Lexpera Blog

Medenî Yargıda E-Duruşma Pilot Uygulaması ve Yargının Elektronik Dönüşümü Üzerine Bazı Düşünceler

Giriş

Günümüzde ekonomiden siyasete, sağlıktan spora, kamu yönetiminden bilimsel çalışmalara kadar hayatın hemen her alanı bilişim ve teknoloji alanındaki devrimsel gelişmelerden payını alırken yargının bu gelişmelerin dışında kalması imkânsız gözüküyor. Nitekim halihazırda ülkemizde uygulanmakta olan UYAP[1](Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) sisteminin varlığı da bu iddianın göstergesi niteliğinde. UYAP sistemi Türkiye’de yargının dijitalleşmesi alanındaki önemli ve kaçınılmaz gelişmelerin mihenk taşı olarak görülebilir. Söz konusu sistem aynı zamanda, Avrupa Birliği’nde yürütülen elektronik adalet (e-justice) uygulamalarının ülkemize yansıması olarak da görülebilir. Halihazırda birçok ülkede teknolojinin, özellikle internet ve otomasyon-yazılım teknolojilerinin yargısal süreçler üzerindeki olası etkileri tartışılmaktadır[2]. Ülkemizde de bu yöndeki gelişmelerin artarak devam etmesini beklemek gerçekçi olacaktır. Bu yazıda söz konusu gelişmelerin genel seyri ve özel bazı uygulamalarla ilgili değerlendirmelerimiz açıklanacaktır.

E-Duruşma Pilot Uygulaması

Son günlerde yargılama işlemlerinin elektronik ortama taşınması bakımından önem taşıyan gelişme e-duruşma pilot uygulamasının başlatılmış bulunmasıdır[3]. Söz konusu pilot uygulama ile birlikte medenî yargı alanındaki mahkemelerde video-konferans yoluyla yapılan duruşmaların yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır. Bu uygulama 2019 yılında kamuya açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde yer alan; “Hukuk mahkemelerinde SEGBİS uygulaması yaygınlaştırılacaktır.”[4] şeklindeki hedefe yönelik atılmış somut bir adımdır. Böylelikle uygulamada mahkemelerin fiziki ve beşeri imkânlarının yetersiz olmasından kaynaklanan problemler ortadan kaldırılarak duruşmaların daha sağlıklı bir şekilde ve öngörülen vakitte yapılması planlanmaktadır. Ayrıca bu şekilde, avukatların başka şehirlerdeki müvekkillerini savunmak için uzun yolculuklara ve zaman-emek masrafına katlanmak zorunda kalması da ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Uygulama beklenen sonuçları verirse, hem yargılama süreleri kısalarak makul sürede yargılanma hakkı dolayısıyla adil yargılanma hakkı daha etkin şekilde yerine getirilmiş olacak hem de usul ekonomisi ilkesi etkinleştirilerek tarafların ve yargının zamandan/maliyetten tasarruf etmesi sağlanacaktır. Bir diğer dolaylı etki ise mahkemelerin iş yükünün azalması sonucu genel olarak toplumdaki bireylerin adalete erişiminin güçlendirilmesidir.

E-Duruşma Pilot Uygulamasının Yasal Dayanağı

Medenî yargıda duruşma işlemlerinin video-konferans yöntemiyle yapılabilmesi yukarıda değinilen pilot uygulama ile getirilmiş bir yenilik değildir. 2011 yılında yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, m. 149 hükmü ile ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma işlemlerinin yapılabilmesine imkân tanımıştır. Söz konusu hükme göre, duruşma işlemlerinin elektronik ortamda yapılabilmesi için davacı ve davalının bu hususta ortak talebi olmalı ve bu talep mahkeme tarafından kabul edilmeliydi. Madde metninde tarafların talepte bulunabilmesi için gerekçe göstermelerine yönelik bir zorunluluk bulunmamakla birlikte doktrinde hükümden yararlanılabilmesi bakımından gerekçe gösterilmesinin önem arzedebileceği ifade edilmiştir[5]. Kısa süre önce, 7251 sayılı Kanun ile hükümde yapılan değişiklik sonucu hâkim artık taraflardan yalnızca birinin veya vekilinin talebi üzerine o tarafın veya vekilinin aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri yapabilmelerine izin verme imkânına kavuşmuştur[6]. Dolayısıyla artık elektronik yöntemlerle duruşma yapılabilmesi için tarafların anlaşması zorunluluğu yoktur. Vurgulamak gerekir ki, tarafların artık video-konferans konusunda anlaşmak zorunda olmaması, hâkime taraflardan birinin bu yöndeki talebini kabul etme zorunluluğu yüklememektedir. Hâkimin talebi kabul edip etmeme konusunda takdir yetkisi hala bulunmaktadır. Söz konusu düzenleme ile amaçlanan; teknolojik gelişmelerden yararlanmak için getirilen fakat tarafların anlaşması şartına bağlanması sebebiyle uygulamada pek fazla uygulanmayan 149. madde hükmünün fonksiyonel hale getirilmesidir. Dava gibi çatışmacı bir uyuşmazlık çözüm yöntemini tercih eden tarafların bu hususta anlaşmalarını beklemek gerçekçi değildir. Ayrıca 7251 sayılı Kanun ile tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemediği dava ve işler bakımından hâkime re’sen, ilgililerin video-konferans yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine karar verme yetkisi tanınmıştır. Buna ilaveten hükmün yeni haline göre hâkim ; tanık, bilirkişi ve uzmanın aynı anda ses ve görüntü nakli yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine de re’sen karar verebilecektir.

149. maddenin yeni halinin 5. fıkrasına göre söz konusu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenecektir. Bu fıkradan anlaşıldığına göre, medenî yargıda ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma icrasına ilişkin müstakil bir yönetmelik çıkarılacaktır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla halihazırda bu yönde bir yönetmelik yapılmamıştır. Konuyla ilgili yönetmelik düzeyinde ele alınması gereken mevcut ilk hüküm, Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 218. maddesidir. Yönetmelik’in 218. maddesi[7] ise ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma yapılmasına ilişkin bazı esasları düzenledikten sonra bu hususta Ceza Muhakemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminin Kullanılması Hakkında Yönetmelik’e yollama yapmaktadır. Bu yazıda, söz konusu düzenlemelerin detayına girilmeyecek olup, bu hükümler yeri geldikçe yapacağımız değerlendirmelerle bağlantılı olarak ele alınacaktır.

E-Duruşma Uygulaması ve HMK m. 149 Hakkında Değerlendirmeler

A. Genel Değerlendirme

Medenî yargıda e-duruşma pilot uygulamasının başlatılması kanımızca yerinde bir adımdır. Hatta yerinde olmakla birlikte bu adımın geç kaldığı dahi ileri sürülebilir. Teknoloji alanındaki gelişmeler baş döndürücü hızla ilerlerken video-konferans yönteminin medenî yargıda yaygınlaştırılmasına yönelik pilot uygulamanın 2020 yılında başlamış olması nispeten geçtir. Birçok gelişmiş ülkede söz konusu uygulamanın başlangıcı bize nazaran daha önceki tarihlere dayanmaktadır. Türkiye teknolojik gelişmeler bakımından gelişmiş ülkeler ile aynı seviyede olmasa da birçok teknolojik gelişme ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra ülkemize de taşınmaktadır. Video-konferans yöntemi ise yeni icat edilmiş bir teknoloji değildir. Nitekim ceza mahkemelerinde bu yöntem, 2004 yılında yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 2011 yılında yürürlüğe giren Ceza Muhakemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminin Kullanılması Hakkında Yönetmelik ile kurumsallaşmasını gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla medenî yargılama bakımından da söz konusu uygulamanın benzer şekilde kurumsallaştırılması yerinde olurdu. Daha önce değindiğimiz gibi HMK m. 149 hükmü ile bu yönde bir adım atılmış fakat altyapı eksikliği, kamuoyunda bu yönde bir farkındalığın olmaması, hükmün uygulanmasının tarafların anlaşmasına bağlanması gibi sebeplerden dolayı söz konusu hüküm geniş bir uygulama alanı bulamamıştır. Bu noktada belirtmek gerekir ki, elektronik yöntemlerle duruşma icrası gibi radikal yenilikler içeren gelişmelerin hayat bulabilmesi için salt kanun yahut yönetmelik yapmak yeterli değildir. Bu gibi durumlarda getirilmeye çalışılan yeniliğin uygulamaya aktarılabilmesi için kamu otoritelerinin aktif bir tutum takınarak genel kamuoyu ve hukuk çevrelerinde ilgili yeniliğe ilişkin farkındalık oluşturması gerekir. Bu çerçeveden bakıldığında e-duruşma pilot uygulamasının önceden duyurularak gerçekleştirilmesi ve adalet bakanının ilk denemeye katılması önemli bir husustur.

E-duruşma uygulaması, uygulamanın ortaya çıkaracağı muhtemel sorunlar ve uygulama ile ilgili medenî yargıya özel kapsamlı bir yönetmeliğin hala çıkarılmamış olması gibi sebeplerle eleştirilebilecek olmasına rağmen yargının elektronik ortama taşınması / modernizasyonu günümüzde kaçınılmaz bir gelişmedir. Günümüzde üzerinde durulan husus, yargılamanın dijitalleşmesi gerekip gerekmediği değil söz konusu dönüşümün ne şekilde ve hangi ölçüde gerçekleştirileceğidir. Birçok hukuk sisteminde geleneksel adalet sisteminin harcanan zaman, para, emek gibi hususlar ve yoğun iş yükü nedeniyle yetersiz kaldığı, toplumun önemli bir kesiminin adalete erişim hakkından mahrum olduğu tespitleri yapılmaktadır. Bu soruna çözüm olarak ise hem alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri teşvik edilmekte hem de mümkün olduğunca teknolojik imkânlardan yararlanılması planlanmaktadır. Dolayısıyla günümüzde e-duruşma ve benzeri gelişmelere topyekün karşı çıkmak mümkün değildir. Fakat burada yapılan, yargı sistemindeki kaçınılmaz dönüşüme ilişkin tespit teknolojik gelişmelerin her zaman tek yönlü (olumlu) değişiklikler içerdiği anlamına gelmez. Teknolojik gelişmeler, -hayatın çoğu alanında olduğu gibi- adalete erişim bakımından olumlu ve olumsuz etkiler yapabilir. Örneğin, teknolojik okuryazarlığı yeterli seviyede olmayan yahut maddî imkansızlıklar sebebiyle bunlardan yararlanamayan kişiler söz konusu değişmelerden olumsuz etkilenebilir. Yine geleneksel yargı sisteminde geçerli olan yargılama ilkelerinin teknolojik dönüşüm halinde nasıl muhafaza edileceği de ayrı bir sorundur. Söz konusu tespitleri bir bütün olarak düşündüğümüzde ortaya çıkan sonuç ise, yargının teknolojik dönüşümünü desteklemek fakat bu dönüşümün adalet arayan tüm bireylere en iyi nasıl hizmet edebileceği hususunu da dikkate almak gerektiğidir.

B. Yargılamaya Hakim Olan İlkeler Bakımından Değerlendirme

E-duruşma uygulamasının, yargılamaya hakim olan bazı ilkeler açısından ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Bu ilkelerden özellikle, doğrudanlık ve aleniyet ilkeleri konumuzu ilgilendirmektedir. Ayrıca e-duruşma uygulamasının hak arama özgürlüğü ve hukukî dinlenilme hakkı bakımından da getirebileceği bazı faydalar bulunabilir (AY m. 36; HMK m. 27).

  1. Doğrudanlık ilkesi, hâkimin dava konusu uyuşmazlık ve delilleri mümkün olduğunca doğrudan incelemesini, dava hakkındaki kanaatini tarafları bizzat dinleyerek oluşturmasını ifade eder. Böylelikle hâkim, uyuşmazlık, taraflar ve deliller ile doğrudan muhatap olarak doğru/adil bir karar verme ihtimalini artırmış olacaktır. Dolayısıyla doğrudanlık ilkesinin amacı adil yargılanma hakkının sağlanmasıdır. HMK m. 149’un değişikliğe uğramadan önceki gerekçesinde de, e-duruşmanın tarafların anlaşması şartına bağlanması doğrudanlık ilkesi ile gerekçelendirilmiştir. Bu çerçevede uygulama, doğrudanlık ilkesinden taviz verildiği nedeniyle eleştirilebilir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; örneğin, tanığın davanın görüldüğü mahkemenin bulunduğu şehirden başka bir şehirde olması gibi hallerde e-duruşma doğrudanlık ilkesini zedelememekte, aksine onu güçlendirmektedir. Çünkü bu gibi hallerde istinabe yoluna başvurulmakta, tanık diğer bir mahkeme tarafından dinlenmekte ve verdiği cevaplar davanın görüldüğü mahkemeye gönderilmektedir. İstinabe yoluna başvurulması halinde ise asıl davanın görüldüğü mahkemenin yapılan işlem üzerindeki etkisi çok sınırlı kalmaktadır. Bu gibi hallerde istinabe yöntemine başvurulması yerine ses ve görüntü nakli yoluna başvurulması doğrudanlık ilkesine daha uygundur. Nitekim Kanun’un isticvap ve yemine ilişkin hükümlerinde de aynı kabulün yansıması gözlenmektedir. HMK m. 172/1’e göre, isticvap olunacak kimsenin mahkemeye bizzat gelmesi gereklidir. Fakat isticvap olunacak kişi mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyor ve bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla isticvap olunması mümkün değilse istinabe yolu ile isticvap olunur. Yemine ilişkin HMK m. 236 hükmüne göre ise mahkemenin yargı çevresi dışında oturan kimse yemin için mahkemeye gelmek zorundadır. Fakat yemin edecek kişi mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyor ve bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakli yoluyla yemin etmesi mümkün değilse istinabe yolu ile yemin eder. Görüldüğü üzere söz konusu hükümlerde, ses ve görüntü nakline istinabeye nazaran öncelik tanınmıştır. Yine mevcut düzenlemede buna imkân tanıyan bir hüküm olmamakla birlikte, istinabe yoluyla bir başka mahkemeden keşif yapılması talep edildiğinde, keşif talep eden mahkeme hâkimi de eş zamanlı ve görüntülü olarak keşfi izleyerek uyuşmazlık konusu hakkında daha doğru bir kanaat edilebilir. Mevzuatta ve teknik altyapıda yapılacak değişikliklerle bu ve buna benzer uygulamalara imkân sağlanarak doğrudanlık ilkesi güçlendirilebilir.

