Lexpera Blog

COVID-19 Salgını Çerçevesinde Alınan Önlemlerin Sözleşme Hukuku ve Mücbir Sebep Kavramı Açısından Değerlendirilmesi

1. Salgın Mücbir Sebep midir?

Mücbir sebep genellikle “bir borcun veya genel bir davranış yükümünün ihlâline neden olan, borçlunun işletme faaliyetiyle ilgisi olmayan (haricî), öngörülemez ve kaçınılamaz bir olay” olarak tanımlanmaktadır[1].

Mücbir sebebin haricîliğinden (externality), borcun ifasını engelleyen olayın kaynağının, borçlunun faaliyet sahasının dışında bulunması anlaşılır. Böylece belirli bir faaliyetin tipik riskleri mücbir sebep sayılmaz. Örneğin, borcun ifası için gerekli finansal imkân ve araçlara (mesela paraya) sahip olmamak, haricî bir engel sayılmaz.

Kaçınılamazlık (unavoidability), ifayı engelleyen olaydan ve onun sonuçlarından kaçınmasının veya bunların üstesinden gelmesinin borçludan beklenememesi anlamına gelir.

Öngörülemezlik (unforeseeability) ise, sözleşme kurulduğu sırada, borcun ifasına engel olabilecek bir olayın meydana gelebileceğine ilişkin gerçekçi bir ihtimali öngörmesinin beklenememesi anlamına gelir.

Mücbir sebep kavramının değinilen unsurları gereği, kural olarak, hiçbir olay peşinen mücbir sebep olarak nitelenemez. Çünkü böyle bir nitelemenin yapılabilmesi için, sözleşmenin niteliği, kuruluş tarihi, risk yapısı, olayın etkilerinin ne ölçüde bertaraf edilebilir olduğu ve hatta borçlunun kimliği (tacir olup olmama) gibi unsurların bilinmesi gerekir.

Salgın, genellikle başlı başına borcun ifasını engelleyen bir olay olmamakla birlikte, salgın nedeniyle alınan, bazı işyerlerinin kapatılması, toplantı düzenleme yasağı, seyahat yasağı, ihracat yasağı, sokağa çıkma yasağı veya karantina gibi hukukî imkânsızlık[2] doğuran önlemler, borcun ifasına engel olabilir. Örneğin, satış sözleşmeleri, taşıma sözleşmeleri gibi sözleşmeler hiç, zamanında veya gereği gibi ifa edilemeyebilir; bir konser verilmesi veya bir toplantının düzenlenmesi gibi edimlerin yerine getirilmesi imkânsız hale gelebilir. Bu nedenle, mücbir sebep kavramının şartları ve sonuçları bakımından incelenmesi gereken, söz konusu önlemlerdir. Böyle bir incelemenin ise somut sözleşmede geçerli bir mücbir sebep hükmünün bulunup bulunmamasına göre ayrı ayrı yapılması gerekir.

2. Sözleşmede Geçerli Bir Mücbir Sebep Hükmünün Yer Almaması Halinde Covid-19 Önlemleri Nasıl Değerlendirilmelidir?

2.1. Türk Borçlar Kanunu’na (TBK) Tâbi Sözleşmeler Açısından

Sözleşmede geçerli bir mücbir sebep hükmünün yer almaması, nadiren de olsa, rastlanabilecek bir durumdur. Bu durumun sebepleri, tarafların sözleşmede böyle bir hükme hiç yer vermemiş olmaları veya var olan bir hükmün geçersizliği olabilir.

Bu ihtimalde önemli olan, borcun ifasını engelleyen olayın mücbir sebep teşkil edip etmediğinden çok, borçlunun kusurunun bulunup bulunmadığıdır. Çünkü hukukumuzda kabul edilmiş olan isnat kriteri, kusurdur. Öte yandan, hukukumuzda kabul edilen objektif kusur anlayışının sonucu olarak, olayların çoğunda, ancak mücbir sebebin şartlarının sağlandığı durumlarda borçlu kusursuzluğunu ispat edebilecektir.

Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemler, borçlunun kontrolü dışında geliştiğinden, ilke olarak, borçluya herhangi bir kusur isnat edilemeyeceği düşünülebilir. Bununla birlikte, bu konuda bir sonuca varırken, alınan önlemlerin sözleşmenin kurulduğu tarihte öngörülebilir olup olmadığı, önlemlere rağmen borcu ifa etme olanağının bulunup bulunmadığı da dikkate alınmalıdır. Örneğin, söz konusu salgının ve önlemlerin öngörülebilir hale geldiği bir dönemde sözleşme yapan borçlu, sözleşmede aksine bir kayıt yer almadıkça, ifayı engelleyen olguların gerçekleşme riskini üstlenmiş kabul edilir. Aynı şekilde, söz konusu önlemlerin etkilerini ortadan kaldırmak veya azaltmak (örneğin borcu ifa edebilmek için alternatif yollar bulmak) imkanına sahip olduğu halde, bunu yapmayan borçlu da kusurlu ve dolayısıyla sorumlu olacaktır. Buna karşılık, salgın önlemlerinin öngörülemez ve önlenemez kabul edildiği durumlarda, borçlu sorumluluktan kurtulur.

Burada dile getirilen “sorumluluktan kurtulmanın” ne anlama geldiği, Covid-19 önlemlerinin borçlunun ifa yükümü üzerinde nasıl bir etki yarattığına göre değişir:

Eğer ifa sürekli olarak imkânsız hale gelmişse, bu imkânsızlık her ne sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın, borçlunun borcu aynen ifa yükümü sona erer. İfanın borçlunun sorumlu tutulamayacağı bir sebeple imkânsız hale gelmesi, etkisini borçlunun imkansızlaşan edim yerine geçmesi olası tazminat yükümünden kurtulmasında gösterir. Bu şekilde aynen ifa yükümünden tazminat ödemeksizin kurtulan borçlu, tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde karşı edimin ifasını talep edemeyeceği gibi, aldığı bir şey varsa, onu da sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri vermek zorundadır (TBK 136/II).

Geçici imkânsızlık halinde, yani an itibariyle yerine getirilmesi imkânsız olan ediminin ifası öngörülebilir bir gelecekte mümkün olabilecekse, kural olarak borçlu temerrüdü hükümleri uygulanır (TBK 117 vd.). Bu durum, kanunda veya sözleşmede bu yönde açık bir hüküm bulunmadıkça, kendiliğinden borcun ifa zamanının ertelenmesi sonucunu doğurmaz. Borçlu borcunu zamanında ifa etmemekle her durumda temerrüde düşer. Gecikmenin borçlunun sorumlu tutulamayacağı bir sebeple meydana gelmesi, borçlunun, temerrüdün yalnızca kusura bağlı sonuçlarından kurtulmasını sağlar. Bu bağlamda alacaklı gecikme nedeniyle uğradığı zararların tazminini isteyemeyeceği gibi (TBK 118), borçlu, beklenmedik halden doğacak zarardan da sorumlu tutulamaz (TBK 119). Tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde ise alacaklı aynen ifadan vazgeçip müspet zararının tazminini isteyemez. Sözleşmeden dönme hakkı borçlunun kusurunu gerektirmediğinden, alacaklı gerekli şartları yerine getirdikten sonra sözleşmeden dönebilir. Ancak kusura bağlı olan, menfî zararının tazminini isteyemez (TBK 125/III). Aynı şekilde, ifasına başlanmış olan sürekli borç ilişkilerinde, TBK 126 uyarınca, borçlunun kusurundan bağımsız olarak sözleşmeyi feshetme imkânına sahip olan alacaklı, anılan hüküm çerçevesinde zararının tazminini talep edemez.

Alınan bir önlem, borcun ifasını sürekli veya geçici olarak imkânsız kılmamakla birlikte, onun gereği gibi ifasını engellemiş ise, iki olasılık söz konusudur: Alacaklı sözleşmeye aykırı ifayı reddetmiş ise, borçlu temerrüde düşer ancak temerrüdün kusura bağlı olan sonuçlarından sorumlu tutulamaz. Alacaklının sözleşmeye aykırı ifayı kabul etmesi sonucunda TBK 112’nin uygulanması halinde ise, borcun kendisinin sorumlu tutulamayacağı sebeplerle gereği gibi ifa edilemediğini ispatlayan borçlu tazminat yükümlülüğünden kurtulur. Örneğin, ifa yerinde uygulanan bir salgın önlemi nedeniyle, borcunu, ifa etmesi gereken yerden başka bir yerde ifa edebilen borçlu, alacaklının bu nedenle uğradığı zararı tazmin etmekle yükümlü değildir.

