Lexpera Blog

Marka Hukukunda Sessiz Kalma Yoluyla Hak Kaybının (SMK m. 25/6) Uygulama Alanı

10 Ocak 2017’de yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun getirdiği en önemli yeniliklerden biri hiç kuşkusuz “sessiz kalma yoluyla hak kaybı”dır. 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK ’da bu konuda bir hüküm bulunmuyordu. Ancak uzun yıllardır Yargıtay içtihatlarıyla bu kurum hukukumuzda varlığını sürdürmekteydi. SMK’nın yürürlüğe girmesiyle sessiz kalma yoluyla hak kaybı pozitif bir düzenlemeye kavuşmuştur. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, SMK m. 25 f. 6’da düzenlenmiştir: “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötüniyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez”.

Türk hukukunda ilk kez SMK ile pozitif bir düzenlemeye kavuşan sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin belirlenmesi gerekenlerin başında uygulama alanı gelir. Kanun koyucu, hüküm ile uygulama alanına ilişkin bir sınır çizmiştir. Bu sınır, başka bir ifadeyle SMK m. 25 f. 6’nın hangi marka hukuku uyuşmazlıklarını kapsadığı titizlikle belirlenmelidir.

SMK’nın yürürlüğe girmesinden önce konuya ilişkin yasal düzenleme olmadığından TMK m. 2’nin esas olduğu bir uygulama söz konusuydu. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı geniş bir uygulama alanına sahip olduğundan marka hukukunda dava hakkının kötüye kullanıldığı haller uygulama alanının kapsamı içindeydi. Ancak SMK m. 25 f. 6’nın yürürlüğe girmesiyle önceki durumun değiştiği açıkça görülmektedir.

Sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin hüküm olan SMK m. 25 f. 6’yı ilk olarak kanun sistematiği bakımından değerlendirmek gerekir. SMK’nın birinci kitabı “Marka”dır. Birinci kitabın beşinci kısmı olan “Hakkın Sona Ermesi”nin birinci bölümü “Hükümsüzlük ve İptal”dir. SMK m. 25, bu bölümde yer almaktadır. Hükmün kenar başlığı ise, “Hükümsüzlük hâlleri ve hükümsüzlük talebi”dir. Dolayısıyla sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin kuralın, markanın hükümsüzlüğüne ilişkin maddenin bir fıkrası olarak varlık gösterdiğini söyleyebiliriz.

SMK m. 25 f. 6’nın ifadesine bakıldığında, maddedeki koşulların gerçekleşmesi halinde “hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri sürülememe”den bahsedildiği görülür. Bu ifadenin markanın hükümsüzlüğü davasına işaret ettiği açıktır. Dolayısıyla hem sistematik yorum metoduna göre hem de söze göre yorum metoduna göre hükmün markanın hükümsüzlüğü davasına ilişkin olduğu sonucuna varmak mümkündür. Başka bir ifadeyle, sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulama alanı, markanın hükümsüzlüğü davasıdır. Bu dava dışındaki marka hukuku davalarında (sözgelimi, tecavüz davalarında) SMK m. 25 f. 6’nın uygulanması mümkün değildir.

Sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulama alanının markanın hükümsüzlüğü davası olduğunu söylemek, uygulama alanına ilişkin belirlemenin sadece birinci aşamasıdır. Uygulama alanını belirleme, yalnızca bu söylenenlerle sınırlı değildir. Zira markanın hükümsüzlüğü davası, farklı hükümsüzlük hallerinde söz konusu olabilen ve kanunda belirtilen farklı kişi ve kurumlarca açılabilen çok boyutlu bir davadır[1]. Bu sebeple sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulama alanını belirlerken markanın hükümsüzlüğü davasını bu doğrultuda ele almak gerekir.

Markanın hükümsüzlüğü davasını açabilecek olanlar, SMK m. 25 f. 2 uyarınca, menfaati olanlar, Cumhuriyet savcıları ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Ancak SMK m. 25 f. 6’nın ifadesine bakıldığında, “marka sahibi”nin maddedeki koşulların gerçekleşmesi halinde hükümsüzlük davası açamayacağı görülür. Dolayısıyla söz konusu hüküm Cumhuriyet savcıları ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarını kesin olarak dışlamıştır. Bunların açacakları markanın hükümsüzlüğü davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybı uygulanmaz. Başka bir ifadeyle, marka sahibinin açacağı hükümsüzlük davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanabilmesi mümkündür.