Konuyu daha genel olarak değerlendirmek gerekirse, e-duruşma uygulamasının doğrudanlık ilkesinden taviz anlamına geldiği doğrudur. Hâkimin tanık, bilirkişi ya da davanın taraflarıyla yüz yüze olmak yerine onlarla görüntülü olarak konuşması aynı etkiye sahip değildir. Fakat bilindiği üzere doğrudanlık ilkesi yargılamaya hakim olan tek ilke değildir. Dinamik ve kompleks her sistemde olduğu gibi yargılama sisteminde de, birbirine zıt yönde etkiye sahip olan birden fazla ilke/kural dengelenmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede usul ekonomisinin sağlanması ve adalete erişimin kolaylaştırılması gibi gerekçeler söz konusu değişikliği meşrulaştırabilir. Diğer yandan hükümde, hâkime kural olarak, taraflar bakımından re’sen e-duruşmaya karar verme yetkisi tanınmamıştır. Taraflardan birinin veya her iki tarafın duruşmaya elektronik olarak katılması için kendi talepleri bulunmalıdır. Doğrudanlık ilkesi ise tarafların adil yargılanma hakkını temine çalıştığı için kendi davası bakımından fiziki duruşmanın önem taşımadığını düşünen davacı ve/veya davalının bu husustaki değerlendirmesine öncelik tanımak meşru bir hukuk politikası tercihidir. Bununla birlikte adil yargılanma hakkı temel anayasal haklardan birisi olduğu için mahkeme, tarafın duruşmaya doğrudan katılmasını önemli gördüğü hallerde tarafların talebini reddedebilir. Talebin kabul edilip edilmemesi hâkimin, somut olay bakımından doğrudanlık ilkesinin özel bir önem taşıyıp taşımadığı hakkındaki değerlendirmesine dayanacaktır. Kanımızca hukukumuzda kural olarak senetle ispat zorunluluğu bulunduğu ve birçok durumda belge niteliğindeki delillerin önem taşıdığı düşünüldüğünde bu değerlendirmede tarafların talebine öncelik tanımanın çok yanlış olmadığı ileri sürülebilir.

Tanık, bilirkişi ve uzman bakımından değerlendirmede bulunmak gerekirse, kanımızca bunlar arasında en çok dikkat gerektiren başlık tanığın dinlenmesidir. Bilirkişi ayrıntılı değerlendirmelerine raporda, uzman ise hazırlayacağı mütalaada yer vereceği için söz konusu metinler okunduktan sonra hâkim ilgili kişileri görüntülü şekilde dinleyerek de dava hakkındaki kanaatini olgunlaştırabilir. Tanık bakımından ise böyle bir imkân yoktur. Diğer yandan hukukumuzda senetle ispat kuralının (HMK m. 200) taşıdığı büyük önem (yani tanık deliline duyulan güvensizlik) nedeniyle tanığın ses ve görüntü nakli yoluyla dinlenmesi daha fazla önem arzetmektedir. Dolayısıyla yukarıda ifade ettiğimiz denge burada daha farklı değerlendirilebilir. Örneğin, hâkimin tanık ile doğrudan yüz yüze olması tanığın doğru söyleyip söylemediğini anlaması bakımından daha avantajlıdır. Yine bu durumda hâkim, tanık ile doğrudan iletişimde olduğu için anlık olarak tanığa soru sorabilir ve müdahalede bulunabilir, böylece tanığın doğru söyleyip söylemediği veya sorulan hususu hatırlayıp hatırlayamadığı daha iyi tespit edilebilir. Yine taraf vekilleri ve tarafın kendisinin, tanığa soru yöneltmek istemesi halinde fiziki duruşmanın elektronik duruşmaya nazaran daha avantajlı olabileceği gözden kaçırılmamalıdır (HMK m.152). Fakat bu husus bazen tersi yönde de etki gösterebilir. Örneğin, tanığın verdiği ifadeyi kendisi de elektronik olarak izleyen avukat/taraf, anlık olarak tarafın verdiği bazı bilgilerin doğru olup olmadığını teyit ederek gerçeğin ortaya çıkarılmasını kolaylaştırabilir. Her halükârda hâkim, tanığın ses ve görüntü nakli yoluyla dinlenmesine karar verirken daha dikkatli davranmalıdır.

Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler bakımından ise hâkim, ilgililerin ses ve görüntü nakli yoluyla dinlenmesine re’sen karar verebilecektir. 7251 sayılı Kanun ile HMK m. 149’a 3. fıkra olarak eklenen bu düzenleme önemli ve yararlı olabilecek bir değişiklik getirmekle birlikte bazı açılardan tartışma doğurabilecek niteliktedir. Bu nedenle hükmü doğrudanlık ilkesi bakımından değerlendirmeden önce bu noktalara değinmek yerinde olur.

