Lexpera Blog

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Bağlamında Geri Gönderme Yasağı

Giriş

İkinci Dünya Savaşının yaşandığı süreçte milyonlarca insan yerinden edilmiştir. Bu gelişme insanların kitleler halinde diğer devletlere sığınmacı olarak göç etmesine neden olmuştur. Yüzyıllardır devletlerin yabancılar üzerinde sahip olduğu mutlak egemenliğin bir neticesi olarak uygulanan sınır dışı etme kararları ise ciddi insani dramlara yol açmıştır. Bu sebeple 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen geri gönderme yasağı, sığınmacıların, en temel hakları olan yaşam ve özgürlük haklarını korumayı hedefleyen bir uluslararası teamül hukuku kuralı haline getirilmiştir.

Geri gönderme yasağı, bir yabancının muhtemel zulüm tehlikesiyle karşılaşabileceği topraklara gönderilmemesini ifade etmektedir. Cenevre Sözleşmesi ile birlikte önem kazanan söz konusu geri gönderme yasağının bir diğer kaynağı ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmuştur. Zira yaşanılan insanlık dramları tüm dünyada artık önüne geçilmesi gereken bir durum haline gelmiş ve ulus üstü metinlerde geri gönderme yasağının da ele alınması elzem hale gelmiştir. Bununla birlikte AİHS’de geri gönderme yasağına ilişkin açık bir hüküm mevcut değildir. Ancak dönemin getirdiği zorunluluğun bir gereği olarak, geri gönderme yasağı, işkence yasağı başlıklı 3.madde kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu değerlendirme, sınır dışı etme kararının neticesinde sığınmacıların söz konusu 3.maddede düzenlenen eylem ve işlemlerle muhatap olma olasılığına dayanmaktadır. AİHS’nin 3. maddesi dışında, özellikle sınır dışı etme kararları çerçevesinde dikkate alınan iki hüküm daha mevcuttur. Bunlar, özel hayatın ve aile hayatının korunmasına ilişkin 8’inci maddesiyle, etkili başvuru hakkına ilişkin 13’üncü maddesidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geri gönderme kararı neticesinde 3.maddede sözü edilen muamelelere muhatap olma hususunda salt bir olasılık ile yetinmemektedir. Burada önem teşkil eden husus, gerçek bir riskin varlığının mevcut olup olmadığıdır. Riskin gerçekliği AİHM içtihatları ile geliştirilmiş çeşitli kriterler neticesinde tespit edilmektedir.

Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. “Geri Gönderme Yasağının Gelişimi” başlıklı birinci bölümde öncelikle geri gönderme yasağının tarihi gelişimine yer verilecek, Cenevre Sözleşmesinde yer verilen düzenlemeye değinilecek, AİHS çerçevesinde değerlendirmesi yapılacaktır.

“Geri Gönderme Yasağına İlişkin AİHM Değerlendirmesi” başlıklı ikinci bölümde AİHM’in gerçek bir riskin varlığının mevcut olup olmadığına dair kriterleri ele alınacak, riskin varlığının hangi aşamadaki bilgilere göre tayin edileceği incelenecek, delil değerlendirmesine değinilecektir. Son olarak AİHM’in konuya ilişkin kararlarına yer verilecek ve değerlendirmesi yapılacaktır.

I. Geri Gönderme Yasağının Gelişimi

A. Tarihi Gelişim

1. Devletlerin Yabancılar Üzerindeki Egemenlik Yetkisi

Tarihi gelişim sürecinde insan topluluğu, egemenlik, siyasal otorite ve ülke unsurları devleti oluşturan unsurlar olarak gelişmeye başlamıştır. Bu unsurlardan en önemlisini egemenlik unsuru teşkil etmektedir. Zira egemenlik bir devletin, başka bir devletin veya herhangi bir gücün kontrolünde olmaksızın hem iç hem de dış işlerinde bağımsız olmasını sağlamaktadır. İç işlerinde egemenliğe sahip olan devletin pek tabii ülkede yaşayan insan topluluğunu kontrol etmesi de doğaldır. En önemlisi ülkeye yabancıların giriş çıkışıyla ilgili hususlarda tek karar mercii devlet olmuştur.[1] Bu yetkinin doğal bir sonucu olarak gelişen sınır dışı etme yetkisi ise gerek suçluların iadesini gerekse de yasalara uygun olarak ülkede yaşamakta olan yabancıların sebepli veya sebepsiz olarak ülkeden gönderilebilmesini sağlamıştır.[2] Çağlar boyunca bu yetkisini mutlak bir egemenlik yetkisi olarak gören devlet anlayışı, tarihsel süreç içerisinde, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşananlar nedeniyle değişime ve dönüşüme uğramaya başlamıştır.

2. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Yaşananlar ve Sonrası

Devletlerin çağlar içerisinde sahip olduğu egemenlik unsurunun bir uzantısı olan sınır dışı etme yetkisi İkinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli ülkelerce sıklıkla kullanılmış ve bu yetkiyi kullanan ülkelerin sınırları içerisinde yaşayan azınlıklar ve mülteciler kendileri için tehlike arz eden ülkelere geri gönderilmiş ve insanlık dramları yaşanmıştır. Ayrıca bu durum ciddi bir mülteci hareketliliğine ve yerleşim problemine de neden olarak küresel bir kriz haline gelmiştir. İşte İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bu olumsuzluklar nedeniyle savaş sonrasında, uluslararası hukukun gelişiminin etkisiyle de birlikte, devletlerin yabancılar üzerinde sahip oldukları mutlak egemenlik yetkisi yeniden ele alınmış ve yabancıların korunmasını sağlayan düzenlemeler ulusal ve ulusal üstü kurumların gündemine gelmiştir.

B. 1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi Bağlamında Geri Gönderme Yasağı

Mültecilerin korunmasına yönelik olarak en önemli ilkelerden birini teşkil eden geri gönderme yasağı, 1951 Cenevre Sözleşmesi ile güvence altına alınmış ve evrensel bir standarda kavuşturulmuştur. Bu sözleşmenin 33’üncü maddesinde düzenlenmiş olan geri gönderme yasağı şu şekilde ifade edilmiştir:

“Hiçbir taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade (“refouler”) etmeyecektir.”

Maddenin hemen devamında ise geri gönderme yasağının istisnaları şu şekilde belirtilmiştir:

  • Kişinin bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayıldığına dair ciddi sebeplerin varlığı,
  • Kişinin ciddi bir adi suçtan mahkum olması nedeniyle kesin hükümle mahkum olması için söz konusu ülkenin halkı açısından tehlike oluşturmaya devam etmesi.

Ancak bu istisnai durumlar dahi kişinin gönderileceği ülkede işkenceyle, zalimane ve insanlık dışı muameleyle karşı karşıya kalma ihtimalinin bulunduğu durumlarda uygulanmaz. Bu bakımdan Cenevre Sözleşmesi ile devletin yabancılar üzerindeki mutlak egemenlik yetkisi üzerinde ciddi bir sınırlandırmaya gidilmiştir.

Cenevre Sözleşmesi’nin ilgili hükmünde öngörülen yükümlülüklerin uygulanmasına ilişkin denetimleri ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gerçekleştirmektedir.[3]

C. AİHS Bağlamında Geri Gönderme Yasağı

AİHS’de geri gönderme yasağı açıkça düzenlenmemiştir. Bununla birlikte geri gönderme yasağı, çeşitli AİHM içtihatları neticesinde AİHS’in “İşkence Yasağı” başlıklı 3.maddesi[4] kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır.[5]

3.madde bağlamında mülteci olup olmadığına bakılmaksızın ve ayrım yapılmaksızın herkes için geri göndermeme ilkesi tanınmıştır. Bu bakımdan mülteciler bakımından düzenlenmiş olan Cenevre Sözleşmesine kıyasla AİHS’in daha kapsayıcı ve işlevsel olduğu söylenebilir.[6]

