararlaştırılmışsa sözleşme geçerliliğini koruyacak, simsarın ölümüyle sona ermeyecektir. Ancak iş sahibi sözleşmenin geçerliliğini koruması nedeniyle ifaya devam eden simsarın mirasçılarını her zaman azlederek sözleşmeye son verebilir. Öyle ki kanundan doğan tek taraflı sona erdirme hakkından önceden feragat edilemeyecek ve ölümden sonra sözleşmenin devam edeceğinin kararlaştırılması iş sahibinin azil hakkını ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin bir taşınmaz simsarlığı sözleşmesinde simsarın alacaklı bulma, satış sözleşmesinin yapılmasına aracılık etme, fırsat gösterme faaliyetlerinin simsarın ölümü halinde mirasçıları tarafından da yerine getirilmesi mümkündür. Bu sebeple sözleşmenin ölümle sona ermeyeceği taraflarca önceden kararlaştırılmışsa simsarın mirasını kabul eden mirasçılar tarafından sözleşme ile yüklenilen borcun ifasına devam edilebilir. Ancak iş sahibinin simsarın mirasçılarını azil yetkisi devam ettiği gibi, simsarın mirasçılarının da istifa etmesi ve ölümle sona ermeyen simsarlık sözleşmesini tek taraflı olarak sona erdirmesi mümkündür.

Simsarlık sözleşmesi iş sahibinin ölümü halinde de kendiliğinden sona erer. Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılması halinde ise sözleşme geçerli olmaya devam edecektir. Örneğin bir taşınmaz simsarlığı sözleşmesinde iş sahibinin maliki olduğu taşınmaza alıcı bulmak ve aracılık faaliyeti yapmakla yükümlü olan simsarın, iş sahibinin ölmesi durumunda mirası kabul eden mirasçılar ile de sözleşmenin ifasına devam etmesi mümkündür. Öyle ki işin niteliği sözleşmenin devam etmesine engel nitelikte olmadığından simsar ve mirasçılar sözleşmenin devam edeceğini kararlaştırabilir. İş sahibi ve simsarın sözleşmenin ölümle sona ermeyeceğini kararlaştırmaları halinde ise sözleşme kendiliğinden sona ermeyecektir. Bu durumda simsarı azil yetkisi iş sahibinin mirasçılarına geçeceğinden, sözleşmenin devam etmesini istemeyen mirasçılar simsarı azletmek suretiyle sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilir.

Tarafların gaipliğine karar verilmesi durumunda da ölüme benzer bir şekilde sözleşme kendiliğinden sona erecektir.[23] Simsar veya iş sahibinin tüzel kişi olması halinde ise TBK m. 513 f. 1 c. uyarınca simsarlık sözleşmesi tüzel kişiliğin sona ermesi ile kendiliğinden sona erer. Örneğin simsarlık faaliyeti bir tüzel kişi tarafından yürütülüyor ise tüzel kişiliği temsile yetkili simsarın ölümü halinde sözleşme geçerli olmaya devam edecek ancak tüzel kişiliğin sona ermesi halinde sözleşme kendiliğinden sona erecektir.

Önemle belirtmek gerekir ki; TBK m. 513 f.1 hükmü doğrultusunda tarafların kanunda sayılan sebeplere istisna getirmeleri mümkünse de; sözleşme ile kararlaştırdıkları sona erme hükümleri Türk Borçlar Kanunu’ndaki genel hükümler çerçevesinde de inceleme alanı bulur. Öyle ki simsarın ileride çok sayıdaki benzer simsarlık sözleşmesinde kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak iş sahibine sunduğu sözleşme hükümleri TBK m. 20-25 hükümleri uyarınca her zaman genel işlem koşullarına tabi tutulacaktır. Bu sebeple sözleşmenin sona ermesine ilişkin yazılmış bulunan hükümler simsarlık sözleşmesinin niteliğine ve işin özelliğine yabancı ise yazılmamış sayılabilir, açık ve anlaşılır olmaması durumunda ise iş sahibi lehine yorumlanabilir.

