Lexpera Blog

7226 Sayılı Kanun ile İcra ve İflâs Kanunu m. 330 Hükmünü Uygulayan Cumhurbaşkanlığı Kararı (2279 Sayılı) Çerçevesinde Ortaya Çıkan Bazı Sorular ve Tartışmalara Cevaplar

© Bu çalışma 22.03.2020 tarihli aynı konudaki yazının 7226 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra güncellenmiş ve yeniden düzenlenmiş hali olup hukukçulara ve kamuoyuna yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır; ancak atıf yapılarak fikirler kullanılabilir, alıntı yapılabilir.

Bu metin gelişmeye açık bir metin olup, yeni sorunlar çerçevesinde güncellenebilir.

A. Konuyla İlgili Temel Düzenlemeler

1. Konuyla İlgili İİK m. 330 hükmü ve Cumhurbaşkanı Kararı (2279 sayılı-RG, 22.03.2020, 31076)

a. İcra ve İflâs Kanununun 330. maddesi aşağıdaki şekildedir:

“İcra takiplerinin durdurulması halleri
MADDE 330 – Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”

b. Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı Kararı aşağıdaki şekildedir:

“Ekli ‘İcra ve İflâs Takiplerinin Durdurulması Hakkında Karar’ın yürürlüğe konulmasına, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununun 330 uncu maddesi gereğince karar verilmiştir.

MADDE 1 - (1) COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla alınan tedbirler kapsamında; bu Kararın yürürlüğe girdiği tarihten 30/4/2020 tarihine kadar, nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere, yurt genelinde yürütülmekte olan tüm icra ve iflas takiplerinin durdurulmasına ve bu çerçevede taraf ve takip işlemlerinin yapılmamasına, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınmamasına ve ihtiyati haciz kararlarının icra ve infaz edilmemesine karar verilmiştir."

2. 7226 sayılı Kanunla Yapılan Geçici Düzenlemeler (RG, 26.03.2020, 31080/Mükerrer)

Yukarıda belirtilen Cumhurbaşkanlığı Kararından sonra, yargılama ve icra takipleri hakkında, özellikle sürelere ilişkin geçici bir düzenleme yapılmıştır (Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 7226 sayı ve 25.03.2020 tarihli-RG, 26.03.2020, 31080/Mükerrer). 7226 sayılı Kanunla geçici bir madde ile süreler belirli bir zaman dilimine kadar durdurulmuş ve uzatılmıştır. Bu yapılırken bazı hususlar kapsam dışında bırakılmıştır. İlgili hüküm şöyledir.

“GEÇİCİ MADDE 1- (1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;
a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,

b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,

itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır.

(2) Aşağıdaki süreler bu maddenin kapsamı dışındadır:
a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda
düzenlenen zamanaşımı süreleri.
b) 5271 sayılı Kanunda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.
c) 6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler.

(3) 2004 sayılı Kanun ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar kapsamında;
a) İcra ve iflas daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilan edilmiş olan satış gününün durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflas dairelerince satış günü verilir. Bu durumda satış ilanı sadece elektronik ortamda yapılır ve ilan için ücret alınmaz,
b) Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilir ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir,
c) Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder,
ç) İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır.

(4) Durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere
alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları;
a) Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu,
b) İlk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu,
c) Adalet hizmetleri bakımından Adalet Bakanlığı,
belirler.”

B. Düzenlemeler Arasında Uygulama Sorunu, Normlar Hiyerarşisi ve Zaman Bakımından Uygulama

1. Aynı Konuda İki Ayrı Düzenleme Yapılması ile Ortaya Çıkan Çelişkili Durum

İcra ve İflâs Kanununun 330. maddesinin uygulanmasını sağlamak üzere 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı 22.03.2020 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış ve Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir (RG, 22.03.2020, 31076). Bu kararın ardından yukarıda metni verilen Kanunî düzenleme (7226 sayı, 25.03.2020 tarihli-RG) kabul edilmiştir.

Kanaatimizce İİK m. 330 mevcutken ve konuyla ilgili Cumhurbaşkanı Kararı da yayımlanmışken, 7226 sayılı Kanunda icra takipleriyle ilgili düzenleme yapılması hem gereksiz hem de karışıklığa yol açacak niteliktedir. Şayet Kanunda bir düzenleme yapılacaksa İİK m. 330’un uygulandığı dikkate alınarak düzenleme yapılması, şayet ihtiyaç varsa bazı konulara açıklık getirilmesi daha uygun ve karışıklığa yol açmayacak bir yol olurdu. Ortaya çıkan hükümlerin zaman bakımından uygulanması sorunu ve karışıklığa aşağıda ayrıca değinilecektir.

Salgın sebebiyle zaten insanların sağlıklı bir karar verme ve uygulama sorunlarının olduğu bu zaman diliminde bir de bu konuda kafa karışıklığına yol açmamak uygun olurdu. Bu kadar kısa süre içinde bu şekilde farklı düzenlemeler uygulamada daha sonra başka sorunlara yol açacaktır.

2. İİK m. 330 ve Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 7226 sayılı Kanunun Uygulama Sorunu

Burada cevaplanması gereken temel soru şudur: 7226 sayılı Kanun ile kabul edilen geçici maddeden sonra Cumhurbaşkanı Kararı halen yürürlükte midir veya bu iki düzenleme birlikte nasıl değerlendirilecektir?

  • Şayet normlar hiyerarşisine göre daha üst bir norm olan Kanunun (7226 sayılı Kanun) yürürlüğe girmesiyle Cumhurbaşkanlığı Kararının artık uygulanamayacağı kabul edilirse, İİK m. 330 ilk defa ve çok kısa bir süre için uygulanmış, hukuk tarihinde yerini almış demektir. Bu durumda m. 330’un uygulama alanı bulduğu 22.03.2020 tarihi ile 7226 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 26.03.2020 tarihleri arasında en azından şeklen de olsa uygulandığı söylenebilir. Şüphesiz bu durumda, salgın sebebiyle ortaya çıkan hukukî sorunları üç aşamalı olarak incelemek gerekir: (1) salgının başladığının kamusal olarak kabul edildiği ancak hiçbir düzenlemenin olmadığı 22.03.2020 tarihine kadar olan yaklaşık bir hafta on günlük zaman, (2) İİK m. 330’un şeklen yürürlükte kaldığı tarihler arasındaki zaman (22.03.2020-26.03.2020) ve (3) geçici madde ile düzenleme yapan 7226 sayılı Kanunun yürürlükte kaldığı zaman.

  • İİK m. 330 hükmünü uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararının 7226 sayılı Kanunun kabul ettiği geçici madde ile birlikte yürürlükte olduğu kabul edilirse, o zaman da bu ikisinin ne şekilde uygulanacağını belirtmek gerekecektir. Zira, İİK m. 330’daki düzenleme ve sınırlı bazı açıklamalarla onu uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı kararındaki düzenleme kısa ve özdür. Oysa 7226 sayılı Kanun esasen benzer sonuçları doğursa da daha ayrıntılı bir düzenleme yapmış ve İİK m. 330’un sonuçlarından bir kısmını da farklı düzenlemiştir.