Geri gönderme yasağı bağlamında AİHS’in öngördüğü güvence sisteminin devreye girebilmesi için öncelikle bir sınır dışı edilme kararının mevcudiyeti gerekir. Bu doğrultuda sınır dışı edilen kişinin sınır dışı edildiği ülkede, 3.maddede yer almakta olan muamelelere maruz kalma olasılığı değerlendirilir. Bu noktada işlem gerçekleştikten sonra ihlalin değerlendirilmesi ilkesinden uzaklaşılmaktadır. Ancak bu söz konusu maddenin doğasından kaynaklanmaktadır. Zira 3.maddede sözü edilen muamelelerin gerçekleşmesiyle birlikte geri dönüşü olmayan zararlar doğabilmektedir. Bu sebeple gerçek bir risk bulunduğuna dair olasılık değerlendirilmesi elzemdir.[7] Söz konusu olasılık değerlendirmesinde kullanılmak üzere AİHM içtihatlarıyla birlikte geliştirilmiş çeşitli kriterler söz konusudur. Çalışmamızın ikinci bölümünde bu kriterlere yer verilecektir. Eğer söz konusu kriterler bağlamında yapılacak bir incelemeyle birlikte gerçek bir riskin varlığına rağmen sınır dışı etme işlemi gerçekleşmişse 3.madde bakımından devletin sorumluluğu doğacaktır.

Konuyla bağlantılı olarak değerlendirilen ikinci madde ise “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6.maddedir.[8] Zira sınır dışı edilen yabancının gönderileceği ülkede adil yargılanma hakkı açıkça ihlal edilecekse söz konusu madde uygulama alanı bulabilir.[9] Bununla birlikte sınır dışı etme işleminin yapıldığı ülke aleyhine mülteciler ve sığınmacılar 6.maddeye dayalı olarak başvuru yapamamaktadır. Çünkü sınır dışı edilme durumlarıyla ilgili uyuşmazlıklar idari nitelikte kabul edilmektedir.[10]

Geri gönderme yasağı ile ilişkilendirilen bir başka madde ise “Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı” başlıklı 8.maddedir.[11] Zira sınır dışı etme kararıyla birlikte, sınır dışı edilen yabancı kişisel hayatından veya ailesinden ayrı kalabilmekte ve bu şekilde özel veya aile hayatına müdahale edilmektedir. Bu bakımdan söz konusu maddenin uygulanabilmesi, yabancının kişisel veya aile hayatının söz konusu karardan etkilenmesine bağlıdır.[12]

Son olarak AİHS’in “Etkili Başvuru Hakkı” başlıklı 13.maddesi[13] de 3.maddenin uygulama alanı bulduğu durumlarda değerlendirilmektedir. Bu noktada sınır dışı etme işlemi ele alınmaktadır. Hakkında sınır dışı etme kararı verilmiş kişinin bağımsız ve tarafsız ulusal bir merciye başvurabilme imkanı olmalı ve yapılacak başvurunun hukuka uygun bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir.[14]

II. Geri Gönderme Yasağına İlişkin AİHM Değerlendirmesi

A. AİHM’in Yaklaşımı

1. Gerçek Bir Riskin Varlığı

AİHS’te geri gönderme yasağına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte ilk defa 1989 yılında verilen Soering/Birleşik Krallık kararıyla[15] birlikte, bir yabancının gönderildiği ülkede AİHS madde 3’te sayılmış olan muamelelere maruz kalma ihtimalinin söz konusu olması durumunda devletin sorumluluğuna gidilebileceği belirlenmiş[16] ve geri gönderme yasağı, AİHS’e içtihat yoluyla dahil olmuştur. Bu bağlamda söz konusu kararın akabinde ilke, AİHS’in 3.maddesi kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır.

Önemle belirtmek gerekir ki, AİHM, söz konusu ihtimalin varlığına ilişkin yaptığı değerlendirmelerde salt bir olasılığa dayalı olarak değil gerçek bir riskin varlığına bağlı olarak karar vermektedir. Bu bağlamda ispat yükünün yüklendiği başvurucuların ortaya koyacağı gerekçeler oldukça önem taşımaktadır. Eğer başvurucu, riskin varlığına yönelik esaslı gerekçelerini sunamazsa başvurusu reddedilebilir.[17] Bu bakımdan başvurucu gönderileceği ülkede uygulanan hukuktan veya uygulamadan kaynaklanan riskler bulunduğunu, örneğin ölüm cezası, ölüm koridoru yahut bedensel ceza gibi müeyyidelerin varlığını yahut gönderileceği ülkedeki fiili durumdan kaynaklanan risklerin mevcudiyetini, örneğin bazı kişilerce öldürülme veya işkenceye uğrama ihtimalinin söz konusu olduğunu ortaya koyabilirse devletin geri göndermeme yükümlülüğü doğacaktır.[18]