2.6. Ehliyetin Kaybedilmesi

TBK m.513 f.1’de düzenlenen ehliyetin kaybedilmesinin sözleşmeyi sona erdireceği hükmü niteliğine uygun düştüğü ölçüde simsarlık sözleşmesine uygulanacaktır. Öyle ki kanunda ehliyeti kaybetmek denmekle yetinilmiş, tam ehliyetsiz ve sınırlı ehliyetsiz ayrımı yapılmamıştır. Gümüş’e göre ‘‘Kanun ehliyetsizlikten bahsettiği için her şeyden önce vekil ya da vekalet verenin ayırt etme gücünü kaybederek tam ehliyetsiz hale gelmesi; ayırt etme gücüne sahip kişinin kısıtlanması veya kendisine yasal danışmanlık altına konulması TBK m.513’ü uygulanabilir kılar.’’[24]

Vekalet sözleşmesi kurulduktan sonra vekalet verenin veya vekilin ayırt etme gücünü kaybederek tam ehliyetsiz hale gelmesi durumunda sözleşme kendiliğinden sona erer.[25] Vekilin veya vekalet verenin sınırlı ehliyetsiz duruma gelmesi halinde TMK m. 16 hükmü uyarınca yasal temsilcinin muvafakati ile sözleşme geçerli olmaya devam edebilir. Taraflardan birine yasal danışman atanması halinde ise vekalet sözleşmesinin konusu TMK m. 429’da sayılan işlemlere ilişkin ise yasal danışmanın onayı ile vekalet sözleşmesi geçerliliğini koruyacaktır.

Simsarlık sözleşmesinde simsarın ya da iş sahibinin ayırt etme gücünü kaybederek tam ehliyetsiz hale gelmesi simsarlık sözleşmesini kendiliğinden sona erdirir. İş sahibinin sınırlı ehliyetsiz olması durumunda TMK m.16 hükmü uyarınca yasal temsilcinin onayı ile sözleşmenin devam etmesi mümkündür. Simsarın sınırlı ehliyetsiz olması durumunda ise sınırlı ehliyetsizlerin üçüncü kişileri temsilen hukuki işlem yapabilmesi sayesinde simsarlık sözleşmesi devam edecektir.[26] Simsara veya iş sahibine yasal danışman atanması halinde ise simsarlık sözleşmesinin konusunun TMK m.429’da sayılan işlemlere[27] ilişkin olması durumunda sözleşmenin devam etmesi yasal danışmanın onayına bağlı olacaktır.

2.7. İflas

TBK m. 513 f.1 uyarınca vekilin veya vekalet verenin iflas etmesi ile vekalet sözleşmesi kendiliğinden sona erer.[28] Kanun koyucu kanunda sayılan ölüm ve ehliyet kaybı dışında tarafların iktisadi ve ekonomik güçlerini kaybederek iflas etmelerinin de vekalet sözleşmesini kendiliğinden sona erdireceğini belirtmiştir. Ancak taraflarca aksi kararlaştırılabilir veya işin niteliğinden sözleşmenin iflas ile sona ermeyeceği anlaşılabilir.

Vekalet sözleşmesinin bir hukuki işleme ilişkin olması durumunda vekalet verenin iflası vekalet sözleşmesini kendiliğinden sona erdirir. Bu durumda vekalet verenin malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisi iflas idaresine geçecek olup tarafların buna rağmen sözleşmenin devam edeceğini kararlaştırmaları mümkün değildir. Vekilin iflası halinde sözleşmenin kendiliğinden sona erip ermeyeceği noktasında öğretide görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Ancak kanımızca kendi malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisi sona eren vekilin, vekalet verenin malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunmasının vekalet sözleşmesinin temel unsuru olan güven ilişkisini zedeleyeceği ve sözleşmenin kendiliğinden sona ereceğinin kabulü gerekir.

Maddi fiillere ilişkin vekalet sözleşmesinde vekalet verenin ya da vekilin iflası ile sözleşme kendiliğinden sona ermez. Zira vekilin ya da vekalet verenin iflası malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisini kaldırmakla birlikte tarafların ehliyetini etkilememektedir. Ancak bu durumda da iflas nedeniyle güveni zedelenen tarafın sözleşmeyi haklı nedenle tek taraflı olarak sona erdirme imkânı devam etmektedir.