İlk olarak hükümde, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerden bahsedilirken, hâkimin re’sen dinlenmesine karar verebileceği kişiler için “ilgililer” ifadesi kullanılmaktadır. Bilindiği üzere “ilgili” ifadesi çekişmesiz yargı işlerinde kullanılmaktadır. Çekişmeli yargıda ise “davacı” ve “davalı” terimleri kullanılmaktadır. Bu noktada, hükmün yalnızca çekişmesiz yargı işlerinde uygulanacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği davalarda taraflar bakımından ise maddenin 1. fıkrasında yer alan genel kuralın uygulanacağı, yani e-duruşma için davacı veya davalının talebinin gerektiği ileri sürülebilir. Düzenleme ile ilgili tartışmaya açılabilecek bir diğer husus, 149. maddenin ilk fıkrasında tarafların duruşmaya elektronik olarak katılması ve usul işlemleri yapabilmesinden bahsedilirken, 3. fıkrada ilgililerin dinlenilmesinden bahsedilmesidir. Dolayısıyla bu durumda, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemediği dava ve işlerde e-duruşma yalnızca taraflar ve ilgililerin dinlenmesi için mi kullanılabilecektir? Taraflar ve ilgililer bu durumda usul işlemleri yapamayacak mıdır? İlk fıkrada tarafların usul işlemi yapabilmesinden bahsedilirken; 2 ve 3. fıkrada ilgililer ile tanık, bilirkişi ve uzmanın yalnızca dinlenilmesinden bahsedilmesi bu yönde bir delil olarak kabul edilebilir mi? Kanımızca ilk hususta, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği davalar bakımından tarafların ayrıca belirtilmesi cümlenin akışını zorlaştırabileceği için bu ifadeye yer verilmemiş olması olasıdır. Ayrıca “ilgililer” terimi, davanın taraflarını da kapsayacak genişlikte bir üst terim olarak düşünülmüş olabilir. Fakat medenî usul hukuku doktrininde, “davacı-davalı”-“ilgili” ayrımının yerleşmiş bir ayrım olduğu düşünüldüğünde tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemediği davalar bakımından taraflara, ilk fıkrada olduğu gibi ayrıca yer verilmesi kanun yapma tekniği bakımından daha uygun olurdu. Sonuç olarak hâkimin, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği davalarda tarafların ses ve görüntü nakli yoluyla dinlenmesine re’sen karar verebilmesi mümkündür. Pratik olarak düşünüldüğünde de, hâkimin velayete ilişkin bir yargılamada re’sen e-duruşmaya karar verebilirken aile içi şiddet iddiasını da içeren bir boşanma davasında buna karar verememesi korunan menfaatler düşünüldüğünde uygun değildir. Diğer soruya gelirsek, burada da korunan menfaatler açısından bir farklılık yoktur. Ayrıca ilk fıkranın konuyla ilgili genel bir düzenleme niteliğinde olduğu düşünülerek, buradaki kuralın 3. fıkranın yorumlanmasında da dikkate alınabileceği ileri sürülebilir.

Bu açıklamadan sonra meselenin esasına gelirsek, daha önce değindiğimiz üzere, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemediği dava ve işlerde hâkime, re’sen e-duruşmaya karar verme yetkisi tanınması olumlu bir gelişmedir. Bilindiği üzere bu tür dava ve işlerde, davaya veya çekişmesiz yargı işine verilen önem nedeniyle re’sen araştırma ilkesi uygulanır (HMK m.25). Yani hâkim, vakıa ve delilleri re’sen araştırarak maddî gerçeği bulmaya çalışır. Buna paralel olarak aynı yetkinin e-duruşma bakımından da hâkime tanınması doğrudur. Aynı zamanda küçüğün menfaatinin ya da erkeğe karşı zayıf durumda olan kadının korunması gereken hallerde e-duruşma yapılması daha faydalı hatta gerekli olabilir. Aile içi şiddet iddiasının bulunması, küçüğün mahkemeye getirilmesinin kendisine psikolojik açıdan zarar verme ihtimalinin varlığı bunlara örnek olarak verilebilir. Bu gibi durumlarda tarafların duruşmaya elektronik olarak katılması araya fiziksel mesafe koyduğu için kendilerini ifade etmesini kolaylaştırabilir. Aynı zamanda böylelikle adliyelerde ortaya çıkan bazı kavga ve tartışmaların önüne geçilebilir. Öte yandan, diğer çekişmesiz yargı işleriyle kıyaslandığında dahi küçük sayılabilecek kimi çekişmesiz yargı işlerinde bu yöntemle mahkemeyi fazlaca meşgul etmeksizin, ilgililerin hukukî dinlenilme hakkını kullanması sağlanabilir (HMK m. 27). Görüldüğü üzere bu gibi durumlarda doğrudanlık ilkesine istisna getirmek için haklı bir sebep bulunmaktadır. Dolayısıyla söz konusu hallerde doğrudanlık ilkesinden taviz verilmemektedir.

  1. E-duruşma ile ilgili gündeme getirilebilecek bir diğer husus bu durumda aleniyet ilkesinin nasıl sağlanacağıdır. HMK m. 28’de düzenlenen aleniyet ilkesine göre, duruşmaların yapılması ve dava hakkında karar verilmesi aleni olarak gerçekleştirilir. Söz konusu ilke Anayasal bir temele sahip olduğu gibi adil yargılanma hakkının da gereği olarak kabul edilmektedir (Anayasa m. 141; AİHS m.6). Buna göre dileyen herkes, mahkeme salonuna girerek duruşmaları izleyebilir. Böylelikle yargının şeffaflığı sağlanarak, mahkemenin ve tarafların herhangi bir baskı altında kalması engellenerek, adil bir kararın ortaya çıkması hedeflenmektedir.

Kanımızca e-duruşmanın bizatihi aleniyet ilkesini ihlal eden bir özelliği yoktur. Örneğin yalnızca tanık, bilirkişi yahut uzmanın elektronik ortamda dinlenmesi halinde yine isteyen mahkeme salonuna girerek davayı izleyebilir. Söz konusu kişiler, duruşmaya başka yerden katılsalar bile hâkim süreci mahkemeden yönetecek ve taraflar da mahkemede bulunacaktır. Yine tarafların her ikisinin duruşmaya ses ve görüntü nakli yoluyla katılması halinde de böyle bir imkân mevcuttur. Duruşmanın ses ve görüntü nakli yoluyla yapılması, dileyen kişilerin mahkeme salonuna giderek duruşmayı izleyebilmesine engel değildir ve e-duruşmaya ilişkin hüküm de bu şekilde yorumlanmamalıdır. Fakat burada probleme neden olabilecek husus, duruşmaya ses ve görüntü nakli yoluyla katılan kişilerin nerede bulunduklarıdır. Daha doğrusu, taraflar yahut HMK m. 149’da yer verilen diğer kişiler, duruşmaya istedikleri yerden katılabilecekler midir? Yoksa ses ve görüntü nakli örneğin, yalnızca bir başka mahkeme salonundan yahut avukatlık bürosundan mı yapılabilecektir? Bu husus önemlidir çünkü duruşmaya başka yerden katılmaya izin verilmesi, söz konusu kişinin tehdit, yönlendirme vs. gibi durumlara maruz kalmasına yol açabilir. Bu ise aleniyet ilkesiyle hedeflenen amaca ulaşılamamasına yol açar. Çünkü ilgili kişi mahkeme salonunda bulunsaydı, kural olarak doğrudan böyle bir şeye maruz kalması mümkün değildi. Kanımızca bu hususta yargılamanın güvenliği ve ciddiyetine öncelik verilmelidir. Bu nedenle ceza yargılamasında olduğu gibi birçok yerde SEGBİS büroları kurulabilir. Covid 19 salgın hastalığı nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı’nın internet erişimi olmayan öğrenciler için birçok yerde açtığı EBA Destek Merkezleri’ne benzer bir sistem düşünülebilir. Yurt dışında ise konsolosluk ve büyükelçiliklerde SEGBİS için bağımsız bir alan tahsis edilebilir. Ayrıca yine hastane, bakımevi, cezaevi gibi yerlerde bu husus için belirli alanlar tahsis edilip, bu alanlara ilişkin detaylar yönetmelikle düzenlenebilir. Kanımızca maddede tarafların “bulundukları yerden” duruşmaya katılacakları ifade edilse dahi, ilgili kişilerin ses ve görüntü nakli yoluyla diledikleri her yerden duruşmaya katılabileceklerini kabul etmek mevcut teknolojik imkânlar ve ortaya çıkabilecek güvenlik vs. problemleri düşünüldüğünde mümkün değildir. Aksi takdirde konuyla ilgili çeşitli suiistimaller ortaya çıkabilir. Her halde, bu hususların yönetmelikte ayrıntılı olarak düzenlenmesi gerekmektedir[8].