Salgın çerçevesinde alınan önlemler, borcun ifasını tümden engellememekle birlikte, aşırı derecede güçleştirmişse, borçlu, TBK 138 uyarınca, henüz ifa etmediği veya ifanın aşırı derecede güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa ettiği edimler için, mahkemeden sözleşmenin uyarlanmasını isteyebileceği gibi, uyarlamanın mümkün olmadığı hallerde sözleşmeden dönebilir.

2.2. Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na (KİSK) Tâbi Sözleşmeler Açısından

Türk Borçlar Kanunu’ndan farklı olarak, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu (KİSK), mücbir sebebi genel bir sorumluluktan kurtuluş sebebi olarak düzenlemiştir[3]. Genel salgın hastalık da KİSK 10/I hükmünde, kamu ihale sözleşmeleri açısından mücbir sebep sayılabileceği açıkça öngörülmüş olan olaylardan biridir.

Bu nedenle, Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemler nedeniyle kamu ihale sözleşmesinden doğan borcunu ifa edemeyen yüklenici, KİSK’in sözleşmeye aykırılığa bağladığı sonuçlardan kurtulabilir. Ancak bunun için, KİSK 10/II uyarınca, yüklenicinin borcun ifa edilememesinde herhangi bir kusurunun bulunmaması, salgın çerçevesinde alınan önlemlerle borcun ifa edilememesi arasında uygun illiyet bağının bulunması; yüklenicinin, borcun ifasını engelleyen durumun ortaya çıkmasını izleyen yirmi gün içinde idareye yazılı olarak bildirimde bulunması ve durumu belgelemesi de gerekmektedir.

Yukarıda değinilen şartlar çerçevesinde, kamu ihale sözleşmesinde ifanın salgına karşı alınan önlemler nedeniyle sürekli olarak imkânsız hale gelmesi durumunda, yüklenici ve idare karşılıklı olarak edim yükümlülüklerinden kurtulurlar.

Covid-19 önlemleri ifanın gecikmesine yol açmışsa- ki daha çok rastlanacak durum budur-, idarenin yükleniciye süre uzatımı vermesi gerekir. Böylece yüklenici temerrüde düşmemiş olduğundan, idare sözleşmeyi sona erdiremeyeceği gibi, yüklenicinin herhangi bir tazminat veya gecikme cezası (cezaî şart) ödemesi de gerekmez.

Salgın önlemlerinden kaynaklanan sebeplerle borcun gereği gibi ifa edilemediği durumlarda, yükleniciye sözleşmeye aykırılığı giderebilmesi için süre uzatımı verilmesi gerekir.

Öte yandan, 1 Nisan 2020 tarih ve 2020/5 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’nde, ilgili idarelerce kamu ihale sözleşmesinin akıbeti konusunda karar alınmadan önce, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın değerlendirmesinin alınacağı öngörülmüştür[4].

2.3. Taşınır Malların Uluslararası Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne (CISG) Tâbi Sözleşmeler Açısından

Bilindiği üzere Taşınır Malların Uluslararası Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CISG), 1 Ağustos 2011 tarihi itibariyle iç hukukumuzun bir parçasıdır. Borçlu için kusurdan bağımsız bir garanti sorumluluğu öngören CISG’in 79. maddesinde, borçlunun söz konusu sorumluluktan kurtulmasının şartlarını düzenlenmiştir[5]. Açıkça zikredilmemekle birlikte, söz konusu hükümde mücbir sebep doktrin ve uygulamasının izlerini görmek mümkündür.