  • 7226 sayılı Kanunun geçici madde metninde, Cumhurbaşkanlığı Kararının tarihi olan “22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur” şeklindeki düzenleme, “durma” etkisini Kanunun yürürlük tarihinden önceki bir tarihten başlatarak makable şamil bir hüküm getirmiştir. Bu düzenleme, kural olarak kanunların geriye yürümezliği temel ilkesine aykırı olduğu gibi, böyle bir düzenlemeye gerek de bulunmamaktadır. Zira, Cumhurbaşkanlığı Kararı ile İİK m. 330 kapsamında zaten icra ve iflâs takipleri durdurulmuştu. 7226 sayılı Kanun ile bu hüküm aslında gereksiz şekilde tekrarlanmıştır. Dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle, Cumhurbaşkanlığı Kararı ile duran mevcut icra ve iflâs takipleri başkaca özel bir düzenlemeye gerek kalmaksızın durmaya devam edecektir. Deyim yerindeyse adeta “Kandıralı sen de dur” deyimine benzer bir durum ortaya çıkmış; abesle iştigal edilmiştir.

  • Tüm eleştiri ve bu konudaki değerlendirmelerimize rağmen, kanaatimizce hem normlar hiyerarşisi dikkate alındığında Kanun hükümlerinin Cumhurbaşkanı Kararından önce gelmesi hem de 7226 sayılı Kanunun daha sonra ve daha özel düzenleme yapması sebebiyle, 7226 sayılı Kanunla getirilen geçici madde yürürlükte olup Cumhurbaşkanı Kararının ve İİK m. 330’un uygulama alanı kalmamıştır. Nitekim takiplere ilişkin sürelerin durması hakkındaki 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendindeki düzenlemede geriye doğru 22.03.2020 tarihinden başlayarak bir düzenleme yapılmış, takiplerin bu tarihten itibaren duracağı belirtilmiştir. Bu tarihin İİK m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararının yayımlandığı tarih olduğu görülmektedir. Bu durumda, İİK m. 330 şeklen uygulamaya girmiş, ancak gerçekte uygulanmamış olacaktır. Çünkü, 7226 sayılı Kanundaki bazı hükümlerin İİK m. 330’dan farklı olduğu da unutulmamalıdır. Kanunun yürürlük zamanında, Cumhurbaşkanı Kararının uygulanmayacağı düşünülerek aslında şeklen uygulamaya konulan İİK m. 330’un hüküm ve sonuçlarını fiilen hiç doğurmadığı söylenebilir. Ancak diğer yandan da, Cumhurbaşkanı Kararının uygulamaya koyduğu müessesenin bir kanun hükmü olduğu düşünülürse, o zaman da İİK m. 330 ile 7226 sayılı Kanunun hangisinin en azından bu dönemde (22.03.2020 tarihi ile 7226 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği zaman diliminde) uygulanması gerekeceği hukuk tekniği bakımından tartışılabilir.

Tüm bu tartışmalar bir yana, gerek normlar hiyerarşisi gerekse zaman bakımından sonraki özel hükümlerin uygulanması gerekliliği karşısında, 7226 sayılı Kanunun uygulanacağı söylenebilir. Böylece İİK m. 330 bugüne kadar bir defa şeklen uygulamaya konulmuş, ancak gerçekte uygulanmamış bir hüküm olarak kitaplarda yerini alacaktır. Eğer böyle geçici düzenlemeler yapılacaksa, bu durumda da İİK m. 330 gibi hükümlerin kanunlarda niye yer aldığı sorulmalı, gereksiz mevzuat kalabalığına yol açılmamalıdır. Zira vâzı-ı kanun abesle iştigal etmez ilkesi bunu gerektirir. Fakat günümüzde artık kanun yapma tekniklerinin gözardı edildiği düşünülürse belki de bunlar üzerinde fazla söz söylememek gerekir.

Burada en uygun olan ve ortaya çıkacak karışıklığa engel olacak yol, 7226 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte bu Kanuna atıf yapılarak 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararının yürürlükten kaldırıldığına ve İİK m. 330 uygulamasının sona erdiğine ilişkin yeni bir Cumhurbaşkanı Kararı çıkartılmasıdır.

3. Düzenlemenin Yürürlük Süresi ve Uygulama Zamanı

İki ayrı düzenleme yapılmasının ortaya çıkardığı çelişkinin doğuracağı zaman sorunları bir kenara bırakılacak olursa, gerek Cumhurbaşkanı Kararında gerekse 7226 sayılı Kanunda alınan tedbirlerin ve yapılan düzenlemelerin 22.03.2020 tarihinden 30.04.2020 tarihine kadar (bu tarihler dahil olmak üzere) uygulanacağı belirtilmiştir. Özellikle İİK m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanı Kararının yayımlandığı tarih olan 22.03.2020 ile 7226 sayılı Kanunun yayımlandığı ve yürürlüğe girdiği 26.03.2020 tarihi arasındaki dönem düzenleme tekniği bakımından ayrıca sorunludur. Buna yukarıda değinildiğinden tekrar üzerinde durmuyoruz.

7226 sayılı Kanun kapsamında yer alan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlayacaktır. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılacaktır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır.

C. Düzenlemelerin Amacı, Uygulama Alanı ve Kapsamı

Yukarıda belirtilen normların yürürlüğü ve zaman bakımından uygulanmasına ilişkin tespitler dikkate alınmakla birlikte, aşağıda İİK m. 330 ile 7226 sayılı Kanunun geçici maddesi arasında farklılık bulunan hususlara ayrıca değinilecek, farklılık belirtilecektir.

1. Düzenlemelerin Amacı

Öncelikle belirtmek gerekir ki, İİK m. 330 hükmü ilk defa bu şekilde uygulanmaktadır. Bu hüküm sadece borçluyu korumaya yönelik bir hüküm olmayıp aynı zamanda bir sosyal icra hukuku hükmü ve sosyal dayanışma hükmü olarak da değerlendirilmelidir. Bu tür hükümler “sosyal cebrî icra”, “cebrî icranın sosyal uygulaması” veya “koruyucu cebrî icra” şeklinde de ifade edilmektedir (konuyla ilgili olarak bkz. M. Özekes, İcra Hukukunda Temel Haklar ve İlkeler, Ankara 2009). Aynı şekilde 7226 sayılı Kanunla kabul edilen geçici maddenin amacı da temelde aynıdır. Çünkü, ikisi de sosyal bir sorun için kabul edilmiş, tüm toplumu ilgilendiren kamu yararını ve düzenini, genel sağlığı korumayı amaçlamaktadır. Bu hükümlerin sosyal yönü yanından, belirli şekilde menfaat dengesini koruma ve zayıfları koruma yönü de bulunmaktadır. Nitekim 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde bu durum “Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla” ifadesi de bu söylenenleri doğrulamakta ve kanunî ifade olarak yer almaktadır. Keza İİK m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararında da buna benzer bir ifade yer almaktadır.

Soruna bu kapsamda bakmak, maddenin amacını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Aşağıda belirtilen tüm hususlarda bu amaç dikkate alınmalı ve yorum buna göre yapılmalıdır. Amaç alacaklı veya borçluya zarar vermek değil, elde olmayan bir sebeple ortaya çıkan durumda tarafların mümkün olan en az şekilde etkilenmesini sağlamak, menfaatlerini dengelemek, zarar görmesinin önüne geçme, bu arada hukukî güvenlik ve istikrarı, kamusal mefaati de korumaktır.