Son olarak şu hususun da altı çizilmelidir; kural olarak bireyin kendisine yönelik gerçek bir riskin mevcudiyetini ortaya koyması gerekmektedir, bununla birlikte birey kötü muamelelere muhatap olan bir grubun mensubu olduğunu ortaya koyabilirse, sözleşmenin 3.maddesi yine devreye girebilmektedir.[19] Bu noktada mahkeme, bireyden gerekçe ve delil sunmasını beklemez. Başvurucunun iddiasına bağlı olarak söz konusu grubun ülkedeki durumu ele alınır ve incelemeler neticesinde elde edilen bilgilere dayanarak bir karar verilir.[20]

2. Gerçek Bir Riskin Varlığına İlişkin AİHM Kriterleri

AİHM, 3.maddede bahsi geçen muamelelerin gerçekleşme ihtimaline dair olasılıklara dayalı olarak değil, gerçek bir riskin varlığını ortaya koyan esaslı sebeplere dayalı olarak karar vermektedir. Bu noktada riskin gerçekliği tayin edilirken AİHM içtihatlarıyla birlikte gelişmiş olan bazı kriterler esas alınır.[21] “Bu kriterler şu şekildedir;

  • Başvurucunun özel koşulları;
  • Gönderileceği ülkedeki genel durum;
  • Geri gönderme kararının verilmesinde yeterli esas ve usule ilişkin güvenceler bulunup bulunmaması.”[22]

Ayrıca riskin varlığının tespiti sırasında kişinin gönderileceği ülkenin gönderen ülkeye verdiği “güvenceler” de değerlendirilir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki bu güvenceler verilecek hükme ilişkin olarak belirleyici rol oynamaz. Zira karşı deliller ağır basabileceği gibi verilen güvenceler yetersiz de kalabilir.[23]

3. Riskin Varlığının Tespiti ve Delil Değerlendirmesi

Riskin varlığının tespiti sırasında hangi aşamadaki bilgilere dayalı olarak karar verileceği hususu da önem taşımaktadır. Eğer birey hakkında karar verilmiş olmasına rağmen sınır dışı edilmemişse, risk tespiti karar tarihinde geçerli bilgilere dayalı olarak yapılır. Bununla birlikte birey sınır dışı edilmişse, riskin tespiti, sınır dışı etme tarihinde işlemi gerçekleştiren devletin bildiği veya bilmesi gerektiği olaylara dayalı olarak yapılır. Sınır dışı etme tarihinden sonra ortaya çıkan bilgiler de hükme esas alınabilir.[24]

Riskin varlığının tespiti için önem taşıyan bir diğer husus ise delil değerlendirmesidir. Bu nokta AİHM’in yaptığı değerlendirmelerde, başvurucunun sunduğu belgeleri, re’sen topladığı belgeleri ve Uluslararası Af Örgütü ve BMMYK gibi kuruluşların raporlarını inceler. Bununla birlikte hüküm tesis edilirken insan hakları alanında faaliyet gösteren diğer kuruluşların, örgütlerin ve grupların raporları da ele alınabilmektedir. Bütün bunlara ek olarak mahkeme ek delillere de başvurabilmektedir. Zira bahsi geçen belgeler yeterli olamayabilir.[25]

B. AİHM Kararları

1. Bader ve Diğerleri v. İsveç (Başvuru No: 13284/04)

Suriye uyruklu olan başvurucu öldürme suçlamasıyla gıyabında yargılanmış ve ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bunun üzerine İsveç’e sığınma talebinde bulunan başvurucunun bu talebi reddedilmiş ve ülkesine geri gönderilmesine karar verilmiştir. Bunun üzerine İsveç aleyhine AİHM’e başvuruda bulunulmuştur.