Simsarlık sözleşmesi, maddi fiillere ilişkin vekaletin özel bir çeşididir.[29] TBK m. 520 hükmü uyarınca simsar taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkânını hazırlar veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlenir. Simsarın iflas etmesinin maddi fiil niteliğinde olan aracılık faaliyetini engelleyeceği düşünülemez.[30] Ancak temelinde güven ilişkisi barındıran simsarlık sözleşmesinde simsarın iflas etmesi iş sahibinin güvenini zedeleyebilir. Bu durumda simsarın iflas etmesi işin niteliği gereği sözleşmeyi kendiliğinden sona erdirmeyecek ancak iş sahibinin sözleşmeyi tek taraflı sona erdirme hakkı için bir zemin hazırlayacaktır.[31]

Simsarın aracılık faaliyeti ile sözleşme kurulması halinde ücret ödeme borcu altına girecek olan iş sahibinin iflas etmesi halinde ise sözleşme kendiliğinden sona erecektir.[32] Çünkü iş sahibinin iflas etmesi halinde malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisi ortadan kalkacak ve iflas idaresine geçecektir. Bu suretle müflis iş sahibi, simsarın aracılık faaliyeti ile kurduğu sözleşme sonucu ödemekle yükümlü olduğu ücreti ödeyemeyecektir.[33]

2.8. Simsarın İşi Geçici Olarak Devam Ettirme Yükümlülüğü

TBK m. 513 f. 2’de ‘‘Vekâletin sona ermesi vekâlet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürüyorsa, vekâlet veren veya mirasçısı ya da temsilcisi, işleri kendi başına görebilecek duruma gelinceye kadar, vekil veya mirasçısı ya da temsilcisi, vekâleti ifaya devam etmekle yükümlüdür.’’ düzenlemesine yer verilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu vermiş olduğu bir kararında, kesinleşmemiş bir davada davacı vekalet verenin ölümü nedeniyle vekalet ilişkisinin sona ermesinin vekalet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürdüğünü ve vekilin vekalet görevini geçici olarak devam ettirmesinin kabulü gerektiği sonucuna varmıştır.[34] İlgili kanun hükmü uyarınca vekalet sözleşmesinin nitelikli bir çeşidi olan simsarlık sözleşmesinde de simsarlık sözleşmesinin sona ermesi simsarın haklarını tehlikeye düşürürse ve simsarlık sözleşmesinin niteliği bakımından işin devam etmesi mümkünse simsar, mirasçılar işlerini kendi başına görebilecek duruma gelinceye kadar aracılık faaliyetine devam etmekle yükümlüdür.

2.9. İkale Sözleşmesi

İkale, tarafların aralarındaki sözleşmeyi karşılıklı anlaşarak başka bir sözleşme ile sona erdirmeleridir. Simsarlık sözleşmesinin tarafları olan simsar ve iş sahibi de ikale sözleşmesi ile aralarındaki sözleşmeyi sona erdirebilir. İkale sözleşmesi kanunlarımızda herhangi bir şekil şartına tabi kılınmadığından tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanları ile yazılı veya sözlü olarak düzenlenebilir.

3. Sonuç

Simsarlık sözleşmesi, kanun koyucu tarafından vekalet ilişkileri bölümünün alt başlığında düzenlenmesi nedeniyle vekalet sözleşmesinin bir alt türü niteliğindedir. TBK m.520 f.2 hükmünde yapılan atıf uyarınca da simsarlık sözleşmesinin sona ermesinde vekalet sözleşmesinin sona ermesine ilişkin TBK m.512 vd. hükümleri uygulama alanı bulur. Ancak konusu sadece bir sözleşmenin kurulmasına aracılık etmek olan ve simsarın iş görme borcunun maddi fiillerle sınırlı olduğu simsarlık sözleşmesinin sona ermesine ilişkin özel bir düzenleme getirilmesinin gerekli olduğu öğretideki farklı görüşler doğrultusunda ortadadır. Nitekim kurulan sözleşmenin niteliğine ve simsarın yaptığı aracılık faaliyetine göre simsarlık sözleşmesinin kendi içerisinde de farklı türleri vardır. Mevcut durumda simsarın aracılık yaptığı faaliyetin ve iş görme borcunun kapsamına göre (taşınmaz simsarlığı, borsa simsarlığı, özel istihdam büroları vb.) sona erme sebepleri incelenmeli ve vekalet sözleşmesine ilişkin hükümler her somut olay nezdinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanmalıdır. TBK m. 513 f.1 hükmü doğrultusunda tarafların sözleşme ile kanunda sayılan sona ermeye ilişkin sebeplere istisna getirmeleri mümkündür. Ancak önemle belirtmek gerekir ki; tarafların sözleşme ile kararlaştırdıkları sona erme hükümleri Türk Borçlar Kanunu’ndaki genel hükümler çerçevesinde her zaman denetime tabi tutulacaktır.


