Lexpera Blog

Hukuk Atölyesi #1'in Konuğu: Prof. Dr. Fikret Eren

"İfa modalitelerinde olduğu gibi çalışmanın da bir sistematiği olmalı."


- Programımın ilk konuğu hocaların hocası olarak kabul edilen Sn. Prof. DR. Fikret Eren. Değerli hocam bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum, hoş geldiniz.

- Teşekkür ediyorum, sağ olun var olun.

- Ve ben Hocam ilk soruyla başlamak istiyorum, müsaadeniz olursa. Hukuk fakültesine giriş hikayenizi paylaşırsanız memnun oluruz Hocam ve ardından akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz?

- Ben daha lisede okurken hukuk fakültesini düşündüm, hukukçu olmayı düşündüm. Kahramanmaraşlıyım, babam da rahmetli zaten avukattı, hukukçuydu belki onun da etkisinde kalrak hukukçu olmaya çok önceleri karar vermiştim. Bu kararımdan hiç sapmadım liseyi bitirdikten sonra bizim zamanımızda ÖSYM vs. yoktu. Doğrudan geldim Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini tercih etmiştim, oraya kaydoldum. Her genç gibi o yaşlarda şiir de yazıyordum, şiirden fevkalade hoşlanıyordum. Hukukla tanışıp hukuk kitaplarını okumaya başlayınca hukukun şiirden üstün olduğu kanısı geldi, bu tamamen bireysel bir tercihti. Şiiri bıraktım tamamen hukuka koyuldum. Gayet güzel ısındım baya güzel çalışmaya da başladım yani günde bugün de bir ilkem olan günde 10 saat çalışma ilkesini öyle zannediyorum ki hukukun ilk yılında edindim.

- Onu özellikle soracağım Hocam, on saatlik hikayeyi. Derslerle aranız nasıldı Hocam hani derslere gidip gelişiniz?

- Dersleri seviyordum. Hukuk fakültesi ve hukuk yurdu arka arkaya iki bina olduğu için neredeyse teneffüs arasında yurda gidip zil çalınca fakülteye girecek kadar mekânsal bir yakınlığım vardı. Hocalarım da tabii güzel ders anlatıyordu fakat zamanla nedense bilmiyorum yurtta kalıp kitaptan dersleri okuyarak öğrenmeyi üstün gördüm, tercih ettim.

- Sonra hocam asistan olma süreciniz nasıl gerçekleşti, fakülte bitti…?

