Lexpera Blog

Hastaneye Kabul Sözleşmeleri ve Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu

Günlük hayatımızdaki sosyal ve ekonomik ilişkiler taraflar arasında çeşitli borç ilişkileri doğurmakta ve bu şekilde tekrarlanan ilişkiler, Borçlar Kanunumuzda düzenlenerek “tip sözleşme” niteliği kazanmaktadır. Ancak hasta ile özel hastane arasındaki ilişkiyi oluşturan hastaneye kabul sözleşmesi, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş tipik bir sözleşme değildir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki bu sözleşme hastanın yatarak tedavi hizmeti alması gereken durumlarda ortaya çıkmaktadır. Zira ayakta tedaviler için vekalet sözleşmesi hükümleri geçerlidir. Bununla birlikte, sırf muayene, müşaade veya tedavi amacıyla da olsa hastane dahilinde hasta için devamlı bir oda tahsis edilmişse artık hastaneye kabul sözleşmesinin varlığından söz edilecek ve özel hastane de hastanın yatırılarak tedavi edilmesi edimini üstlenecektir. Bu edimin kapsamını tıbbi müdahale ve hastane bakımı oluşturmaktadır.

Tıbbi müdahale, kişinin ruh ve beden sağlığına yönelik herhangi bir noksanlığı veya hastalığı teşhis ve tedavi etmek, bunun mümkün olmadığı hallerde hastalığı hafifletme, ilerlemesini ve kötüye gitmesini önlemektir. Ayrıca acılarını dindirmek, ortaya çıkmamış ancak çıkması muhtemel hastalıkları önlemek amacıyla kanunun yetkilendirdiği kimselerce tıp biliminin öngördüğü genel kural ve esaslar uyarınca gerçekleştirilen faaliyettir. Hastane bakımı ise tıbbi müdahaleler dışındaki mutad edimler olan hastanın ısınması, yeme – içmesi, barınması, ameliyata hazırlanması, tıbbi müdahale sonrası gerekli denetimlerin yapılması anlamına gelmektedir.

Hastaneye kabul sözleşmesinde olduğu gibi taraflardan birinin birden fazla sözleşme hükümlerinin farklı edimlerini yerine getirmesi karşılığında, diğer tarafın genellikle belli bir sözleşme türüne özgü olmayan bir miktar para ödemesiyle kurulan sözleşmeler, kombine sözleşme olarak nitelendirilmektedir. Nitekim hastaneye kabul sözleşmesinde hastane, vekalet (tıbbi tedavi), kira (oda tahsisi), hizmet (temizlik, bakım) ve satış (yiyecek-içecek verilmesi) sözleşmeleri ile düzenlenen birden fazla edimi yerine getirmekte iken hastanın asli edimi ücretin ödenmesidir.

İçlerinde birbirinden farklı sözleşme tiplerinin unsurlarını barındıran bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklarda, hangi sözleşme tipine ait hükümlerin uygulanacağı sorunu, farklı kuramların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yaratma (kıyas) kuramı kuramlar arasında uygulamaya en elverişli olanı olup bu kurama göre kanunen düzenlenmemiş olan karma sözleşmeler hiçbir sözleşme türünün hükümlerine doğrudan tabi olamaz, ancak uygun düştüğü ölçüde, kıyasen uygulanabilir. Bu sözleşmelerin yorumlanmasında hakim, tarafların karşılıklı menfaatlerini gözetmeli, gerektiğinde karma sözleşmeyi oluşturan edimlerin ait olduğu sözleşme tiplerinin hükümlerini ayrı ayrı, gerektiğinde bu sözleşmelerden yalnızca birini uygulamalı, veya bunları bir kenara bırakıp borçlar hukukunun genel hükümlerinden faydalanmalı, bunlardan bir sonuca varamazsa örf – adet hukukunu uygulamalı, bu da bir sonuç vermiyorsa kendisi kanunkoyucu gibi hareket etmelidir.

Özel hastaneye kabul sözleşmesinin tarafları özel hastane ve hastadır.

Özel hastane, 24708 s. Yönetmelikte asgari olarak öngörülen bina, hizmet ve personel standartlarını haiz olmak kaydıyla, yirmi dört saat süreyle sürekli ve düzenli olarak, bir veya birden fazla uzmanlık dalında hastalara ayakta ve yatırarak muayene, teşhis ve tedavi hizmeti veren; açılma, kapanma ve kullanılma şartları HHK ile düzenlenen hükümlere bağlı olan; gerçek kişi, adi ortaklık, dernek, vakıf veya Türk Ticaret Kanunu kapsamında bir ticari şirket tarafından kurulup işletilen sağlık kuruluşudur. Hasta ise sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan kimsedir.

Hastaneye kabul sözleşmesi, özel hastanenin üstlendiği yükümlülüklere göre farklı şekillerde kurulabilmektedir.

Konumuz olan tam hastaneye kabul sözleşmelerinde hastane işleteni sağlık yardımına ilişkin tüm edimleri (tıbbi tedavi, barındırma, yedirip içirme ve benzeri) üstlenmiştir. Ayırt edici nokta ise hastane bu edimleri kendisine bağlı çalışanlar aracılığıyla yerine getirmekte olup hekimler de buna dâhildir. Daha açık bir anlatımla hastane, tedavinin gereği olan müdahalelerin, ehil personeller tarafından yerine getirilmesi borcunu üstlenmektedir. Bu kapsamda hastane, kendi çalışanı olan hekim eliyle tıbbi tedavi yürütebileceği gibi, dışarıdan hekim getirmekte de serbesttir ve daha önemlisi, hasta herhangi bir hekim seçmeksizin hastaneye başvurduğu takdirde hastane, hekimi bizzat seçme hakkına da sahiptir.

Özel hastanenin tıbbi tedavi dışındaki edimleri üstlenip tıbbi tedavi için hasta ile hekimin ayrı bir vekalet sözleşmesi yaptığı hallerde ise “bölünmüş hastaneye kabul sözleşmesi” kurulmuş olur.

Hastaneye kabul sözleşmesinin kuruluşuna ilişkin olarak özel hükümler bulunmayıp sözleşme, genel hükümlere tabidir. Bu meyanda, TBK m. 1 uyarınca sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulmakta; irade açıklaması, açık veya örtülü olabilmektedir.

Tam hastaneye kabul sözleşmesinde özel hastanenin yükümlülükleri sayılacak olursa;

  • Hastanın Tıbbi Teşhis ve Tedavisini Sağlama,
  • Hastane Bakımını Sağlama,
  • Hastanın Aydınlatılması,
  • Hastanın Rızasının Alınması,
  • Sadakat ve Özen Yükümlülüğü,
  • Kayıt Tutma Yükümlülüğü,
  • Sır Saklama Yükümlülüğü olarak belirlemek mümkündür.

Tıbbi teşhis ve tedavi yükümlülüğünün kapsamını, genel itibariyle ruhen ve/ veya bedenen iyilik hali içinde olmayan hastanın iyileşmesi için tıp bilimi ve uygulamasının öngördüğü standartlara uygun olarak, gerekli dikkat ve özeni göstermek suretiyle teşhisi koymak ve bu teşhise uygun tedaviyi yürütmek oluşturur. Ne özel hastane, ne de hekim, bu yükümlülük ile sonuç borcu altına girer. Daha açık bir ifadeyle hastanın iyileşeceğini taahhüt edemezler; yalnızca iyileşmesi için azami dikkat, özen ve çabayı göstermekle yükümlüdürler. Zira tıbbi tedavi sözleşmesinin bir vekalet sözleşmesi örneği olması, yukarıda da detaylı olarak izah edildiği üzere, vekilin sonuç borcu altına girmeyip yalnızca sonucun elde edilmesi için mesleğinin gerekli kıldığı dikkat ve özeni göstermekle yükümlü olması neticesini doğurmaktadır. Hastane bu sözleşme ile kesin sonuç almayı amaçlamak ve bu amaca uygun sağlık hizmeti sunmakla yükümlü ise de gerekli dikkat ve özeni gösterdiği sürece tedavinin olumlu sonuçlanmamasından sorumlu olmayacaktır. Tedavi olumlu sonuçlanmasa dahi, hastanın ıstırabını azami ölçüde azaltabilmek önemlidir. Hastanenin (ve tedaviyi üstlenen hekimin) tedavi yöntemini seçerken gözeteceği ilk ve en önemli ilke, “en güvenilir yol” ilkesidir. Buna göre hekim, hastanın sağlığını en az riske eden ve iyileştirme ihtimali en yüksek olan yöntemi seçmelidir.

Hastaya uygulanacak tedavi belirlenirken hastanın başkaca rahatsızlıkları bulunup bulunmadığı araştırılmalı, hastanın özelliklerinin uygulanması düşünülen tedaviye nasıl tepki vereceği de dikkate alınmalıdır. Örneğin romatizma ilaçlarının mideye zarar vermesinin muhtemel olduğu düşünülerek hastanın mide rahatsızlığı olup olmadığı sorgulanmalı ve mide koruyucu desteği ile gerekli önlem alınmalıdır.

Hukuka uygun bir tıbbi müdahaleden bahsedebilmek için hastanenin, somut olaydaki müdahale için ehil personel kullanması gerekmektedir.

Tıbbi teşhis ve tedavi yükümlülüğü, niteliği ve kapsamı gereği hastane tarafından üstlenilse de hastanenin ancak hekim ve diğer personellerinin yardımıyla ifa edebileceği bir yükümlülüktür. Bu nedenle hastane hekim ve diğer çalışanları seçmede, dünyada genel kabul görmüş tedavi metotlarının uygulanması hususunda, tıbbi gelişmelerin, yeni teknolojilerin takibinde, araç ve gereçlerin seçiminde ve bakımında, hastane hizmetlerinin düzenlenmesinde ve organizasyonunda, alanında uzmanlardan oluşan üst düzey bir kadro ile çalışmakta, hasta kayıtlarının tutulmasında, hasta ile iletişimin sağlıklı şekilde yürütülmesinde özen göstermekle yükümlüdür.

Hastalığın teşhisi için yapılacak tetkikler tıbbi teşhis ve tedavi yükümlülüğünün kapsamında değerlendirilse de, bunların elverişsiz ortamlarda yapılması; örneğin verilen tahlillerin hastanenin elverişsiz koşulları nedeniyle bozulması; veya tıbbi tedavi için yanlış araç – gereç kullanılması, yangına karşı gerekli önlemlerin alınmaması, oda sıcaklığının veya temizliğinin yeterli olmaması nedeniyle hastalığın ağırlaşması, hastanın durumunun gerektirdiği özel önlemler varsa bunların alınmaması gibi haller hastane bakımını sağlama yükümlülüğüne aykırılık teşkil edecek ve hastane (işletmecisi) aleyhine tazminat sorumluluğu doğuracaktır.

Hastane bakımı kapsamında özel hastanenin sorumluluğunun belirlenebilmesi açısından en detaylı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarından 2009/13-393 E., 2009/452 K. sayılı, 21.10.2009 tarihli kararın incelenmesinde fayda vardır.

İlgili kararda YHGK, intihara meyilli bir akıl hastasının odada tek başına bırakılması, başında onu denetleyecek bir personel olmaması ve odada televizyon kablosu bulunmasını, özel hastanenin hastanın can güvenliğini korumak için gerekli önlemleri almamış olduğu kabulüyle hastanenin kusuru olarak değerlendirmiş ve bu kusurlu davranış ile hastanın vefatı arasında uygun illiyet bağı bulunduğunu belirtmiştir. Kararın gerekçesinde hastanın sağlığı için tıbbi tedavinin başarı durumu ve standardı kadar hastane bakımının da önemli olduğu, örneğin ameliyat öncesi ve sonrası gerekli tetkikler yapılmaz ve önlemler alınmazsa somut olaya göre ameliyatın teknik anlamda ne kadar başarılı geçtiğinin bir anlam ifade etmeyebileceği, ancak hastane bakımının nelerden ibaret olduğunun sınırlı sayıda sayılmasının mümkün olmayacağı, MK m.2 gereğince somut olaya göre dürüstlük ilkesinin gerekli kıldığı tüm tedbirlerin alınması gerektiğine yer verilmiştir. YHGK, bahsi geçen kararda “Hastane işleticisinin “hastane bakımı” kavramı içinde yer alan edimleri konusunda her hal ve şart için geçerli olabilecek kesin bir sayma yapmak mümkün değildir. Ancak, sözleşmede açıkça kararlaştırılmamış olsa bile hastanın sağlık durumu, hastalığın tipi ve ağırlığına göre dürüstlük ilkesinin (T.M.K. m.2) zorunlu kıldığı bütün tedbirleri almak zorundadır. Aksi takdirde, gerekli testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi; kan grubu tespitinde hata yapılması; cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması; ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması; ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı; yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması; bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması; yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması veya yeni hastalığa sebebiyet verilmesi gibi hallerde hastane işleticisi, oluşan zararı tazmin etmek zorundadır…” şeklindeki izah ile örnekleri çoğaltarak nelerin bu yükümlülük kapsamına girebileceğini belirtmiştir.

Hastanın aydınlatılması ve rızasının alınması da yine yüksek önemi haiz, uygulamada uyuşmazlık konusu olarak en çok karşımıza çıkan yükümlülüklerdir. Zira hukuka uygun bir rızadan bahsedebilmek için hastanın uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin artı ve eksi yönleri, başarı ihtimali, uygulanmaması halinde doğacak muhtemel sonuçlar, başta ölüm olmak üzere gelişebilecek komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi gerekir. Nitekim Yargıtay hukuken geçerli rızayı, ancak yeteri kadar aydınlatılmış, baskı altında kalmadan, serbest ve bilinçli bir irade ile verilmiş rıza olarak tanımlamıştır. Aydınlatma, tanı aydınlatması, süreç aydınlatması ve risk aydınlatması şeklinde üç aşamadan oluşmaktadır.

Hastanın aydınlatılması, onun anlayabileceği sade bir dille, mümkün olduğunca tıbbi terim kullanılmadan, tereddüt ve şüpheye yer bırakmaksızın yapılmalı; tıbbi müdahale acil değilse hastanın ölçüp tartma yapabilmesi için ona uygun zaman tanınmalı ve hastanın eğitim durumu ve yaşı gibi özellikleri de dikkate alınmalı; hatta gerektiğinde tercüman kullanılmalıdır.

Her ne kadar yönetmelik sözlü bilgilendirmeden bahsetmiş ve ilgili maddede aydınlatma için herhangi bir şekil şartı düzenlememişse de, mevzuatta öngörülen durumlar ile uyuşmazlığa mahal vermesi tıbben muhtemel görülen tıbbi müdahaleler için alınacak rıza formunun düzenlendiği 26.maddenin formda hangi bilgilerin yer alması gerektiğine dair bölümünde aydınlatmayla ilgili (15.maddede yer alan bilgilerin formda yer alması gerektiğine dair) düzenlemeler de içererek aslında bu hallerde aydınlatmaya da yazılı şekil şartı getirmiş olmaktadır. Zira 15.maddede sayılan bilgilerin rıza formunda yazılı olarak yer alması demek, hastanın bilgilendirilmesinin de yazılı olarak yapılacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yönetmeliğin aydınlatmanın sözlü olarak yapılacağına dair düzenlemesiyle rıza formuna ilişkin düzenlemesinin çeliştiği söylenebilecektir. Kanaatimizce de hastanın detaylı biçimde sözlü olarak aydınlatıldıktan sonra en azından hangi hususlarda aydınlatıldığının yazılı olarak forma geçirilmesi hem hastanın farkındalığı hem de uyuşmazlıklardaki ispat sorununa çözüm getirecektir. Zira hastanın aydınlatıldığının ispat yükü, aydınlatma borçlusu olan hastane üzerinde olduğundan sözlü aydınlatma ile yetinilmesi olası uyuşmazlıklarda ispat sorunu yaratır. Bu nedenle ilk önce HHY m.18’e uygun olarak hasta ile yüz yüze konuşulmalı, hastanın tüm soruları açık ve anlaşılır şekilde cevaplanmalı, daha sonra olası uyuşmazlıkta delil teşkil etmesi için konuşulan hususlar yazılı olarak kayda geçirilmeli ve 26.maddeye uygun olarak rıza formu hazırlanmalıdır. Ne var ki uygulamada aydınlatma süreci matbu hale gelmiş, hastaların çoğunun anlamakta güçlük çektiği standart formlar hastaya yeteri kadar açıklanmaksızın imzası alınmak suretiyle yerine getirilmektedir. Oysa böyle bir uygulamanın yönetmelikle uyuşmadığı izahtan varestedir.

Bu yükümlülüklerin hasta bakımından karşılığını oluşturan ve Hasta Hakları Yönetmeliği’nde düzenlenen hasta hakları ise rıza gösterme, aydınlatılma, tıbbi özen gösterilmesini isteme, bilgi isteme, kayıtları inceleme, özel hayatın gizliliğine saygı, onuru ile ölme, sağlık personelini seçme ve değiştirme, tıbbi gereklere uygun teşhis, bakım ve tedavi hakkı şeklinde sayılabilir.

Özel hastane bu yükümlülükleri ifa yardımcıları aracılığı ile yerine getirdiğinden Türk Borçlar Kanunu m.112’de düzenlenen “yardımcı şahsın fiilinden sorumluluk” ilkesi kapsamında, ifa yardımcısı ile arasında istihdam ilişkisi ve kanunda sayılan diğer şartlar varsa ayrıca TBK m.66’da düzenlenen adam çalıştıranın sorumluluğu uyarınca hastaya karşı sorumludur. Ayrıca somut olayın özelliklerine göre vekaletsiz iş görme de hastanenin hastaya karşı sorumluluğunun belirlenmesinde söz konusu olabilecek kurumlardan biridir.

6098 s. TBK ile sorumsuzluk anlaşmaları bakımından getirilen düzenlemeler (m.115/3, 116/3) uyarınca uzmanlık gerektiren bir hizmet sunan ve meslek icra eden özel hastanelerin gerek kendileri gerekse yardımcı kişiler için hafif kusurlarından sorumlu olunmayacağı kaydıyla sorumsuzluk anlaşmaları yapmaları mümkün değildir.

Hastanın maddi zararları TBK’da sayıldığı üzere bedensel zararlar kapsamında tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından veya yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar; ölüm halinde ise cenaze giderleri, destekten yoksun kalan kişilerin zararları ve ölüm hemen gerçekleşmemişse ölünceye kadarki tedavi giderleri şeklindedir. Ayrıca hastaya ve ağır zarar veya ölüm halinde yakınlarına da manevi tazminat hakkı tanınmıştır.

Hasta ile yalnızca hekim arasında kurulan tıbbi tedavi sözleşmeleri vekalet sözleşmesi olarak nitelendirildiğinden tarafların sözleşmeden doğan hakları da beş yıllık zamanaşımına tabi olmaktadır. Ancak karma kombine sözleşme türü olan hastaneye kabul sözleşmeleri bakımından durum daha farklıdır.

Karma kombine sözleşmeler, birden fazla sözleşme türüne ait edimleri içinde barındıran sözleşmeler olup uygun düştüğü ölçüde, taraflar arasındaki menfaat dengesi de gözetilmek suretiyle diğer sözleşmelerin kıyasen uygulanması söz konusu olmaktadır. Hastaneye kabul sözleşmesinde de zayıf taraf hasta olduğundan, hastanın menfaatine uygun olacak biçimde, genel borca aykırılık zamanaşımı olan on yıllık zamanaşımı uygulanabilecektir. Bununla birlikte eğer hasta yardımcı kişinin fiillerinden sorumluluk, haksız fiil sorumluluğu veya vekaletsiz iş görme gibi sorumluluk esaslarına dayanıyor ise, bunlara ilişkin zamanaşımı sürelerinin uygulanacağı hususunda şüphe yoktur.

Ayrıca 6502 sayılı TKHK ile hasta ve hekim veya hasta ve hastane arasındaki hukuki ilişkiden doğan uyuşmazlıklar bu kanun kapsamına alındığından hastane hastaya karşı “ayıplı hizmetten sorumluluk” ilkeleri kapsamında da sorumlu olacaktır. TKHK ile tüketiciye tanınan seçimlik hakların TBK kapsamında genel hükümlere göre tazminat talep etmeye engel olmadığı da unutulmamalıdır.

Hastanın seçimlik haklardan ayıplı hizmet halinde hizmetin yeniden görülmesini talep edebilmesi için hizmetin yeniden görülmesinde menfaati bulunmalı, hizmetin yeniden görülmesi mümkün olmalı ve hayatın olağan akışı ile dürüstlük kuralına göre de hizmetin yeniden görülmesi özel hastaneden beklenebilir olmalıdır.

Bir diğer seçimlik hak ise ayıp oranında indirim talep etme hakkıdır. Bu hakkı seçen hasta, sağlık hizmeti bedelini öderken ayıp oranında indirim talep edebileceği gibi, bedeli önceden ödemişse ayıp oranındaki kısmının kendisine iade edilmesini de isteyebilir.

Tüketicinin sözleşmeden dönme hakkını kullanması ise sözleşmeyi hiç kurulmamış gibi en baştaki haline getirmekte, bu sebeple de tarafların iade yükümlülükleri sebepsiz zenginleşme hükümlerine tabi olmaktadır. Ancak hastaneye kabul sözleşmesi bakımından hastanın ayıplı hizmet gördüğünden bahisle sözleşmeden dönmesi ve gördüğü hizmeti iade etmesi pek mümkün olmadığından bu seçimlik hak pek uygulanabilir değildir. Henüz tedavi görülmeden hasta haklarının ihlal edilmesi hallerinde ise sözleşmeden dönme mümkün olabilir.

Eserin ücretsiz onarımını isteme hakkı ise ancak bir eser sözleşmesinin mevcut olduğu hallerde söz konusudur.

Tam hastaneye kabul sözleşmesinde özel hastanenin asli yükümlülüğü tıbbi tedavi olmakla birlikte, birçok yan yükümlülüğü mevcut olup hastane bu yükümlülüklerini yerine getirirken yapacağı organizasyonu, üçüncü kişilerin maruz kalabileceği zarar riskini en aza indirgeyerek sağlamak zorundadır. Bu yükümlülükler “organizasyon sorumluluğu” başlığı altında toplanır. Örneğin personellerin seçimi, personellere altından kalkabilecekleri iş yükü verilmesi, akıl hastalarının olduğu bir ortamda kapı, cam, pencere kilitlerinin ve intiharda kullanılabilecek her türlü eşyanın kontrolünün yapılması, ameliyathanenin sterilizasyonu, hastanede verilen gıdaların tazeliğinin kontrol edilmesi, tıp bilimindeki gelişmelerin takip edilerek tedavinin seyrindeki olumlu etkileri ölçüsünde yeni nesil teknik ve cihazların kullanılması, tüm servis ve hizmetlerin aksamadan yürütülebileceği şekilde görev dağılımı yapılması ve personellerin bu görevleri yerine getirip getirmediğinin denetlenmesi gibi işler sağlık hizmetinin gerekli standartlarda görülmesi ve tıbbi tedavinin başarı şansında etkili olup bu işlerin organizasyonu da özel hastanenin yükümlülüğüdür.

Organizasyon yükümlülüklerini asli ve tali olarak ayırmak mümkündür. Tıbbi tedavinin tıbbi standartlara uygun olarak gerçekleştirilebilmesi için gereken asgari düzeydeki ihtiyaçlar (örneğin poliklinik dışında cerrahi birimlerin de kurulması ve buralarda ehil personel bulundurulması gibi) asli organizasyon yükümlülüğünden kabul edilebilirken ikinci derecede önemli olan ve tamamlayıcı nitelikteki yükümlülükler (örneğin kalite kontrol faaliyetleri veya odaların astım, panik atak gibi hastalar için de konforlu olacak şekilde dizayn edilmesi gibi) de tali organizasyon yükümlülükleri olarak kabul edilebilir.

Örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2009/13-393 Esas, 2009/452 Karar sayılı, 21.10.2009 tarihli kararında;

Dava, tedavi hizmetini üstlenen doktor ve hastanenin sorumlulukları kapsamında maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Yasal mevzuat hükümlerinde belirtildiği gibi, kendisine zarar verecek hastanın, durumuna uygun odalar tahsis edilmekle birlikte, odaların hastanın zarar görmesini engelleyecek nitelikte olması da şart koşulmuştur. Bu bağlamda, odalarda özellikle elektrik anahtarı ve prizinin bulunması da yasaklanmıştır. Davalı hastane işleteni, olay yerinde bulundurmaması gereken televizyon anten kablosunun hasta tarafından ele geçirilmesine engel olmayarak, kendisini bağlayan emredici hukuk kurallarına da aykırı davranmıştır. Ayrıca Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 37. maddesinde öngörülen hastanın can güvenliğini sağlama görevini de bu konuda gerekli tedbirleri almayarak yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Böylece, hastanın intiharını engelleyecek yeterlikte ve nitelikte tedbirleri almayarak davacıların murisinin intiharını gerçekleştirmesine engel olamadığı gibi, bu konudaki emredici hukuk kurallarına da aykırı davranan davalı hastane işleteninin, davacılara karşı tazminatla sorumlu olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.

Davaya konu somut olayla ilgisi bakımından, davalı hastanenin, akıl hastası ve intihara meyilli bulunan hastaya bu konuda yetişmiş hemşire görevlendirilmeyerek hasta yakınının refakatçi olarak seçilmesini ve hastanın, hastanede intiharına engel olamayan davalı hastanenin tazminatla sorumlu tutulması gerektiğine karar verilmelidir…

Şeklinde kurduğu hüküm ile hastanın özelliklerine göre gerekli tedbirlerin alınmamasını bir organizasyon kusuru olarak değerlendirerek davacılar lehine tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Uyuşmazlıklarda görevli ve yetkili mahkemenin tayinine geldiğimizde; 6100 s. HMK’nın 2.maddesinde düzenlendiği üzere dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Ancak özel hastanelerin tacir olması halinde sundukları hizmetin de ticari iş olarak kabul edilmesi gerektiğinden yola çıkarak gelişen Yargıtay içtihatları olmuş; bu sebeple de asliye hukuk ve asliye ticaret mahkemeleri arasında sürüncemede kalan, görevsizlik kararıyla sonuçlanan davalar görülmüştür.

28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 s. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile bir tarafın mesleki ve / veya ticari faaliyetini yürüttüğü, diğer tarafın ise böyle bir amaç gütmediği vekalet sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar da tüketici işlemi tanımı içerisine alınmış ve bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklarda tüketici mahkemelerinin görevli olacağı düzenlenmiştir. Böylece büyük ölçüde vekalet sözleşmesi hükümlerine tabi olan tıbbi tedavi sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda da tüketici mahkemeleri görevli kılınmış ve asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleri arasındaki görev tartışması sona ermiştir.

Yetkili mahkeme bakımından ise HMK m.6’da yer alan davalının yerleşim yerinin genel yetkili mahkeme olması, HMK m.10’da yer alan sözleşmeden doğan davaların sözleşmenin ifa yerinde görülebilmesi kurallarına ek olarak tüketici mahkemelerinin de görevli olması sebebiyle TKHK m.73 uyarınca bu davalarda tüketicinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.


Bu konuda ayrıca Gökçe Şahin Candaş'ın "Tam Hastaneye Kabul Sözleşmesi Kapsamında Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu" adlı eserine başvurulabilir.

On İki Levha Yayıncılık

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Istanbul University Faculty of Law, Lawyer, LL.M.