Dipnotlar


  1. Gökhan Bakar, Taşınmaz Simsarlığı Sözleşmesinde Ücret ve Tabi Olduğu Hükümler, İstanbul, 2015, Vedat, s.85-86. ↩︎

  2. Yargıtay 13. HD. E. 2015/30625, K. 2016/6445, 02.03.2016: ‘‘6098 sayılı TBK.' nun 521. maddesi gereği de “Simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır.” Olayımızda da davacı tellal, davalıya ait taşınmazın satışı için alıcı ve satıcıyı biraraya getirmiş ve daha sonradan da alıcı tarafından taşınmaz tapudan satın alınmış olduğuna göre, artık tellal üzerine düşen görevi yerine getirmiş ve sözleşmede belirtilen 565.000.00.TL bedel üzerinden %1' i olan 5.650.00.TL ücreti ücreti davalı satıcıdan ücret istemeye hak kazanmıştır. Bu bedelden daha önce ödenen 2.000.00.TL mahsup edilerek bakiye 3.650.00.TL asıl alacağın tahsili yönünde karar verilmesi gerekirken mahkemece bu yön gözetilmeden yukarıda yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırıdır.’’ ↩︎

  3. Yargıtay 3. HD. E. 2014/6563, K. 2014/13898, 22.10.2014: ‘‘Yukarıda da açıklandığı gibi davacı emlakçı olarak üzerine düşen edimlerini tümüyle yerine getirdiği, buna rağmen davalı satıcının geçerli bir yasal neden (örneğin hata, hile, gabin, mücbir sebep vs.) olmaksızın alım-satımdan caydığı anlaşıldığından, sözleşmeye bağlılık ve ahde vefa gereği satıcının sorumlu olduğu komisyon ücretinden sorumlu bulunduğu hususu tartışmasızdır. Somut olayda olduğu gibi sözleşmede, cayma halinde cayan tarafın alım-satım sözleşmesinde yer alan karşı tarafın komisyon ücretini de ödeyeceği yönündeki kararlaştırma bir cezai şart (Bk.md.158) olarak kabul edilip, sözleşmeden cayan davalı (satıcının) kendisine ait olan komisyon ücretinin dışında normalde alıcıya ait olan komisyon ücretinden de kural olarak sorumludur.’’ ↩︎

  4. Cevdet Yavuz, Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), 16. Baskı, İstanbul, 2019, Beta, s. 724-725. ↩︎

  5. Yavuz s. 725. ↩︎

  6. Yargıtay 13. HD. E. 2015/41479, K. 2018/5980, 17.05.2018 : ‘‘Davacı, simsarlık sözleşmesinden doğan ücretin tahsili talebi ile eldeki davayı açmış; davalı, satışın gerçekleşmemesi nedeni ile davacının ücrete hak kazanamadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, alıcı ile satıcıyı bir araya getiren davacının tarafların anlaşması ile edimini yerine getirdiği, kredinin çıkmaması nedeni ile satışın gerçekleşmemesinde kusurunun bulunmadığı ve bu nedenle ücrete hak kazandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda, dava dışı satıcı, davalı alıcı ve davacı simsar arasında 17.10.2014 tarihli adi yazılı bir sözleşme imzalanmış olup, bundan sonra tapuda satış gerçekleşmemiştir. Az yukarıda belirtildiği üzere simsar ancak kendi faaliyeti sonucunda sözleşme kurulması halinde ücrete hak kazanacak olup, taraflar arasındaki taşınmaz satımına ilişkin resmi satış işlemi gerçekleşmediğinden davacının ücrete hak kazandığından söz edilemez. Sözleşmede, alıcı ve satıcının satıştan vazgeçmesi durumunda karşılıklı sorumluluklarının ne olacağı düzenlenmiş olmakla beraber davacı simsarın ücreti konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır. O halde Mahkemece, davacının faaliyeti sonucunda resmi şekle tabi sözleşmenin kurulmamış ve taraflar arasında imzalanan sözleşmede aksinin kararlaştırılmamış olması karşısında davacının ücrete hak kazanamadığının kabulü ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.’’ ↩︎

