Lexpera Blog

Meşru Savunmanın Hukuki Esası Bağlamında Gereklilik ve Orantılılık

Genel olarak hak ile haksızlığın mücadelesi şeklinde özetleyebileceğimiz meşru savunmanın varlığı noktasında herhangi bir tartışma bulunmasa da, bilhassa sınırlarının belirlenmesi hususu oldukça önemli ve bir o kadar da sorunlu bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim meşru savunma, yakın zamana kadar; varlığı, anlamı, sonuçları ve kendine has yapısıyla ceza hukuku müesseseleri arasında en açık ve şüphe götürmez bir müessese kabul edilmiş olsa da, yakın zamanda, bilhassa hukuki esası ve sınırlarına ilişkin olarak doktrinde ciddi tartışmalar baş göstermiş ve bu durum yasal düzenlemelere ve yargı kararlarına da yansımıştır[1].

Türk Ceza Kanunu’nun meşru savunmayı düzenleyen 25. maddesinin 1. fıkrası, bu müessesenin uygulama alanını şu şekilde öngörmektedir: "Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez".

Görüldüğü üzere meşru savunmanın saldırı ve savunmaya ilişkin olmak üzere iki temel şartı bulunmaktadır. Savunmaya ilişkin koşullara bakıldığında ise burada da karşımıza iki temel şartın çıktığı görülmektedir: Savunmanın zorunlu (gerekli) ve orantılı (uygun) olması.

Zorunluluğun sözlükteki karşılığına bakıldığında; olması gerekme, olduğundan başka olmama, zorunlu olma, mecburilik, mecburiyet, zaruret, ıztırar gibi anlamlarla karşılaşılmaktadır[2].

Savunmada zorunluluk ise doktrinde genel olarak; saldırıya uğrayan kimsenin başka şekilde hareket etmesinin imkansız olduğu hal şeklinde tanımlanmaktadır[3]. Bu açıdan savunmada bulunma mecburiyeti olmadan saldırıyı defetme olasılığı olduğu müddetçe meşru savunmadan söz edilemeyecekir[4].

Her ne kadar madde metninde "zorunluluk" kavramına yer verilmiş olsa da, kanaatimizce buradaki zorunluluktan, savunmanın gerekliliği anlaşılmalıdır. Zira savunma hareketi saldırıyı derhal sona erdirecek mahiyetteyse gerekli bir harekettir ve böyle bir hareketin zorunlu olup olmadığının araştırılmasına gerek yoktur. Dolayısıyla mevcut veya muhakkak bir saldırıya karşı meşru savunma durumunda kalan kişinin, saldırının defi için yapmış olduğu savunmanın gerekli ve ölçülü olup olmadığı araştırılmalıdır[5]. Bunun yanı sıra, savunmada zorunluluğun keskin bir şekilde kabul edilmesi halinde, doktrinin çoğunluğu tarafından savunulan, savunmacıya kaçma yükümlülüğü yüklenemeyeceği meselesi de izah edilemeyecektir. Halbuki kaçma imkanı bulunmasına ve bu itibarla savunmada zorunluluk olmamasına rağmen, meşru savunmanın varlığı söz konusu olabilmektedir[6].

Bu hususa ilişkin görüşlerimizin, gereklilik kavramının açıklığa kavuşturulmasıyla ortaya konulmasında fayda bulunmaktadır. ‘‘Gereklilik’’ ibaresinin sözlükteki karşılığına bakıldığında; yapılması, olması veya bulunması uygun olan, yerinde olan ve lüzumlu olan bir durumu ifade ettiği görülmektedir. Bu açıdan gereklilik ile zorunluluk kavramları karşılaştırıldığında, gerekliliğin, zorunluluk kadar kesin ve olmazsa olmaz bir durumu ihtiva etmediği bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.

Savunmanın gerekliliği ise; alternatif savunma araçları arasından saldırıya karşı koyacak en sağlam, en acil ve en kesin ya da somut olayın şartlarına göre mümkün olan en iyi ve son tahlilde en hafif aracın seçilme zorunluluğunu öngörmektedir[7].

Türk Ceza Kanununun meşru savunmayı düzenleyen 25. maddesine bakıldığında, madde metninde "haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek …" denilmek suretiyle savunmanın saldırıyla orantılı olması şartının arandığı görülmektedir.

Orantılılığın sözlükteki karşılığına bakıldığında, bir şeyi oluşturan parçaların kendi aralarında ve parçalarla bütün arasında bulunan oran, tenasüp ve uygunluk hali olduğu görülmektedir[8].

Savunmanın saldırıyla orantılı olması ise doktrinde genel olarak; saldırı ve savunmada kullanılan araçlar ile saldırıya uğrayan hak (konu) ile savunma ile ihlal edilen hak (konu) arasında orantı şeklinde ifade edilmektedir[9].