Mahkeme yapmış olduğu incelemeler neticesinde İsveç’in Suriye’den başvurucu hakkında yeniden yargılama yapılacağına ve ölüm cezasına çarptırılmayacağına dair bir güvence alması gerektiğini ifade etmiştir. Aksi takdirde başvurucu sözleşmenin 3.maddesinde yer almakta olan eylem ve işlemlerle muhatap olma riski altına girecektir. Mahkeme ayrıca Suriye’de yeniden yapılacak olan yargılamanın adil yargılanma hakkını ihlal etmeden gerçekleşmesi gerektiğini kaydetmiştir. Sonuç olarak, sığınma talebinde bulunan kişinin adil yargılanma hakkının yok sayıldığı bir ülkeye gönderilmesi durumunda yine sözleşmenin “Yaşama Hakkı” başlıklı 2.[26] ve “İşkence Yasağı” başlıklı 3.maddelerinin ihlal edilmiş sayılacağına hükmedilmiştir.

2. Soering v Birleşik Krallık (Başvuru No: 14038/88)

Alman uyruklu olan başvurucu, kız arkadaşı ile birlikte çek sahtekarlığı suçuna karıştıkları için İngiltere’de yakalanmışlardır. Sorgu esnasında, başvurucunun bir yıl evvel Amerika Birleşik Devletleri’nin Virginia eyaletinde kız arkadaşının anne ve babasını bıçakla öldürdüğü ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine ABD makamları başvurucu ve kız arkadaşının iadesini talep etmiştir. Başvurucunun ABD’ye iadesi durumunda ise ölüm cezasına mahkum edilme ihtimali oldukça yüksektir. İngiltere bunun üzerine ABD’den ölüm cezasının infazının gerçekleşmemesi için güvence istemiştir. ABD makamları, başvurucu eğer ölüm cezasını çarptırılırsa, cezanın infaz edilmemesi için cezayı onaylama yetkisine haiz makamlara gerekli bildirimlerin yapılacağı hususunda güvence vermiştir. Bunun üzerine, İngiltere hükümeti iade kararı almıştır.

1988 yılında Mahkeme’ye başvuran başvurucu, güvence verilmesine rağmen ABD’ye iade edilmesi durumunda ölüm cezasıyla cezalandırılacağını ve bunun yanında ölüm koridoru olgusuna maruz kalacağını ileri sürmüştür. Ölüm koridoru sürecinde sözleşme’nin 3.maddesindeki eylem ve işlemlere muhatap olma riskinin ise oldukça kuvvetli olduğunu beyan etmiştir.

Mahkeme, Virginia’da ölüm cezasına çarptırılan kişinin ölüm koridorunda bekleyeceğini tespit etmiş ve bu sürenin 6 ila 8 yıl arasında değişen uzun bir süre olduğunu belirlemiştir. Bu süreçte mahkumun emniyeti için aşırı güvenlik tedbirlerine başvurulacak olmasının mahkum üzerinde yaratacağı etkileri ele alan mahkeme, yaş itibariyle suçun işlendiği sırada 18 yaşında olan başvurucunun bu süreci kaldıramayacağına kanaat getirmiştir. Zira mevcut psikiyatrik deliller ışığında, başvurucunun akli durumu bakımından oldukça olumsuz etkilenme ihtimali söz konusudur. Bu sebeple söz konusu ölüm koridoru muamelesinin 3.madde kapsamında olduğu belirtilerek, başvurucunun geri verilmesi halinde 3.maddenin ihlal edileceği sonucuna ulaşılmıştır.

3. Jabari v Türkiye (Başvuru No: 40035/98)

İran’da zina iddiasıyla suçlanan bir kadın Türkiye’ye sığınmıştır. Zira İran’da zina suçunu işleyenlere recm cezası uygulanmaktadır. Recm cezası, zina yapan evli erkek ve kadının taşlanarak öldürülmesi anlamına gelmektedir. Ancak Türkiye’de yetkili makamlarca başvurucunun İran’a geri gönderilmesine ilişkin bir karar alınmıştır. Bunun üzerine İran vatandaşı olan Hoda Jabari, Türkiye aleyhine AİHM’e başvurmuştur.

AİHM yapmış olduğu değerlendirmede, İran’da recm cezasının kanunda yer almaya devam ettiğini tespit etmiştir. Ayrıca ülkede daha insani bir ceza uygulamasına yönelik bir gelişme olmadığı belirlenmiştir. Bu verilerden hareketle başvurucunun İran’a dönmesi halinde 3.madde kapsamına girebilecek işlem ve eylemlere maruz kalma ihtimalinin kuvvetli olduğu kanaatine varılmıştır. Bu bağlamda insani olmayan bir cezanın kanunda yer alması, söz konusu cezanın uygulanacağına dair gerçek bir riskin mevcudiyeti için yeterli görülmüştür. Sonuç olarak AİHM, söz konusu geri gönderme kararının uygulanması halinde sözleşmenin 3. ve 13.maddelerinin ihlal edileceğine hükmetmiştir.

Sonuç

Devletlerin yabancılar üzerindeki mutlak egemenliği zamanla yabancıların temel hak ve hürriyetlerini ciddi manada olumsuz etkileyen ve farklı zamanlarda insan hakkı sorunlarına yol açan uygulamalara neden olmuştur. Özellikle 2.Dünya Savaşı sırasında yaşanan ve oldukça yüksek sayıdaki sınır dışı etme işlemleri çeşitli sonuçlara sebep olmuştur. Özellikle mültecilerin kendileri için tehlike arz eden ülkelere gönderilmesi nedeniyle insanlık dramları yaşanmıştır. Bir başka sonuç ise mülteci hareketliliğinin yol açtığı yerleşim problemleri olmuştur. Artık küresel bir krize neden olan söz konusu sınır dışı etme işlemleri ulusal üstü makamların da gündemine gelmiştir.

Yapılan çalışmalar neticesinde sınır dışı etme işleminin standartlarını belirleme paydasında buluşulmuştur. Bu amaçla hazırlanan Cenevre Sözleşmesi ile birlikte sınır dışı etme işlemlerine ilişkin ciddi sınırlandırmalar getirilmiş ve ilk defa geri gönderme yasağı uluslararası bir sözleşmede kendisine yer bulmuştur.

Birleşmiş Milletler’den sonra AİHM’in de gündemine gelen söz konusu ilke, çeşitli içtihatlarla birlikte her ne kadar AİHS’te açıkça düzenlenmiyor olsa da 3.madde kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır. Bunun yanında AİHS’in birkaç maddesiyle daha ilişkilendirilmiştir.

AİHM, geri gönderme yasağının uygulanması için öncelikle bir sınır dışı etme kararının veya işleminin mevcudiyetini aramaktadır. Bu noktada sınır dışı etme işlemi neticesinde yabancının gönderileceği ülkede 3.madde kapsamındaki işlem ve eylemlere maruz kalacağına dair gerçek bir riskin söz konusu olduğuna dair esaslı gerekçeler ortaya koyulması gerekecektir. Gerçek bir riskin tespiti sırasında çeşitli kriterler de öngörülmüştür. Ayrıca riskin varlığının hangi aşamadaki bilgilere göre değerlendirileceği ve delil değerlendirmesi gibi hususların da çerçevesi çizilmiştir.

Sonuç olarak AİHS’in geri gönderme yasağı bakımından oldukça değerli olduğunu ifade etmek gerekir. Zira Cenevre Sözleşmesi’nin sadece mülteciler bakımından düzenlendiği göz önüne alındığında, mülteci olsun veya olmasın herkesi kapsamakta olan AİHS daha işlevseldir. Ancak geri gönderme yasağının AİHS’te açıkça zikredilmiyor oluşu ve başta 3.madde olmak üzere birkaç madde ile ilişkilendirilmesi suretiyle tatbik edilmesi yetersiz kalmaktadır. Hiç şüphesiz, geri gönderme yasağının açık bir biçimde AİHS’te düzenlenmesi suretiyle yabancıların temel hak ve özgürlükleri daha etkili bir güvence sistemine kavuşacaktır.


