Lexpera Blog

Konkordato Yargılamalarında Maddi Hukuka İlişkin İhtiyati Tedbir Kararları

Giriş

Yazımızda, uygulanmaya başlandığı 2018 yılından bu yana ülke gündemine girmeyi başaran, hukuk ve iş dünyasının önemli konu başlıklarından biri olmayı sürdüren konkordato uygulamasının, hayli tartışmalı alt başlıklarından birini teşkil eden, konkordato yargılamasında maddi hukuka ilişkin ihtiyati tedbir kararı verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı üzerinde durulacaktır.

1. İhtiyati Tedbir ve Maddi Hukuk Kavramları

İhtiyati tedbir, bir davacının, gerçekleştirilecek yargılama neticesinde davayı kazanması hâlinde dava konusuna kavuşmasını, dava sırasında veya öncesinde güvence altına almaya yarayan geçici hukuki korumaları (tedbirleri) ifade etmektedir.[1] İhtiyati tedbirler, tam ispat şartı aranmaksızın verilir ve kesin hüküm vasfını haiz değildirler.[2]

Maddi (esas) hukuk ise usul (yargılama) hukukunun şeklî niteliğinin aksine, hakların maddi içeriklerini tanımlayan, kaynağını Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu gibi yürürlükteki kanunlardan (pozitif hukuktan) alan hukuk anlamına gelmektedir.[3]

Bu tanımlar ışığında, yazımız konusu olan maddi hukuka ilişkin ihtiyati tedbirlerin, sonuçlarını maddi hukuk alanında doğuran tedbirler anlamına geldiği söylenebilir. Konkordato yargılamaları “hasımsız” davalardan olsa da, niteliği itibariyle sadece davacının hukukunu değil, alacaklılar ile sair üçüncü şahısların hukukunu da etkilemektedir.

2. İflasın Ertelenmesi Kurumu Dönemindeki Uygulama

Konkordato, tasarı aşamasından bugüne, ciddi farklılıklar barındırdığı selefi “iflas erteleme” kurumuyla pek çok açıdan karşılaştırılmıştır. Nitekim yazımız konusuna benzer biçimde, iflas erteleme döneminde de mahkemelerin maddi hukuka ilişkin ihtiyati tedbir kararları verip veremeyeceği hususu oldukça tartışılmış, fakat halefinin aksine iflas erteleme döneminde bu tartışmalar öncelikle doktrinde neticelenmiş, devamla ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay nezdinde doktrinin mutabakatı kabul görmüştür.

Uygulandığı dönemde, gerek doktrin, gerekse uygulamada hemfikir olunan görüşe göre, iflas ertelemede mahkemelerce verilen tedbir kararlarının maddi hukuk alanında sonuçlar doğuran muhafaza tedbirleri olmaması, tedbirlerin, iflas erteleme talebinde bulunanın malvarlığının korunması çerçevesinde kalması gerekmekteydi.[4]

3. Konkordato Uygulamasına Geçiş ve Doktrindeki Tartışmalar

Konkordato uygulamasına geçilmesiyle birlikte, 7101 sayılı İcra ve İflâs Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un ardından, İcra ve İflas Kanunu’nun yeni 287. Maddesinin ilk fıkrası “Konkordato talebi üzerine mahkeme, 286 ncı maddede belirtilen belgelerin eksiksiz olarak mevcut olduğunu tespit ettiğinde derhâl geçici mühlet kararı verir ve 297 nci maddenin ikinci fıkrasındaki hâller de dahil olmak üzere, borçlunun malvarlığının muhafazası için gerekli gördüğü bütün tedbirleri alır.” hükmünü ihtiva etmeye başlamıştır.

Yasa hükmündeki “gerekli gördüğü bütün tedbirler” ifadesi, tedbirlerin kapsamının ne olacağı ve bu kapsamın maddi hukuka ilişkin tedbirleri de içerip içermediği sorununu yeniden gündeme getirmiş ve bir anlamda iflas erteleme dönemindekine benzer bir tartışmanın fitili ateşlenmiştir.

Konu hakkında, iflas erteleme döneminde hâkim olan görüş ile koşut biçimde, mahkemelerin geçici mühlet kararıyla birlikte maddi hukuktan doğan hakların kullanılmasını engelleyen tedbir kararları vermelerinin mümkün olmadığı görüşü pek çok yazarca öne sürülmüştür.[5]

Diğer taraftan, kimi yazarlar konkordatonun, iflas ertelemeden farklılık arz eden yapısı sebebiyle, iflas erteleme döneminde hâkim olan maddi hukuka ilişkin ihtiyati tedbir verilemeyeceği düşüncesinin konkordato için geçerli olmayacağını savunmuştur.[6]

Yine kimi yazarlarca ölçütün, konkordatonun başarısı olduğu ve verilen tedbirlerin kapsamlarının maddi hukuka ilişkin olup olmadığına bakılmaksızın mahkemelerce belirleneceği dile getirilmiştir.[7] Mehaz kanun ve İsviçre doktrininde de, alınacak tedbirlerin borçlunun malvarlığının muhafazası amaçlı olması gerektiği vurgulanmıştır.[8]

4. Yüksek Mahkeme Kararlarındaki Genel Yaklaşım

Doktrindeki tartışmalar bir yana, artık belirli bir maziyi haiz olan konkordato uygulamamıza ilişkin Yüksek Mahkeme kararları incelendiğinde de, maddi hukuka ilişkin tedbir kararı verilemeyeceği iddiasını dile getirir istinaf dilekçelerine istinaden Bölge Adliye Mahkemeleri nezdinde bu konunun gündeme geldiği ve istinaf incelemesine tabi tutulduğu görülmektedir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi’nin E.2019/1672 K.2019/1058 sayılı ve 13.06.2019 tarihli kararında:

“(…) İİK 287/1. fıkrada, 297. maddenin ikinci fıkrasındaki hallerde dahil olmak üzere, mahkemenin, borçlunun malvarlığının muhafazası için gerekli gördüğü bütün tedbirleri alacağı belirtilmiştir. Bu hükmün lafzından da anlaşılacağı üzere, malvarlığının muhafazası için alınabilecek tedbirler sınırlı değildir. Konkordato talebi üzerine kanunda öngörülmeyen ancak mahkemece verilebilecek İhtiyati tedbirlerin amacı, konkordato talep eden borçlunun malvarlığı veya işletmesinin bütünlüğünün korunması ve konkordatonun amacına ulaşmasının sağlanmasıdır. 7101 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılan İflasın ertelenmesi taleplerinde, maddi hukuka İlişkin tedbirlere karar verilemeyeceği kabul edilmekteydi. Konkordatoda ise, maddi hukuka müdahale edebileceğine ilişkin düzenlemeler kanun koyucu tarafından düzenlenmiştir. (…) Yasanın 296. Maddesinde, kesin mühletin sözleşmeler bakımından sonuçları üst başlığı ile ilk fıkrada, sözleşmenin karşı tarafın konkordato projesinden etkilenip etkilenmediğine bakılmaksızın, borçlunun taraf olduğu ve işletmenin faaliyetinin devamı için önem arz eden sözleşmelerde yer alıp da borçlunun konkordato talebinde bulunmasının sözleşmeye aykırılık teşkil edeceğine, haklı fesih sebebi sayılacağına yahut borcu muaccel hale getireceğine ilişkin hükümlerin borçlunun konkordato yoluna başvurmasında uygulanmayacağına yer verilmiştir. Bu düzenlemeler ve konkordatonun amacı göz önünde tutulduğunda, iflas erteleme taleplerinde olduğu gibi maddi hukuka ilişkin tedbirlerin alınamayacağına dair kabul şekli yerinde değildir.”

İfadeleri yer almaktadır. Bu sebeple, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi’nin konkordato yargılamasında maddi hukuka ilişkin ihtiyati tedbir kararları verilebileceği görüşünde olduğu ortadadır. Yine aynı karar metninde yer alan:

“(…) Açıklanan nedenlerle ve özellikle 2004 sayılı İİK 287. maddedeki mahkemenin borçlunun malvarlığının muhafazası için gerekli gördüğü bütün tedbirleri alır düzenlemesi de göz önünde bulundurularak, konkordatonun amacı ile aykırı düşmeyecek olan, borçlu şirketin kendi hesaplarına, geçici mühletin ilan tarihi ve sonrasında gelen paralara bankalarca bloke işleminin uygulanmasının önlenmesi, tedbir kararından sonra gerçekleştirilen bloke işlemlerinin kaldırılmasına ve davacı borçlu şirket tarafından kendisine ödenmesinin talebi halinde, konkordato projesi çerçevesinde ve konkordato komiseri denetiminde kullanımının sağlanması için ihtiyati tedbir kararı verilmesi gerekirken, buna ilişkin talebin gerekçe belirtilmeksizin reddi doğru kabul edilmemiştir (…)”

İfadelerinden yola çıkarak, 17. Hukuk Dairesi’nin, tedbir kapsamı bakımından ölçütünün “konkordatonun amacı ile aykırı düşmemek” olduğunu söylemek mümkündür.

Elbette İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi’nin, yerel mahkemelerce maddi hukuka ilişkin her türlü tedbir kararının verilebileceği görüşünde olmadığını da belirtmek gerekir. Tedbir kararlarının maddi hukuka ilişkin olup olmadığı doğrudan bir ölçüt olarak kabul görmese de “konkordatonun amacı” ile bağdaşma ve bu bağlamda “borçlunun malvarlığının korunması” amacıyla doğrudan uyuşmayan tedbir kararlarının (bu bakımdan İsviçre İcra ve İflas Kanunu ile aynı doğrultuda) verilemeyeceği 17. Hukuk Dairesi tarafından verilen benzer başka kararlarda da[9] ifade edilmiştir.

5. Sık Karşılaşılan ve Bankalar Aleyhine Sonuç Doğuran Tedbirler

Uygulamada, neredeyse her konkordato dosyasına asli müdahil sıfatıyla birden fazla bankanın dâhil olduğu bilinmekle, ilk derece mahkemelerinin maddi hukuka ilişkin tedbir kararlarından üçüncü şahıs durumundaki bankalar da etkilenmektedirler. Sadece bankalar açısından önem arz etmemekle birlikte, bankaların sıklıkla karşılaştığı iki konuyu irdelemek gerekirse:

A. Teminat Mektuplarının Nakde Çevrilmesi Hususunda Verilen Tedbir Kararları

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu, 13.12.1967 tarihli ve 1966/16 Esas, 1967/7 Karar sayılı içtihat birleştirme kararında, banka teminat mektuplarını garanti sözleşmesi olarak nitelendirmiş, kararda, bankanın teminat veren sıfatı taşıdığını ve taahhüdün, esas sözleşmeyi yapan taraflardan ve asıl akitten bağımsız olduğu, bankanın taahhüdünün, lehtarın borcunun geçerliliğine veya varlığına bağlı olmadığı belirtilmiş ve esasen teminat mektubuna dair temel normlara yönelik tartışmaların önü büyük ölçüde kesilmiştir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi E.2020/1522 sayılı ve 09.07.2020 tarihli kararında:

“Lehtarın konkordato talep etmesi sonucu, garanti veren banka ile muhatap arasında kurulan bu sözleşme ilişkisine ihtiyati tedbir yolu ile müdahale edilmesi düşünülemez. Bu durum sözleşme özgürlüğü ilkesine ve mülkiyet hakkına aykırılık teşkil eder. Tedbir kararı, garanti ilişkisine müdahale anlamı taşır ve muhatabın bankaya karşı alacak hakkını ileri sürmesi ve bankanın da borcunu ifa edemez hale gelmesi sonucunu doğurur. Bu sebeple, konkordato talep eden borçluya göre üçüncü kişi konumunda olan alacaklı - muhatap ile garantör banka arasında oluşan sözleşemeye tedbir yolu ile müdahale edilmesi hukuka uygun değildir. (…)”

İfadeleri yer almaktadır. Karar metninin devamında, esasında bu görüşün temelinin, maddi hukuka ilişkin tedbir kararı verilemeyeceğinden ziyade, tedbir kararının borçlunun malvarlığının korunması bakımından doğrudan bir etkisi olup olmadığı noktasına dayandığı söylenebilir. Zira metnin devamındaki:

“(…) Teminat mektubu nakde çevrildiği için konkordato talep eden borçlunun mal varlığında azalma olacağı düşünülse de, teminat mektubu bedeli ödendiği için konkordato talep eden borçlunun aslında borcu ödenmiş olacaktır. Garanti veren banka, teminat mektubu bedelini ödedikten sonra ödediği miktar kadar konkordato talep edenden alacaklı konuma geçeceği için konkordato talep edenin alacak ve borç miktarında bir değişiklik olmaz. Sadece alacaklı sıfatı değişir. Bu kapsamda, teminat mektubunun nakde çevrilmesinin tedbiren durdurulmasına yönelik talep, borçlunun mal varlığının muhafazası kapsamında değerlendirilemez. Teminat mektubunun nakde çevrilmesinin tedbiren durdurulmasına yönelik karar, maddi hukuk alanında sonuçlar doğuran ve borçlu konkordato talep eden şirkete nazaran üçüncü kişi konumunda olanların maddi hukuktan doğan talep ve def-i haklarını etkileyen tedbirler olarak değerlendirilebilir. Konkordato talebinde, gerek geçici mühlet ve gerekse kesin mühlet süresi içerisinde, üçüncü kişilerin sahip oldukları hakları ve yüklendiği borçları etkileyeceğinden bu konuda tedbir kararı verilemez. (…)”

İbarelerden, maddi hukuka ilişkin tedbir kararlarının, alacaklıların değil, “üçüncü kişi konumunda olanların maddi hukuktan doğan talep ve def-i haklarını” etkilemedikleri ve “konkordato talep edenin malvarlığının korunması” hususu ile çelişmedikleri hâllerde verilebileceği anlamı çıkmaktadır. Aynı kararın muhalefet şerhinde, teminat mektuplarına ilişkin tedbir kararlarının verilebileceği görüşü öne sürülse de, bu görüş tamamen teminat mektubunun hukuki niteliği ile gerekçelendirilmiş, tedbir kararının salt maddi hukuka ilişkin oluşunun, söz konusu kararı hukuka aykırı kılmayacağı ifade edilmiştir.

Yine teminat mektubunun paraya çevrilmesi hususunda verilen bir ihtiyati tedbir kararına ilişkin olan Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nin E.2019/2265, K.2020/211 sayılı ve 12.02.2020 tarihli kararında:

“(…) Konkordato talebi ile birlikte üçüncü kişilerin maddi hukuktan kaynaklanan haklarını kısıtlayan tedbir kararı verilip verilemeyeceğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. İİK.'nun 287-(1) maddesinde, mahkemenin borçlunun malvarlığının muhafazası için gerekli gördüğü tüm tedbirleri alacağı hüküm altına alınmıştır. Bu hükümde maddi hukuku ilgilendiren tedbirlerle ilgili bir açıklık yoksa da aynı kanunun kesin mühletin alacaklılar bakımından sonuçlarını düzenleyen 294. maddesinde bir kısım düzenlemeler yapılmış, maddi hukuka ilişkin "takas"ın aynı kanunun 200. ve 201. maddesine tabi olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu düzenlemelere göre; konkordato tedbirlerinin sınırlı da olsa maddi hukuktan kaynaklanan hakları da kapsayacağı görülmekte ise de, tedbir kararlarının "en az müdahale prensibi"ne uygun olarak verilmesi gerekmektedir. En az müdahale prensibi, karşı tarafa en az zarar verebilecek önlem, somut olaya göre onun en çok katlanabileceği, en hafif tedbirdir. Bu ilke kapsamında, hâkimin tedbir kararı verirken tarafların menfaat dengesini ve ihtiyatî tedbirin amacını göz önünde bulundurması gerekli ve zorunludur. Bu sebepledir ki; genel hüküm niteliğindeki HMK.'nun 391-(1) maddesi uyarınca, karar verilecek tedbirin, istemde belirtilen sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı engelleyecek bir çerçevede olması, bunun dışına çıkmaması şekliden genel bir ölçü konulmuştur (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Yetkin Yayınları, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara, 2013, s:1670) Şüphesiz İİK.nun 287. maddesi kapsamında verilecek konkordato tedbirleri belirlenirken de bu ilkelerin dikkate alınması gereklidir. (…)”

İfadeleri yer almakla, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi’nin kararları ile aynı doğrultuda bir yorumla, “konkordato tedbirlerinin sınırlı da olsa maddi hukuktan kaynaklanan hakları da kapsayacağı” dile getirilerek, “en az müdahale prensibi” doğrultusunda borçlunun malvarlığının korunması adına verilecek tedbirlerde, üçüncü kişilerin maddi hukuktan kaynaklanan haklarını kısıtlayan unsurların “dikkate alınması” gerektiği belirtilmiştir.

B. Temlik Cirosuyla Devredilen Kambiyo Senetleri Hakkındaki Tedbir Kararları

Ticaret hayatında pek çok şirketin başvurduğu bir yöntem olmakla birlikte, Bankalar da sıklıkla kredi borçlularının borçlarının ödenmesi zımnında müşterilerinden temlik cirosuyla devraldıkları kambiyo senetlerini mülkiyetine geçirmektedir. Bu tür senetleri de çoğunlukla bankacılar arasında “müşteri çeki” olarak anılan, kredi borçlusunun temlik cirosuyla bankaya devrettiği çekler oluşturmaktadır.

Temlik (devir/nakil) cirosu, senedin zilyetliğinin devriyle, senet üzerindeki mülkiyet hakkıyla beraber senetten doğan tüm hakların devrini sağlar. Bu ciro türü, tam ciro ya da beyaz ciro biçiminde, yani lehine ciro yapılan kişi ismen belirtilerek ya da belirtilmeyerek gerçekleştirilebilir.[10] Dolayısıyla, üzerinde herhangi harici kayıt içermeyen cironun temlik cirosu hükmünde olduğu kabul edilmelidir. Nitekim yerleşik Yargıtay içtihatları da bu doğrultudadır.[11] Aksi yöndeki iddiaların, yani harici kayıt içermeyen bir cironun temlik cirosu değil de rehin cirosu veya tahsil cirosu olduğu iddiasının ispat yükünün tamamen iddiayı ileri süren tarafta olduğu hususu da tartışmasız olgulardandır. Maddi hukukun sınırlarını çizdiği tüm bu normlara rağmen uygulamada yerel mahkemelerin bu tür senetlere ilişkin üçüncü şahısların haklarına halel getirecek şekilde tedbir kararlarına hükmettikleri bilinmektedir.

Mahkemelerce, konkordato başvurucusunun temlik cirosuyla devrettiği senetlerin iadesine ve hatta çoktan tahsil edilmiş çeklerin bedellerinin iadesine yönelik ihtiyati tedbir kararları verildiği bilinmektedir. Özellikle aleyhine tedbire hükmedilen taraf bir banka ise yerel mahkemelerce kambiyo senedi üzerinde temlik cirosu bulunmasına rağmen söz konusu cironun rehin ya da tahsil cirosu olacağı/olması gerektiği haksız ön kabulüyle hareket edildiği gözlemlenmektedir. Temlik cirosuyla devredilen bir kambiyo senedinin yahut bedelinin iadesini istemek açıkça mülkiyet hakkına yönelik müdahale anlamına gelmektedir.

İİK. md. 294/6Konkordato mühletinin verilmesinden önce, müstakbel bir alacağın devri sözleşmesi yapılmış ve devredilen alacak konkordato mühletinin verilmesinden sonra doğmuş ise, bu devir hükümsüzdür.” hükmünü ihtiva etmektedir ki bu maddenin de yerel mahkemeler tarafından verilen isabetsiz tedbir kararlarına dayanak gösterildiği bilinmektedir. Yerel mahkemeler söz konusu hükümlerini, vadesi gelmemiş olan ileri tarihli senetler ve ileri keşide tarihli çeklerin müstakbel bir alacağı temsil ettiği yönündeki hatalı bir tespit ile gerekçelendirmektedir. Oysa kambiyo senetleri, kurucu (yaratıcı) kıymetli evraklardan olup, senede bağlı olan hak senedin düzenlenmesi ile doğmaktadır.[12] Kurucu kıymeti evrakı reddeden görüşe göre de (Domaniç) hak, senedin düzenlenmesinden dahi önce doğmaktadır.[13] Kökeninde alacak hakkı bulunan vadeye bağlı borçlarda, alacak, vadeden önce de mevcuttur ancak vadenin gelmesiyle birlikte ifayı talep etme hakkı doğar.[14] Bu nedenle, temlik cirosuyla devredilen senetlerdeki ileri tarihli vadelere dayanarak bu senetlerin müstakbel bir alacağı temsil ettiği yorumunu yapmak da hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla, bu tür senetlere ilişkin verilen tedbir kararlarının da üçüncü şahısların maddi hukuktan doğan haklarına halel getirmekte ve haklı hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır.

6. Tedbir Kararlarına Karşı Kanun Yoluna Gidilmesinin Engellenmesi

Konkordato yargılamalarında verilen tedbir kararları hakkında yapılacak içtihat taramalarında, konkordato uygulamasının yoğunluğuna tezat biçimde az sayıda karar ile karşılaşılacaktır. Bunun belki de en önemli nedeni, İcra ve İflas Kanunu’nun 287. MaddesininGeçici mühlet talebinin kabulü, geçici komiser görevlendirilmesi, geçici mühletin uzatılması ve tedbirlere ilişkin kararlara karşı kanun yoluna başvurulamaz.” hükmünü ihtiva eden son fıkrasıdır. Söz konusu hükmü barındıran İcra ve İflas Kanunu’nun 287. Maddesinin, 28.02.2018 tarihinde kabul edilen ve 15.03.2018 tarihinde yürürlüğe giren 7101 Sayılı Kanun ile değiştirilmiş olması, ilgili kanun maddesini 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ihtiyati tedbir kararlarına karşı istinaf yoluna gidilebileceğini düzenleyen genel ve eski tarihli 341. Maddesine kıyasla hem yeni hem de özel kanun hükmü durumuna düşürmektedir. Uygulamada, Yerel Mahkemelerin bu hususu gözeterek istinaf başvurularını reddettikleri bilinmektedir ki bu durum, her ne kadar hukuk tekniği bakımından hukuka uygun mahiyette olsa da, “hak arama hürriyeti” bağlamında irdelenmesi gereken bir olgudur.

Yerel Mahkemelerce, verilmiş tedbir kararlarının istinaf incelemesine tabi tutulamayışının, alacaklılar ile üçüncü şahısların maddi hukuktan doğan haklarına olduğu kadar bütünüyle konkordato hukukuna ve konkordato uygulamasının toplum nezdindeki izlenimine gölge düşürme ihtimalinin değerlendirilmeye şayan bir husus olduğunu düşünmekteyiz. Özellikle üçüncü şahısların maddi hukuktan doğan haklarına müdahale edecek şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği konusunda pek çok içtihadın mevcudiyetine rağmen zaman zaman bu tür tedbir kararlarının yerel mahkemeler tarafından verilmeye devam edildiği ve bu tedbirlere yönelik istinaf başvurularının da reddedildiği bilinmektedir.

7. Sonuç

İflasın ertelenmesi uygulamasının kötü niyetli başvurucularca suistimal edildiği hukuk ve iş dünyasında azımsanamayacak bir kesim tarafından kabul görmekteydi. Konkordato uygulaması açısından da böyle bir intiba oluşmaması adına, alacaklılar ile üçüncü kişilerin başta mülkiyet hakkı olmak üzere maddi hukuktan doğan hakları savunmasız bırakılmamalı, hakkın özüne dokunur şekilde ihtiyati tedbir kararı verilmemelidir. Mahkemelerin gerekli gördüğü bütün tedbirleri alabiliyor olması maddi hukuka ilişkin ihtiyati tedbir kararı verebilecekleri şeklinde yorumlanmamalıdır. Zira kişinin maddi hukukunu değiştirecek kararlar nitelik itibariyle ihtiyati tedbir değil hüküm niteliğinde kararlar olmalıdır. Aksi taktirde ihtiyati tedbir kararı, tedbir talep edenin mevcut durumunu muhafaza etmekten ziyade alacaklıların mülkiyet hakkına geri dönülemez şekilde zarar verebilecektir.


Dipnotlar


  1. Kuru, Arslan, Yılmaz, 2014, s. 559. ↩︎

  2. Pekcanıtez, Atalay, Özekes, 2012, s.884. ↩︎

  3. Kuru, Arslan, Yılmaz, 2014, s. 73. ↩︎

  4. Kuru, 2013, s. 1171-1172; Öztek, 2007, s.93; Pekcanıtez, 2016, s.351. ↩︎

  5. Pekcanıtez ve Erdönmez, 2018, s.31-32. ↩︎

  6. Atalay, 2018, s.128. ↩︎

  7. Atalı, Ermenek ve Erdoğan, 2019, s.664. ↩︎

  8. Simil, 2020, s.50. ↩︎

  9. İstanbul B.A.M. 17. H.D., E.2020/1347, K.2020/1580, T.16.07.2020; İstanbul B.A.M. 17. H.D., E.2019/2527, K.2020/741, T.12.03.2020. ↩︎

  10. Ülgen, Helvacı, Kendigelen, Kaya, 2013, s. 158-164. ↩︎

  11. Yargıtay 19. H.D., E.2017/5516 K.2018/3037 T.29.05.2018. ↩︎

  12. Ülgen, Helvacı, Kendigelen, Kaya, 2013, s.24. ↩︎

  13. Ülgen, Helvacı, Kendigelen, Kaya, 2013, s.25. ↩︎

  14. Oğuzman, Barlas, 2011, s.298. ↩︎

Kaynakça

Atalay, O. (2018). Konkordato Reformu Hakkında Değerlendirmeler. Özekes, M. (Yay. Haz.). 7102 Sayılı Kanunla Konkordato ve Elektronik Tebligat Konularında Getirilen Yenilikler içinde (ss. 111- 134). İstanbul: On İki Levha.

Atalı, M., Ermenek İ. ve Erdoğan E. (2019). İcra ve İflâs Hukuku. 2. Bası. Ankara: Yetkin.

Kuru, B. (2013). İcra ve İflas Hukuku El Kitabı. 2. Baskı. Ankara: Adalet.

Kuru, B., Arslan, R. ve Yılmaz, E., (2014) Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı. 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 25. Baskı (Tıpkı Basım). Ankara: Yetkin.

Oğuzman, M.K. ve Barlas, N., (2011) Medenî Hukuk C. I. 17. Bası. İstanbul: Vedat.

Öztek, S. (2007). İflasın Ertelenmesi. İstanbul: Arıkan.

Pekcanıtez, H. (2016). İflâsın Ertelenmesi. Makaleler. C.II. İstanbul: On İki Levha.

Pekcanıtez, H. ve Erdönmez, G. (2018). 7101 Sayılı Kanun Çerçevesinde Konkordato. İstanbul: Vedat.

Pekcanıtez, H., Atalay, O. Özekes, M. (2012) Medeni Usul Hukuku 13. Bası. Ankara: Yetkin.

Simil, C. (2020). Konkordato Mühleti Verilmesinden Önce Bankalara Temlik Edilen Bono ve Çeklerin ya da Bedellerinin İadesinin Gerekip Gerekmeyeceği. Türkiye Bankalar Birliği Bankacılar Dergisi, Mart 2020. “29.10.2020 tarihinde https://www.tbb.org.tr/Content/Upload/dergiler/dosya/87/TBB-112.pdf adresinden erişildi.”

Ülgen, H., Helvacı, M., Kendigelen, A. ve Kaya, A., (2013). Yeni Türk Ticaret Kanunu’na, Yeni Çek Kanunu’na ve Yeni Sermaye Piyasası Kanunu’na Göre Kıymetli Evrak Hukuku. 8. Bası (Tıpkı). İstanbul: On İki Levha.

İstanbul B.A.M. 17. H.D., E.2019/1672, K.2019/1058, T.13.06.2019.

İstanbul B.A.M. 17. H.D., E.2020/1324, K.2020/1522 T.09.07.2020.

İstanbul B.A.M. 17. H.D., E.2020/1347, K.2020/1580, T.16.07.2020.

İstanbul B.A.M. 17. H.D., E.2019/2527, K.2020/741, T.12.03.2020.

Sakarya B.A.M. 7. H.D., E.2019/2265, K.2020/211, T.12.02.2020.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu, E.1966/16, K.1967/7, T.13.12.1967.

Yargıtay 19. H.D., E.2017/5516, K.2018/3037, T.29.05.2018.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Hakkında Av. Uğur Topsakal