- Bu benim hayatımda, yaşamımda bir kırılma anı, bir milat, bir büyük değişim, bir devrim. Tabii bütün amacım 4 yılda hukuk fakültesini bitirmek sonra Kahramanmaraş’a dönüp babamın bürosunda avukat stajyeri olarak staja başlamak, böylece Kahramanmaraş’ta bir avukat olarak yaşamayı planlamıştım. Hakimliği düşünmüyordum. Birinci sınıf sınavlarına girdiğim zaman o zaman üçlü mizan denilen bir sınav sistemi vardı. Biz yer yıl altı ders görürdük, bu altı dersten ilk ikisi kura çekilerek yazılı olurdu buna eleme sınavı derdik. Eleme sınavını geçtikten sonra geri kalan dört dersten aynı günde bir sınıftan çıkıp öbür sınıfa, bir hocamızın önünden kalkıp öbür hocamızın önüne gitmek suretiyle diğer geriye kalan dört dersten sözlü sınav olurduk ve akşam beş altıda sınav bitince hocalarımız, hocalar kurulu olurdu, o kurulda bizleri değerlendirirler geçmemize kalmamıza karar verirlerdi. İşte böyle dörtlü sözlü sınava girmiştim, günüm gelmişti. Allah gani gani rahmet eylesin, çok sevdiğimiz öğrenci babası hukuk tarihi ve siyasal tarih hocamız Prof. Dr. Coşkun Üçok vardı. Bu aynı günde dört dersten sözlü sınava gitme prosedüründe onun önüne sınava girmek için geldim, sorular sordu bana. Diğer sınavlarda olduğu gibi güzel geçti çünkü çok güzel çalıştım, çalışıyordum. Demin de belirttiğim gibi 10 saat günde çalışıyordum, neredeyse kitapları ezbere biliyordum. Hocamın çok hoşuna gitti, birkaç soru daha sordu. Seninle konuşmak istiyorum, dedi buyurun hocam, dedim. Sesinden, aksanından, şivenden güneyli olduğunu anlıyorum, hukuk demiyorsun “hukug” diyorsun “k”ları genelde “g” gibi konuşuyorsun, bir güneyli şivesi var evvela bunu düzelt dedi. Tabii o zamanlar bu güzel Türkçeyi konuşma, öğrenme kursları pek yoktu. Onun için dedi sana iki tane kaynak veriyorum. Televizyon falan daha başlamamıştı, radyo vardı. Bana dedi ki evinde yurtta nerede olursan ol, o zaman daha el radyoları da başlamamıştı, sabit büyük videolar vardı. Bu iki ajansı yani öğlen bir ajansı ile akşam yedi ajansını haberleri bilhassa spikerlerden dinle. Türkçenin her harfinin anlamını, nasıl okunduğunu senin nasıl okuyacağını, onları bir anlamda taklit ederek kelimeyi duyduğunda bilhassa k kelimesini duyduğunda diğerlerini de tekrar et. Bir de tiyatrolara git tiyatrolarda da hepsinde değil bazı temsillerde aktörler sanatçılar güzel Türkçe İstanbul Türkçesi konuşurlar bu arada bana sen dedi bana asistan ol dedi benim demin de belirttiğim gibi fakülteyi bitirmemde tek amaç Ankara’dan Kahramanmaraş’a tekrar dönüp babam avukat olduğu için onun bürosunda önce stajımı sonra belki çırak ortak avukat olarak birlikte çalışmayı ve hep Maraşı orada yaşamayı düşünmüştüm. O sene birinci sınıfı hocam da takip etmiş birincilikle geçtim tabii tekrar hocamla görüştük sen dedi işte aksanı bir de Fransızcayı yazın düzelt çalış, her yıl da düzelt çalış asistan ol dedi. Ben o akşamdan sonra Kahramanmaraş’a gidince bunu hep düşünmeye başladım.

- Hocam peki sizlere Coşkun Hoca dışında yol gösteren, sizin ufkunuzu açan size asistanlığa teşvik eden başka hocalarınız oldu mu?

- Bizde sınıfları geçtikçe daha yeni sınıflarla tanıştıkça hukuk bilgimiz görgümüz artıyordu. Zamanla akademisyen olmanın yanında avukatlık yapmanın da mümkün olduğunu öğrendik ve akademisyen bir hukukçunun aynı zamanda avukatlık yapmasının kazanç yönünden, beğeni yönünden biraz iştah çekici, belki haksız rekabet yaratıcı, çekici yönünün olduğunu olacağını duyduk anladık. O nedenle daha ziyade pozitif yani dava türleri olan avukatlık yapmakta geçerli olan alanları düşündüm. Burada da ben ceza hukukundan kamu hukukundan daha çok özel hukuku düşündüm ve orada da Ali Bozer ticaret hukuku hocamızda o zaman o doçentti. Ben onunla da ilişki kurdum ve ticaret hukuku asistanı olma önerimi ona söyledim düşünürüz Fikret fakülteyi bitir dedi. Gün geldi fakülteyi bitirdik ve yine gün geldi kasım ayında sınav olacak dediler. Kahramanmaraş’tan kalktım, Ankara’ya geldim. Ali Bozer hocamızın odasına doğru yönelip çıkacakken çaprazlama bir sınıf arkadaşım geldi. Oo Fikret sen ne geziyorsun mezun olmadın mı ne işin var tekrar Ankara’da hem de fakültede diye sordu ben de,ismi Osmandı, Osmancığım asistan olmaya karar verdim Ali Bozer hocamla da biraz konuşmuştuk şimdi kendisine de gidip odası burada biliyorsun tekrar bu önerimi yinelemek istiyorum. Ya Ali hocamız da iyi ama gel seni Şakir Berki Hocamıza götüreyim dedi.

- Orada herhâlde hocam ticaret hukukundan medeni hukuka bir kariyeriniz de çizilmiş oldu o an.