  7. Yargıtay 15. HD. E. 2005/1974, K. 2006/2012, 05.04.2006: ‘‘Sözleşmedeki edim yerine getirilmemişse borçlu alacaklının uğradığı zararları gidermekle mükelleftir. Fakat bazen sözleşmedeki edimin yerine getirilmesi edimin yok olması gibi maddi, sözleşme konusunu yapılamaz kılan hukuki veya ekonomik bir nedenle mümkün olmayabilir. Bu gibi durumlarda ifa imkansızlığı gündeme gelmektedir. Şayet ifa imkansızlığı sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil, herkes için söz konusu ise, buna objektif imkansızlık, yalnız sözleşmenin taraflarından birinin tutumundan doğmuşsa buna da sübjektif imkansızlık denir.’’ ↩︎

  8. Salih Şahiniz, Türk Borçlar Hukukunda Gayrimenkul Tellallığı (Emlak Komisyonculuğu – Emlak Danışmanlığı) Sözleşmesi, İstanbul, 2002, Beta, s. 168. ↩︎

  9. Yargıtay 14. HD. E. 2008/520 K. 2008/1833, 18.02.2008: ‘‘Ne var ki; bilirkişi tarafından düzenlenen rapor ve krokide çekişme konusu yapılan (A) harfli 165 m2'den ibaret taşınmaz bölümünün uygulama imar planında yola terkin edildiği sabittir. Bu haliyle sözleşmenin ifası sonradan ortaya çıkan imkansızlık nedeniyle olanaklı değildir. Borçlar Kanunu'nun 117. maddesi hükmünce de karşılıklı taahhütleri içeren sözleşmelerde borçluya yüklenemeyen nedenler dolayısıyla borcun ifası mümkün olmazsa borç ortadan kalkar. Somut uyuşmazlıkta, kira sözleşmesine konu ve davalı kooperatifi ileride kiracı adına bedelsiz tescili için gerekli teşebbüste bulunmayı taahhüt ettiği taşınmaz bölümü yol olarak terk edilmek suretiyle kamu malı haline geldiğinden, borcun ifasında imkansızlık vardır. Davanın reddi açıklanan bu nedenle doğrudur.’’ ↩︎

  10. Yargıtay 13. HD. E. 2019/5662, K. 2019/11137, 11.11.2019: ‘‘Mahkemece, davacı simsarın 30 günlük süre içinde taşınmazın satışı için gerekli özeni göstererek çalışmalar yaptığını ve muhtemel alıcının varlığını ispatlayamadığı, sözleşmenin bitiminden hemen önce yapılan davetin de dürüstlük kurallarıyla bağdaşmayacağı gerekçesiyle dava reddedilmişse de dava konusu 04/05/2014 tarihli sözleşmeye göre sözleşmenin bitiminden 15 gün öncesinden bildirimde bulunulmadığı takdirde 30 günlük sürenin sonunda sürenin 15 gün daha uzayacağı kararlaştırılmış, davacı tarafça da sözleşme süresi içinde (02/06/2014 tarihinde) davalıya noter kanalıyla çektiği 03/06/2014 tebliğ tarihli ihtarnamede sözleşme şartlarına uygun alıcı bulunduğu belirtilerek alıcının nüfus kağıdı ihtarnameye eklenmiştir. Davalı ise 03/06/2014 tarihinde sözleşmenin bu zamana kadar gerçekleşmemiş olması nedeniyle fesih ihbarında bulunmuştur. Bu durumda, mahkemece davacının davalıyı sözleşme süresi içinde satışa davet ettiği açık olduğuna göre, davalının satıştan vazgeçtiği benimsenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.’’ ↩︎