Duruşmaların ses ve görüntü nakli yoluyla yapılması halinde üzerinde durulması gereken bir diğer husus, bu durumda HMK m. 153’de düzenlenen medya aleniyetine ilişkin yasağın ne şekilde sağlanacağıdır. HMK m. 153’e göre, duruşma sırasında fotoğraf çekilemez ve hiçbir şekilde ses ve görüntü kaydı yapılamaz. Ancak, dava dosyasında saklı kalmak kaydıyla, yargılamanın zorunlu kıldığı hallerde, mahkemece çekim yapılabilir ve kayıt alınabilir. Bu şekilde yapılan çekim ve kayıtlar ile kişilik haklarını ilgilendiren konuları içeren dava dosyası içindeki her türlü belge ve tutanak, mahkemenin ve ilgili kişilerin açık izni olmadıkça hiçbir yerde yayımlanamaz. Buna aykırı davranış ise cezai sorumluluk ve disiplin sorumluluğuna yol açar (HMK m. 153; HMK m. 151; TCK m. 286). Bu hükümden çıkan ilk sonuç, duruşma ses ve görüntü nakli yoluyla yapılsa dahi taraflar veya mahkeme tarafından bu ses ve görüntü naklinin kural olarak kayıt altına alınamayacağıdır. Dolayısıyla ceza hukukunda olduğu gibi söz konusu naklin kayıt altına alınması ve daha sonra mahkemede kullanılması mümkün değildir (Ceza Muhakemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminin Kullanılması Hakkında Yönetmelik m. 4-8). Video-konferans yoluyla yapılan duruşmanın kayıt altına alınabilmesi için yargılamanın zorunlu kıldığı bir hal nedeniyle mahkemenin bu konuda bir karar alması gerekir. Yine böyle bir durumda dahi kaydı yalnızca mahkeme yapabilir. Dolayısıyla zorunlu bir hal bulunsa bile duruşmaya ses ve görüntü nakli yoluyla katılan tarafın kayıt yapması mümkün değildir. Esasen bu düzenleme de, tarafların veya diğer ilgililerin duruşmaya bulundukları her yerden katılabilmelerinin ortaya çıkarabileceği sakıncaları göstermektedir. Böyle bir durumda kayıt yasağına uyulup uyulmadığını denetlemek çok zor olacaktır. Söz konusu sakınca da, duruşmaya elektronik olarak bağlanılabilecek yerler hakkında detaylı bir teknik ve yasal altyapı hazırlanması gerektiğini göstermektedir. Sonuç olarak e-duruşma halinde de, yasağa aykırı davranışın maddede ifade edilen cezai sorumluluk ve disiplin sorumluluğuna yol açması söz konusudur.

  1. Ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma yapılması aşağıda açıklanan belirli durumlarda hak arama özgürlüğü (AY m. 36) ve hukukî dinlenilme hakkının (HMK m. 27) kullanılmasını kolaylaştırabilir ve yargılamanın daha interaktif yürütülmesini sağlayabilir.

A. Küçük miktarlı birçok uyuşmazlığı kısa sürede çözmekle görevli olan tüketici hakem heyetleri kural olarak dosya üzerinden inceleme yapmakta ve karar vermektedir (Tüketici Hakem Heyetleri Yönetmeliği m. 18). Fakat gerekli gördüğü takdirde, tüketici hakem heyetleri tarafları ve bilirkişiyi dinler (THHY m. 18). Heyete gelen uyuşmazlıkların maddî değeri, mahiyeti, sayısı ve heyetin başvuruları kural olarak altı ay içinde sonuçlandırma zorunluluğu (THHY m. 23/1) bulunduğu düşünüldüğünde gerek bulunsa bile tüketici hakem heyetlerinin tarafları yahut bilirkişiyi dinleyebilmesi olası gözükmemektedir. Bu durumda tüketici hakem heyetlerinin de, ses ve görüntü nakli yoluyla tarafları dinlemesi düşünülebilir. Böylelikle hem taraflar küçük miktarlı bir uyuşmazlık için tüketici hakem heyetine kadar gelmek zorunda kalmayacak hem de heyet fazla iş yoğunluğuna maruz kalmadan taraflara (özellikle zayıf konumda olan tüketiciye) hukukî dinlenilme hakkı tanınmış olacaktır. Tüketici Bilgi Sistemi’nde (Tübis) yapılacak basit teknik ayarlamalarla böyle bir olanak yaratılabilir (Tübis için bkz: THHY m. 4/1,i; m. 11; m. 11/A).

B. THH’nin yanı sıra ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma yapılması, bölge adliye mahkemelerinin daha işlevsel hale gelmesi açısından önemli imkânlar sunabilir. Hukukumuzda istinaf mahkemeleri, derece mahkemesi ve kanun yolu mahkemesi olarak çifte fonksiyonla yapılandırılmasına rağmen uygulamada bölge adliye mahkemeleri birçok davayı önemli usul hatalarının varlığı ve benzeri nedenlere dayanarak, dosya üzerinden karar vermek suretiyle ilk derece mahkemesine göndermektedir (HMK m. 353/1,a). Söz konusu uygulama kısmen, uyuşmazlığın esasına girecek olan bölge adliye mahkemesinin tahkikatla ilgili işlemlerin (tanık dinlemek, tarafları dinlemek, bilirkişi raporu almak) altından kalkacak imkânlara sahip olmadığını düşünmesi ile ilişkilendirilebilir. Her bölge adliye mahkemesinin birden fazla şehirden gelen çok sayıdaki dosyayı incelemek zorunda kaldığı düşünüldüğünde bu endişenin tamamen yersiz olmadığı görülebilir. Nitekim HMK m. 354/2’de, inceleme sırasında gereken hallerde bölge adliye mahkemesinin, bir başka bölge adliye mahkemesini veya ilk derece mahkemesini istinabe edebileceği ifade edilmiştir. Bu noktada bölge adliye mahkemeleri tarafların talep etmesi halinde, ses ve görüntü naklinin sunduğu imkândan yararlanarak elektronik duruşma yapabilir yahut talep olmasa bile tanık, bilirkişi ya da uzmanın ses ve görüntü nakli yoluyla dinlenmesine karar verebilir. Böylelikle hem doğrudanlık ilkesi istinabeye kıyasla daha fazla sağlanmış olur hem de bölge adliye mahkemelerinin yukarıda ifade edilen endişeleri azaltılarak esasına girilecek dosya sayısı artırılabilir. Ayrıca bu durum, HMK m. 356/1’de ifade edilen, istinaf incelemesinin kural olarak duruşmalı olacağına yönelik kurala işlevsellik kazandırarak hukukî dinlenilme hakkının daha etkin şekilde korunmasını sağlayabilir.

Hukukumuzda sınırlı istinaf sistemi (HMK m. 357) geçerli olduğu ve bölge adliye mahkemesi kural olarak ilk derece mahkemesinde toplanan vakıa ve delilleri esas alarak yargılamayı yürüttüğü için bölge adliye mahkemesinin e-duruşma bakımından değerlendirme yaparken ilk derece mahkemesine nazaran daha esnek davranması dahi mümkündür. HMK m. 360’da bölge adliye mahkemesinde uygulanacak yargılama usulü bakımından ilk derece mahkemesine ilişkin hükümlere atıf yapıldığı için yasal olarak da bölge adliye mahkemesinde ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma yapılması mümkündür.

C. Ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma yapılması dava arkadaşlığı ve davaya müdahaleye ilişkin bazı hallerde de, usul ekonomisini (HMK m. 30) sağlayarak kişilerin hak arama özgürlüğünü ve hukukî dinlenilme hakkını (AY m. 36) kullanmasını kolaylaştırabilir. Uygulama özellikle davacı ve/veya davalı tarafta dava arkadaşlığı (HMK m. 57-59) nedeniyle fazla sayıda kişinin olduğu yahut fazla sayıda fer’î müdahale talebinin bulunduğu kompleks davalar bakımından oldukça işlevsel olabilir. Bu gibi durumlarda her duruşmayı mahkeme salonunda yapmak zor olabilir. Bazı duruşmaların elektronik ortamda yapılması halinde söz konusu zorluk ortadan kalkacaktır. Bu noktada belirtmek gerekir ki, HMK m. 149 hükmü, e-duruşma bakımından davanın taraflarını dikkate alsa da kanımızca taraf yardımcısı konumunda olan fer’î müdahilin de duruşmaya elektronik ortamda katılabilmesi gerekir (HMK m. 66). Bu hususta taraf ile müdahil arasında farklılık oluşturmak için herhangi bir gerekçe yoktur. Asli müdahale bakımından ise asli müdahil bağımsız bir davanın davacı tarafında yer aldığı için bu imkânın mevcut bulunduğu açıktır.

Söz konusu imkân, özellikle HMK m. 113’de düzenlenen topluluk davası bakımından özel bir öneme sahiptir. HMK m. 113’e göre dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabilir. Maddeden anlaşılacağı üzere bir derneğin topluluk davası açması halinde derneğin temsil ettiği kişilerin davaya fer’î müdahale talebinde bulunmaları için hukukî yararları bulunmaktadır (HMK m. 66). Örneğin bir tüketici derneğinin çok sayıda tüketicinin maruz kaldığı hukuka aykırı bir işlem nedeniyle dava açması halinde fiziki ve diğer imkânsızlıklar nedeniyle bu tüketicilerin davaya müdahil olması, müdahil olsa bile duruşmaya katılması mümkün gözükmemektedir. Teknolojinin sunduğu e-duruşma ve buna benzer diğer imkânlarla söz konusu imkânsızlık ortadan kaldırılabilir. Bu durumun ise adalete erişim bakımından önemli bir gelişme olduğu açıktır. Yine birden fazla tüketicinin ihtiyari dava arkadaşı olarak dava açmak istemesi halinde de benzer bir kolaylık sağlanmış olacaktır.

Yukarıdaki duruma verilebilecek bir diğer örnek olarak anonim şirketin haklı sebeple feshi davasını ele alabiliriz (TTK m. 531). TTK m. 531 çerçevesinde anonim şirket ortaklarından biri haklı sebeple mahkemeden şirketin feshini talep ettiğinde söz konusu talebin kabul edilip edilmemesi birçok kişinin menfaatini etkilemektedir. Birçok durumda sayıları binleri aşan anonim şirket pay sahipleri, şirket alacaklıları ve fesih isteyen ortak dışındaki diğer ortakların şirketin feshedilip edilmemesinde önemli menfaatleri bulunmaktadır. Pay sahipleri ve diğer ortakların haklı sebeple fesih davasına fer’î müdahale talebinde bulunmakta hukuki yararları bulunduğu açıktır. Şirket alacaklıları bakımından ise yalnızca ekonomik yararları bulunması nedeniyle fer’î müdahale mümkün değildir. Dolayısıyla fesih davasında ve buna benzer diğer davalarda da e-duruşma ve benzeri imkânlar önemli kolaylıklar sağlayabilir. Ayrıca bu yönde atılacak adımlar, şirketler hukukunda ortaya çıkan ve halihazırda ülkemizde de uygulanmakta olan elektronik genel kurul gibi uygulamalarla daha uyumlu olacağından dolayı olumludur.

Genel Olarak Yargının Elektronik Dönüşümü Üzerine Bazı Değerlendirmeler ve Sonuç

Giriş bölümünde ifade ettiğimiz gibi günümüzde yoğun şekilde, teknolojik gelişmelerin yargıya olan olası etkileri tartışılmaktadır. Bu çerçevede geleneksel adalet sisteminin teknolojik imkânlardan yararlanarak yeniden düzenlenmesi, böylelikle daha basit, hızlı ve etkili bir yapıya kavuşturulması öne çıkan başlıklardan birisidir. Adalete erişim hakkının güçlendirilmesine ilişkin doktrinde de buna vurgu yapılmaktadır. Hatta günümüzde daha da ileriye gidilerek, artık bilişim teknolojilerinin tüm dünyayı sanal bir ortamda birbirine bağladığı, hayatın her alanındaki faaliyetlerin sanal ortama taşınması ve bu ortamın yönetilmesinin zorluğu nedeniyle toplumdaki kişiler arasında uyuşmazlık çıkma ihtimalinin geçmişe nazaran çok daha fazla arttığı ve kolaylaştığı ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak da, geleneksel mahkeme merkezli adalet sistemi anlayışının bu yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılamasının mümkün olmadığı sonucuna varılmaktadır. Çözüm olarak ileri sürülen çarelerin oluşturduğu yeni alan ise çevrimiçi uyuşmazlık çözüm yöntemleri (online dispute resolutions/ODR) olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu alan çok yeni olduğu için çevrimiçi uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin yerleşmiş bir tanımı yoktur. Fakat söz konusu terim ilk ortaya çıktığında daha çok alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin (arabuluculuk, tahkim, müzakere vb.) sanal ortama kopyalanması olarak düşünülürken, günümüzde daha geniş bir çerçeveye kavuşmuştur. Buna göre çevrimiçi uyuşmazlık çözüm yöntemleri; alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri ve geleneksel yargılama sisteminin mümkün olduğunca elektronik ortama taşınmasını hedeflemektedir. Bu yapılırken de salt söz konusu sistemlerin elektronik ortama kopyalanması değil, bilişim teknolojilerinin sunduğu imkânlar vasıtasıyla alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri ve yargı sisteminin kalitesinin artırılmaya çalışılması da dikkate alınmaktadır. Ayrıca alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin çevrimiçi yöntemlerle geleneksel mahkeme sistemine adapte edilmesi, yargılamaya son çare olarak başvurulması yönünde gelişmeler de mevcuttur.

Yukarıda sayılan hususlara bazı somut örnekler olarak; 2016 yılında faaliyet göstermeye başlayan Avrupa Birliği Çevrimiçi Uyuşmazlık Çözüm Platformu[9] ve Birleşik Krallık’ta kurulması planlanan Çevrimiçi Mahkeme[10] verilebilir.

Genel hatlarıyla kısaca açıklamak gerekirse, AB Çevrimiçi Uyuşmazlık Çözüm Platformu, otuz ülkeyi birbirine bağlayarak, söz konusu ülkelerdeki tüketicilerin hem kendi ülkelerinde hem de başka bir ülkeden yaptıkları elektronik ticaret işlemleri sebebiyle ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların büyümeden çözülmesini amaçlamaktadır. Buna göre sisteme üye ülkelerde e-ticaret yapan tüm firmalar web sitelerinde Platform’un adresine ilişkin bir linke yer vermek zorundadır. Aldığı ürün ile ilgili bir sorunla karşılaşan tüketici Platform’a giriş yaparak, şikayetini açıklamakta, şikayet Platform tarafından karşı tarafa aktarılmaktadır. Karşı taraf belirli bir süre içinde cevap vermez yahut çözüm sunmayı reddederse bu sefer uyuşmazlık tarafların sistem üzerinden uzlaştığı alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi ile çözülmeye çalışılmaktadır. Burada belirtilen her bir aşama için belirli süre sınırları konularak uyuşmazlığın kısa sürede çözülmesi amaçlanmaktadır. Sistemi tüketici kullanabildiği gibi karşı taraf da kullanabilmektedir. Bununla birlikte Platform, mahkeme yolunu kapatmamaktadır yani Platform’a başvuru zorunlu değildir. Ortaya çıkan ilk sonuçlara göre sisteme girilen şikayetlerin birçoğu alternatif uyuşmazlık çözümü aşamasına dahi geçmeden, satıcı ile tüketici arasındaki anlaşma ile çözümlenmiştir[11].

Birleşik Krallık’ta kurulması planlanan Çevrimiçi Mahkeme’de de, bazı uyuşmazlıklar bakımından Platform gibi aşamalı bir yöntem izlenmesi ve davanın başında online bir sistem vasıtasıyla tarafların uzlaştırılmaya çalışılması, tarafların hakimin önüne son çare olarak çıkması tasarlanmaktadır. Ayrıca Birleşik Krallık’ta konuyla ilgili uzmanlardan oluşan bir Çevrimiçi Uyuşmazlık Çözümü Danışma Kurulu oluşturulmuştur[12].

Ayrıca UNCITRAL konuyla ilgili bir model kanun için çalışmalara başlamış, bu çalışmaların henüz nihayete erdirilememesi nedeniyle 2016 yılında Çevrimiçi Uyuşmazlık Çözüm Hakkında Teknik Notlar’ı yayımlamıştır[13].

Yukarıda kısaca değinilen bazı gelişme ve örnekler dahi, yargının gelişen teknoloji ile ilişkisinin nasıl ilerleyeceğinin ülkemizde özellikle ve ayrıca ele alınması gerektiğini, bu hususun çeşitli mevzuattaki müstakil ve münferit düzenlemelerle ilerlemesinin doğru olmadığını göstermektedir. Teknoloji, yargının ve alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin gelişmesi için önemli imkânlar sunmakla birlikte çeşitli riskler de barındırmaktadır. Bu nedenle ülkemizde de bu meselenin, uzmanlardan oluşan bir kurul tarafından takip edilerek, yapılacak değişikliklerin önceden detaylıca planlanması gerekmektedir. Bu bağlamda, ses ve görüntü nakli yoluyla duruşma icrasına ilişkin hükme ve benzer düzenlemelere de bu perspektiften bakmak yararlı olacaktır.


Dipnotlar


  1. https://www.uyap.gov.tr/. ↩︎

  2. Söz konusu gelişmelere bazı örnekler ileride verilecektir. ↩︎

  3. https://basin.adalet.gov.tr/yargida-e-durusma-donemi-basladi; https://basin.adalet.gov.tr/yargida-e-durusma-donemi; https://basin.adalet.gov.tr/adalet-bakani-gul-e-durusma-sistemini-test-etti;https://bigm.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/e-durusma-sistemi17062020040538. ↩︎

  4. Yargı Reformu Strateji Belgesi’ne (Yargı Reformu) şuradan erişilebilir: https://sgb.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/23122019162931YRS_TR.pdf, (E,T: 19.9.2020). Söz konusu ifade 55. sayfada yer almaktadır. ↩︎

  5. KALE, Serdar, Ses ve Görüntü Nakledilmesi Yoluyla Duruşma İcrası (HMK m. 149), MİHDER, C. 9, S. 25, 2013/2, s. 146-147. ↩︎

  6. HMK m. 149’un yeni hali şu şekildedir: “Ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla veya başka yerde duruşma icrası
    (1) Mahkeme, taraflardan birinin talebi üzerine talep eden tarafın veya vekilinin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri yapabilmelerine karar verebilir. (2) Mahkeme resen veya taraflardan birinin talebi üzerine; tanığın, bilirkişinin veya uzmanın aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine karar verebilir. (3) Mahkeme, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerde ilgililerin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine resen karar verebilir. (4) Mahkeme, fiilî engel veya güvenlik sebebiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde yapılmasına, yargı çevresi içinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi adalet komisyonunun uygun görüşünü alarak karar verebilir. (5) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir.” ↩︎