- Evet şimdi Şakir Berki hocamız da Allah rahmet eylesin çok değerli sevdiğimiz bir hocaydı Şakir Berki hocamızın bir bakıma kayınbabasının Maraşta ağır ceza başkanlığı yapması ve Maraşlılara sevgi duyması bir yandan da abisi Osman Fazıl Berki hocamızın eşinin Maraşlı olması bir de tabii Şakir Berki benim o da hocamdı fakültede borçlar hukukunu okutmuştu bize. Vallahi demek ki kısmet, birden dönüverdim yani Osman’ın tekliflini kabul ettim hadi dedim Şakir Bey hocamıza çıkalım. Şakir Bey hocamızın odasına çıktık, bizi kabul etti, beni takdim etti. Tabi Şakir Bey hoca çok dürüst bir insandı aynı zamanda. Bana dedi ki evladım tamam benim asistan adayım olarak seni kabul ediyorum ama bugünden itibaren bir hiç kimseye Şakir Berkinin asistanı olacağım sınavına gireceğim diye bir açıklamada bulunmayacaksın. İki, bu odaya gelmeyi bırak yönünü dönmeyeceksin ama sınavı kazanırsan başımın üstünde yerin var kapımı çalmadan gireceksin dedi. Kasım ayında gün geldi önce yabancı dil sınavı yapıldı üç hocamız yabancı dilden? ben Fransızca dan girdim.

- Fransızca sınavında bir hukuki metni mi çevirdiniz hocam?

- Tabii Şakir Berki hocam yoktu o sınavda üç tane diğer hocamız Fransızca bilen hocamız sınavımıza girdi bu defa yine aksi yerden medeni hukuktan değil de bu Sosyal Sözleşme dediğimiz bir kitap çıktı J.J. Rousseau’nun yazdığı bir kitap. Orada da başardım yani sınavı yani Fransızca sınavımı başarıyla verdim. Ertesi gün veya birkaç gün sonra bilim sınavı yapıldı ona da beş medeni hukuk profesörü girdi. O sınavda da başarıyla çok güzel bir başarıyla.. Ve bana asistan oldun dediler o güne kadar bak Şakir Berki Hoca ile tanıştığım günden sonra Şakir hocanın ne odasına gittim iki ay geçti belki yahut bir ay geçti asistan olduğumu duyunca odasına gittim tabii kapıyı çaldım girdim içeri oo dedi ayağa kalktı sevindi hakikaten şimdi çay içelim dedi artık odan burası dedi hakikaten.

- Aynı odayı paylaştınız o zaman?

- Tabii çünkü hocalarımız şimdi biz de öyleyiz dersi olmayan günlerde gelmezdik evde çalışırdık.

- Hocam asistan olduktan sonra size tavsiye veren öğüt veren hocanız oldu mu?

- Evet tabii medeni hukuk hocalarımızdan Prof. Kemal Tahir Gürsoy hocamız vardı evlat dedi geldi yanıma tebrik ediyorum medeni hukuk asistanı olmuşsun. Sana kulağına üç tane altın küpe takmak istiyorum bunlar dedi bir hemen bugün alman dilini öğren Almancayı öğren çünkü medeni hukuk Almanca ile olur Fransızca ikinci dildir ikinci düzeyde dildir. İkinci öğüdüm tavsiyem doçent oluncaya kadar askere gitme dedi. O zaman tabi askerlik iki sene bazen bir buçuk sene bazen iki sene üç dört yılda bir değişiyordu.

- Uzunca bir süre akademik hayattan da koparacak kadar da uzunca bir süre.

- Hayatın en önemli safhasında bir buçuk iki sene bırakıp... askerlikle medeni hukukun hiç alakası yok ki. Askere gittiğin zaman iki yıl uzakta kalacaktın. Üçüncü tavsiyem dedi doçent oluncaya kadar evlenme dedi, niçin hocam dedim, e dedi şimdi evlenirsin, çocuğunuz olur evde hanım tek başına çocuğa bakamaz o da çalışır belki kadın tutmak zorunda kalırsınız o masraflı olur sonra Almanya’ya gideceksin yarın Almancanı ilerletmek için iki yıl, bir çocuk bir de hanımı alıp Almanya’ya gittiğiniz zaman sen Almanya’da bir Türk adası olursun evde Türkçe konuşursun sokakta Türkçe..

- Üç öğüde de uydunuz öyle anlıyorum ben.

- Uydum, tam uydum hem de.