2. Düzenlemelerin Uygulama Alanı ve Kapsamı

Burada özellikle İİK m. 330’u uygulamaya koyan (ancak aslında uygulanmayacağı anlaşılan) Cumhurbaşkanı Kararı ile 7226 sayılı Kanunun geçici maddesindeki düzenlemenin kapsamını da belirlemekte yarar vardır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, İİK m. 330 hükmü ilk defa uygulamaya konulmuştur. Bu hüküm doğru bir zamanda kullanılmış, gerçekten uygulanması gereken şartlar oluşmuştur. İİK m. 330’u uygulamaya koyan Karar özel bazı belirlemeler de yapmıştır. Aslında daha ayrıntılı hazırlanacak Cumhurbaşkanı Kararı ile daha açık ve özel belirlemelerle İİK m. 330’un uygulanması mümkünken, hem zaman hem uygulama bakımından sorunlara yol açacak şekilde 7226 sayılı Kanunla ayrıca düzenleme yapılması doğru olmamıştır. Ancak yukarıda açıklanan normlar hiyerarşisi ve uygulanması çerçevesinde aşağıda 7226 sayılı Kanun (ve duruma göre İİK m. 330 ile karşılaştırma yapılarak) dikkate alınarak açıklama yapılacaktır.

a. İİK m. 330 ve Cumhurbaşkanı Kararının Kapsamı

Cumhurbaşkanı Kararıyla uygulamaya giren İİK m. 330’da sadece “icra takipleri durur” ifadesi yer alırken, Cumhurbaşkanı Kararında bazı özel belirlemeler de yapılmıştır. Şöyle ki:

  • “tüm icra ve iflâs takipleri”nin duracağı belirtilerek iflâs takipleri de dahil edilmiştir.
  • "taraf ve takip işlemlerinin” yapılmaması şeklinde ifade kullanılmıştır.
  • “yeni icra takibi alınmaması” belirtilmiştir.
  • “ihtiyati haciz kararları” bakımından ihtiyati haciz talep etmek ve karar verilmesine engel yoktur, ancak bu kararların “icra ve infaz edilmemesi” kararlaştırılmıştır.
  • ayrıca nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri kapsam dışında bırakılmıştır. Yani nafaka alacakları için takip ve icra işlemleri yapılabilir.

b. 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. Maddesinin Kapsamı

7226 sayılı Kanunla kabul edilen hükümlere bakıldığında şu hususlar düzenlenmiştir:

  • Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idarî başvuru süreleri de dâhil olmak üzere tüm süreler 13.3.2020 (bu tarih dâhil) tarihinden itibaren 30.04.2020 tarihine kadar durdurulmaktadır.
  • İcra ve İflâs Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflâs daireleri tarafından tayin edilen süreler, nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflâs takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22.03.2020 (bu tarih dâhil) tarihinden itibaren 30.04.2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durdurulmaktadır.
  • Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır.
  • Yukarıda belirtilen genel çerçeve yanında, bazı özel belirlemeler yapılmıştır. Bunlar şu şekildedir:
  • İcra suçlarını da ilgilendirmesi bakımından, suç ve ceza, kabahat ve idarî yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri yukarıda belirtilen durma ve uzama kapsamında değildir.

  • HMK’da düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler yukarıda belirtilen durma ve uzama kapsamında değildir. Ancak İİK’da düzenlenen tedbirlerin ne olacağı açık olmamakla birlikte İİK’daki tedbirlere ilişkin sürelerin bu kapsamda olmadığı düşünülebilir. Zira hüküm sadece HMK ile sınırlanmış, ayrıca İİK’daki her türlü süre durma ve uzama kapsamına alınmıştır.

  • İcra ve iflâs daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilân edilmiş olan satış gününün, durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflâs dairelerince satış günü verilecek, bunlara ilişkin satış ilânı ise sadece elektronik ortamda yapılarak, ayrıca ilân için ücret alınmayacaktır.

  • Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilecek ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilecektir.

  • Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam edecektir.

  • İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınacaktır.

3. Kamu Alacaklarının Durumu ve Eleştiri

Gerek İİK m. 330 ve onu uygulamaya koyan Cumhurbaşkanı Kararı gerekse 7226 sayılı Kanunun düzenlemesinde kamu alacaklarının takiplerine ilişkin düzenleme yapılmamıştır. 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde “2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda” şeklinde yer alan ifadedeki “takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar” kapsamında, 6183 sayılı kamu alacaklarının takibine İlişkin kanun da düşünülebilir. Ancak özel hukuk hükümlerine göre alacakların takibini düzenleyen 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu açıkça belirtilip kamu alacaklarına ilişkin temel kanunun belirtilmemesi karşısında, 6183 sayılı Kanuna göre yapılacak takiplerin düzenleme kapsamında olmadığını kabul etmek gerekir.

Takip hukukuna ilişkin diğer kanunlardan ne anlaşılması gerektiği sorusunun cevabı, özel hukuk hükümlerine göre takip ve tahsili gereken alacaklarla ilgili İcra ve İflâs Kanunu dışında kalan düzenlemelerdir. Bu konuda örneğin, abonelik sözleşmelerinden kaynaklanan para alacaklarının takibi ile ilgili 7155 sayılı Kanun ve buna benzer hükümler dikkate alınacaktır.

Kamu alacaklarına ilişkin özel düzenleme yapılmaması doğru olmamıştır. Zaten kendisi eleştiriye açık olan ve alacaklı tarafta yer alan kamunun tek taraflı olarak takip yapması sonucunu doğuran 6183 sayılı Kanunun kapsama alınmaması sebebiyle, şu anda ancak kamunun fiilen aynı sürede bu alacakların takip ve tahsilini durdurması önerilebilir. Fakat bu sürelerin işlemesi vs. hususlar ortadan kalkmayacak, sadece idarî yargıyla ilgili düzenlemelerden yararlanılması mümkün olabilecektir. Devletin bireylere, siz alacaklarınızı almayın ama ben tahsilata devam edeyim demesi, hak aramada eşitliği zedeleyecek bir durum olup temel hakları da ihlâl sonucunu doğurabilecektir. Örneğin, bir kişinin alacağı için daha önce takip yapması mümkünken ona yasak koyup Devletin alacağı için bu arada tahsil ve takibi başlatıp o kişinin önüne geçmesi demek, adeta haksız rekabet anlamına gelecektir. Bunun temel hak ihlâli sayılması ve bireysel başvuru sonucunu doğurması mümkündür. Kaldı ki, aynı kişinin Devletten aynı zamanda hem alacaklı hem de borçlu olması halinde, kendisinin Devlete karşı takip yapamaması, ancak Devletin kendisine karşı takip yapması şeklinde bir riskin bulunması da söz konusudur. Düzenleme yapılmaması demek, takibin kamu otoritesinin takdirine (biraz da insafına) bırakılması demektir. Bu durum, hukuk devleti ve sosyal hukuk devleti ile bağdaşmayacak birçok temel hakkı ihlâl edecektir. Zira hukuk devleti, hukukî güvenliğe, aynı zamanda sosyal ahlâk ve etik değerlere önem veren devlettir. Bu sebeple kamu alacakları bakımından da bu tür bir düzenlemeye gidilmesi ya da en azından fiilen uygulanmayacağının kamu otoritesince duyurularak kapsamının belirtilmesi uygundur.