  7. Madde metni şu şekildedir: “Ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrası ve diğer usulî işlemler
    (1) Mahkeme, tarafların rızası olmak şartıyla, kendilerinin veya vekillerinin, SEGBİS ya da benzeri sistemlerle aynı anda ses ve görüntün nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri yapabilmelerine izin verebilir(2) Tarafların rızası olmak kaydıyla, mahkeme tanığın, bilirkişinin, uzmanın veya bir tarafın dinlenilmesi esnasında başka bir yerde bulunmalarına izin verebilir. Dinleme, SEGBİS veya benzeri sistemler vasıtasıyla ses ve görüntü olarak aynı anda duruşma salonuna nakledilir. (3) Yemin edecek taraf, mahkemenin bulunduğu yerden başka bir yerde oturuyor ise SEGBİS veya benzeri sistemler vasıtasıyla aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yolu ile yemin icrası mümkündür. (4) SEGBİS veya benzeri sistemlerle elde edilen ses ve görüntü verileri de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 199 uncu maddesine göre elektronik belge hükmündedir. (5) Kimlik tespiti ve dinleme işleminin yapıldığına dair UYAP Bilişim Sisteminde veya zorunluluk nedeniyle haricen tutulan tutanak, dinleme işlemi sırasında hazır bulunan tüm ilgililerce duruma göre güvenli elektronik imza ya da el ürünü imza ile imzalanır. Tutanakta, dinlenenlerin adı ve soyadları, dinlemenin başlangıç ve bitiş zamanı, dinlemenin süresi, hazır bulunanlar ve varsa sunulan deliller gibi hususlar belirtilir. (6) Elektronik ortamdaki tutanak aynen, fizikî olarak tutulan tutanak ise taranıp, güvenli elektronik imza ile imzalanmak suretiyle dinleme talep eden makama UYAP üzerinden gönderilir. Belge asılları mahallinde saklanır. (7) SEGBİS veyab enzeri sistemlerle duruşmaya katılan tarafların beyanlarının imzalanması gerektiğinde, dinlemenin yapıldığı yer mahkemesince talepte bulunan mahkemece tutulan tutanağın bir çıktısı alınarak imzalatılır, imzalanan tutanak tekrar elektronik ortama aktarılır ve tutanağın aslı mahkemesine gönderilir. (8) Bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde 20/9/2011 tarihli ve 28060 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza Muhakemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminin Kullanılması Hakkında Yönetmeliğin bu Yönetmeliğe aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” ↩︎

  8. Konuyla ilgili yürürlükte olan, Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 218. maddesi bulunmakla birlikte, 7251 sayılı Kanun değişikliği ile HMK m. 149 ile söz konusu yönetmelik maddesi arasında farklılıklar oluşmuştur. Ayrıca daha önce değindiğimiz üzere, 149. maddede konunun detaylarının yeni bir yönetmelikle düzenleneceği ifade edilmiştir. Belirtmek gerekir ki, 218. madde metni açıkça yasaklamamakla birlikte SEGBİS ifadesini kullandığı için kişilerin diledikleri her yerden e-duruşmaya katılmasına olanak tanıyacak bir içeriğe sahip değil gibi görünmektedir. 218. madde metni için bkz: Dipnot 7. ↩︎

  9. https://ec.europa.eu/consumers/odr/main/?event=main.complaints.screeningphase. ↩︎

  10. https://www.judiciary.uk/wp-content/uploads/2015/02/Online-Dispute-Resolution-Final-Web-Version1.pdf. ↩︎

  11. https://ec.europa.eu/info/sites/info/files/2nd_report_on_the_functioning_of_the_odr_platform_3.pdf. ↩︎

  12. Bahsedilen çevrimiçi mahkeme sistemi de söz konusu kurulun raporunda tavsiye edilmiştir. Bkz: https://www.judiciary.uk/wp-content/uploads/2015/02/Online-Dispute-Resolution-Final-Web-Version1.pdf. Ayrıca söz konusu sistem 2016 yılında hazırlanan, Birleşik Krallık’taki medeni yargı sistemine ilişkin nihai raporda da yer almıştır. Bkz: Civil Courts Structure Review: Final Report, by Lord Justice Briggs, https://www.judiciary.uk/wp-content/uploads/2016/07/civil-courts-structure-review-final-report-jul-16-final-1.pdf. ↩︎

  13. https://www.uncitral.org/pdf/english/texts/odr/V1700382_English_Technical_Notes_on_ODR.pdf. ↩︎

Yararlanılan Kaynaklar

Colin Rule, Online Dispute Resolution For Business, Jossey-Bass Print, 2002, San Francisco, USA.

Eda Beğen, Consumer E-Dispute: Online Dispute Resolution In Turkey, August 2018, Tilburg Uni-versity.

Deborah L. Rhode, Access To Justice: A Roadmap For Reform, Fordham Urban Law Journal, Vo-lume 41, Article 7, March 2016, s. 1227-1257.

Deborah L. Rhode, Access To Justice, Oxford Univesity Press, 2004.

Ethan Katsh/Orna Rabinovich-Einy, Digital Justice, Oxford University Press, 2017.

(Edited by) Karim Benyekhlef/Jane Bailey/Jacquelyn Burkell/Fabien Gelinas/ eAccess To Justice, University of Ottowa Press, 2016.

Pablo Cortes, Online Dispute Resolution for Consumers in the European Union, 2011.

Cemre Çise KADIOĞLU, Bricks and Clicks: Online Dispute Resolution Mechanisms and Imple-mentation of Online Arbitration In Turkey for Cross-Border Business to Consumer E-Commerce Disputes, Bilişim Hukuku Dergisi, 2019/1.

Seda Gayretli Aydın, Medeni Yargılama Hukukunda Ses ve Görüntü Nakli Yoluyla Duruşmaya Katılma, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Şeref ERTAŞ’a Armağan, C. 19, Özel Sayi-2017, s. 2101-2126.

Arslan, Aziz Serkan: Doğrudanlik İlkesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Medenî Usûl ve İcra İflas Hukukçulari Toplantisi XII, HMK Çerçevesinde Yargilamaya Hakim Olan İlkeler, Cilt 4, Sayi 2, s. 133-144 (Basim Yili: 2014).

Serdar Kale, Ses ve Görüntünün Nakledilmesi Yoluyla Duruşmanin İcrası (HMK md. 149), Medenî Usûl ve İcra İflas Hukuku Dergisi Yil 2013/2 Sayi 25, s. 141-155 (Basim Yili: 2013).

Nesibe Kurt Konca, Yargılamaya Egemen Olan İlkeler Işığında Yargı Reformu Strateji Belgesi, Seta Analiz, Haziran 2019, Sayı: 286.

Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/Muhammet Özekes, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair 7251 Sayılı Kanun Hakkında Değerlendirme, TBB Dergisi, 2020 (150).

Selçuk Öztek/Sema Taşpınar Ayvaz/Serdar Kale, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında 20 Mart 2020 Tarihli Kanun Teklifi’ne İlişkin Bazı Açıklamalar ve Kanun Teklifi’nin Değerlendirilmesi, TBB Dergisi, 2020 (149).

https://e-justice.europa.eu/home.do?plang=en&action=home

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku ABD