- Metot kısmına daha yoğun bir şekilde geçecek olursak nasıl çalışıyordunuz özellikle bir bilimsel eser hazırlama konusunda günlük on saat temponuzu nasıl dolduruyordunuz?

- Şimdi ben tabii ki psikiyatr veya psikolog değilim ama bugüne geldim bir hukuk profesörüyüm. Düzgün ve sistemli çalışma ve fazla çalışma insanın akıl derecesini arttırır. Benim anlayışımda bir ruh hastası, akıl hastası hariç ayırt etme gücü olan herkes eşit akıldadır. Üstün veya fazla akıl bundan sonra gaza basmakla oluşur. Ne demek gaza basmak? Şimdi bu belirttiğim akıl hastası ruh hastasının dışındaki herkes normal akıl düzeyindeki eşit bir insan…

- Makul orta zekalı dürüst kişi…

- Bizim hukukta söylediğimiz dürüst makul orta zekalı bir insan bir saat çalışıyorsa bir saat akıllıdır iki saat çalışıyorsa iki saat akıllıdır. Benim 62 yıllık tecrübeme, ona bir iki yıl da lise üç ve dördü katarsak 64-65 yıllık tecrübeme göre zaman, çalışma zamanı eşit çalışma aklıdır, üretim aklıdır. Şimdi ben 1400 sayfalık borçlar genel yazmışım bu konuşmakla, oturmakla, akıllı olmakla yazılır mı? Sabit bir aklın olacak düzey normal makul her insan aklı ondan sonra bir saat çalışıyorsan bir saat akıllısın, on saat çalışıyorsan on saat akıllısın. Nasıl fabrika çalışırsa üretir çalışmayan fabrika üretir mi dönmeyen bir un değirmeni, taşı dönmüyorsa altındaki buğday ezilir mi un olur mu? Aynen aklın ürettiği sanat ve bilim de bir buğdayın un olması gibidir.

- Bu hocam on saatlik dilimde mesela bize en son işte Türk Miras Hukukunu İpek Hocayla birlikte yazmıştınız bu kitabın nasıl hazırlandığına ilişkin böyle bir yol haritası ya da sizin doktora teziniz de olabilir yani nereden başlıyorsunuz ya da günü nasıl değerlendiriyorsunuz sabah erken mi başlarsınız gece mi çalışmayı seversiniz?

- Şimdi en baştan şöyle diyelim, evvela bir şeyi seveceksin. Ne dedim ben hiç başka bir şey düşünmeden kalktım geldim hukuka girdim o günden beri on saat çalışıyorum, talebeyken on saat çalışıyordum yoksa öyle birinci ikinci üçüncü olamazsın kolay mı?

- Ve on bin kişinin arasından...

- Gayet tabii. İki, çalışacaksın. Üç sistem kuracaksın. Kendine göre çalışma sistemi kurabilirsin. Çalışmanın zamanı olur, çalışmanın mekanı olur, çalışmanın süresi, olur çalışmanın dökümü olur. Bunları söyleyeyim ne demek bu şimdi? Mesela benim en verimli olduğum zamanlarda ben dokuzda akşam yatardım, dörtte kalkardım. Sabahın dördünde herkes uyuyor, evinde çoluğun çocuğun eşin uyuyor, pırıl pırıl bir ev içi yahut atmosfer. Çayını koyuyorsun yıkanıp temizlenip giyiniyorsun bir yarım saat evin içinde biraz yürüyüp hafif hareketler yapıyorsun kendine geliyorsun.

- Uyanma seansı…

- Ve masana oturuyorsun diyelim ki 4.30 oldu 4.30’dan, ben derslerimi hep öğleden sonraya alırdım. Şimdi öğleden sonraya alınca ne oluyor? Dörtten, dört buçuktan on ikiye kadar evde verdiğin hadi 5 de 5-12 ne yapar 7 saat yapar. Bu 7 saatin zaten 4 saatinde ne eşin ne çocuğun seni görür. Çayını yapmışsın kahveni yapmışsın onları içersin onlar sekizde sekiz buçukta uyanırlar. Sen dört, dört buçuk saat almışsın ondan sonra belki ufak bir kahvaltı yaparsın, çocuklarınla eşinle ondan sonra yine herkes kışlasına çekilir, işine, çocuk okula gider, eşin işini yapar dışarda çalışıyorsa işine gider. Sen tekrar çalışma odana yani önce hani nasıl biz borcun alacağın bir ifa yeri, yerine getirme yeri, yerine getirme zamanı, yerine getirme biçimi, niceliği, niteliği var onun gibi çalışma da bir sistemdir. Doğru yerde doğru sürede zamanda doğru kalite miktarda. Ben ne dedim 10 saat dedim. Benim üretim tarzım 10 saat ile oluyor çünkü seri ve büyük üretiyorum ben.

- Evet hocam borçlar hukuku genel hükümler…

- Evet yani benim kitaplarım öyle yani demek ki çalışma sistemi kuracaksın kendine özgü.

- Merak ettiğim bir şey hocam, bugün yani halen bu sitemi uyguluyor musunuz?

- Aynısını uyguluyorum. Hem beynin hem kalbin demin anlattığım çalışma metodolojisini kabul etmişse sende bu artık bu bir huy oluyor, bir gelenek oluyor. Yani sen istesen de istemesen de çalışıyorsun. Bir şeyimi anlatayım bu corona virüs zamanında ben hep çalıştığımı gördüm, yalnız verimli çalışamadım. Yani yine 10 saat çalışıyordum fakat pek bir şey üretemedim demek ki bir de huzur olacak yine bir özgürlüklerimiz kısıtlanmış gibiydi ben şunu hep düşündüm özgürlük insanla birlikte doğar hak da öyle insanla birlikte doğar demek ki insan özgürlük ve hak yığınıdır. Nasıl özgürlüklerini haklarını elinden alırlarsa isyan ediyorsun karşı duruyorsun o rejime demokrasi demiyorsun onunla mücadele ediyorsun bu corona virus de antidemokratik hukuka aykırı hatta kusurlu bir rejimdi. Yani o nedenle ben yine çalışıyordum ama çalışmamdan zevk almadığın bir çağ var mı hocam dersen işte bu çağ bu üç dört ay…

- O da hocam yüzyılda bir gelen bir salgın.

- Yüzyılda bir, çok güzel söyledin ben işte şu yaştayım ilk defa bundan beş on sene önce, üç beş sene önce kuş gribi domuz gribi dediler hiç böyle bir şey olmadı.

- Hocam tekrar bu bilimsel araştırmanın önemli kısımlarından birini oluşturan yazıma ilişkin bir soru sormak istiyorum. Bilimsel araştırma tamamlandıktan sonra malumunuz o akademik eserin, monografik eserin yazım süreci başlıyor. Sizin kendi eserlerinizde özellikle takip ettiğiniz bir yazım ritüeliniz ya da kendinize özgü geliştirdiğiniz bir sistem disiplin yöntem oldu mu hocam?

- Şimdi açıklama sadece irade açıklanmaz, duygu açıklanmaz, bilgi açıklaması diyelim. Nasıl irademizi tam açıklayamazsak yorum yapıyoruz, eksik olursa tamamlama yapıyoruz, eğer biraz şartlar değişmişse uyarlama yapıyoruz, çalışmadaki durum da bu yani yazdığını okuyucu anlamalı okuyucu onu anlamazsa rahatsız olur niye anlamıyorum der kelimeni beğenmez cümle yapını beğenmez. Bir sayfalık, yarım sayfalık cümle olur mu? Ben şunu düşünüyorum konunu bilmediğin için uzun yazıyorsun. Konusunu bilen iki satırda bir satırda en fazla üç satırda bir paragrafı yahut bir cümleyi bitirir yani bir şeyi anlatabilmek için evvela iyi öğrenmen lazım biz bir şeyi yazarken bir şeyi evvela bilmemiz lazım ben de onun için demin çalışma üslubumdan söz etmiştim ben şöyle bir ay kitabın tabii yazacağım şeyin volümüne büyüklüğüne göre bir iki ay hatta altı ay hiçbir şey kaleme almam. Yazar yazar atarım, yazar yazar atarım. Okurum, okurken not tutarım atarım. Bu ne demektir? Yazıdan önce sözel olarak sözle olarak anlatış olarak yazacağım şeyi biraz öğrenmeliyim yani tabii muazzam büyük bir şey yazıyorsun hepsini öğrenemezsin ama hiç olmazsa alfabesini esasını öğrenmeliyim demin söylediğim her bölümüne her kısmına belki her paragrafına geçerken de yine egzersiz yapmalıyım. Yazmadan önce üç beş on kitaptan, üç beş on defa müsveddeler yapıp "travay"lar egzersizler antrenmanlar yapıp atacaksın. Ondan sonra sen atsan o atılmayacak hale geliyor.

- Yani hocam aslında bugün size ait olan eserlerde okuduğumuz eserler yirminci otuzuncu taslakları değil mi?

- Gayet tabii. Meşhur Sokrat bundan 1300 yıl önce “gök kubbenin güneşin altında söylenmedik laf kalmamış, söylenmedik şey kalmamış, bundan sonra biz yeni şeylerle söyleyeceğiz aynı şeyi” derken bunu kastediyor.

- Yeni bir üslup…

- Evet. Sen kendi üslubunu kendi kelimelerini sözcüklerini kendi cümlelerini kendi bilgilerini.. bu çok kaplı şeye benziyor şurada su var, şurada hamur var, şurada ne bileyim şeker var şurada un var, şurada biraz biber var, salata gibi yani hepsi senin olacak bunların ondan sonra sen artık Furkan olarak Fikret olarak kendin kendini yazıyorsun.

- Hocam şunu anlıyorum hani yazılacak bir konuda o konuya ilişkin bütün bilgileri ayrı ayrı kendimize mal etmeden yazıma başlanmaz.

- İşte bunu öldüren mikrop virüs ne biliyorsun. On saat çalışma. O on saat çalışma aslında ilk günlerde pek öğrenme safhan ya sen de öğreniyorsun pek fazla ilerlenmiyor sonunda bin metreden bazen bir dakikada koşuyor ya öyle oluyorsun bir bakıyorsun başlangıçta bir sayfayı bir ayda yazarken sonunda on sayfayı bir günde yazıyorsun.

- Bu hocam evladınız olarak gördüğünüz borçlar hukuku genel hükümler ve borçlar hukuku özel hükümler kitaplarının doğuş hikayelerini bizle paylaşır mısınız? çünkü bir tanesi ifade ettiğiniz gibi 24. Baskıyı öteki de 7. Baskıyı tamamlamış oldu fikrin nasıl doğduğunu ben merak ediyorum.

- Hukuku öğrendim, özel hukuku öğrendim fonksiyonlarını işlevlerini öğrendim. Avukatlık yapıyordum borçlar hukukunun temel hukuk olduğunu anladım nereye elini atsan hatta cezanın veya anayasa idare hukukunun bazı konuları bile buraya dayanıyor. Dolayısı ile bunun gerekli olduğunu anladım. Borçlar hukukuna bu PC’ler çabuk yazma çabuk hazırlama yazdığını eskiden daktiloda bir kelime yanlış olsa yırtıyordun bir sayfayı kes yapıştır bilmem ne metodu falan öğrendik baktım ki çok iyi bir şey bir de yazdığın sen de kalıyor o ilk denemeler yapıyorum yazı yırtıp atıyorsun ya ondan sonra öğreniyorsun konuyu. Hadi Sokrat’ın dediği gibi artık pek kitaplara ilk nazarda bakmadan etkisi altında kalmamak bilhassa cümlelerini kelimelerini almamak için, yani intihalden kaçmak için kendin yazıyorsun. Ondan sonra nasıl düzeltirsin ilave yaparsın senin ilk çocuğun doğuyor yani o çocuğu şimdi büyütüyorsun. Ondan sonra atıfları yapıyorsun, atıf yaparken de yararlandığın kitabın biraz bilgisini alıyorsun o bilginin de ona ait olduğunu aşağıda yaptığın atıfla dürüstçe bildiriyorsun.

- Bu evlat kategorisine şimdi hocam hazırlamakta olduğunuz Eren borçlar hukuku şerhi kitapları da eklenecek Ünsal Hoca ile birlikte yazdığınız.

- Şimdi borçlar hukukunda burada realist konuşayım bir uzmanı olduğuma göre bir kamuoyunda yer ve itibar kazandığıma göre benim işlevimin, fonksiyonumun biraz daha büyük olması; sadece öğrencilere değil öğrenimini yapmış avukatlık hakimlik veya hukukla ilgili başka işler yapan meslek sahiplerine dönerek nedir teorik bilgilerin ikisini toplarsak 2500 sayfa yapıyor ona bir iki bin sayfa da federal mahkemenin, Yargıtay’ın, üst mahkemelerin görüşlerini al. Madde madde mesela borçlar hukukunu hem özelini hem genelini yazarsın böylece onlardan sen yararlandığın kadar hukuktan yararlanmak isteyenlere aktarırsın.