Dipnotlar


  1. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, RAPOR – Sınır Dışı Edilen Yabancılar ve Geri Gönderme Yasağı, Ajans Düş Pınarı, Ankara, 2022, s.20. ↩︎

  2. A.e., s.26. ↩︎

  3. A.e., s.35. ↩︎

  4. Madde 3 – “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” ↩︎

  5. Aslı Bayata Canyaş, “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Kapsamındaki Geri Gönderme Yasağının Uygulanma Koşullarının AİHM Kararları Çerçevesinde İrdelenmesi”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, 5.Sayı, 1.Cilt, 2015, s.79. ↩︎

  6. Levent Korkut, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Devletlerin Sığınmacıları Sınırdışı Etme Egemen Yetkisine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 66, S. 4, 2008, s. 24. ↩︎

  7. Canyaş, a.g.e., s.80. ↩︎

  8. Madde 6 – “1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.
    2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.
    3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek; d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek; e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.” ↩︎

  9. Canyaş, a.g.e., s.80. ↩︎

  10. Neslihan Özkerim Güner, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Mültecilerin Haklarının Korunmasındaki Rolü”, Göç Araştırmaları Dergisi, 2.Cilt, 2.Sayı, Temmuz-Aralık 2016, s.233. ↩︎

  11. Madde 8 – “1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
    2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” ↩︎

  12. Canyaş, a.g.e., s.80. ↩︎

  13. Madde 13 – “Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir” ↩︎

  14. Kazım Sedat Sirmen, “Yabancıların Türkiye’den Sınırdışı Edilmesine İlişkin Temel Düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye Hakkında Verdiği Örnek Kararlar”, Ankara Barosu Dergisi, 3.Sayı, 2009, s.38. ↩︎

  15. AİHM, Soering v United Kingdom, Başvuru No: 14038/88, 07.07.1989. ↩︎

  16. Meltem İneli Ciğer, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda Aralık 2019’da Yapılan Bazı Değişikliklerin Değerlendirilmesi”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 26.Cilt, 2.Sayı, 2020, s.703. ↩︎

  17. Canyaş, a.g.e., s.81. ↩︎

  18. Osman Doğru, Atilla Nalbant, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, 1.Cilt, Ankara, Pozitif Matbaa, 2013, s.151. ↩︎

  19. AİHM, Case of Saadi v Italy, Başvuru No: 37201/06, 28.02.2008. ↩︎

  20. AİHM, Case of Salah Sheekh v. the Netherlands, Başvuru No: 1948/04, 23.05.2007. ↩︎

  21. Canyaş, a.g.e., s.81. ↩︎

  22. Doğru, Nalbant, a.g.e., s.151. ↩︎

  23. A.e. ↩︎

  24. A.e. ↩︎

  25. Canyaş, a.g.e., s.83. ↩︎

  26. Madde 2 – “1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.” ↩︎

Kaynakça

Aktan, Elçin: Türk Yabancılar Hukuku ve AİHM İçtihadı Doğrultusunda Geri Gönderme Yasağı, Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Mayıs 2019.

Bayata Canyaş, Aslı: “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Kapsamındaki Geri Gönderme Yasağının Uygulanma Koşullarının AİHM Kararları Çerçevesinde İrdelenmesi”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, 5.Cilt, 1.Sayı, 2015, s. 73-90.

Doğru, Osman, Nalbant, Atilla: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, 1.Cilt, Ankara, Pozitif Matbaa, 2013.

İneli Ciğer, Meltem: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda Aralık 2019’da Yapılan Bazı Değişikliklerin Değerlendirilmesi”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 26.Cilt, 2.Sayı, 2020, s. 699-725.

Korkut, Levent: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Devletlerin Sığınmacıları Sınırdışı Etme Egemen Yetkisine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Barosu Dergisi, 66.Cilt, 4.Sayı, 2008, s. 20-35.

Sirmen, Kazım Sedat: “Yabancıların Türkiye’den Sınırdışı Edilmesine İlişkin Temel Düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye Hakkında Verdiği Örnek Kararlar”, Ankara Barosu Dergisi, 67.Cilt, 3.Sayı, 2009, s. 29-45.

Özkerim Güner, Neslihan: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Mültecilerin Haklarının Korunmasındaki Rolü”, Göç Araştırmaları Dergisi, 2.Cilt, 2.Sayı, Temmuz-Aralık 2016, s. 212-241.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu: RAPOR – Sınır Dışı Edilen Yabancılar ve Geri Gönderme Yasağı, Ajans Düş Pınarı, Ankara, 2022.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.