Hükümsüzlük halleri, SMK m. 25 f. 1’in yaptığı gönderme sonucu SMK m. 5’teki marka tescilinde mutlak ret nedenleri ile SMK m. 6’daki marka tescilinde nispi ret nedenlerinden ibarettir. Bu nedenlerden birinin varlığı halinde markanın hükümsüzlüğü davası açılabilmesi mümkündür. Dolayısıyla markanın hükümsüzlüğü davasının mutlaka bir ret nedenine dayanması gerekir. Hangi ret nedenine dayanan davada sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanabileceği hususu ise tartışmalıdır. Bunun sebebi, mutlak ret nedenleri ile nispi ret nedenlerinin nitelikleri bakımından farklılıklarıdır. Mutlak ret nedenleri, kanun koyucu tarafından kamusal çıkarları korumak amacıyla getirilmişken nispi ret nedenleri bireysel çıkarların korunması amacıyla varlık kazanmıştır. Kamusal çıkarların korunması amacıyla açılan bir davada sessiz kalma yoluyla hak kaybı savunmasının ileri sürülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla mutlak ret nedenlerinden birinin esas alındığı bir markanın hükümsüzlüğü davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybı uygulanamaz. Ancak SMK m. 5’in birinci fıkrasının (ç) bendindeki mutlak ret nedeni, kamusal çıkarları korumaktan ziyade bireysel çıkarları korumayı amaçlayan bir mutlak ret nedenidir. Bu sebeple bu bendin esas olduğu bir hükümsüzlük davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanabilir. Nispi ret nedenlerinden birinin varlığı halinde açılan bir hükümsüzlük davasında ise kural olarak sessiz kalma yoluyla hak kaybı uygulanabilir. Bu durumun tek istisnası, SMK m. 6 f. 9’dur. Zira bu fıkra, kötü niyetli marka tesciline ilişkin bir nispi ret nedenidir. Marka tescil başvurusunun kötü niyetli olmaması, sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşme koşullarından biri olduğuna göre, bu nispi ret nedenine dayalı açılan bir davada sessiz kalma yoluyla hak kaybı savunmasında bulunabilmesine olanak yoktur[2].

Nispi ret nedenine dayanan markanın hükümsüzlüğü davasını “marka hakkı sahibi”nden başka hak sahiplerinin de açabilmesi mümkündür. SMK m. 6 f. 6’ya göre, ad üzerindeki hak, resim üzerindeki hak, ticaret unvanı üzerindeki hak, telif hakkı ve diğer fikri mülkiyet hakkı sahiplerinin de hükümsüzlük davası açma hakkı vardır. Dolayısıyla hükümsüzlük davası açan hak sahibinin hakkının mutlaka “marka hakkı” olması zorunlu değildir. Marka hakkının merkez olmadığı, anılan öznel hakların da merkez olduğu hükümsüzlük davaları da mümkündür. Anılan hakların marka tesciline konu edilmesi halinde bu hak sahipleri söz konusu marka tescilinin hükümsüzlüğünü talep edebilir. Bu sebeple sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulama alanını belirlerken bu bakımdan da bir değerlendirme yapmak zorunludur. Nispi ret nedenlerinin esas olduğu hükümsüzlük davası bakımından sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanması mümkün olmakla birlikte, anılan hak sahiplerinin –bunları “önceki hak sahibi” olarak anmak gerekir- açacağı davalarda sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalıdır. Zira SMK m. 25 f. 6’nın ifadesine bakıldığında, “önceki hak sahibi”nden değil, “marka sahibi”nden söz edildiği görülür. Lafzi yorum yapıldığında, kanun koyucunun önceki hak sahiplerini dışladığı sonucuna ulaşılabilir. Ancak kanaatimizce genişletici yorum yapılmalı, hükümde yer alan “marka sahibi” ifadesi “önceki hak sahibi” olarak anlaşılmalıdır. Böyle bir yorum, hükmün getiriliş amacına daha uygundur. SMK m. 25 f. 6’nın kaynağı olan AB hukuku düzenlemelerine (2015/2436 sayılı Direktif ile 2017/1001 sayılı Tüzük) uygun olan yorumun bu yönde olduğu düşüncesindeyiz[3].

Sonuç olarak, SMK m. 25 f. 6’nın uygulama alanı, markanın hükümsüzlüğü davasıdır. Tecavüz davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanması mümkün değildir. Bu ilk belirlemeyi yaptıktan sonra, ikinci olarak şunu söyleyebiliriz: Bir hal hariç olmak üzere (SMK m. 5’in birinci fıkrasının (ç) bendi) mutlak ret nedenlerine dayanan hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı savunması ileri sürülemez. Bunun sebebi, mutlak ret nedenlerinin kamusal çıkarları gözetmesidir. Kamusal çıkarların olduğu yerde sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşmesinden söz edilemez. Mutlak ret nedenleri bakımından durum böyleyken nispi ret nedenleri bakımından durum farklıdır: Bir hal hariç olmak üzere (SMK m. 6 f. 9) nispi ret nedenlerine dayanan hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanması mümkündür.

Dipnotlar


  1. Markanın hükümsüzlüğü davası hakkında ayrıntılı açıklamalar için bkz. IŞIK Egemen, Marka Hukukunda Sessiz Kalma Yoluyla Hak Kaybı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2017 , s. 70 vd. ↩︎

  2. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının hükümsüzlük halleri bakımından durumu hakkında ayrıntılı açıklamalar için bkz. IŞIK, s. 203 vd. ↩︎

  3. Bu görüşün gerekçeleri, öğretideki görüşler ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. IŞIK, s. 47 vd. ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Hakkında Egemen Işık