  11. Yargıtay 13. HD. E. 2014/17184, K. 2015/2297, 03.02.2015: ‘‘Davacı emlak komisyoncusu olduğunu, davalı ile aralarında 30.6.2011 tarihinde aracılık sözleşmesi imzaladıklarını, sözleşme süresinin ilk etapta 60 gün olarak kararlaştırıldığını fakat daha sonra davalının imzalı beyanı ile sürenin uzatıldığını, 27.09.2011 tarihinde söz konusu taşınmazın tapuda 3. kişiye devredildiğini, kendisine komisyon bedelinin ödenmediğini, bu bedelin tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir. Her ne kadar sözleşmenin arkasında sözleşmenin 11.11.2011 tarihine kadar uzatıldığı belirtilip, bu beyan davalı tarafından imzalanmış ise de anılan beyan altında davacının imzası yoktur. Oysaki BK 404 vd (YBK 520 md. vd) maddelerine göre simsarlık sözleşmeleri şekle tabi olup, sözleşme ve eklerinde her iki tarafın birlikte imzalarının bulunması zorunludur. Aksi halde sözleşme geçerlilik kazanmaz. Eldeki davada sözleşmede gösterilen 60 günün hitamından sonra davaya konu taşınmaz satıldığından ve uzatılmış süreye ilişkin kısımda da davacının imzası bulunmadığından anılan taşınmazın uzatılmış süre içinde satıldığından söz edilemez. Mahkemece bu gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddedilmiş olması doğru değildir. ‘’ ↩︎

  12. Haluk N. Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Baskı, İstanbul, 2018, Beta, s.470. ↩︎

  13. Şahiniz, s.143. ↩︎

  14. Mustafa Alper Gümüş, Borçlar Hukuku Özel Hükümler Kısa Ders Kitabı, 3.Baskı, İstanbul, 2018, Filiz, s. 417. ↩︎

  15. Yavuz, s. 681. ↩︎

  16. Gümüş, s.468; ↩︎

  17. Bakar, s.88. ↩︎

  18. Şahiniz, s. 150-151. ↩︎

  19. Yavuz, s. 682: ‘’Vekaletin tarafları, taraflardan birinin ölümüne rağmen vekaletin devam edeceğini kararlaştırabilirler. Örneğin 16.10.1940 tarihli ve 20/87 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da aynı sonuca şu şekilde varılmıştır: Müvekkilin ölümünden sonra dahi maliki olduğu malını tapu sicili muhafızlığında başkasına satış ve ferağa ilişkin vekaletin devam edeceği vekil ile müvekkil arasında kararlaştırılmışsa, müvekkil öldükten sonra vekilin salahiyetleri devam eder; fakat vekili azil hakkı, ölünün kanuni mirasçılarına geçer; mirası reddetmemiş olan mirasçılar bu hakkı kullanabilirler.’’, Fikren Eren, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2014, Yetkin, s.737. ↩︎