D. Ortaya Çıkacak Muhtemel Sorunlar ve Çözümleri

1. Terminoloji ve Kavram Sorunu

Öncelikle belirtmek gerekir ki, özellikle 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesindeki düzenlemede yer alan “durma” ifadesinin, süreler için ve icra takipleri için kullanılması yerinde iken, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflâs takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler için kullanılması ise yerinde olmamıştır. Zira, bu düzenlemedeki “durma”, tatil hallerine ilişkin düzenlemelere yabancı bir terimdir. Sürelerin durması, sürenin işlemeye devam etmemesi anlamına gelirken, taraf ve takip işlemlerinin durmasından ne anlaşılması gerektiği açık değildir. Taraf ve takip işlemlerinin durması, icra takip işlemleri bakımından, icra takibinin durmasına ilişkin düzenlemede zaten mündemiçtir; tekrarına gerek yoktur. İcra takibi durmuş ise, o takip dosyasından icra takip işlemleri de yapılamaz, durur. Taraf takip işlemleri ise, borçlunun malvarlığına yönelme imkânı olmayan, sadece icra organlarına yönelik olarak yapılan ve icra takip işlemlerinin yapılması amacına hizmet eden taraf işlemleridir. Bu sebeple durmasının anlamı yoktur.

Şayet düzenlemenin amacı, daha önce başlamış taraf ve icra takip işlemlerinin durması değil, yeni işlem yapılmasının engellenmesi ise, işlemlerin durması yerine “işlemler yapılmaz” şeklindeki bir ibarenin tercih edilmesi yerinde olurdu. Bu durumda, talepte bulunulamayacağı ve bulunulsa dahi etkisiz olacağı hükme bağlanmış olurdu. Bu durumda, devam etmekte olan işlem süreci bulunmadığından, durmadan söz edilmesi yerinde olmamıştır. “Durma” terimi, düzenlemenin amacı göz önünde bulundurulduğunda, “yapılamaz” şeklinde anlaşılmak gerekir. Maalesef gittikçe artan şekilde kanunun diline dikkat etmemek, terim ve kavramları doğru kullanmamak alışkanlığı burada da kendisini göstermiştir.

2. Takip Yapılamaması ve Takiplerin Durması

Yargıtay kararlarında ve doktrinde taraf takip işlemi, icra takip işlemi, genel anlamda takip işlemi ayrımı yapılmakla birlikte (zira, bunların her birine kanun ayrı sonuçlar bağlamaktadır), gerek 7226 sayılı Kanunda gerekse m. 330 ve Cumhurbaşkanı Kararı’nda bu ayrım yapılmamış, bunların tümü sınırlamanın kapsamına alınmıştır. Yani, hem taraf takip işlemleri hem de icra dairesinin (icra takip işlemi olup olmadığına bakılmaksızın) takiple ilgili tüm işlemleri kural olarak bu kapsamdadır. Keza m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararında ve 7226 sayılı Kanun’da yeni takip alınması, takip başlatma, daha da önemlisi taraf işlemlerinin engellenmesi sebebiyle, takip yapılamayacak ve takip talebinde bulunulamayacaktır. Bu düzenlemeye aykırı olarak takip yapılması halinde, icra mahkemesine şikâyet yoluna başvurulabilir. Düzenlemenin amacı, kamu düzeniyle ilgili olduğundan süresiz şikâyet söz konusu olacaktır.

İcra ve İflâs Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ile bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen sürelerin durmasına ilişkin hüküm kapsamında, İİK m.106’da satış isteme sürelerinin duracağı, İİK m. 128’deki yeniden kıymet takdiri yapılabilmesi için geçmesi gereken iki yıllık sürenin işlemesinin duracağı konusunda kanaatimizce tereddüt etmemek gerekir.

Taşınır veya taşınmaz malların satışından sonra, ihale kesinleşmiş ve bu aşamada durma süresi devreye girmiş ise, bu durumda satılan malın teslimi ve taşınmaz malların tapuya tescili için müzekkere yazılması işlemleri yapılabilir mi? Bu işlemlerin icra takip işlemi niteliği yoktur; bu nedenle teslim ve tescil işlemleri durma süresinden etkilenmez.

Bu düzenlemeler dikkate alındığında, aşağıda belirtilen özel istisnaî takip işlemleri dışında takip yapılamaz, başlamış takipler durur, haciz, satış ve bunlara hazırlık işlemleri ve bunlara yönelik talepler de yapılamaz. Bunların tümünün kaydî, elektronik ortamda veya fiilen yapılması mümkün değildir. Örneğin, sicile yazı yazılarak haciz konulamaz, satış hazırlıkları yapılamaz, tutanakla haczedilmiş bir mal için muhafaza tedbiri de alınamaz. Ancak bazı hususların açıklığa kavuşturulması da zorunludur. Aşağıda önce istisnalara sonra da özel durumlara değinilecektir.

3. Takiplerin Durmasına Getirilen İstisnalar

7226 sayılı Kanunda takiplerin durmasına ilişkin düzenlemeye bazı istisna veya açıklık getirilmiştir. Bu konuda istisnalar şunlardır:

a. Nafaka Alacaklarının Durumu

Nafaka alacakları bakımından takiplere engel olunması ve durması söz konusu değildir. Nafaka alacakları 7226 sayılı Kanun kapsamı dışında tutulmuştur. Özellikle kişinin geçimi ve hayatını sürdürmesi için önemli olan nafaka alacaklarının istisna tutulması doğrudur. Ancak burada bazı sorunlar ortaya çıkabilir.

Nafaka alacakları için yapılan icra takipleri durmayacağından bu takiplerdeki satış işlemlerine de devam edilebilecektir. Ancak hacizli malın satış bedeli vezneye girdiğinde, aynı mal üzerine başka alacaklılar tarafından konulmuş hacizler olması durumunda, sıra cetveli düzenlenecektir. Bu sıra cetvelinin kesinleşmesini engellemek için, ilgililer tarafından şikâyet veya itiraz davası yoluna gidildiğinde nafaka alacaklısı da alacağına hemen kavuşamayacaktır. Bu ihtimalde, nafaka alacaklısına erken ödeme (geçici dağıtma) yapılması düşünülebilir (İİK m. 138/1, m. 142/a)

Nafaka için yapılan takipte, haczedilen malın ihalesi, durma süresinden önce kesinleşmişse veya durma süresi içinde kesinleşirse, bu durumda nafaka alacaklısına ödeme yapılması mümkündür; ayrıca, kesinleşen sıra cetveline göre, haciz sahibi diğer alacaklılara da, durma süresi içinde icra dairesince ödeme yapılmasına engel yoktur. Zira, aşağıda belirtileceği üzere ödeme bir icra takip işlemi değildir.

b. Satış Günleri ve Satış İlânlarının Durumu

İcra ve iflâs daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilân edilmiş olan satış gününün, durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflâs dairelerince satış günü verilecek, bu durumdasatış ilânı sadece elektronik ortamda yapılacak ve ilân için ücret alınmayacaktır. Dikkat edilirse, burada satışın yapılması değil, durma süresi içinde yapılması gereken satışların (durma süresinden sonrası için belirlenmesi gereken satış gününün), yeniden ve daha basit bir şekilde, ücret alınmadan ilânı söz konusudur.

