Lexpera Blog

Hukuk Atölyesi #8'in Konuğu: Prof. Dr. Şebnem Akipek

"Medeni hukuk alanında akademisyen olmaya ortaokulda karar verdim."


- Bu bölümde konuğum, Sn. Prof. Dr. Şebnem Akipek Öcal. Hocam, hoş geldiniz.

- Hoş bulduk, çok teşekkür ederim. Uzaktan da olsa seninle beraber olmak çok güzel Furkancığım.

- Çok teşekkür ederim Hocam, bilmukabele. Şebnem Hoca ile bugün kendi akademik geçmişini hem yurt içinde hem de yurt dışında üniversite dışı akademik ve diğer tecrübelerini ve üniversitelere ilişkin konuşacağız. Hemen ilk soruya geçmek istiyorum. Sizin öz geçmişinizi incelediğimde tabii en çok dikkat çeken şeylerden bir tanesi Ankara Hukuk Fakültesine birinci olarak girip buradan yine birinci olarak mezun oluşunuz. Çift birinciliğiniz nedeni ile benim en çok merak ettiğim husus hem lisans yıllarında hem de sonrasında nasıl ders çalıştınız? Hukuk fakültesine giren öğrenciler açısından en bocalanan hususlardan bir tanesi de hukukun nasıl çalışılacağına ilişkin oluyor. Bu konuda neler söylersiniz?

- Valla öncelikle şunu söylemek lazım tabii: Ben ortaokul, lise yıllarımda da çalışkan bir öğrenciydim ama galiba hiç tabiri caizse “inek” öğrenci olmadım. Yani çalışkanlıkla inekliği ben birbirinden biraz ayırt ediyorum. Ben hem sosyalleşmeyi seven hem gezmeyi çok seven ama bir taraftan da ders çalışmaya geldiği zaman çok disiplinli olabilen bir insanım. Yani ikisini birbirinden ayırt etmeyi galiba çok küçük yaşlarda başarmayı öğrendim. Bundan da on üç yaşımda da babamı kaybettim, rahmetli babamın çok büyük bir etkisi var. Ben ortaokula başladığımda, Ankara Koleji mezunuyum, hazırlığa başladığım zaman rahmetli babam söylemişti. “Kızım, eğer hayatında disiplin kurmayı başarabilirsen o disiplinle de çalışmayı da başarırsan hiçbir şeyden korkma çok rahat yapabilirsin ama disiplinli olmazsan dağınık dağınık çalışırsan ne çalıştığından zevk alırsın ne gezdiğinden başka faaliyetlerden zevk alırsın. Bunları çok iyi dengelemeyi başarman lazım.” demişti. Galiba babamın o sözü ben de çok etkili oldu. Çalıştığım zaman gerçekten çalışıp gezdiğim zaman gerçekten gezerim. Yani ikisini birbirinden çok güzel ayırt ederim. Ortaokulda da lisede de bu şekilde çalıştım hep. Rahmetli yengem Jale Akipek, benim amcamın eşi, medeni hukuk profesörü. Yengemi çok severdim zaten ve orta sonda iken karar vermiştim ben medeni hukukçu olacağım, yengem gibi olacağım, hukuk fakültesine gideceğim ve üniversitede kalacağım, yengem gibi medeni hukuk alanında ilerleyeceğim diye. Belki de hedefi çok erken koymak da faydalı oldu diye düşünüyorum. Bir taraftan da fen ve matematik derslerini de çok fazla seven birisiydim. Bizim zamanımızda lisede ayırım o şekilde yapılıyordu, tabii her sene farklılaştığı için, bizim zamanımızda matematik bölümü diye ayrılıyordu, ben matematik bölümü mezunuyum. Üniversite sınavına hazırlanırken de bizim zamanımızda yeni yeni üniversite kursları başlamıştı. Ben hani hedefimi hukuk fakültesi koyduğum için o anlam da çok fazla matematik, fizik, kimya, biyoloji derslerini de çok sevdiğim için hocalarım bana kızmışlardı o derslerde de başarılı olunca. Hani sen matematik şeyin var, bizim zamanımızın yükselen trendi, senin sevdiğin alan, bilgisayar mühendisliği ya da o zamanın en yüksek puanlı yeri Hacettepe İngilizce Tıp veya Boğaziçi’ne ODTÜ’ye gitmen lazım diye. Ben o zaman hukuk fakültesi istediğim için hedef oydu ben de ama çalışkan da olunca bizim zamanımızda bütün soruları çözüyordunuz üniversite sınavında öyle bir şey vardı. O sayede ben diğer soruları da başarılı bir şekilde yapınca hukuk fakültesine baya bir farkla birincilikle girdim, çünkü ilk yüze girmiştim ben aslında üniversite sınavında. Dolayısıyla hasbelkader böyle bir şey oldu. Dolayısıyla hukuk zaten çok istediğim, hayalim bu. Severek girdim, isteyerek girdim, gerçek tercih olarak girdim. Dolayısıyla da öyle bakınca da hukuk fakültesinde de çok zorluk çekmedim. Ama ne yaptım? Bütün derslere devam ettim. Yani bütün derslere derken yüzde doksan diyeyim benim de devam etmediğim arada bazı dersler oluyordu elbette ki… Ama mesela sabahki derslerin tamamına giriyordum ve derste de çok iyi not tutarım. Hala da öyleyimdir, bir şey dinlerken mutlaka not tutarım. Sen fark etmişsindir, siz doktora da sunum yaparken de hep yazıyordum. Dolayısıyla bir şey dinlerken mutlaka not tutarım ve aktif dinlerim, çok iyi dinlerim o anlamda. Duyduğumu da kolay kolay unutmam. Hukuk fakültesindeki başarımı da aslında ona borçluyum, sanılanın aksine çok iyi ders dinlemeye borçluyum. Hani biz de hukuk fakültesi öğrencileri derler ya “Derste bir şey öğrenmiyoruz aslında okuyarak (öğreniyoruz)…”. Hayır, ben her şeyi derste öğrendim. Hala derste öğrendiğim, kulağımda çınlayan cümleler… Fikret Hoca’nın cümleleri, Sabih Hoca’nın cümleleri, birçok hocanın cümleleri hala kulağımda çınlar. Dolaysıyla bu şekilde belki başarılı oldum. Hani bizde sınav öncesi herkes kapanır eve, ben gezerdim. Ne tiyatromdan ne sinemamdan hiç ödün vermezdim ama derse girerdim. Hele sabahtan öğlene kadar yüzde yüz girerdim.

- Hocam o anlattığınız hikaye içerisinde bilgisayar mühendisliği trendi ilgimi çekti çünkü doktora derslerinizde planınızdan bahsetmiştiniz. Henüz ilk okul dönemindeyken ya da orta okuldayken kodlamaya ilişkin bir öğretmeniniz sizle özel olarak ilgilenmişti.

- Tabii tabii. Orta sonda bizim matematik öğretmenimiz İskoç bir hocamızdı, Mr. Fraser. Hala da sağlığı çok iyi, yaşıyor. Benim facebook’tan da arkadaşım, çok da seviyorum kendisini. Mr. Fraser’ı gerçekten hiç unutamam, bana matematiği sevdiren kişi kendisi. Onunla birlikte ben matematiğe çok düştüm ve uğraşmaya başladım. Ve kendisi o zaman böyle kocaman, belki benim durduğum masaya yakın boyutta, bir bilgisayar; yani o zaman bilgisayar falan yok, Türkiye’de doğru düzgün bir şey yok. Kendisi bu alanlarla çok ilgili olduğu için kendi öğrencileri arasından başarılı beş kişiyi seçmişti ve ben de onlardan bir tanesiydim. Bize bilgisayar kursu verdi ve program yapmayı, kodlamayı öğretti. Biz program yaparak böyle basit programlar tabii belli hesaplamalar yapmayı belli şeyler yapmayı (öğretti). O zaman için müthiş bir şeydi tabii, hiç anlamadığımız bir şeydi ve gerçekten ben kendisini hiç unutamamıştım. O sene de babamı da kaybettiğim için… Gerçekten çok keyifli bir zamandı, üç dört aya yakın haftada bir-iki gündü şimdi tam hatırlayamıyorum, dersten sonra bize beş arkadaşımla beraber bir buçuk iki saat bu şekilde eğitim verirdi. Biz baya böyle bilgisayar programları falan… O zaman için tabii hayal bunlar. Düşünün ki işte üç sene sonra bilgisayar mühendisliği Türkiye’de yeni yeni gelişiyor, bana bilgisayar mühendisi ol diyorlar. Yani çok yeni gelişen bir olay, ta üç sene öncesinde orta sonda yaşanan bir şey… Tabii milattan önce, yaşım da ortaya çıkıyor Furkancığım…

- Estağfurullah. Tekrar hukuka dönmek gerekirse ben lisans döneminde sizden ders alamadım ama eşya hukuku temelim zayıf olduğu için doktora yeterliliğe hazırlanırken hatırlarsanız Ufuk Üniversitesi’ne gelip eşya hukuku derslerinizi takip etme fırsatım olmuştu. Orada da tabii naçizane, bana düşmez bunu söylemek ama eşya hukukunu anlatırken çok açık seçik anlattınız ve bol örnek verip net örneklerle öğrencinin zihnine meseleyi kazıyordunuz. Tabii bunun dışında meseleyi aynı zamanda çok sistematik şekilde aktarıyordunuz öğrenciye. Uzun yıllardır ders anlatıyorsunuz tabii ama bu mesleğe yeni başlayacak akademisyenler açısından ders anlatmaya nasıl hazırlanılmalı?

- Beni yetiştiren hocam Prof. Dr. Lale Sirmen. Gerçekten Hocama da çok şey borçluyum bu konuda. Ama Hocamın en büyük özelliği daha ilk günden, ben araştırma görevlisi olarak başladığım günden neredeyse birkaç hafta başladıktan sonra o zaman ODTÜ’de hocam ders veriyordu iktisadi idari bilimlerde borçlar hukuku dersiydi hiç unutmuyorum. Bir gün bir akşam telefon etti bana, tabii cep telefonu falan yok ev telefonundan. Çocuğum sen şurada sen şu derse gidiyorsun şu konuyu anlatıyorsun, diye. Bir anda damdan düşme… O zaman ben düşünmüştüm nasıl anlatmam lazım. Hiç tecrübeniz yok, yeni araştırma görevlisi olmuşsunuz, yirmi iki yaşındasınız, daha yeni mezunsunuz ve hocayla da daha ilk defa çalışmaya başlıyorsunuz, tanımıyorsunuz. Benim lisansta Hocam olmamıştı çünkü Lale Hoca. Ama biliyorum titizliğini de, benim anlattığımı daha sonra ölçecek doğru anlatmış mı anlatmamış mı, sınıf anlamış mı anlamamış mı diye. O gece düşünmüştüm kendi kendime. Benim ne yapmam lazım diye. Şuna karar verdim: Birincisi anlatacağım konuyu çok iyi bilmem lazım. İki, bunu kendim anlayabileceğim şekilde sistematize etmem lazım. Yani kendim ben bunu nasıl anlarım, bana biri anlatıyor olsa nasıl anlatmasını isterim? Ben hep onu ölçü alırım. Ben ne isterim, ne beklerim de onu vereyim? Ona göre de kendi kendime o gün ilk konu irade bozukluğu halleri idi yanlış hatırlamıyorsam. Kendimce irade bozukluğu hallerini çıkardım tek tek, şematize ettim kendimce. Hangi durumda ne olur? Örnekler, Yargıtay kararları… Bunları düzenledim kafamda ve kendim anlayacağım şekilde anlattım. Bu nedenle de çok sistematik oluyor benim derslerim gerçekten. Kendi kafam öyle algılıyor benim. Yani galiba bu…

- Hocam, sübjektif bir kriter ama bu kendinin dinleyeceği bir şeyi ortaya çıkarma yayıncılıkta da var. Özellikle podcast yayıncılarının kendi aralarında birbirlerine en çok tavsiye ettiği şey “Kendinizin dinleyemeyeceği bir yayın yapmayın.”.

- Aynen. Ben de hep öyle yapmışımdır. Yani sana anlatılsa senin anlamayacağın bir şeyi asla öğrencine anlatma.

- Evet ya da keyif almayacağı bir hususu.

- Keyif almayacağı evet, ilgini çekemeyecek bir şeyi… Yani bütün bunları düşünüyorum tabii ki. Sadece dersi anlama değil, ilgiyi çekme, konsantrasyonu tutma… Çünkü öğrencinin konsantrasyonunu tutmak da çok önemli bir şey. Gerekli yerde gerekli örneği verme…

- İngiltere’de LSE’de yüksek lisans tecrübeniz var Hocam. Fakülteden mezun olduktan sonra British Counsel bursuyla oraya gidiyorsunuz. Oradan yöntem bakımından neler öğrendiniz?

- Öncelikle İngiltere’ye gidiş maceramdan da biraz bahsetmem lazım belki. Dördüncü sınıfın son döneminde aldığım ders İleri Muhasebe Uygulamaları dersiydi. Dersimize de anmadan geçemeyeceğim rahmetli Prof. Dr. Ahmet Gökdere (giriyordu.) Bizim oklumuzda iktisat hocasıydı, aynı zamanda bu şekilde seçmeli dersler veriyordu. Hoca şöyle bir şey dedi, çocuklar bu İngiliz hükümeti burslar veriyor, bugüne kadar hiç hukuktan başvuran olmamış hiç hukukçu gitmemiş, dedi. Sizlerin de biliyorum dili iyi. Neden hiç denemiyorsunuz, dedi. Hiç haberimiz bile yok. O zaman internet yok bir şey yok. Böyle şeyleri duymak mümkün değil. Hoca söyleyince bizim birkaç arkadaş ilgimizi çekti. Kalktık British Councel’a, o zaman İngiliz Kültür’e gittik. Öğrendik bursun koşullarını falan. Referans mektubu istiyor, transkript istiyor, belli zamanda mezun olacağınıza dair taahhüt istiyor… Biz daha öğrenciyiz. Ahmet Hoca yazdı verdi bizim referanslarımızı. Neyse ben bu bursa başvurdum. Ondan sonra işte Ahmet Hoca’nın sayesinde yani. Hoca bize söylemese bize böyle bir burs var gidin başvurun diye haberimiz bile olmayacaktı büyük olasılıkla. Sonuç olarak hukukçu olarak bu bursu ilk ben kazandım. Öyle gittim İngiltere’ye. LSE’i de o şekilde seçtim. Benim puanlarım yüksekti oldukça, üç yeri de tercih edebilirsiniz demişleri bana, Cambridge, Oxford, LCE. Fakat LSE’nin bana kattığı şey vizyon oldu. Yani hukuka biraz daha geniş bakmak. Sadece işte Türk-İsviçre Hukukuna bakıyorum değil… Çok farklı şekilde bakmak ve Anglosakson hukukunda da tabii ki her şeyi öğrendim değil, böyle bir iddiam da asla olamaz ama azıcık da olsa bir fikrim oldu diyebilirim ancak. Ama bu fikir bile vizyonunuzu çok fazla açıyor diye düşünüyorum. Bana çok şey kattı. En önemli kattığı şeylerden bir tanesi zorlukla mücadele ve kendi ayaklarınız üzerinde durabilme. O zaman ben böyle hani mali olarak da çok varlıklı olan bir aile değil, babam rahmetli ondan kalan dul yetim maaşı ile geçinen insanlardık biz annemle ben tek çocuğum. Henüz yeni çalışmaya başlamışım, henüz yeni araştırma görevlisi olmuşum işte ondan sonra gittim İngiltere’ye. O dönemde işte bir geliriniz yok, aldığınız burs miktarı çok düşük. Bir kere kendinizi hayata hazırlama olduğunu düşünüyorum, bunun da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hep öğrencilerime bunu söylerim. Kendi ayaklarınız üzerinde mutlaka bir durun, ondan sonra bir hayata başlayın. Zorlukları görün, yaşayın bazı şeyler yaşayarak çok daha güzel öğreniliyor. Tabi bunun yanında çok önemli şeyler de kattı. Mesela Türkiye’de daha çok çok yeni başlayan Fikri ve Sınai Haklar alanı, Intellectual Industrial Property dersi almıştım orada. Onun yanında alternatif çözüm yolları, alternative dispute resolution, dersi almıştım onun içinde mediation benim konumdu. Şimdi çok önemli biliyorsun. Mediation konusunda ilk sunumu ben yapmıştım orada. Türkiye’de ben “arabulucu” kelimesini bile bilmiyordum, yani mediation’ın Türkçesi ne diye düşünüyordum. O kadar olmayan yıllar bu yıllar, 1990-91 tabii bunu da söyleyeyim. Bunlar tabi çok farklı şeyler kattı, çok farklı alanları görmemi sağladı.

- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde, 2009 yılında görülen dini nikaha ilişkin Şerife Yiğit v. Türkiye dosyasında, Türkiye hükümetinin avukatı olarak savunma yaptınız. Hatta ben konuşmanızı keyifle dinledim, hala Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin sitesinde de var. Süreç nasıl gelişti öncelikle, siz nasıl avukatı oldunuz?

- Olay şöyle bir olay. Gerçekten de olaydaki kişi bir dini nikahlı birliktelik yaşıyor, bu birliktelikten çocukları oluyor, baba çocukları tanıyor hani ondan bir sıkıntı yok. Dört taneydi yanlış hatırlamıyorsam, büyüktü zaten hepsi o dönemde. Fakat daha sonra beyefendi vefat ediyor. Vefat ettikten sonra da davacı diyor ki, biz bunca sene birlikte yaşadık, birlikte olduk, çocuklarımız oldu, ben eşimin sosyal güvenlik haklarını almak istiyorum, diyor. Tabii böyle bir şey mümkün değil çünkü tanınan bir evlilik yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iki aşama biliyorsunuz. Öncelikle mahkemede kazanıyor, sonra Yüce Divan’a, yüksek mahkemeye, çıkıyor. Ben o noktada dahil oldum. Beni Dışişleri Bakanlığından aramışlardı, hocam böyle bir şeyde savunma yapar mısınız, diye. Ben de gerçekten çok inandığım bir şey. Şimdi başvurucu noktasında düşünürseniz hani geçekten üzülüyorsunuz. Bilmeden böyle bir birliktelik yaşamış, kendisini evli zannetmiş yıllarca. O anlamda ona bir empati kurup üzülüyorsunuz, hele de bir kadın olarak bir taraftan üzülüyorsunuz. Ama bir taraftan da bambaşka bir şey. Eğer biz bu şekilde dini nikaha bir gerçeklik tanıyacak olursak bu sefer Medeni Kanun’u çöpe atmış olacağız ve başka şeyler de gelecek onunla beraber. Yani bambaşka şeylere yol açmış olacağız ve onun sonu özellikle kadınlar için çok çok tehlikeli olabilir. Medeni Kanunumuzun önemini hepimiz biliyoruz bu anlamda. Dolayısıyla bu şekilde bir savunmaydı. Savunmanın yüzde doksan beşini ben hazırladım tamamen.

- Ben de tam onu sormak istiyordum. Türkiye savunmaya nasıl hazırlandı?

- Ben hazırladım yüzde doksan beşini ama tabi şunu söylemem lazım: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde o zaman Dışişleri Bakanlığı tarafından temsil ediliyorduk ve orada çok kıymetli hukukçularımız vardı. Sürekli orada yerleşik olarak kalan hukukçularımız vardı, onların çok büyük desteği ile tabii ne şekilde sunmanız lazım, ne şekilde sistematize etmeniz lazım, yargıçlar nasıl bir sistematik beklerler diye. Onların çok büyük desteği ile kuşkusuz ama maddi hukuk kısmını tamamen ben hazırlayacak şekilde… Öyle hazırladım savunmayı. Savunmayı yazılı olarak hazırladım daha sonra bana dediler ki sözlü olarak da avukatlığı sizin yapmanızı istiyoruz. Dışişleri Bakanlığından görevlendirilmiş oldum o anlamda. Şimdi Adalet Bakanlığında, o dönem Dışişleri Bakanlığındaydı.

- Akademik dünyaya geçiş yapmak istiyorum Hocam. Siz araştırma ve ders verme faaliyetleri dışında yerli ve yabancı birçok kurumda hukuk müşavirliği, uzman bilirkişilik, işte biraz önce ifade ettik taraf vekilliği, yöneticilik, arabuluculuk, hakemlik gibi çok çeşitli görevlerde bulundunuz. Bu tip görevlerle, bu araştırma ve ders verme faaliyetinin bir arada yürümeyeceğini düşünen akademisyen sayısı da bir hayli fazla öte yandan. Onlara göre akademisyenlik biraz kendisini odaya, kütüphaneye kapatan bir karakteri ifade ediyor. Bu konuda sizin görüşlerinizi merak ediyorum. Bir akademisyenin geleneksel anlamdaki bu araştırma ve ders verme faaliyetleri ile diğer işleri arasında sizce nasıl bir denge olmalı?

- Aslında cevabı sen söyledin: Denge olmalı. Bu denge nasıl olmalı? Ben şunu düşünüyorum Furkancığım: Benim alanım Medeni Hukuk. Bunun içinde aile hukuku da var, sözleşmeler de var, eşya hukuku da var, miras hukuku da var… Yani farklı farklı alanlar var. Artı bağlantılı işte tüketici hukuku, fikri haklar gibi çok çeşitli alanlar da var. Şöyle bir örnek vermek istiyorum sana. Şimdi ben sözleşmelerle ilgili epey bir çalıştım. Sözleşme yapma teknikleri, sözleşme hazırlama dersleri de verdim pek çok kere. Ben hayatımda hiç sözleşme hazırlamadıysam, hiçbir sözleşme nasıl yürüyor bunu gözlemlemediysem, bir sözleşmede ne noktada bir uyuşmazlık çıkabilir bu uyuşmazlıklar nasıl çözülür bunla ilgili hiçbir şey yapmadıysam yani bunun pratiğini bilmiyorsam nasıl size bir sözleşme hazırlama anlatabilirim? Yani bence bu mümkün değil. Bazı şeylerin uygulamasını da görmeniz lazım ki onu teorisiyle ve uygulamasıyla birleştirip harmanlayıp anlatabilesiniz. Ama şunu her zaman söylüyorum, sizlere de hep söylüyorum duymuşsundur mutlaka. Bütün genç arkadaşlarıma bunu öğütlüyorum: Belli aşamalarda sadece akademiye konsantre olun. Bir doktora, sadece akademiye konsantre olun…Bir doçentlik, sadece akademiye konsantre olun. O dönemlerde, o tezlerinizi yazarken, o faaliyetleri yaparken muhakkak akademiye konsantre olun. Ama onun dışında kendi dengenizi kurun. Bu denge bazen bir tarafa kayabilir bazen öbür tarafa kayabilir. Ama ben prensip olarak, beni tanıyan herkes bilir, önceliğim her zaman akademik faaliyettir. Benim dersim varsa dersimin olduğu bir yere ben milyonlar kazanacağım bir iş olsa başka bir iş almam. Bu prensibimi hiç bozmadım hayatımda. Akademik faaliyetim, bir şey yazıyorsam ona konsantre olmam, bir sempozyuma hazırlanıyorsam ona konsantre olmam ve önemlisi öğrencilerim… Önceliğim her zaman öğrencilerimdir. Bilirsin mesela, öğrencimin tezi varsa her şeyi bırakırım önce onu okurum. Öğrencimin ödevi varsa önce ona çalışırım. Ders yaparken fark etmişsindir. Hepinizin ödevini alıp mutlaka okuyup inceleyip o şekilde gelirim. Gelsin anlatsın, ben de yarı kulak dinleyim, ne yaparsa yapsın… Asla asla böyle bir şey yapmadım. Önceliğim dengede hep akademidir ama diğerlerinin de dengeli bir şekilde, bana öğrettiği ölçüde yapılması gerektiğine inanıyorum. Bir şey öğrenmeyeceğim bir şey almayacağım hiçbir işi kabul etmedim bugüne kadar. Allaha çok şükür böyle bir faydası var akademisyenliğin. Yani o iş bana bir şey katmayacaksa o işi hiç yapmadım.

- Hocam her konuğuma sormaya çalıştığım bir sorum var. Sizin ufkunuzu genişleten perspektifinizde kırılmaya yol açan hocalarınız oldu mu? Şimdiye kadar birçok hocanın ismini de zikrettiniz aslında, biraz ipuçlarını da aldım ben oradan ama özellikle akademik karayerinizde bir değişmeye yol açan sizi bir üst aşamaya taşıyan hocalarınız oldu mu? Onlarla anılarınız varsa bunları merak ediyorum.

- En başta ben yengemi söyleyebilirim. Yengeme duyduğum belki saygı, özenme ne derseniz deyin… Benim için yengem Jale Akipek rahmetli en yol gösterici kişidir. Ama şunu söyleyeyim bir küçük anı. Yengemler o zaman Sağlık Sokağında oturuyorlardı, ben Ankara Kolejinde başladım hazırlıkla birlikte. Yengemler de Ankara Kolejine çok yakın yani iki üç dakikalık yürüme mesafesinde oturuyorlardı. Yengem dersinin olmadığı günlerde daha çok evde çalışmayı tercih ederdi. Çok büyük bir çalışma odası vardı, ona da hayrandım zaten. Ankara Kolejinde okurken öğlenleri haftada bir on günde bir, yengemin de müsait olduğu zamanlarda ona öğlen yemeğe giderdim. Çok keyif alırdım. Düşünün işte orta bir çocuğu, koskoca bir profesör, o zaman işte benim için büyük bir insan, evine yemeğe gidiyorsunuz. Yengem mesela bazen kendisi daha geç kahvaltı yapmış olurdu, çok disiplinli ve titiz bir insandı rahmetli. Kendi yemek saati olmazdı onun ona rağmen benimle beraber mutlaka sofraya oturur, ben yemek yerken benimle büyük adam gibi sohbet ederdi. Ben işte bu sohbetlerde her zaman olabildiğince hukuku, medeni hukuku anlatmaya, medeni kanunu tanıtmaya… Yani bunu çok önemserdi yengem. O zaman tabii bu kelimeler hiç kullanılmıyordu işte “toplumsal cinsiyet eşitliği” şimdi kullandığımız kelimeler ama mesela “kadın erkek eşitliği” … Medeni kanunda kadınlara tanınan haklar, kadınların nereden nereye geldiği… Yengem sürekli bu konuları bana yumuşak yumuşak anlatmaya çalışırdı şimdi fark ediyorum tabii. Bu aklınızla onları fark ediyorsunuz. O zaman benim de çok hoşuma giderdi tabii, ben hikaye gibi dinlerdim bazı şeyleri. Ama mesela bunu bende çok önemli bir şey yarattığını düşünüyorum. Bu kadar severek mesleğimi yapmam yengem sayesinde. O kadar sevdirdi ki bana o mesleği… O belki hiç düşünmemişti benim hukukçu olacağımı. Ama en azından belli bazı şeyleri bilerek bir genç kadın olarak yetişmeme çalışıyordu. Bu bende bir medeni hukuk kapısını aralamış oldu. O yüzden benim için birinci kişi yengemdir bunu her zaman söylerim.

- O dönemde o yaşlarda Hocam hukukun kendi içerisindeki ayrımların farkındaydınız değil mi? Onu başta sorma fırsatım olmadı.

- Tabii tabii. Ben hukuk fakültesine başladığımda birçok şeyin farkındaydım bu anlamda. Hep onları duydum. Belki çok algılayarak duymuyorsunuz ama kulağınızda çok yer ediyor ve bu çok önemli bir şey diye düşünüyorum. Bunun yanında benim gerçekten hayata bakışımı çok değiştiren bir kişi, belki hayata bağlanmamı sağlayan kişi. Çünkü işte sonuç itibari ile on üç yaşında babanızı kaybediyorsunuz, tek çocuksunuz, anne ile bir yandan baş başa kalıyorsunuz. Belki bu kadar hayata bağlanıp onu da yapayım, bunu da yapayım, diyemezdim. İşte Mr. Fraser, gerçekten o benim için çok kapı açıcı bir insan oldu. Onun bana duyduğu güven çok önemli bir şeydi benim için. Bu çocuk iyi, bu çocuk yapar şeklinde duyduğu güven bence çok önemli bir şeydi. Ondan sonra da gerçekten Ahmet Gökdere Hocam benim için İngiltere kapısını açan kişi oldu. Belki hiç o bursa başvurmayacaktım, hiç haberim olamayacaktı. O zaman ben vizyonumun çok daha dar olacağını düşünüyorum açıkçası. Ahmet Hocamın bu anlamda gerçekten çok çok büyük bir yeri var benim hayatımda. Ama tabii ondan sonra da kuşkusuz Medeni Hukuk alanında beni yetiştiren hocalarımın, başta Lale (Sirmen) Hoca olmak üzere çok kattığı şeyler var, hakkını ödeyemem bu anlamda. Onun yanında Fikret (Eren) Hocam, rahmetli Fahrettin (Aral) Hocam hepsinin çok katkıları olduğunu söylemem gerekiyor. Rahmetli Ali Naim Hocam… Ali Naim Hocam o titizliği öğretmiştir. Bir kağıt parçasının bile ne kadar önemli olabileceğini… Onun öğrettiği şeyler gerçekten çok farklıdır. Bunlar çok önemli şeyler diye düşünüyorum.

- Hocam lisans üstü döneme ilişkin ben sizin danışmanlığınızı yürüttüğünüz arkadaşlarla konuştum. Bu konuda çok titiz olduğunuza da bizzat şahit oldum kitap çalışması esnasında, onlar da benzer şeyler söylediler. Şunu sormak istiyorum tez yazdırırken neye dikkat edersiniz öncelikle?

- Bana katlanacak olmasına dikkat ederim öğrencinin öncelikle. Çünkü ben hiçbir zaman şunu yapmadım hayatım boyunca, yaz sonra da getir bakalım ondan sonra da bitirirsin. Konu seçiminden başlayarak her aşmada birlikte ilerlemeye çalışıyorum ben. Konuyu seçerken kendisinin seçmesini çok önemsiyorum ama bana birkaç farklı alternatifle gelmesi, onları tartışmamız, sonra kendisinin tekrar düşünmesi ve en sonunda kendisini mutlu edecek. Özellikle doktora tezi, üç dört yıl süren uzun bir süreç ve siz o konuyla beraber dört duvar arasında olacaksınız. Nefret ettiğiniz bir konuyu yazamazsınız. Konuyu mutlaka sevmeniz, benimsemeniz ve içinize sindirmeniz lazım. O yüzden ben biraz çok titizleniyorum konu seçiminde. Gerçekten öğrencimin seveceği, isteyerek yazacağı ve tabii ki konunun benim de biraz destekleyebileceğim bir konu olması lazım. Çünkü ben arkadan öğrencime fark ettirmeden okumaya çalışıyorum aslında. Yani bunu hiçbir zaman söylemiyorum ama ben o konuyu okuyorum, çalışıyorum aslında. Ondan sonra da şunu bekliyorum: Birazcık okuma yapmasını belirli kaynakları toplamasını. O okumalardan sonra bir plan çıkarmasını, içindekiler hazırlamasını. Tabii tez yazılırken o beş yüz kere değişiyor ama o ilk içindekiler çok önemli, ateşleyen o. Onu çıkarmasını önemsiyorum. Ondan sonra biraz daha sistematik çalışmasını çok önemsiyorum. İlla birinci bölümden başlayacaksın, tek tek yazacaksın değil ama hangi bölümden kendince başlamayı istiyorsa o bölümü bitirmeden öbürüne geçme. Biraz orayı, biraz orayı yazayım yapma. Sistematik şekilde çalışmayı öğütlemeye çalışıyorum. Tabii her öğrencim aynı şekilde olmuyor mutlaka ama genelde dikkat ediyor buna öğrencilerim. Genelde on sayfayı yazdın mı bana getir bir bakalım, gerçekten düzgün gidiyor mu atıf usulleri. İçeriksel olarak değil ama şekilsel olarak. Öncelikle o şekli oturtuyoruz. Ondan sonra artık yazdıkça bölüm bölüm okuyarak gidiyorum. Tabii en sonunda en baştan tekrar okuma. Bir de tabii şunu yapmaya çalışıyorum birlikte oturup birlikte üzerinde çalışma, birlikte tartışma. Benim çoğu özellikle doktora öğrencilerim gece ikilerde üçlerde bizim evde çalıştığımız çok oluyor. Öyle bir çalışma yöntemim var. İstiyorum ki ben de gerçekten destek olayım elimden geldiğince. Birlikte ortaya bir şey çıkaralım. Kendi başına bırakayım, ne yapıyorsa yapsın asla yapmıyorum.

- Konu seçimine ilişkin şeyi merak ediyorum hocam, siz de İngiltere de tecrübe etmişsinizdir. Konunun seçiminde mutlaka net formüle edilmiş bir araştırma sorusu bekleniyor Avrupa’daki ve Amerika’daki üniversitelerde. Bizim tezlerimizde bu kadar net bir şey yok. Bunu bir eksiklik olarak değerlendirir misiniz?

- Bunu biraz yaklaşım farklılığı olarak değerlendiriyorum. Anglosakson yönteminde ya da Amerikan orijinde hep net bir araştırma sorusu üzerinden gidilmesi mantığı var. Biz ve kıta Avrupası, Almanlarda da İsviçrelilerde de ben bunu çok fazla görmedim açıkçası benziyoruz o anlamda, biz bir araştırma sorusundan ziyade belli bir konu ile başlıyoruz. Araştırma sorusunu konu içinde giderken geliştiriyoruz. Bu hani tümdengelim tümevarım hikayesi, o anlamda bakmak lazım. Ama sonuçta şu oluyor tabii ki: Özellikle bir doktora tezinde en sonunda ne ortaya koyuyorsun? Mutlaka net bir şeyin ortaya çıkması tabii ki bekleniyor. Ama orada bunu baştan koyabilmen önemli, bizde yürürken koyabilmen önemli.

- Hocam laf lafı açıyor daha fazlasını da dinlemek isterim ama program formatı gereği son soruyu da bir yandan yöneltmek istiyorum. Nasıl bitirmek istersiniz?

- Nasıl bitirmek isterim? Herhalde bundan sonraki geleceğin hukukçularına birkaç söz söylemek isterim gibi geliyor bana. Eğer hukuk alanında çalışmayı düşünüyorsanız hukuk alanında çalışmak bir kere özveriyi gerektiriyor bu kesin. İkincisi, hukuk alanında çalışmak ne olursa olsun özellikle avukatlık yapacaksanız başkalarının sorunlarını yüklenmeyi gerektirir. Hakimlik yapacaksanız başkaları ile empati kurmayı gerektirir. Akademisyen olarak çalışacaksanız insanları çok sevmeyi gerektirir. Yani eğer kişilerle iyi ilişki kurabiliyorsanız hukukçuluğu seçin derim. Kişilerle iyi ilişki kurmayı, empati kurmayı, iletişimi öğrenmeniz gerekir. İyi bir hukukçu, iyi iletişim becerisi olan kişidir. Hakim olarak da savcı olarak da akademisyen olarak da… Akademisyenlerin sadece hukukçuları için değil tamamı için gereken bir şey. Mutlaka iletişim kurmak ve ne olursa olsun yaptığınız işe saygı duyarak yapmak. İşe saygı duyarak yapmak demek de o işi gerçekten özenerek, çalışarak bilerek doğru yapmak demektir. Bundan ödün vermemek lazım. Hukuk gelişen bir alan, sürekli değişen bir alan. Hele avukatsanız, hele hakimseniz, akademisyenseniz zaten evleviyetle, ben bu konuyu nasılsa biliyorum diye girmeyin. Her seferinde dönün mutlaka bir kere bakın. Ben en iyi bildiğimi düşündüğüm alanlarda bile hiçbir şeye bakmasam mutlaka bir kanuna bakarım. Bir kanuna bakayım, acaba bu geçekten böyle mi, beni zihnim yanıltıyor mu? Bundan ne olur ödün vermeyin. Biraz çalışmayı sevmeyi gerektirir hukuk, buna lütfen dikkat edelim. Onu dışında ben hiç pişman olmadım, Allaha çok şükür bundan sonra da inşallah pişman olmam. Hem hukuku çok seviyorum hem kendi alanımı çok seviyorum hem de akademisyenliği çok seviyorum. Şanslı kullardanım bu konuda. On kere dünyaya gelsem on kere aynı mesleği seçerdim bunu çok rahat söyleyebiliyorum., çok şükür. Çok teşekkür ediyorum.

- Hocam çok teşekkür ediyorum çok keyifli bir sohbetti sizi daha fazla da dinlemek isterdim ama maalesef zaman nedeni ile bunu burada kesmek zorunda kalıyorum. Ama umarım pandemi bittikten sonra yine sizinle bu konularda muhabbet edebiliriz. Çok teşekkür ediyorum zaman ayırdığınız için.

- Ben çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok keyifli oldu Furkancığım. Bu vesile ile seni de gördüğüm için çok çok memnunum. Herkese iyi günler diliyorum. Görüşmek üzere…

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Ankara Websitesi
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde araştırma görevlisi.