  20. Yargıtay HGK, E. 1980/7-2406, K. 1981/641, 25.9.1981: ‘’Davacıların miras bırakanı Ali’nin vekiline verdiği vekaletnamede, vekalet ilişkisinin ölümden sonra da devam edeceğine ilişkin bir açıklık, bir kayıt bulunmadığına göre, bu davada özellikle işin niteliğinin, müvekkilin ölümüne rağmen vekalet ilişkisinin devamına imkan verip vermeyeceği üzerinde durulması gerekir. Zira, bu soruya verilecek yanıt aynı zamanda davanın çözümüne de yanıt teşkil edecektir. Temyizen incelenen bu davanın konusunu oluşturan maddi olgular dikkatlice incelendiği takdirde, davacıların miras bırakanı Ali ile diğer paydaşlar Recep ve Hatice’nin dava konusu taşınmazı İstanbul İkinci Noterliği’nde 19.5.1932 gününde re’sen düzenlenen bir belge ile Muharrem adlı kişiye sattıkları, parasını tamamen aldıkları, taşınmaz üzerinde hiçbir hakları kalmadığı ve özellikle de satış tarihinden sonra tarh ve tahakkuk ettirilecek vergi ve resimlerin alıcıya ait olacağının belirtildiği ve aynı belgede Haliloğlu Demir adlı bir kişinin ferağ işlemini yapması için vekil tayin edildiği; bilahare Ali’nin 22.4.1933 gününde öldüğü, nihayet 8.8.1940 yılında taşınmazın ilk alıcı Muharrem adına ve ondan da davalı adına ferağ edildiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın ilk satışla birlikte Muharrem adlı kişiye teslim edildiği ve davalıya satılıncaya kadar onun ve daha sonra da davalının zilyetliğinde bulunduğu ihtilafsızdır. Görülüyor ki, gerçekleşen maddi olgulara göre davacıların miras bırakanı Ali, satışını vaadettiği taşınmazın parasını tamamen almış, taşınmazı alıcıya teslim etmiş ve özellikle de bu satışa müteferri işlemleri yapmak ve tapu memuru karşısında takriri vermek üzere Haliloğlu Demir’i vekil olarak atamıştır. Belirtilen amaçla verilmiş olan böyle bir vekaletin, müvekkilin ölümünden sonra da devam edeceği hiçbir kuşku ve duraksamayı gerektirmeyecek kadar açıktır… O halde yukarıda yapılan açıklamalara göre, müvekkilin ölümüne rağmen işin niteliği gereği vekalet ilişkisinin devam edeceği anlaşılmasına ve böyle bir kabul 7.12.1940 gün ve 20/87 günlü içtihadı birleştirme kararına da ters düşmeyeceğine ve özellikle davalının zilyedliğinin gerçek malik sıfatıyla olduğu maddi olayların gerçekleşme biçimi ile anlaşılmasına göre…” ↩︎

  21. Gümüş, s.471-472, Yargıtay 1. HD. E. 2018/3746, K. 2018/12691, 24.09.2018: ‘’ Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan Alaş’ın … ili sınırlarında bulunan taşınmazlarının satışı hususunda davalı kızı Sarohan’a 06.12.2013 tarihli vekaletname verdiği, mirasbırakanın 12.12.2013 tarihinde öldüğü, çekişme konusu 7 nolu bağımsız bölümün, anılan vekaletname kullanılarak 13.12.2013 tarihinde davalı ..’ye satış yoluyla temlik edildiği, mirasbırakanın ölümüyle geriye mirasçıları olarak … ve davalı ...’in kaldığı anlaşılmaktadır.
    Yukarıda da açıklandığı gibi, yalnız ölümden önce başlamış olmasına rağmen bitirilmemiş ve zorunlu olarak ölümden sonra da yapılması gereken işler meyanında vekalet görevinin devam edebileceği, ayrıca ölümden sonra da vekalet görevinin yerine getirilmesi için açıkça olur verilen işlerde vekalet görevinin devam edebileceği kuşkusuzdur. Somut olayda, dava konusu 7 nolu bağımsız bölümün satış işlemleri için davalı ... tarafından 03.12.2013 tarihinde internet üzerinden başvurularak, 05.12.2013 tarihine randevu verildiği, yine eksiğin tamamlanması yoluyla mirasbırakan Alaş’ın ... dairesine yaptığı başvuru istem belgelerinin getirtilmesi üzerine, ..Müdürlüğünce gönderilen başvuru istem belgesinde ... Alaş adına davalı ... Sarohan tarafından 06.12.2013 tarihinde ..dairesine başvurulduğu ve işlemin 13.12.2013 tarihinde tamamlandığı, mirasbırakanın rahatsızlığı nedeni ile 09.12.2013 tarihinde ..Onkoloji servisine yatışının yapıldığı görülmektedir. Hâl böyle olunca; satış işlemine mirasbırakanın ölümünden önce başlanıldığı, rahatsızlığı nedeni ile işlemin yetişmeyerek mirasbırakanın ölümünden bir gün sonra 13.12.2013 tarihinde satış işleminin tamamlandığı, yapılan işlemin mirasbırakanın iradesine uygun olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.’’, ↩︎

  22. Himmet Üçyıldız, ‘‘Simsarlık Sözleşmesi’’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2019, s.145. ↩︎

  23. Yavuz, s. 681. ↩︎

  24. Gümüş, s.471. ↩︎

  25. Yargıtay 4. HD. E. 2014/16470, K. 2015/13404, 23.11.2015: ‘’Vekalet gerek vekilin gerekse müvekkilin ehliyetinin ortadan kalkması ile son bulur. Böylece avukatın ceza kararının kesinleşmesinden itibaren yasal kısıtlı olan davalıyı temsil hakkı kalmamıştır. Bu nedenle yasal kısıtlı olan davalıya Türk Medeni Kanunu’nun 407. Maddesi uyarınca bir vasi tayin edilip edilmediği, Türk Medeni Kanunu’nun 471. Maddesi uyarınca şartla tahliye olup olmadığı araştırılmalı, kısıtlılık halinin devam ettiğinin belirlenmesi durumunda bir vasi tayin edilmemişse öncelikle bu eksiklik tamamlattırılmalı ve sonra kararı temyiz eden avukatın davalının vasisinden alacağı vekaletnameyi ibraz etmesi istenmelidir.’’ ↩︎

  26. Üçyıldız, s.146-147. ↩︎

  27. 1.Dava açma ve sulh olma, 2. Taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir aynî hak kurulması, 3. Kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehnedilmesi, 4. Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri, 5. Ödünç verme ve alma, 6. Ana parayı alma, 7. Bağışlama, 8. Kambiyo taahhüdü altına girme, 9. Kefil olma. ↩︎

  28. Yargıtay 19. HD, E. 2004/7782, K. 2005/2011, 1.3.2005: “Mahkemece HUMK'nun 409/5. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, hüküm davacı taraf vekilince temyiz edilmiştir. Davacı vekili, 25.03.2003 havale tarihli dilekçesinde davacı şirketin Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2002/620 sayılı dosyasında iflasına karar verildiğini belirtmiştir. Bu durumda davacı şirketin iflas idaresi memurluğu kanalıyla temsili gerekmekte olup, İİK'nun 194. maddesi gereğince davaya ikinci alacaklılar toplantısından on gün sonra devam edebilir. Mahkemece bu yön gözetilmeden BK'nun 397. maddesi hükmü uyarınca iflas nedeniyle vekaleti sona eren vekilin gelmediğinden bahisle HUMK'nun 409. maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına ve daha sonra davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı tarafın temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), oybirliğiyle karar verildi.” ↩︎

  29. Bakar, s.45. ↩︎

  30. Tamer Bozkurt, Türk Hukukunda ve Uygulamada Tellâllık, Ankara, 2007, Yetkin, s.155. ↩︎

  31. Üçyıldız, s.149. ↩︎

  32. Şahiniz, s.167. ↩︎

  33. Bozkurt, s.155. ↩︎

  34. Yargıtay HGK. E. 2014/662, K. 2015/781, 21.01.2015: “...maddenin ikinci fıkrasında ise, vekâlet ilişkisinin sona ermesi vekâlet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürüyorsa, vekâlet verenin mirasçısı ya da temsilcisi, işleri kendi başına görebilecek duruma gelinceye kadar vekilin, vekâleti ifaya devam etmekle yükümlü olduğuna ilişkin bir istisnai düzenleme getirilmiştir. Bu yükümlülüğe aykırı davranılması halinde, TBK’nun 506.maddesi gereğince neden olunan zararın tazminini gerektireceği her türlü izahtan varestedir.
    Somut olaya gelince; görülmekte olan davada kendisini vekille temsil ettirdiği dosya kapsamından açıkça belli olmasına karşın, direnmeye ilişkin gerekçeli kararın “vekil” yerine “davacı asile” tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında, davacı H.. A..'ün eldeki davada kendisini vekille temsil ettirmesine rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli karar tebligatının “vekile” çıkarılması gerekirken, davacı asile tebligatın yapılması usul ve yasaya aykırıdır. Davacı asilin, 01.07.2013 tarihinde ölmesi kural olarak, vekil ile müvekkili arasındaki vekaletin sona ermesini gerektiren yasal bir neden (TBK. m.513/1.fıkra) ise de, somut uyuşmazlık bakımından, vekalet ilişkisinin bu aşamada sona ermesi vekalet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürme ihtimali bulunması nedeniyle, vekilin vekaleti geçici olarak devam ettiğinin kabulü gerekir.’’ ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.