Bu hüküm, icra takiplerinin durmasının doğal sonucu olarak, durma süresinden önce karar verilen ve ilân edilen satış tarihi, bu süre içine denk gelen satış işlemlerinin yapılamayacağını, yeni sürenin sonunda, yeni satış tarihinin icra veya iflâs dairesi tarafından re’sen belirleneceğini (talebe gerek olmadığını) ve bu satış tarihinin ilânının ise sadece elektronik ortamda yapılacağını düzenlemektedir. Bununla birlikte durma süresi içinde, daha önce satış ilânı yaptıran alacaklının, satış talebinden feragat etmesi mümkündür.Zira, satış talebinden feragat, (b) bendinde “diğer tarafın lehine olan işlemler” cümlesindendir; feragat talebi icra dairesini bağlar. Bu durumda icra dairesi re’sen yeni satış tarihi belirleyemez. Durma süresi içinde satıştan feragat eden alacaklı, bu süre içinde tekrar satış talebinde bulunamaz; bulunsa da bu talep hukuken hiçbir sonuç doğurmaz. İİK m.106 da düzenlenen satış isteme süresi ise, durma süresinin sona ermesinden itibaren işlemeye devam edecektir.

c. Rızaen Yapılacak Ödemelerin Durumu

Takiplerin durmasının istisnalarından biri de, durma süresi içinde rızaen yapılacak ödemelerin kabul edilmesidir. Taraflara karşı satış işlemi yapılamayacak, ancak borçlunun yaptığı veya borçlu adına yapılan ödemeler kabul edilecektir. Bu ödemelerden sonra veya daha önce tahsil edilmiş paraların alacaklılara ödenip ödenmeyeceği aşağıda ayrıca belirtileceğinden burada üzerinde durmuyoruz.

Bu hükümde yer alan rızaen yapılan ödemelerin kabul edileceğine dair düzenleme, kanaatimizce gereksiz (fakat uygulamada tereddütleri bertaraf edecek nitelikte olması bakımından olumlu) bir düzenlemedir. Zira, icra takibi sırasında borçlu tarafından ödeme yapılması taraf takip işlemi değildir; icra dairesinin bu ödemeyi kabul etmesi de icra takip işlemi sayılmaz. Bu sebeple niteliği gereği durma süresinde yapılması yasak bir işlem olamaz.

d. Diğer Taraf Lehine Olan İşlemlerin Durumu

Bir diğer istisna da taraflardan birinin, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilmesidir. Böyle bir talep olduğunda, icra ve iflâs daireleri bu işlemleri yapmak durumundadır. Örneğin, borçlunun taahhütte bulunması, alacaklının hacizlerin kaldırılmasını talep etmesi bu kapsamdadır. Bir tarafın diğeri lehine yaptığı işlem istisna sayıldığından, iki tarafın anlaşmalarıyla ortaya çıkan diğer işlemler de bu kapsamda kabul edilmelidir. Zira iki tarafın birlikte yaptıkları işlemler veya anlaşmalar, birbiri lehine aynı anda yapılan işlemdir.

Taraflardan birinin, diğeri lehine olan bir işlemin yapılmasını talep edebileceği şeklindeki düzenlemenin kapsamı tartışılmalıdır. Kural olarak takipte alacaklı ve borçlu kendi haklarını korumak için kendi lehlerine talepte bulunurlar. Bir tarafın, diğer taraf lehine talepte bulunması istisnadır. Bu kapsamda kural olarak borçlu, yaptığı itirazlardan vazgeçebilir; icra dairesine yöneltilecek bu vazgeçme beyanı, ilâmsız takipte takibi alacaklı lehine kesinleştirecektir. Borçlu, durma süresi içinde, icra dosyasındaki teminatın alacaklıya iadesine muvafakat edebilir; haczedilemezlik itirazından feragat edebilir. Dosyada tahsil edilen paraların takip alacaklısına ödenmesine muvafakat edebilir.

Bir tarafın diğer taraf lehine olan işlemlerin yapılması talep edilebileceğine ilişkin hüküm kapsamında, durma süresi içinde, borçlunun, haczedilmiş malının satışını kendisinin talep etmesi (İİK m. 113/1) mümkün müdür? Kanaatimizce buna izin verilmek gerekir. Zira bu yöndeki talep, borçlunun borcunu ödemek için bir adım olmakla birlikte, diğer taraf olan alacaklının lehine olduğu tartışmasızdır.

Bu noktada ilâmlı icrada ortaya çıkabilecek bir sorun olarak, daha önce başlamış olan ilâmlı icra takibinde borçluya icra emri gönderilmiş ve borçlu, ödeme süresi içinde (durma süresi başlamadan veya durma süresi içinde), icra emrinde belirtilen banka hesabına ödeme yapmış ise, bu tutarın, borçlunun* muvafakati aranmaksızın* alacaklıya ödenmesi gerekir. İstinaf ve temyiz yoluna müracaatlar için HMK da belirlenen sürelerin işlemesi durma sürelerin işlemesi durmuş ise de, istinaf ve temyiz yoluna müracaat hakkının kullanılması (talepte bulunma) durdurulmamıştır. Bu sebeple, ilamlı takibe devam edilemeyecek, ancak istinaf ya da temyiz yoluna başvurmak isteyen borçlu tarafından icra dairesinden, tehiri icra kararı getirilmesi için mehil talebinde bulunulması mümkündür. Bu kapsamda borçlunun, belirlenen teminatı yatırması mümkündür. Durma süresi içinde kanun yolundan feragat söz konusu olursa, diğer taraf lehine işlem olarak, borçlunun, bu teminatın alacaklıya ödenmesine muvafakat etmesi de mümkün olmalıdır.

Sürelerin durması hükmü kapsamında, İİK m. 111’deki tasitle ödemeye ilişkin süreler etkilenir mi? Kanaatimizce bu soruya olumsuz cevap vermek gerekir. Çünkü, taksitle ödeme imkânı veren İİK m. 111/1 veya alacaklı ile borçlunun icra dairesinde yaptıkları taksitle ödeme anlaşmasında kararlaştırılan vadeler, takip hukukuna ilişkin sürelerden değildir; borcun taksitle ödenmesine ilişkin taksit vadeleri, maddî hukuka ilişkin süreleredir.

e. Konkordatoya İlişkin Durum

Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçlarının durma süresince devam edeceği belirtilmiştir. Bu konu üzerinde aşağıda ayrı bir başlık altında durulacaktır.

4. Takipler Bakımından Açıklığa Kavuşturulması Gereken Tartışmalı Hususlar

a. Taraf ve Takip İşlemleri Dışında Kalan İşlemlerin Durumu

Düzenlemelerde sadece taraf ve takip işlemlerinin yapılamayacağı belirtildiğinden, acaba takiple ilgili üçüncü kişilerin durumu ne olacaktır? Örneğin, istihkak iddiasında bulunacaklar için süreler veya haciz ihbarnamelerine ilişkin itiraz süreleri işleyecek midir, takipten etkilenen üçüncü kişilerin hakları ne olacaktır? Her ne kadar düzenlemelerde sadece taraf işlemlerinden bahsedilmişse de, üçüncü kişiler de bu kapsamda kabul edilmelidir. Zira, onlar da yapılan işlemin muhatabı veya tarafıdır. Ayrıca icra dairesi de işlem yapamayacağı için onların icra dairesine yönelik işlem yapması da sonuç doğurmayacaktır. Kaldı ki, düzenleme sosyal bir icra düzenlemesidir, bu anlamda tarafları koruyup üçüncü kişileri koruma dışında bırakmak düşünülemez. Bu sebeple, üçüncü kişilerin istihkak iddialarını ileri sürme, haciz ihbarnamelerine itiraz süreleri de korunmuş sayılmalıdır. Zaten 7226 sayılı Kanunda “Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler” durdurulduğu için bu kapsamda üçüncü kişilere ilişkin de süreler durmuş olacaktır.

Bu noktada ilgili kişi veya kurumlara icra daireleri tarafından yazılan yazılara ilişkin süreler de işlemeyecektir. Bu çerçevede örneğin, haciz ya da satış için ilgili kurumlara yazılan yazıların gereğinin yerine getirilmesi söz konusu olmamalıdır.

b. Başlamış Hacizler ile Haciz İhbarnameleri, Maaş ve Ücret Hacizlerinin Durumu

Haciz, İİK m. 88/1 dışında temelde fiilen yapılması zorunlu olmayan hukukî bir işlemdir ve haciz tutanağının tekemmül etmesiyle tamamlanır, tutanak sonucu mal ya da hak haczedilmiş olur. Muhafaza tedbiri olarak ifade edilen fiilî hacizler, sadece mal ya da hakkın koruma altına alınmasını ifade eder. Gerek İİK m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararında gerekse 7226 sayılı Kanunda mevcut hacizlerin durumu hakkında genel düzenleme dışında bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu, ister istemez uygulamada bazı sorunlara yol açacaktır. Bu soruların, yapılan düzenlemeler kapsamında, haczin hukukî niteliği ile hukukî ve fiilî haciz ayrımı dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir.

Başlamış ve uygulanan hacizler ne olacaktır? Bu noktada, uygulanmış hacizler olduğu yerde duracak (yani kalkmayacak), ancak yeni hacizler yapılamayacak, ayrıca sadece hukuken (tutanakla) haczedilen şeyler için fiilî haciz söz konusu olmayacak, yani muhafaza altına alınamayacaktır. Hacizden sonra borçlunun bir kısım mal veya haklarının bu hacze göre muhafaza altına alınmış olması halinde onlar üzerindeki hacizler kalkmayacak ancak borçlunun başka malları hem hukuken haczedilemeyecek hem de haczedilmişse muhafaza altına alınamayacaktır.

Bu çerçevede, özellikle uygulamada maaş hacizleri ile haciz ihbarnameleri konusu sorunludur ve bu konuda tartışma söz konusudur. Yukarıda da belirtildiği üzere, yeni takip işlemi ve buna bağlı olarak haciz yapılamaması sebebiyle, bu süre içinde haciz ihbarnamelerine ilişkin cevap ve itiraz süreleri de işlemeyecek, yeni haciz ihbarnamesi de gönderilemeyecektir. Burada en önemli sorun, daha önce kesintiye başlanmış maaş ve ücret hacizleri ile gönderilmiş ve uygulaması başlamış haciz ihbarnamelerinin durumudur. Örneğin, bir çalışanın maaşından kesinti yapılmasını ya da bir bankanın periyodik ödeme yapmasını sağlayan haciz ihbarnamelerinin durumu ne olacaktır, şu ana kadar yapıldığı gibi kesinti yapılacak mıdır? Kanaatimizce takipler ve takip işlemleri tamamen durduğu için, muhafaza tedbiri olan maaş kesintisi ve haciz ihbarnamelerinin gereği de yerine getirilmemelidir.

Haciz ihbarnamelerinin bir muhafaza tedbiri olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu muhafaza tedbirinin özelliği peryodik olarak yerine getirilebilmesidir. Yapılan düzenlemenin öncelikle borçluları koruyucu, ancak sosyal bir hüküm olduğu da düşünüldüğünde haciz ihbarnameleri, maaş kesintileri vs. uygulamalar amaca aykırı olacaktır. Ayrıca hukuken haczedilmiş bir malı muhafaza altına alamazken, başlamış kesintiyi devam ettirmek çelişkili bir sonuç doğuracaktır. İİK’da bu tür durma hallerine ilişkin halen uygulanan tipik örnek konkordato mühletidir. Mühlet öncesi gönderilen doğmuş ve doğacak alacakların haczine ilişkin ihbarname kapsamında, mühlet sonrası doğacak alacakların icra dairesine ödenmeyeceği tartışmasız kabul edilmektedir. Konkordatoya nazaran daha genel ve küllî tatil/durma etkisini haiz bir kurum olan 7226 sayılı Kanuna ilişkin böyle bir durumda farklı bir uygulamaya gidilmesini haklı kılacak bir fiilî ve hukukî sebep yoktur. Nasıl ki, yetişmemiş bir mahsulün haczine kanundaki süre içinde karar verilmiş olsaydı ve fiilen o mahsule el konulabilmesi için hasat işleminin zamanı beklenirken İİK m. 330’daki tatil kararı ya da 7226 sayılı Kanundaki gibi genel bir tatil/durma devreye girseydi, artık mahsule el konulması mümkün olmayacak idi ise, aynı şekilde önceden haczi için ihbarname gönderilen bir alacağın, tatil süresi içinde doğması durumunda da, o alacağın paraya çevrilmesi hükmündeki işlemin yapılmasına izin verilmemek gerekir; başka bir deyişle, kesinti için yazı veya ihbarname gönderilen üçüncü kişinin/kurumun o alacak için artık kesinti yapmaması gerekir.

c. İcra Veznesine/Hesabına Girmiş Paraların Durumu ve Sıra Cetveline İlişkin Sorun

İcra hesaplarına girmiş paraların ödenip ödenemeyeceği de ayrıca açıklığa kavuşturulmalıdır. Her ne kadar tüm takipler ve takip işlemleri durmuş olsa da, icra hesabındaki paranın alacaklıya ödenmemesinin ne alacaklı ne borçlu bakımından bir yararı yoktur, m. 330’un ve 7226 sayılı Kanunun koruyucu amacına hizmet etmemektedir. İcra daireleri çalıştığı sürece, bu paraların ödenmesi mümkün olmalıdır. Çünkü, amaç zarar vermek değil, korumaktır.

Her şeyden önce 7226 sayılı Kanunda yukarıda belirtildiği üzere takiplerin durmasının istisnalarından biri, durma süresi içinde rızaen yapılan ödemelerin kabul edilecek olmasıdır. Bu hükmün amacı herhalde icra hesabında para biriktirmek değildir. Keza, icra veznesine girmiş olan satış bedeli veya tahsil edilmiş nakdin, mutlak takip yasağı içeren iflâs halinde dahi masaya girmemesi ve alacaklısına ödenmesi yönündeki İİK m. 186 düzenleme, konkordatoda olduğu gibi küllî tatilde de kıyasen uygulanmalıdır. Kaldı ki, tatil içinde icra takip işlemleri yapılamaz; oysa icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmesi icra takip işlemi niteliğinde değildir. Bunun yanında İİK’da bazı işlem veya sürelerin icra veznesine para girinceye kadar olan zaman dilimiyle sınırlanmasının sebebi de, o aşamada artık alacaklıya ödeme yapılması gerekliliğindedir (örneğin, İİK m. 72/3, m. 100/1). Keza bazı icra suçlarında paranın ödenmesi halinde cezanın kalkması söz konudur (örneğin, İİK m. 338/2, 340). Böyle bir durumda amaç parayı veznede/hesapta tutmak değil, alacaklıya ödeme sağlamaktır. Bu nedenlerle veznedeki/hesaptaki paranın durma kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olmaz.