- Sanırım Türkiye’de de çok böyle şerh geleneği yok hocam yeni yeni oluşmaya başladı.

- Bu alanda pek yok Yargıtay üyelerimiz yazarlardı, yazıyorlar. Onlar daha çok, az bir teorik bilgi daha çok kararları koyuyorlar. Bizde teorik bilgi daha çok, onların üçte ikisi kadar da dengelemek istiyorum yani fazla karara boğmak istemiyorum yani şöyle bir 2500 sayfası yine teorik kısım, 1500 sayfası da Yargıtay federal mahkeme kararları olursa 4000 sayfa, şöyle 700- 800 sayfa her bir cilt 5 6 cilt güzel fazla şişman olmayan herkesin rahatça kullanabileceği kütüphanesinde bir başvuru başucu eseri olarak yararlanabileceği mirasçılarına bir fikri eser olarak miras bırakabilecekleri bir son aşama görev olarak bunu görüyorum.

- Hocam daktilo ile 1950’li yıllarda bilgisayar 1990’lı yıllarda tanıştığınızı biliyorum. Bugün bu kadar eserin sahibi bir akademisyen olarak teknoloji sizin ilminizin neresinde yer alıyor?

- Bir defa yaşadığın çağdaki teknolojiyi bileceksin. Ben ilk çocukluğumdan gençliğime geçerken babam avukat olduğu için bilhassa yaz tatillerinde bürosuna giderdim Remington marka büyük bir daktilosu vardı sabit orada yazmaya alıştım sonra müvekkilleri gelirdi onların dilekçesini yazarken ben yazardım daha sonra da derdi ki işte çocuk sizin dilekçeyi yazdı bir lira iki lira verin dondurma alsın yesin derdi. O zamandan öğrendim daktiloyu. O çağın da en ileri teknolojisi de daktiloydu zaten daha sonra bu bilgisayarlar printerlar telefonlar oradaki teknoloji çıktı. Bir defa mükemmele erişmek zor ama mükemmeli bulmak için her konuda mükemmeli bileceksin, bu araç ise aracı kullanmasını bileceksin. Şimdi bazı profesör arkadaşlarımız var sen de biliyorsun büyük telefonları kullanamadıkları gibi bilgisayarda kullanamıyorlar isimlerini vermeyelim. Ama ben 1985’te daha yeni çıkmışken bilgisayar PC’ler falan başladım. Teknolojiyi takip edeceksin teknoloji medeniyet demektir, uygarlık demektir. Teknolojinin kötüsü olmaz. Teknolojiyi sevip kullanıp öğrendiğin zaman onu bir de üslubunla kendi alanına hukukçuysan hukukçu, medeni hukukçuysan medeni hukukçu, nasıl çabuk yazabilirim nasıl güzel yazabilirim nasıl daha verimli üretimli yazabilirim onların da en ince demin seninle konuştuk mesela konuştuğun zaman yazan bilgisayar sistemleri formatları var şimdi. Ne demiş biz nasıl bir kültürden inançtan geliyoruz “bilim Çinde olsa bile öğren” yani bunu diyen bir kültürün biz mirasçılarıyız. Hele o çağda ne uçak var ne araba var en fazla bir at arabası bir kağnı arabası var gidebileceğin. Arabistan yarımadası, Türk Anadolu’su nerede Çin nerede “bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum” diyen bir kültürden geliyoruz. Teknolojiyi bilimi bilgiyi öğrenmek için her şeye dair iltifatı her türlü himayeyi her türlü telkini veren bir kültürün çocuklarıyız. Aklın da eriyorsa yorulma. Ben yaşlandım diye o kültürü nasıl medeniyeti nasıl yok sayayım yani. Ben hala yani bu borçlar bunlar el yazısı ile yazılabilir miydi daktilo ile yazılabilir miydi?

- Hocam bana düşmez tabi bunu söylemek, haddimi aşmak istemem ama sizden yaşça çok küçük olan birçok akademisyenden herhâlde çok daha iyi bir şekilde teknolojiden faydalanıyorsunuz.

- Onlar benden çok şanslı. Sen hem biliyorsun, hem bunları öğrendin, var bunlar. Benim zamanımda diyorum ya iki saat günde radyo çalardı; bir saati onun haberler olurdu, bir saati de şarkı türkü o. Elektrik Maraşa yeni gelmişti yavrum.

- Hocam twitter da kullanıyorsunuz hatta geçenlerde “merhaba” yazdınız üç binin üzerinde reaksiyon aldı benim görebildiğim.

- Bana diyorlar ki hocam sen merhaba demezsin bir kelime ile. Sen o borçları, bu kitaplarını biliriz bunun gizli yönü nerede biz oraya girelim diyorlar.

- Birisi bir öğrenci arkadaş merhabanın üstünü fosforlu kalemle çizmiş demiş ki Fikret hoca ne söylerse söylesin ben onu fosforlu kalemle çizerim.

- O da öyle diyor sağ olsun.

- Öğrencilerden hocam, sosyal medya üzerinden öğrencilerden gelen tepkiler sizi mutlu ediyor mu nasıl hissediyorsunuz?

- Geliyor, kitaplarla ilgili geliyor. Bir tanesi yazıyor onu bizim rahmetli Veysel Bulut gelmişti. İki yıldır borçlar genelden kalıyor sonra hasta oluyor, baş ağrısı. En son bunun MR’ını çekelim diyorlar beyninde ne var, beyninden kocaman borçlar hukuku genel hükümler çıkıyor. Hastalığı tümör değil, Fikret Eren olduğu ortaya çıkıyor. Hepsi saygıyla sevgiyle ama biraz da işin içinde espri ve mizaçla güzel şeyler.

- Hocam son olarak bir akademisyende olmazsa olmaz dediğiniz özellik nedir sizin için?

- Bu konuşmalarımızda Furkancığım, aşağı yukarı hep şuna değindim şöyle beş altı cümle ile yahut beş altı öge unsurla özetlemek istersek önce sevip isteyeceksin. Sevip istemedikçe hiçbir şey olmaz. Sevip istedikten sonra çalışacaksın çalışmanın saati yoktur. Benim tecrübelerime göre gün 24 saattir, çok uzundur. 24 saatin 10 saati çalışma 8 saat uyku 18 saat yapar geriye hala 6 saat artıyor bunu çalışmaya ekleyin diyemem yani çok uzun 24 saat. Allah o kadar güzel şeyler vermiş ki bir yıl 365 gün, 365i 10la çarp 3650 gün yapar. 3650 günde 1 sayfa yazsan yani ilk deneme ile yazıp yırtıp atmalarınla 3650 sayfa yazarsın, 10 günde yazsan 365 sayfa yazarsın? 365’i 3 yılla 5 yılla çarp bin sayfa bin beş yüz sayfa hayat çok uzundur 62 yıl. 62 yılda yazdıklarım çok mu? Çok az. 62 yılı onla çarp onda da verimliliği falan yine allaha şükür bir şeyler yaptım. Sizler onun için gençler sizlere bunları bilhassa söylüyorum yani bir seveceksin isteyeceksin. İki çalışacaksın, üç teknolojisini adım adım takip edeceksin. Yani bugünkü teknoloji bana 85’te gelseydi ben şuradan öğrenecektim, şuradan konuşacaktım, şuradan da yazı çıkacaktı yani. Belki şimdi 5000 sayfa yazmışsam 10000 sayfa yazmış olacaktım. Teşekkür ederim.

- Hocam çok keyifli bir sohbetti benim için, çok öğretici bir sohbetti. Beni evinizde ağırladığınız için çok teşekkür ediyorum. Keyifli bir program oldu hocam.

- Seni severim biliyorsun, sana emek de vermek istiyorum. Bunu kızım sana derim gelinim sen anla atasözü var ya bunu böyle konuşmam boşuna değil sana hitap ettim ben bu iki gence hitap ettim. Ben teşekkür ederim. Bunu bilhassa dünyanın en soylu, en tarihi en büyük milletlerinden uluslarından biri olan Türk milletinin gençliğine söylüyorum. Burada orta yaşlıların ihtiyarın da farkı yok onlara da söylüyorum. Hepinize saygılar.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Ankara Websitesi
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde araştırma görevlisi.