Saldırı ve savunmada kullanılan araçlar arasındaki orantılılığa ilişkin doktrindeki izahatlara bakıldığında doktrinin şu hususta birleştiği görülmektedir: Saldırı ve savunmada kullanılan araçlar arasındaki orantılılıktan, araçlar arasında mutlak bir eşitlik veya denklik değil[10], savunmanın saldırıyı bertaraf edecek ölçüde olması gerekliliği anlaşılmalıdır[11].

Keza doktrinin büyük bir çoğunluğu, saldırıya uğrayan hak (konu) ile savunma ile ihlal edilen hak (konu) arasındaki orantılılık bakımından da benzer sonuca varmaktadır. Buna göre söz konusu orantılılıktan anlaşılması gereken haklar arasında mutlak bir eşitlik ya da denklik değil, haklar arasında aşırı bir dengesizliğin bulunmamasıdır[12]. Bununla birlikte söz konusu orantılılık gereğince haklar arasında bir dengenin bulunması gerektiği ileri sürüldüğü gibi[13], haklar arasında bir oranın aranamayacağı da ifade edilmektedir[14]. Gerçekten de bir hak meşru savunmanın konusu ise, bu hakkın korunması için daha değerli bir hakkın zarara uğratılmış olması, değerler arasında dengesizlik olmadığı gibi, değerleri bir derecelendirmeye tabi tutmak birçok halde meşru savunma müessesesinin uygulanabilmesini engelleyecektir. Bu bakımdan değerler arasındaki derecelendirmenin çoğunlukla nisbi bir nitelik taşıdığı göz ardı edilmemelidir[15].

Türk doktrininin, meşru savunmanın düzenlendiği madde metninde yer verilen ‘‘orantılılık’’ kavramına yaklaşımına bakıldığında, gerçekten de doktrinin tamamına yakınının, katı bir orantılılık anlayışından uzak olduğu ve bundan da öte, araçlar ve haklar arasında mutlak bir eşitlik ya da dengeyi öngeren bir anlayışı kabul etmediği, dolayısıyla orantılılıktan anlaşılması gerekenin esasen savunmanın saldırıyı bertaraf edecek ölçüde bir gerekliliği haiz olması görüşünü benimsediği ileri sürülebilir.

Kanaatimizce TCK’da yer verilen orantılılık kavramından anlaşılması gereken iki farklı husus bulunmaktadır. Bunlardan ilkini; gereklilik üst başlığında ele alınması gereken savunmanın ölçülü olması oluştururken, diğerini ise somut olayın şartlarına göre savunmanın uygunluğu oluşturmaktadır. Savunmanın uygunluğu anlamında orantılılık, savunmanın sınırlandırıcı bir fonksiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Meşru savunmanın savunmaya ilişkin şartlarının belirlenmesi bakımından en önemli hususu, meşru savunmanın hukuki esasının oluşturduğu söylenebilir. Bunlardan subjektif görüş, Aristotales ve Stoa’nın merkezinde yer aldığı doğal hukukun temelinde yatmaktadır. Buna göre kanun, herkese saldırılara karşı kendi hayatını elverişli araçlarla korumaya müsaade etmiştir[16]. Bu anlayışa göre, saldırıyı defetmek suretiyle meşru savunmada bulunan kişi, öncelikli olarak hukuk düzenini korumak için değil, kendi menfaatini korumak için hareket etmekte olup, hukuk düzeninin korunması, meşru savunmanın doğal sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır[17].

Objektif görüş ise Berner’in ‘‘hak, haksızlığa boyun eğmek zorunda bırakılamaz’’ düşüncesi ekseni etrafında geliştirilmiştir[18]. Gerçekten de hukuk düzeninde, kendisine en üst mertebede yer bulan hak, hukuk düzenine aykırılık arz eden bir haksızlığa karşı mağlup edilmemelidir[19].

Son olarak bizim de kabul ettiğimiz karma görüş, meşru savunma ile, kişinin hem kendisinin hem de hukuk düzeninin korunduğunu savunmaktadır[20]. Dolayısıyla karma görüş, varlığı itibarıyla hem subjektif hem de objektif görüşten beslenmektedir.


Bu konuda ayrıca Melik Kartal'ın "Meşru Savunmanın Hukuki Esası Bağlamında Gereklilik ve Orantılılık" adlı eserine başvurulabilir.

On İki Levha Yayıncılık


Dipnotlar


  1. Reinhart Maurach, Heinz Zipf, Strafrecht Allgemeiner Teil, Heidelberg, C.F. Müller Juristischer Verlag, 1992, §26 kn. 2. Nikolaos Bitzilekis, Die Neue Tendenz zur Einschrankung des Notwehrrechts, Duncker/Humblot, Berlin, 1984, s. 15. ↩︎

  2. (çevrimiçi) http://www.tdk.gov.tr (Erişim Tarihi: 16.11. 2017). ↩︎

  3. Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım C. II, 10. Baskı, 1987, kn. 808; Tahir Taner, Ceza Hukuku Umumi Kısım, İstanbul, Ahmet Sait Matb., 1949, kn. 299; Muharrem Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Ankara, Seçkin, 1995, s. 113; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara, Adalet, 2017, s. 344; Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Ankara, Seçkin, 2017, s. 280; Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Ankara, Seçkin, 2017, s. 288; Aykut Ersan, Ceza Hukukunda Meşru Savunma ve Meşru Savunmada Sınırın Aşılması, İstanbul, XII Levha, 2013, s. 38; Cengiz Apaydın, Meşru Savunma, İstanbul, Acar Matb., 2016, s. 102. Öztürk/Erdem’e göre savunmada zorunluluk, savunma hareketinin saldırıyı bertaraf etmeye elverişli ve başvurulan aracın da başvurulacak araçlar içerisinde en uygun olmasını ifade etmektedir (Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 17. Baskı, Ankara, Seçkin, 2017, kn. 422). ‘‘TCK’nın 25. maddesi gereğince saldırı karşısında başkaca kurtulma imkanı olmayan halde yapılan saldırı ve fiillerin meşru müdafaa kapsamında değerlendirilebileceği, somut olayda sanığın karşı taraftan gelen saldırı bittikten, taraflar ayrıldıktan sonra saldırısını gerçekleştirdiği…’’ Y3.CD 20.03.2012, 2011/14899-2012/10562, Yaşar, Gökcan, Artuç, a.g.e, s. 747. ↩︎

  4. Dönmezer, Erman, kn. 808. ↩︎

  5. Koca, Üzülmez, s. 280. ↩︎

  6. Koca, Üzülmez, s. 281. ↩︎

  7. Volker Erb, Münchener Kommentar zum Strafgesetzbuch- Band I §§ 1-37 StGB, Yay. Haz.: Bernd von Heintschel-Heinegg, 3. Baskı, C.H. Beck, 2017, §32 kn. 129. ↩︎

  8. (çevrimiçi) http://www.tdk.gov.tr (Erişim Tarihi: 03.12.2017). ↩︎

  9. Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler TCK m. 1-75, 6. Bası, İstanbul, Beta, 2016, s. 331; Özen, s. 123-133; Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 12. Baskı, Ankara, Seçkin, 2017, s. 295; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Ankara, Adalet, 2017, s. 425; Hakeri, s. 347; Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu 1. Cilt, 2. Baskı, Ankara, Adalet, 2014, s. 712-715; Özbek vd., s. 292; Ersan, s. 44; Apaydın, s. 114-116. ↩︎

  10. Demirbaş, s. 295; Özbek vd., s. 292; Zafer, s. 331; Özen, s. 123; Ersan, s. 45; Apaydın, s. 116, 117. ↩︎

  11. Öztürk, Erdem, kn. 424; İçel vd., s. 151, 152; Hakeri, s. 348; Koca, Üzülmez, s. 281, 282; Ersan, s. 45; Apaydın, s. 116. ↩︎

  12. Dönmezer, Erman, s. 118; Demirbaş, s. 295; Özen, s. 127; Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, İstanbul Beta, 2014, s. 303; Yaşar, Gökcan, Artuç, s. 714; Apaydın, s. 114. Benzer yönde bkz. Ersan, s. 46. ↩︎

  13. Artuk, Gökcen, s. 436; Zafer, s. 331. ↩︎

  14. İzzet Özgenç,Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Ankara, Seçkin, 2005, s. 353; Hakeri, s. 350; Koca, Üzülmez, s. 282. ↩︎

  15. Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt: II-III, İstanbul, 1992, s. 195. ↩︎

  16. Rene Sengbusch, Die Subsidiaritat der Notwehr, Berlin, Duncker-Humblot, 2007, s.125. ↩︎

  17. Sengbusch, s. 126. ↩︎

  18. Sengbusch, s. 134. ↩︎

  19. Antje Kross, Notwehr gegen Schweigegelderpressung, Berlin, Duncker-Humblot, 2003, s. 27; Sengbusch, s. 134. ↩︎

  20. Roxin, Strafrecht Allgeneiner Teil Band I, 15/1, kn.1; Nikolaos Bitzilekis, Die Neue Tendenz zur Einschrankung des Notwehrrechts, Duncker/Humblot, Berlin, 1984, s. 45. ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Hakkında Melik Kartal