Sıra cetveli yapılması gereken hallerde icra müdürü sıra cetvelini re’sen düzenler. İcra dairesince tahsil olunan paranın alacaklıya ödenmesi, bir icra takip işlemi olmadığından, ödeme aşaması, durma süresinden etkilenen bir aşama değildir. Bu aşamaya geçilebilmesi için sıra cetveli yapılması gereken hallerde ise, durma süresi içinde sıra cetvelinin hazırlanması da mümkün olmalıdır. Aksi takdirde, tek alacaklının olduğu takip ile sıra cetveli yapılması gereken birden çok sayıdaki alacaklının olduğu icra takipleri arasında ayrım yapılmış olur.

d. Tarafların Takip Dosyası Hakkında Anlaşmaları Durumu

Alacaklı ve borçlu borcun ödenmesi ve haczin kaldırılması konusunda anlaşmışlarsa, buna rağmen takip işlemleri yapılmayacak mıdır? Tarafların icra işlemleri konusunda anlaşmaları halinde bunun etkisi bakımından aslında yukarıda düzenlemenin istisnalarına değinilirken açıklama yapılmıştır. Bu durumu, 7226 sayılı Kanundataraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir” hükmü çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu tür anlaşmalar her iki tarafın birlikte birbirleri lehine işlem yapması sonucunu doğurmaktadır. Bu noktada yine m. 330’un ve 7226 sayılı Kanunun amacı dikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır. Bu tür bir işlemin ve anlaşmanın alacaklı ve borçluya zarar veren bir tarafı bulunmamaktadır. Örneğin, alacaklı alacağına kavuşmakta, borçlu ise malını hacizden kurtarmaktadır. Bu sebeple tarafların anlaşması halinde icra dairesi bunun gereğini yerine getirmelidir.

5. İhtiyati Hacizlerin ve İhtiyati Tedbirlerin Durumu

a. İhtiyati Hacizler Bakımından

İhtiyati hacizle ilgili olarak gerek İİK m. 330’u uygulamaya koyan Cumhurbaşkanlığı Kararı gerekse 7226 sayılı geçici madde düzenlemesi dikkate alındığında, bu süreçte ihtiyati haciz kararı talep edilebilir ve karar da verilebilir. Ancak bu kararın uygulanması mümkün olmadığı gibi, ihtiyati haczin kesin hacze dönüştürülmesi için takip yasağı sebebiyle takip de yapılamaz. O zaman ihtiyati haciz kararı almanın yararının ne olacağı sorulabilir. Alacağının tehlikede olduğunu düşünenlerin, uygulanamasa da kötüniyetli borçlular karşısında ihtiyati haciz talep etmeleri birçok yönden yararlıdır. Çünkü, hem daha sonra hacze iştirak vs. imkânlardan yararlanmak için zaman kazanılmış hem de şayet söz konusu olursa ileride tasarrufun iptali davası açılması halinde, en azından mahkemeye kanaat vermek bakımından bir gerekçe ortaya çıkartılmış olur.

b. İhtiyati Tedbirler Bakımından

İhtiyati hacizler dışında ihtiyati tedbirler hakkında da düzenlemiş yapılmıştır. 7226 sayılı Kanunun geçici maddesinde6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler” Kanunun kapsamı dışında tutularak Kanunda yer alan sürelere ilişkin imkândan bu konuda yararlanılamayacağı belirtilmiştir. Öncelikle 6100 sayılı HMK ile ilgili açık belirleme yapıldığından, bu istisna hükmü sadece HMK’da yer alan tedbirler için geçerli olacaktır. Ayrıca ihtiyati hacizde olduğu gibi ihtiyati tedbirlerin uygulanmasına engel olacak bir düzenlemeye de açıkça yer verilmemiştir. Buradan çıkartılması gereken sonuç, İİK’da yer alan tedbir mahiyetindeki talepler maddenin kapsamında değildir, bu sebeple İİK’da yer alan tedbirler için süreler durmayacaktır. Zira, ilk bakışta 7226 sayılı Kanunun geçici maddesinde, sadece dava açmak ve takip yapmak bakımından sürelerin duracağı yer almaktadır.

Ancak diğer yandan da 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden” itibaren duracağı ifadesi yer almaktadır. İİK’da tedbirlere ve davalara ilişkin düzenlemeler de esasen birer usûl hükmüdür. Bu noktadan bakıldığında ise, aslında tedbire ilişkin sürelerin de duracağı sonucuna varılabilir. Sadece tedbiri tamamlamaya, yani tedbir talebinden sonra dava açılması ve bu konuda yapılacak işlemlere ilişkin HMK m. 395’deki sürelerin durmaması söz konusudur. Onun dışındaki süreler duracaktır. Bu konuda dikkat çekilmesi gereken bir husus da, icra hukukundaki tedbirin yerine getirilmesi takip işlemi yapılmasını gerektiriyorsa, genel takip yasağı karşısında bunun uygulanamayacağıdır.

Aslında çok düşünülmeden sevkedilen hükümlerin uygulama karmaşası doğurma potansiyeli mevcuttu.

6. Konkordatoların Durumu

İİK m. 330 ve Cumhurbaşkanlığı Kararında açıklık olmamasına rağmen, 7226 sayılı Kanunda konkordato ile ilgili olarak “Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder” şeklinde bir düzenleme yapılmıştır. Konkordato talebi ve sürecine ilişkin genel bir düzenleme yapılmamış, sadece konkordato mühletinin ancak alacaklı ve borçlu bakımından sonuçlarının bu süreçte de devam edeceği belirtilmiştir.

7226 sayılı Kanunun geçici maddesinde yapılan bu düzenleme gereksiz ve eksiktir. Zira, hiç bir icra ve iflâs takibinin yapılamadığı ve mevcut takiplere devam edilemediği bir ortamda, sadece konkordatoya tâbi alacaklılara takip yasağı getiren konkordato tatil etkisinin ya da uygulamada olduğu üzere mahkemenin bu konudaki tedbir kararının uygulanmasında, korunmaya değer bir menfaat yoktur. Konkordatonun, askıda kalan icra takiplerine etkisine ilişkin hükümleri dışındaki hükümleri zaten geçerli olduğu için, “konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder” şeklindeki düzenlemeye gerek yoktur.

Bu düzenleme, durma süresi içinde, konkordato mühletinin sadece alacaklı ve borçlu bakımından sonuçlarının devam edeceğini; bunlar dışındaki sonuçlarının ise devam etmeyeceğini duracağını ifade etmek için getirilmiş ise ya da mefhumu muhalifinden böyle anlaşılırsa, bu takdirde mühletin diğer kanunî sonuçları, durma süresince uygulanamayacak ve örneğin, konkordato komiserinin de görevi süre boyunca devre dışı kalacaktır. Çünkü, düzenlemede konkordato komiserine ilişkin açıklık yoktur. Şayet sadece alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları devam edecek ise, diğer sonuçlarından olan, yine sözleşmeler bakımından sonuçları ortadan kalkacak mıdır? Komiserin görevlerine ilişkin hükümleri uygulamayacak mıdır? Alacaklılar toplantısı yapılamayacak mıdır? Bu sorulara olumsuz cevap vermek gerekir. Kısacası, durma süresi içinde konkordato mühletinin sadece, 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi kapsamına giren icra takiplerine ilişkin hükümleri askıda kalır; diğer hükümleri aynen uygulanmaya devam eder.