CISG 79 hükmünün birinci fıkrası uyarınca, borç, borçlunun denetimi dışında kalan bir engel nedeniyle ifa edilememişse ve sözleşme kurulduğu sırada söz konusu engeli öngörmesi ve bu engelin etkilerinden kaçınması borçludan beklenemeyecekse, borçlu borcun ifa edilmemesinden sorumlu tutulmaz. Eğer borcun ifasına kısmen veya tamamen katılan ancak borçludan bağımsız olarak hareket eden üçüncü kişiler söz konusu ise, borçlunun sorumluluktan kurtulabilmesi için, birinci fıkrada öngörülen şartların hem kendisi hem de söz konusu üçüncü kişiler bakımından gerçekleştiğini ispat etmesi gerekir (CISG 79/II). Öte yandan, borcunu ifa edemeyen borçlu, alacaklıya, ifayı engelleyen olay ve bunun kendisinin ifa gücü üzerindeki etkisi konusunda bildirimde bulunmalıdır (CISG 79/IV). Söz konusu bildirim, herhangi bir şekle tâbi değildir.

CISG 79 anlamında bir engelin sorumluluktan kurtarıcı etkisi, engel var olduğu müddetçe, borçlunun tazminat yükümünün doğmamasından ibarettir (CISG 79/I, V). Eğer engel geçici nitelikteyse, borçlu gecikmiş ifadan doğacak tazminat yükümünden kurtulur. CISG 79/I anlamında bir engel, borcun yalnızca bir kısmının ifasını engellemişse, borçlu tazminat yükümünden bu kısım oranında kurtulur. Ancak gerek geç ifa gerekse kısmî ifa hallerinde, borçlunun sorumluluktan kurtulması, sözleşmenin ihlâl edildiği (breach of contract) gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle geç veya kısmî ifanın, alacaklının sözleşme gereğince borçludan beklemekte haklı olduğu şeyden önemli ölçüde yoksun kalması sonucunu doğurduğu, yani CISG 25 uyarınca sözleşmenin esaslı ihlâli (fundamental breach of contract) sayıldığı hallerde, alacaklı sözleşmeyi sona erdirebilir (CISG 49/I-a).

Covid-19 salgını açısından bakıldığında, söz konusu salgın çerçevesinde alınan önlemlerin, ilke olarak, borçlunun denetimi dışında ortaya çıkan engeller olduğunu söylemek mümkündür. Somut olayda CISG 79’da öngörülen diğer şartlar da sağlanıyorsa borçlu sorumluluktan kurtulabilir. Örneğin, tıbbî malzeme satan fakat bu malzemelerin ihracatının salgın önlemleri çerçevesinde yasaklanması nedeniyle borcunu kısmen veya tamamen ya da zamanında ifa edemeyen satıcı, CISG 79’da öngörülen diğer şartların da sağlanması halinde, sözleşmeye aykırılıktan ötürü tazminat ödemekten kurtulabilir. Buna karşılık alıcı da yukarıda açıklanan şartlar altında sözleşmeyi sona erdirme imkânına sahiptir.

3. Sözleşmede Geçerli Bir Mücbir Sebep Hükmünün Bulunması Halinde Covid-19 Önlemleri Nasıl Değerlendirilmelidir?

Sözleşmenin geçerli bir mücbir sebep hükmü içermesi halinde, söz konusu hükme göre hareket edileceği açıktır. Zira böyle bir hüküm, tarafların, borçlunun hangi hallerde borca aykırı davranışından sorumlu tutulmayacağına ve bunun sonuçlarına ilişkin iradelerini yansıtan bir anlaşma hükmündedir.

3.1. Hükümde Açıkça Sayılan Olaylardan Birinin Gerçekleşmesi

Sözleşme uygulamasında karşılaşılan mücbir sebep hükümlerinde, genellikle bazı olaylar sayılır ve bunlar gibi olayların da mücbir sebep kabul edileceği belirtilir (catch-all clauses)[6]. Mücbir sebep hükmünde açıkça belirtilen bir olayın gerçekleşmesi ve bu olayla borca aykırılık arasında uygun illiyet bağının varlığı halinde, borçlu sorumluluktan kurtulur. Bunun için ayrıca sözleşmede borçluya yüklenmiş bir külfet varsa, bunun da yerine getirilmiş olması gerekir. Örneğin, mücbir sebep kayıtlarının çoğunda görüldüğü gibi, borçluya borcun sözleşmeye uygun şekilde ifa edilemeyeceğini alacaklıya bildirme yükümlülüğü yüklenmişse, borçlu, ancak bu külfeti yerine getirmiş olması halinde sorumluluktan kurtulabilir.

Konuya Covid-19 salgını özelinde bakarsak, sözleşmede,

  • salgın, ihracat yasağı, sokağa çıkma yasağı, seyahat yasağı, karantina gibi somut durumlar veya genel olarak devlet/hükümet tarafından alınan kararlar veya önlemler (government actions) açıkça mücbir sebep olarak sayılmışsa,
  • sözü edilen olaylarla borca aykırı davranış arasına uygun illiyet bağı mevcutsa,
  • bildirim vb. yükümler yerine getirmişse, borçlu sorumluluktan kurtulacaktır.

3.2. Hükümde Açıkça Sayılmayan Bir Olayın Gerçekleşmesi

Sözleşmede bir mücbir sebep kaydı yer alması olasılığında, uyuşmazlıklara yol açan esas mesele, gerçekleşen olayın, kayıtta açıkça zikredilen durumlardan biri olmamasıdır. Örneğin kayıtta, “...haller ve diğer mücbir sebepler”, “...ve benzeri mücbir sebepler” gibi bir ifade yer alıyorsa, hangi hallerin mücbir sebep sayılacağı nasıl belirlenecektir?

Şüphesiz bu konuda öncelikle somut sözleşme ilişkisinin niteliği ve bu sözleşmedeki mücbir sebep hükmünün yapısı belirleyici olacaktır. Bununla birlikte, ilke olarak, mücbir sebep kavramının hukukumuzda ve hatta neredeyse evrensel ölçekte kabul gören, haricîlik, öngörülemezlik ve kaçınılamazlık ve unsurlarını taşıyan olaylar, mücbir sebep sayılmalıdır. Öte yandan, yapılan değerlendirmede, sözleşmede yer alan mücbir sebep hükmünün yapısı da dikkate alınmalıdır. Örneğin, mücbir sebep hükmünde açıkça sayılan olayların hepsi doğa olayları ise, bu durum, taraf iradelerinin sadece doğa olaylarını mücbir sebep saymak yönünde olduğu, hukukî engellerin mücbir sebep kabul edilmeyeceği şeklinde yorumlanabilir. Ejusdem generis (aynı türden olma) prensibi olarak adlandırılan bu yorum yöntemine, özellikle Amerikan Hukuku’nda başvurulmaktadır[7].

Bu açıdan bakıldığında, Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemler, ilke olarak, haricî nitelikte engellerden sayılmalıdır. Eğer söz konusu önlemler, ilgili sözleşme kurulduğu sırada öngörülemez nitelikte ise ve borçlunun herhangi bir makul yolla bu önlemlerin etkisini bertaraf etmesi mümkün değilse, borçlunun sözleşmeye aykırılıktan sorumlu tutulamayacağı sonucuna varmak gerekir.

3.3. Covid-19 Önlemlerinin Sözleşme Uyarınca Mücbir Sebep Sayılmasının Sonuçları

Genel olarak hangi olayların mücbir sebep sayılacağı konusunda olduğu gibi, bu olayların sonuçları da somut sözleşme hükmünün içeriğine bağlıdır.

Günümüz sözleşme uygulamasında karşılaşılan mücbir sebep hükümlerinde, genellikle taraflara sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması amacıyla yeniden müzakere (re-negotiation) yükümü getirilmekte, borçluya süre uzatımı verilmekte (ifa zamanının ertelenmesi) ve belirtilen sürenin sonunda engelin ortadan kalkmamış olması halinde alacaklıya sözleşmeden dönme hakkı tanınmaktadır[8].

Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemler bakımından da ilke olarak, yeniden müzakere sonucunda farklı bir anlaşmaya varılmadıkça, ifa zamanının sözleşmede öngörülen süre kadar erteleneceğini, söz konusu süre sonunda ifa açısından engel teşkil eden önlemin ortadan kalkmamış olması halinde, alacaklının sözleşmeden dönebileceğini söylemek mümkündür. İfa zamanının ertelenmesi (süre uzatımı) söz konusu olduğunda, borçlu temerrüde düşmemiş olacağından, tazminat veya cezai şart ödemesi de gerekmez.

Sözleşmede yer alan mücbir sebep kaydında herhangi bir sonuç öngörülmemişse, sözleşme yukarıda ele alınan yasal düzenlemelerden hangisine tâbi ise, o düzenlemede mevcut durum için öngörülen sonuca göre hareket etmek gerekir.

3.4. Devlet Kurum ve Kuruluşlarının Mücbir Sebebe Dayanıp Dayanamayacağı

Devletin aldığı kararlar neticesinde ortaya çıkan mücbir sebeplerin, bir sözleşmede borçlu konumunda olan devlet kurum ve kuruluşları tarafından sorumluluktan kurtuluş sebebi olarak ileri sürülebilmesi için, söz konusu kurum veya kuruluşun devlet tüzel kişiliğinden ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olması ve mücbir sebep oluşturan kararın söz konusu kurum veya kuruluşla danışıklı bir biçimde ya da ilgili devletin sözleşmedeki ekonomik menfaatini gözeterek alınmamış olması gerektiği kabul edilmektedir[9].

Tüm dünyayı sarsan Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemlere ilişkin devlet kararlarının belirtilen şartları sağladığı açıktır. Bu nedenle bizzat devlet kurum ve kuruluşlarının da bu kararların yarattığı ifa engelleri için mücbir sebep savunmasını ileri sürebilecekleri kabul edilmelidir.

3.5. İlgili Kurum ve Kuruluşlardan Alınan Mücbir Sebep Belgelerinin Hukukî Değeri

Sözleşme uygulamasında karşılaşılan mücbir sebep hükümlerinde çoğunlukla borçluya, mücbir sebebi, ilgili kamu kurumları veya meslek kuruluşları gibi yerlerden alacağı bir yazıyla belgeleme yükümü yüklendiği görülmektedir.

Böyle bir belge, belli bir olayın gerçekleştiğini kanıtlamakla birlikte, tek başına borçlunun sorumluluktan kurtulması için yeterli olmaz. Zira, borçlunun sorumluluktan kurtulması, ilgili düzenleme veya sözleşmenin bunun için öngördüğü tüm şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Örneğin Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemlerin bir borcun ifasını engellediğine dair bir belge temin edilmiş olsa bile, somut sözleşme salgının ve dolayısıyla önlemlerin öngörülebilir olduğu bir dönemde kurulmuş ise, borçlu sorumluluktan kurtulamaz.


Dipnotlar


  1. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Barış Özçelik, “Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'na Göre Mücbir Sebepler ve Sonuçları”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 123 (2), (Mart 2016), s. 304 vd. ↩︎

  2. Bu kavram ve sonuçları hakkında bkz. Ş. Barış Özçelik, “Sözleşmeden Doğan Borçların İfasında Hukukî İmkânsızlık ve Sonuçları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl: 63 (2014), Sayı: 3, s. 569 vd. ↩︎

  3. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Özçelik, (Kamu İhale Sözleşmeleri), s. 311 vd. ↩︎

  4. Resmi Gazete, Tarih: 2.4.2020, Sayı: 31087. ↩︎

  5. Bu konuda bkz. Ş. Barış Özçelik, “Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sebeplerle Borcun İfa Edilmemesi ve Mücbir Sebep Kayıtları”, Doktora Tezi, Ankara 2009, s. 85 vd. (Tez metnine https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jspadresinden ulaşılabilir.) ↩︎

  6. Uygulamada karşılaşılan mücbir sebep kayıtlarının hukukî yapısı ve görünüm biçimleri hakkında bkz. Özçelik, (Tez), s. 105 vd. ↩︎

  7. Özçelik, (Tez), s. 146. ↩︎

  8. Özçelik, (Tez), s. 113 vd. ↩︎

  9. Özçelik, (Hukukî İmkânsızlık), s. 591-592. ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi