6100 Sayılı HMK’nın 109. maddesinde “kısmi dava” düzenlenmiştir. Maddeye göre, “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.” Uygulamada oldukça sık kullanılan kısmi dava, alacağın tamamı aynı hukuki ilişkiden doğmakla birlikte yalnızca bir kısmının talep edilmesi anlamına gelir. Kısmi davanın özelliklerinden kısaca bahsedecek olursak:
-
Maddenin 3. fıkrası uyarınca, dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez. Zira tek taraflı hukuki işlem olan feragatin kayıtsız, şartsız ve açıkça ortaya konulması gerekmektedir. Davacı açıkça feragat etmediği sürece kısmi davada talep edilmeyen kısımdan feragat edildiği sonucu çıkarılamaz.
-
Bir alacağın kısmi davaya konu edilebilmesi için bölünebilir bir nitelik taşıması gerekir. Örneğin manevi tazminat alacağı niteliği itibariyle bölünebilir olmadığı için kısmi davaya konu edilmesi mümkün değildir.
-
Yine kısmi dava açılabilmesi için muaccel olan alacağın tamamının aynı hukuki ilişkiden doğması gerekir. Farklı hukuki ilişkilerden doğan alacakların aynı davada talep edilmesi HMK m. 110 anlamında kümülatif dava yığılmasıdır.
-
Öte yandan, alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilir olup olmamasına bağlı olmaksızın kısmi dava açılabilecektir. Bunu engelleyen HMK m. 109’un 2. fıkrası 2015 yılında ilga edilmiştir.
-
Yukarıda belirttiğimiz esaslar çerçevesinde kısmi dava açan davacı, yargılama esnasında alacak miktarı netleştikten sonra isterse talep konusunu HMK m. 176 uyarınca ıslah edebilir. Bunun gibi, davacı isterse ıslah yoluna başvurmayarak alacağının kalan kısmı için ek dava da açabilir. Ek dava açılırsa bu davaya karşı derdestlik yahut kesin hüküm itirazı öne sürülemez. Ancak davacının aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağını objektif iyiniyet kuralına aykırı olarak kısım kısım dava etmesinde hukuki yararının olduğu söylenemeyecektir. Kısmi davada ıslah hakkını herhangi bir nedenle kullanamamış olan yahut ıslah hakkını tüketmiş olan davacının kesin hüküm itirazıyla karşılaşmaksızın ek dava açması mümkündür.
İşte bu şekilde ek dava açılan durumlarda, kısmi davaya ilişkin hükmün ve yargılama esnasında alınan bilirkişi raporlarının delil etkisi tartışma konusu olmuş ve bugüne değin konu hakkında farklı yönde Yargıtay kararları ortaya konulmuştur. Nihayet Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen konu, kurulun 2013/7-1728 E. 2015/1036 K. 13.03.2015 T. sayılı ilamında ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Kararı esas alarak konuyu iki başlık halinde açıklayabiliriz.
A. KISMİ DAVANIN TESPİTE İLİŞKİN BÖLÜMÜNÜN ETKİSİ
Kısmi davanın tespite ilişkin bölümünün daha sonra açılan ek davada kesin hüküm teşkil edeceği konusunda kanaatimizce kuşku bulunmamaktadır. Ancak doktrinde aksi yönde görüşler de öne sürülmüştür. Yargıtay ise kısmi davanın tespite ilişkin bölümünün ek davada kesin hüküm teşkil ettiği görüşündedir. HGK’nın 2013/7-1728 E. 2015/1036 K. 13.03.2015 T. sayılı ilamında bu husus ayrıntılı olarak açıklanmıştır:
“Her dava, kural olarak iki kısımdan; tespit ve eda kısımlarından oluşur. Davanın kısmi nitelikte olması halinde önceden açılan davada kesinleşen ilamın tespit kısmı, kalan kısım hakkında açılan ikinci davanın tespit kısmı için kesin hüküm oluşturur ve kuşkusuz bağlayıcıdır.
Öğreti ve yargısal uygulamada; kısmi davanın redle sonuçlanması halinde tüm alacak hakkında kesin hüküm oluşacağı kısmi dava kısmen kabul kısmen redle sonuçlanırsa her iki bölüm yönünden de kesin hüküm oluşacağı, kısmi dava tümüyle kabul edilirse de kararın tespit bölümünün açılan ek dava için kesin hüküm oluşturacağı kabul edilmiştir.
Eş söyleyişle; kısmi dava sonunda davalının borcu ödemeye mahkum edilmesi veya kısmi davanın tamamen veya kısmen reddine karar verilmiş olması halinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı ya da yokluğu da tespit edilmiş olur ki bu tespit zorunlu olarak borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kısmi dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü sonradan açılan ek dava için kesin hüküm oluşturur.
Kısacası ikinci davaya bakan mahkeme, kısmi davanın davalının sorumluluğuna ilişkin bu tespit bölümüyle bağlıdır. Burada davalının haksızlığı olgusu artık tartışılamaz hale gelmiştir. Zira, kesin hüküm bulunan bir konuda mahkemenin bu yönün doğruluğunu yeniden araştırma ve inceleme konusu yapmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu yön kamu düzenine ilişkin olup mahkemeler ve Yargıtayca doğrudan doğruya (resen) göz önünde tutulmalıdır.Kısmi dava sürerken ek davanın açılmış olması halinde davalı ilk itirazda bulunarak birleştirme istememişse kısmi dava ile ek dava birleştirilemez. Ancak, ek davaya bakan mahkeme kısmi davanın sonuçlanmasını bekletici sorun yapmalıdır. Çünkü, kısmi dava tamamen veya kısmen reddedilecek olursa bu karar ek dava için kesin hüküm teşkil edecek, kısmi dava tamamen kabul edilirse de kararın tespite ilişkin bölümü ek dava için kesin hüküm teşkil edecektir.”
B. KISMİ DAVADA ALINAN BİLİRKİŞİ RAPORLARININ ETKİSİ
Bilindiği üzere bilirkişi raporları kesin deliller arasında sayılmamış olup takdiri deliller arasındadır. Bu nedenle kural olarak kısmi davada alınmış olan bilirkişi raporları ek davada bağlayıcı değildir. Bu husus gerek doktrinde gerek yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir. Ancak somut durumun özelliğine göre bazı durumlarda kısmi davada alınan raporlar ek davada kesin delil etkisine sahip olabilir. Yargıtay HGK’nın 2013/7-1728 E. 2015/1036 K. 13.03.2015 T sayılı kararında hangi durumlarda bilirkişi raporunun kesin delil teşkil edeceği hususu üzerinde durulmuştur. Buna göre,
“…Kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan rapor tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılıp, tüm yargısal denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak şekilde kesinleşmiş ve taraflar yönünden yargısal denetim yolları tüketilerek usulü kazanılmış haklar gerçekleşmişse kesin delil olarak değerlendirilmesi gerekeceği de ortadadır. Bu nedenledir ki, bilirkişi raporlarının takdiri delil oldukları kural ise de somut olay özelliklerine göre kesin delil niteliği alabilecekleri de göz ardı edilmemelidir.
Nitekim, somut olayda da davacı tarafından davalı aleyhine açılmış bulunan ve yukarıda ayrıntıları ile safahatı açıklanan kısmi dava taleple bağlı kalınarak sonuçlanmış; böylece davaya dayanak alınan hukuki ilişkinin varlığı saptanarak, davalının sorumluluğu da kesinleşen bu hükümle tespit edilmiştir. Bu kararın tespite ilişkin bölümünün sonradan açılan eldeki ek dava için kesin hüküm oluşturacağında kuşku bulunmamaktadır.
Bu aşamada Mahkemece ilk davada taleple bağlı kalınarak hükmedilen kısımdan arta kalan kısım için açılan ek davada ilk dava aşamasında kesinleşen olgular kararın tespit bölümü yönünden kesin hüküm oluştururken, karara dayanak alınan bilirkişi raporunun da kesin delil haline gelip gelmeyeceği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Davalının sorumluluğunu tespit eden bu kesin hükmün içeriği, dosya safahati ve özellikle hükmüne uyulan bozma ilamları ile kısmi davada verilen hükmü onayan daire kararının kesinleşen olguların inceleme konusu yapılamayacağı gerekçesi karşısında, kısmi davada hükme dayanak alınan bilirkişi raporundaki tespitler de gerek davacı gerek davalı yönünden kesinleşerek bağlayıcı hal almıştır.
Özellikle, davalı tarafın kısmi davada verilen son kararı temyizinde bilirkişi raporuna yönelik temyiz itirazları, daha önce hükmüne uyulan bozma ilamları içeriğine göre kesinleştiği ifade edilerek reddedilmiş, karar onanmış; böylece kesinleşen kısmi davada hükme esas alınan rapor davalı yönünden kesinleşmiştir. Davacı ise raporlara itiraz etmemekle burada ortaya konan tazminat miktarı ile kendisini bağlamıştır. Taraflar açısından kesinleşen bu hususların yeniden inceleme konusu yapılması hukuken olanaklı değildir.
Zira kısmi davada alınan raporlar yargısal denetimler sırasında değerlendirilmiş; sonra açılacak davada halledilecek bir yön bırakılmadan raporlarla ilgili ayrıntılı değerlendirmelerle bozma nedenleri ortaya konulmuş; bozma ilamına uyularak ve gerekleri yerine getirilerek oluşturulan mahkeme kararı da bu kesinleşme olgusu da ifade edilerek onanmıştır. Kısmi davadaki raporlara davalı itiraz etmiş; bu itirazlarını temyiz isteklerine de konu etmişse de bunlar Özel Dairece incelenerek sonuçta hükmüne uyulan ilamlar çerçevesinde ve alacağın tamamının miktarını da ortaya koyan ancak taleple bağlı kalarak verilen mahkemenin kabul kararı onanarak kesin halini almıştır. Kısmi dava için açıklanan şekilde oluşturulan mahkeme hükmü ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde toplam alacak miktarının da ortaya konulduğu ancak taleple bağlı kalınarak karar verildiği belirgindir.”
Sonuç olarak,
Kısmi davada alınan bilirkişi raporu inceleme ve itiraz konusu yapıldıysa,
-
Bu rapor tüm yargısal denetim yollarından geçerek kesinleştiyse,
-
Taraflar yönünden yargısal denetim yolları tüketilerek usuli kazanılmış haklar gerçekleşmişse kısmi davada alınan bilirkişi raporu ek davada kesin delil etkisine sahip olacaktır.