Diğer taraftan bu düzenleme ile İİK m. 294 ve m. 295 hükümlerinin uygulanmasına devam edilmesi, İİK m. 330’daki mutlak takip yasağının, İİK m. 206, birinci sırasındaki imtiyazlı alacaklar ve rehinli alacakların alacaklıları için devre dışı bırakılması anlamına gelecektir.

Başka bir deyişle, 7226 sayılı kanun ile Cumhurbaşkanlığı Kararının ve bu yolla İİK m. 330 uygulamasının yürürlükten kaldırılması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucunun iradesi bu yönde ise, düzenlemeyi, bu tercihin tartışılması şeklinde yapmak gerekir. Fakat böyle bir amaç güdülmemiş ise, bu durumda, buradaki hükmün, İİK m. 330 uygulaması ile birlikte yorumlanması gerekir ki, yukarıdaki değerlendirmelerimiz bu bağlamda yapılmıştır.

Bu düzenlemeler karşısında, aslında konkordato talep edilmesine şeklen engel bir durum yoktur. Ancak, Cumhurbaşkanlığı Kararı ile m. 330 ve 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi konkordatodan daha kapsamlı bir koruma sağladığı için konkordato talebinde hukukî yarar da olmayacaktır. Bu sebeple talep reddedilmelidir. Kaldı ki, tatil ücretsizdir; konkordato ise pahalı bir yoldur.

Başlamış konkordato işlemlerinin akıbetinin ne olacağı da bir sorundur. Çünkü, bir yandan bazı konkordato süreçlerinin yürütülmesi alınan tedbirler sebebiyle fiilen mümkün olamayacaktır (örneğin, alacaklılar toplantısının sağlık sebebiyle fiilen yapılamaması, konkordato yargılamalarının ertelenmesi vs.); ayrıca ve en önemlisi m. 330 ve Cumhurbaşkanlığı Kararı belirtilen süre için borçluya konkordatodan daha kapsamlı bir koruma sağlamaktadır. Böyle bir durumda, konkordatonun özel korumasının bir anlamı ve borçluya sağladığı bir imkân yoktur. Kaldı ki, ekonomik hayatın durması sebebiyle konkordatoda umulan iyileşme de yavaşlayacaktır. Fevkalade hal tatili, konkordatoya göre daha kapsamlı ve mutlak takip yasağı içerdiğinden, bu küllî takip yasağı süresinin devreye girmesiyle beraber, cüzî tatil etkisi olan konkordato süresinin takip yasağına ilişkin hükümlerinin işlemesi askıda kalır. Yani konkordato mühleti sona ermez; fakat konkordato kararının takiplere ilişkin etkileri askıda geçerli olur. Bu sebeple, m. 330 çerçevesinde geçen süre içinde konkordatonun takip yasağına ilişkin hükümlerinin askıda olduğu, m. 330 ve/veya 7226 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin uygulamasının sona erdiği noktadan itibaren kaldığı yerden devam edeceği kabul edilmelidir.

7. İflâslarla İlgili Durum

Gerek Cumhurbaşkanlığı Kararında gerekse 7226 sayılı Kanunun geçici maddesinde, iflâs takipleri de yasak kapsamında kabul edilmiştir. Bu sebeple takipli iflâs yoluna başvurulamaz ve bu talepler kabul edilemez. Ancak mahkemeye müracaat sonucunu doğuran, doğrudan (takipsiz) iflâs talep edilmesine bir engel yoktur. Bunun yanında mevcut iflâs prosedüründe olan durumlarda iflâs tasfiye işlemlerinin de duracağını kabul etmek uygun olacaktır. Çünkü, bunlar takiplerle benzer sonuç ve etkiye, hatta daha güçlü bir etkiye sahiptir. Hukukta evleviyet kuralı burada uygulanmalı, düzenlemedeki iflâs takipleri ifadesi bu şekilde de yorumlanmalıdır. Yapılan düzenlemeye göre, taraf ve icra takip işlemleri yapılamayacağından, iflâs tasfiye işlemleri de küllî cebrî icra işlemleri olduğundan, icra takip işlemi yasağının iflâs takiplerini de kapsadığını kabul etmek, amaca ve menfaatlere uygun olacaktır. Cüzî takipleri durduran bir fevkalade hal tatilinin, küllî takipleri hedeflemediğini, iflâs takip muamelelerinin devam edebileceğini söylemek aşırı şekilci bir yorum olur.

8. İcra ve İflâs Suçları İle İlgili Durum

İcra ve İflâs Kanununda düzenlenen icra ve iflâs suçları konusunda düzenlemede bir açıklık yoksa da 7226 sayılı Kanunun geçici maddesinde (2. fıkra, (a) bendi) “Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri” kapsam dışına çıkartılmıştır, yani bu süreler işleyeceği için gerekli başvurular yapılmak durumundadır. Böyle bir durumda icra ve iflâs suçlarına ilişkin şikâyet süreleri de bu süreçte işleyecektir. Ancak, icra ve iflâs suçu oluşturan durum bu zaman dilimine denk gelmişse (örneğin, taahhüdü ihlâl, mal beyanında bulunmama vs.), haklı ve meşru sebep kabul edilmelidir. Hatta bu konuda kanunun kabul ve uygulama tarihi değil, ondan önce salgının kamusal hale geldiği daha önceki zaman dilimi olarak kabul edildiği anlaşılan 13.03.2020 tarihi dikkate alınmalıdır.

9. Tasarrufun İptali Sebepleri ve Davaları Bakımından Özel Bir Dönem

Yapılan düzenleme ile birlikte dava açma süreleri duracağı için tasarrufun iptali davaları için geçerli süreler de duracaktır. Ancak bu zaman diliminde takip yapılamaması ve dava açılamaması sebebiyle kötüniyetli borçluların tasarrufun iptaline tâbi işlemler yapmaları söz konusu olabilecektir.

Böyle bir durum ortaya çıktığında, icra edilmesi mümkün olmasa da, en azından durumu tespit ve ileride kullanılmak bakımından İİK m. 281/2’de yer verilen ihtiyati haciz talep edilmesi mümkündür. Hatta bu süreç gözetilerek sunulan deliller kapsamında ihtiyati haciz kararı teminatsız verilmelidir.

Yine bu dönemde borçlu kişilerle işlem yapacakların daha dikkatli davranmasında yarar vardır. Zira, kanaatimizce bu dönemde yapılacak tasarrufa tâbi işlemlerde ispat ve kanaat oluşturulması daha kolay olabilecektir. Tasarrufun iptali davalarında kanunî varsayım veya karinelere dayanıldığı, her türlü delille ispatın da mümkün olduğu dikkate alınırsa, hâkim de bu açıdan kanaat uyandırmak da mümkün olacaktır.

İzmir, 26.03.2020.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Em. Öğretim Üyesi
Author image
İzmir Websitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku