Lexpera Blog

Afet Sigortaları Kanunu Kapsamında DASK’a Açılacak Davalarda Zorunlu Arabuluculuk Dava Şartının Değerlendirilmesi

Malum olduğu üzere 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve çok büyük can ve mal kaybına neden olan Marmara Depremi’nden sonra kamu otoritesince deprem zararlarının en aza indirilmesi amacıyla alınan birçoktedbir arasında “Zorunlu Deprem Sigortası”nın hayata geçirilmesi ve Doğal Afet Sigortaları Kurumu’nun (DASK) kurulması yer almaktadır.

Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kurulmuş ve 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu kapsamında faaliyetlerine devam eden kamu tüzel kişiliğini haiz bir kurumdur.

6305 Sayılı Afet Sigortaları Kanunu’nun “Zorunlu Deprem Sigortası Kapsam ve sigorta yapma zorunluluğu” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrasında zorunlu deprem sigortasına tabi olan yapılar açıklanmış ve 3. fıkrada Kanun koyucu tarafından zorunlu deprem sigortası yaptırılabilir demek yerine emredici bir ifade ve düzenleme ile deprem sigortasının yaptırılmasının zorunlu olduğu “yaptırılır” şeklindeki ifade ile ortaya konulmuştur. Dolayısıyla Kanun maddesinin 1. fıkrasında yer alan yapılar bakımından deprem sigortası yaptırmak ihtiyari bir durum olmayıp bir zorunluluk teşkil etmektedir. Deprem sigortasının zorunlu kılınmasında taraflar bakımından birçok menfaat söz konusu olup, deprem sigortasının zorunlu kılınması tarafların sözleşme özgürlüğüne kanun ile getirilmiş olumlu bir müdahale teşkil etmektedir. Kanun ile malik veya intifa hakkı sahiplerine deprem sigortası yaptırma zorunluluğu getirilmiştir. Kanunun 3. maddesinde ise sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarının Bakanlık nezdinde kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları Kurumu tarafından verileceği, kurumun mal varlığının haczedilemez olduğu, iflasa tabi olmadığı, kurumun alacaklarının Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun çerçevesinde tahsil edileceği düzenlenmiştir. Keza, kurumun gelirlerinin nerelerde kullanılacağına ilişkin düzenleme içeren 9. maddesinde elde edilebilecek kârın dağıtılmasına yer verilmemiştir. Bu nedenle de kâr amacı güden bir kuruluş değildir.

DASK kamu tüzel kişiliğine haiz, depremin yıkıcı etkisi nedeniyle meydana gelen zararları zorunlu deprem sigortası çerçevesinde hafifletmeye çalışan kanun ile kurulmuş bir kamu kurumudur. O halde kuruma karşı açılacak davalarda uyuşmazlığın arabuluculuğa tabi olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Zira 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş ve çevresinde meydana gelen ve 10 il başlıca olmak üzere çevre illeri etkisi altında alan depremler dolayısıyla beklenen tahmini dosya adedi yüzbinlerin üzerinde olacaktır. Depremzede olan sigortalıların mağduriyetinin giderilmesi ve tazmin alacaklarına hızlıca kavuşması amacıyla zorunlu arabuluculuk düzenlemesine tabi olup olmadığının tespiti önem arz etmektedir.

A. Serbestçe Tasarruf Edilebilen İşler ve Kamu Düzeni Bakımından Değerlendirme

Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu m. 1/II uyarınca, yabancılık unsuru taşıyanlar da dâhil olmak üzere, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde uygulanır. Arabuluculuk her türlü hukuk uyuşmazlıklarında değil; ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri, bir başka ifadeyle sulh olarak sona erdirebilecekleri hukuk uyuşmazlıklarında uygulanma alanı bulacaktır.

HUAK m.1’in gerekçesinde; “…kamu düzenine ilişkin olan ve dolayısıyla tarafların üzerinde serbestçe tasarrufta bulunmalarına olanak vermeyen hukukî ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında, arabuluculuk kurumuna müracaat edilemeyecektir” denilmiştir.

Kamu düzeni kavramının herkes için geçerli olan bir tanımının yapılması mümkün değildir. Genel bir ifade ile kamu düzeninden kastedilenin ne olduğunu ifade etmeye çalışırsak bir toplumda herhangi bir zaman diliminde geçerli olan ekonomik, ahlaki, siyasi, hukuki sosyal yönden o toplumun tamamının genel çıkarlarını korumayı hedef alan kurallar topluluğudur. Bu bakımdan, her somut olayda kamu düzenine aykırılığın varlığının belirlenmesinde hâkime geniş ölçüde takdir yetkisi tanınmıştır.

Depremin kamu düzeni ile ilişkisi bakımından zorunlu deprem sigortası, sadece kişilerin menfaatini korumaya yönelik getirilmemiştir. Devletin sosyal ve ekonomik görevlerini kolaylaştırdığı için bu sigortanın zorunlu kılınması aynı zamanda devletin de yararınadır. Böylece deprem riski ile karşı karşıya kalanlar, karşılarında güçlü bir devlet, risk taşıyıcı bulacaklarından kamu yararı, güveni ve bu arada milli servet de korunmuş olacaktır.

Nitekim devletin imkânları sınırlı ve kısıtlı olduğundan 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan deprem felaketi bakımından devlet yükümlülüklerini tam olarak yerine getirememiştir. Büyük bir felaket halinde devletin imkânlarının yetersiz kaldığının tecrübe edilmesi sonrasında zorunlu deprem sigortasına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.

Zorunlu deprem sigortası sadece bireylerin menfaatlerini korumak için düzenlenmemiş, sosyal ve ekonomik görevleri kolaylaştırmada devletin yararına da hizmet etmesi için düzenlenmiştir. Deprem sonrası zarar görenlerin büyük bir kısmı devlete olan borçlarını ödeme imkânından belirli bir süre veya tamamen yoksun kalabilirler. Böylece hükûmetler deprem bölgesinde vergiyi düşürmek veya yeni bir kanunla birtakım zamlar yapmak zorunda kalırlar. Ayrıca depremin yıkım etkisi bakımından devlet çoğunlukla büyük meblâğları içeren yardımlarda bulunmak zorunda kalır.

Devlet tarafından bu yardımlar yerine getirilirken bütçede açık meydana gelebileceği gibi diğer kamu hizmetlerinin sağlanmasında ve kaynak aktarılmasında sorun çıkabilir. Dolayısıyla gerçekleşen rizikonun sigortalanmasında ve dağıtılmasında her iki tarafında üstün menfaatleri bulunmaktadır.

Zorunlu deprem sigortasındaki amaçlardan birinin toplumun genel çıkarlarını korumaya çalışmak olduğunun değerlendirilmesi karşısında zorunlu deprem sigortasının kamu düzeni ile ilgili olmadığının söylenebilmesi mümkün olmayacaktır. Doğal Afet Sigortasının zorunlu olarak yaptırılmasında depremde zarar görsün veya görmesin toplumun tamamının menfaati bulunmaktadır.

DASK tarafından zorunlu deprem sigortası kapsamında Afet Sigortaları Kanunu kapsamında sigortalama faaliyetleri yapılmakla birlikte DASK’ın hukuki manada bir sigorta şirketi olmadığı anlaşılmaktadır.

Sigortacılık Kanunu m. 1/3’de; “(3) Sosyal güvenlik kurumları, Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketi ile bu Kanunun denetimle ilgili hükümleri hariç olmak üzere özel kanunlarına göre sigortacılık faaliyetinde bulunan diğer kuruluşlar bu Kanun kapsamında değildir.” kanun kapsamında olmayan kurum ve kuruluşlar açıklanmıştır.

Konu ile ilgisi bakımından DASK özel kanun olan Afet Sigortaları Kanunu kapsamında kurulup faaliyet yürüttüğü için Sigortacılık Kanunu hükümlerine tabi olmayacaktır.

Afet Sigortaları Kanunu’nda Doğal Afet Sigortaları Kurumu’na yukarıda bir kısmı sayıldığı üzere birçok imtiyaz tanınmıştır. Sözleşmenin bir tarafına tanınan bu imtiyazlarda dikkate alındığında yapılan sigortalama faaliyetinin kendine özgü bir sigortalama işi olduğu kabul edilebilecektir.

Ayrıca, “Zorunlu deprem sigortasına ilişkin tarife ve talimatlar ile azami teminat tutarı her yıl Bakan tarafından belirlenir ve Resmî Gazetede yayımlanır. Sigorta primlerinin tespitinde; binanın yüzölçümü, inşaat türü ve kalitesi, binanın üzerinde bulunduğu arazinin zemin özellikleri, deprem riski ve benzeri unsurlar değerlendirilir” (Afet Sigortaları Kanunu m. 13) hükmü gereğince, teminat limitleri ve primler DASK tarafından değil, idare tarafından belirlenmektedir. DASK’ın teminat ve primleri tespit etmek konusunda bir yetkisi bulunmamaktadır.

Özetle Doğal Afet Sigortaları Kurumu; deprem ve depreme bağlı diğer doğal afetler neticesinde meydana gelecek zararların, devletin imkânlarında meydana getirecek olumsuz etkisini azaltmak ve meydana gelen riski paylaştırmak maksadıyla özel kanun çerçevesinde kurulmuş, kendine özgü yapısı ile kamu düzeninin ve toplumun tamamının yararının korunması için zorunlu olarak sigortalama faaliyeti yapan ve kanun ile verilen diğer işleri kamu adına yürüten kamu tüzel kişisidir.

HUAK m.1 hükmü ve gerekçesi ile somut durum birlikte değerlendirildiğinde, Afet Sigortaları Kanunu m.10/1’de belirtilen yapılar için m.10/3'te yer alan kişilerin deprem sigortası yaptırmasının zorunlu olduğu kanunda emredilmiş, tarafların tercihine bırakılmamıştır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri bir haktan söz edilemeyecek olması ve sigorta ilişkisine girip girmeme hakkının daha üstün bir menfaat olan kamu düzeni ve kamu yararının korunması için olumlu olarak sınırlandırılmış olması karşısında taraflar arasındaki uyuşmazlığın arabulucuya tabi olmadığı, uyuşmazlığın yoğun bir şekilde kamu düzeni ile ilgili olduğu değerlendirilmektedir.

B. Ticari Uyuşmazlıklarda Zorunlu Arabuluculuk Bakımından Değerlendirme

Kuruma karşı açılacak davaların zorunlu ticari arabuluculuğa tabi olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ticari uyuşmazlıklardaki zorunlu arabuluculuk TTK m. 5/A maddesiyle düzenlenmiştir. Mezkûr maddenin ilk fıkrası uyarınca; “Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.”

Görüldüğü üzere ticari uyuşmazlıklarda zorunlu arabuluculuktan bahsedebilmek için, evleviyetle ortada ticari bir dava mevcut olmalıdır. Ticari dava ise TTK m. 4 hükmüyle düzenlenmiştir. Ticari davalar doktrinde TTK m. 4 hükmünden hareketle üç kategoride incelenmektedir:

  • Mutlak ticari davalar
  • Havale, saklama sözleşmesi ve fikir-sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan ve bir ticari işletmeyi ilgilendiren davalar
  • Nisbi ticari davalar (Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan davalar)

Kurum bir ticari işletme olmadığı için, Kuruma karşı açılacak davalar hiçbir zaman nisbi ticari dava niteliğinde olamaz. Keza Kuruma karşı açılacak davalar ikinci tür ticari davalardan da değildir.

Dolayısıyla Kuruma karşı açılacak davaların mutlak ticari dava niteliğinde olup olmadığını değerlendirmek gerekmektedir. Mutlak ticari davalar, TTK m. 4/1’de 6 bent halinde sayılan hususlardan doğan hukuk davaları ile özel kanun hükümleri gereği ticari sayılan davalardır.

Mutlak ticari davaların başında, TTK’da öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları gelir. İlk bakışta Kuruma açılacak davaların sigorta ilişkisinden kaynaklandığı ve Sigorta Hukuku’nun TTK’nın altıncı kitabını oluşturduğu gözetilerek Kuruma karşı açılacak davaların da mutlak ticari dava olduğu düşünülebilir.

Bununla birlikte yukarıda açıklanmış olduğu üzere DASK özel kanun olan Afet Sigortaları Kanunu kapsamında kurulup faaliyet yürüttüğü için Sigortacılık Kanunu hükümlerine tabi olmadığı gibi, TTK hükümlerine de tabi değildir. DASK bir sigorta şirketi olmadığından ve dolayısıyla faaliyette bulunmak üzere ruhsatı da mevcut olmadığından, TTK m. 1401/2 uyarınca TTK hükümlerine tabi değildir. DASK ile girilen hukuki ilişkilerden doğan uyuşmazlıklar hakkında Afet Sigortaları Kanunu ve diğer ikincil mevzuat uygulama alanı bulmaktadır. Dolayısıyla DASK’a karşı açılan davalar TTK’da öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları niteliğinde olmadığından ticari dava değildir. Ticari dava niteliğinde olmayan davalar bakımından zorunlu ticari arabuluculuk da söz konusu olamayacaktır.

C. Tüketici Uyuşmazlıklarında Zorunlu Arabuluculuk Bakımından Değerlendirme

DASK’a karşı açılacak davaların zorunlu arabuluculuğa tabi olup olmadığının ikinci olarak tüketici uyuşmazlıklarındaki zorunlu arabuluculuk kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. TKHK m. 73/A ile tüketici uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuk düzenlenmiştir. Maddenin ilk fıkrası uyarınca, “Tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. …”. maddenin devamında ise dava şartı olarak arabuluculuğa tabi olmayan uyuşmazlıklar sayılmıştır.

Bu noktada tüketici mahkemelerinde hangi tür uyuşmazlıkların görüldüğü tespit edilmelidir. Bu husus da TKHK m. 73/1 hükmünde açıklanmıştır. Buna göre tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir.

Tüketici işlemi ise TKHK m. 3/1-(l) bendinde düzenlenmiş olup tüketici işlemi; “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi” ifade eder.

Görüldüğü gibi tüketici işleminden bahsedebilmek için işlemin bir tarafının “ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişi” olması zorunludur. Oysa DASK kamu düzeni gereği kurulmuş olan, deprem ile sınırlı olmamakla birlikte diğer doğal afetler neticesinde meydana gelecek zararların, devletin imkânlarında meydana getirecek olumsuz etkisini azaltmak ve meydana gelen riski paylaştırmak maksadıyla özel kanun çerçevesinde kurulmuş olan, dolayısıyla ticari veya mesleki amaçlarla hareket etmeyen, kar amacıyla kurulmuş olmayan bir kamu tüzel kişisidir. Bu nedenle de DASK ile girilen sigorta ilişkisi hiçbir suretle tüketici işlemi niteliğinde değildir. Tüketici işlemi mevcut olmadığından da tüketici uyuşmazlıklarındaki zorunlu arabuluculuk DASK’a karşı açılacak davalar bakımından söz konusu olamaz.

D. Arabuluculuk Müessesesinin Kapsamı, Niteliği, İşleyişi ve Sonucu Bakımından Değerlendirme

Yukarıda açıklanan başlıklara ek olarak, konuyu bir de “Arabuluculuk” müessesesinin, 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu ile belirlenen kapsamı, niteliği, işleyişi ve sonucu bakımından da değerlendirmek gerekmektedir.

Şöyle ki; yukarıdaki başlıklarda da açıklandığı üzere, 6325 Sayılı Kanun’un 1. maddesinin 2. fıkrası uyarınca; “Bu Kanun, yabancılık unsuru taşıyanlar da dâhil olmak üzere, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde uygulanır. Şu kadar ki, aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli değildir.”

Kanun koyucu, aralarındaki ihtilafı, arabuluculuk yolu ile çözmek isteyen taraflara, Kanun’un 3. maddesinde tanımladığı şekilde, arabuluculuğun temelinde yatan “iradi olma” ve “eşitlik” ilkelerine uygun bir çözüm ve sonuç bağlamayı amaçlamaktadır.

Ancak bu amaç, özellikle “Dava şartı / zorunlu” arabuluculuk konusunda, usuli bir özellik ve farklılık barındırmaktadır.

Zira, Kanun’un amacı, yine Kanun’un “İradi Olma ve Eşitlik” başlığını taşıyan 3. maddesinde hem nitelikleri belirlenmekte hem de bir istisnaya tabi tutulmaktadır; “(1) Taraflar, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda serbesttirler. Şu kadar ki dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin 18/A maddesi hükmü saklıdır.

(2) Taraflar, gerek arabulucuya başvururken gerekse tüm süreç boyunca eşit haklara sahiptirler.

Bu hüküm uyarınca, taraflar, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya vazgeçmek konusunda serbest bırakılmışlardır. Ancak, dikkat edilirse, aynı Kanun’un “Dava şartı / Zorunlu Arabuluculuğa” ilişkin 18/A maddesi istisna tutulmuştur.

Peki bu istisna (18/A maddesi), arabuluculuk sürecinin tamamını farklı bir nitelik ve amaca yönelten bir farklılık getirmekte midir?

Kanun’un 18/A hükmü incelendiğinde, arabuluculuğun temel kapsam ve niteliğindeki tek farklılığın, arabuluculuk sürecine “başvuru aşamasında” bir zorunluluk getirildiği, “başvuruda zorunluluk” dışındaki tüm kapsam, nitelik ve sonucun, arabuluculuk ile aynı olduğu görülmektedir.

Yani, “İradi olma ve Eşitlik” ilkeleri bakımından herhangi bir istisna veya farklılık söz konusu değildir. Bu noktada, Doğal Afet Sigortaları Kurumu’nun taraf gösterileceği “Zorunlu / Dava Şartı Arabuluculuk” işleri, 6325 Sayılı Kanun ile düzenlenen arabuluculuğun usul, kapsam, nitelik ve sonuçlarına uygun olacak mıdır?

Yukarıdaki bentlerde açıklandığı üzere, Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kamu tüzel kişiliğini haiz, devletin temel görev ve fonksiyonunu hafifletmeye çalışan kanun ile kurulmuş bir kamu kurumudur.

6305 Sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca;

(1) Bu Kanuna göre sunulacak sigorta ve reasürans teminatları, Bakanlık nezdinde kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları Kurumu tarafından verilir. Kurumun merkezi, teknik işleticinin idare merkezinin bulunduğu yerdir. Kurumun tescilli isim hakkı Müsteşarlığa aittir.
(2) Kurum ve gelirleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.
(3) Kurum ile bu Kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir.
(4) Kurumun taşınır ve taşınmaz varlıkları ile diğer hak, gelir ve alacakları haczedilemez, Kurum iflas yoluyla takip edilemez. Kurumun süresinde ödenmeyen sigorta primi alacakları, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
(5) Kurumun yıllık hesap, iş ve işlemleri ile harcamaları Müsteşarlık tarafından denetlenir. Müsteşarlık, Kurumun faaliyetlerine ve denetim sonuçlarına ilişkin olarak her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna bilgi verir.

Görüldüğü üzere, özetle; DASK, her türlü vergi, resim ve harçtan muaf, kendisini denetlemeye yarayacak temel kanun ve denetimlere tabi olmayan ve en önemlisi de varlık, hak ve alacakları haczedilemez niteliktedir. Taşıdığı bu nitelikler çerçevesinde DASK, olağanüstü durumlar için yaratılmış, olağanüstü bir kurum niteliğindedir.

Arabuluculuğun, taraflara ilişkin iki temel ilkesinden biri “Eşitlik” olduğuna göre, özellikle Dava Şartı / Zorunlu Arabuluculuk sürecinde de, “Başvurucu” ve “Karşı taraf”ın birbirlerine karşı, sürecin başından sonuna kadar eşitliğinin sağlanması ve sürdürülmesi bir zorunluluktur.

DASK’ın niteliği gereği arabuluculuk sürecinin hiçbir aşamasında, usul ve esas bakımından eşit bir arabuluculuk yürütülemeyeceği açıktır. Zira bir tarafta, sigorta tazminatını talep eden “Başvurucu”; diğer tarafta ise, kamu gücünü ve korumasını arkasına almış, birçok bakımdan muaf, ve cebri icra yolu ile dahi zorlanamayacak “Karşı Taraf” (DASK) bulunacaktır. Bu koşullar altında, 6325 sayılı Kanunun amaçladığı “Eşitlik” unsurunun sağlanabilmesi mümkün görünmemektedir.

Arabuluculuğun diğer temel ilkelerinden biri olan “İradi Olma” ilkesi ise, DASK’ın taraf olacağı arabuluculuk süreçlerinde, daha derin bir problemi gündeme getirmektedir. Zira, 6325 Sayılı Kanun’un 1. Maddesinde her iki tarafın da, “ … ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının“ arabuluculuk konusu yapılabileceği düzenlenmektedir.

Karşı tarafta, DASK’ın bulunduğu, kendisinden parasal bir edim olan sigorta tazminatı talep edilen bir arabuluculuk işinin bir simülasyonunu yapmakta fayda vardır. Akla gelen menfi ihtimaller aşağıda sıralanmaktadır;

  • Bir Zorunlu / Dava Şartı Arabulucluluk işinde, “Başvurucu”, afet nedeniyle ortaya çıkan zararını parasal olarak talep edecektir. Arabuluculuk sürecinin başında, başvurucudan, talep ettiği tazminat niteliğini ve miktarını belirlemesi beklenecektir. Ki, Deprem Afet Sigortası Kanunu kapsamındaki sigorta tazminatının nitelik ve miktarını, başvurucunun belirleyebilmesi mümkün olmayacak, ancak, anlaşmaya esas olmak üzere tahmin veya menfaat miktarını talep edebilecektir.

  • Aynı çerçevede, karşı taraf konumundaki DASK ‘tan da, bu tazminat beklentisine karşılık olacak karşı teklifi beklenecektir. Bu talep ve katşı teklif ortaya çıktığında, tarafların üzerinde uzlaşabileceği gerçek tazminat miktarı, aslında her iki tarafın da “Üzerinde tasarruf edebileceği ve iradi olarak belirleyebilecekleri” bir tutar olmayacaktır.

Özellikle karşı taraftaki DASK bakımından, afet zararlarını hafifletmesi için kurulmuş bir kamu kurumu olması sebebiyle, matematiksel bir hesapla belirlenen sigorta tazminatı konusunda, yukarı veya aşağı yönde bir tasarrufta bulunabilmesi kendisinden beklenemeyecektir.

Dolayısıyla, DASK bakımından, arabuluculuk sürecinde tasarruf edebileceği ve idari olarak belirleyebileceği bir uzlaşma tutarı bulunmamaktadır.

Arabuluculuğun amacı ve sonuç özellikleri bakımından, 6325 Sayılı Kanun’un “Tarafların Anlaşması” başlıklı 18. Maddesi çerçevesinde; taraflar ve avukatları ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılır ve taraflarca imzalanan anlaşma belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesi söz konusudur.

Dolayısıyla, arabuluculuk süreci ve bu süreçle amaçlanan şey, yargısal sürç dışında, her iki tarafın da iradi olarak kabul ettiği ve icra edilebilir ilam niteliğinde bir belge elde edebilmektir.

Başvurucu bakımından, ilam niteliğinde ve icra edilebilir bir belge elde edilmesi, karşı tarafın anlaşmaya uymaması halinde, sigorta tazminatının ilam gücünde bir belgeye bağlı olması büyük önem taşımaktadır.

Ancak, DASK’ın taşınır ve taşınmaz varlıkları ile diğer hak, gelir ve alacaklarının haczedilemez olması, başvurucu bakımından, arabuluculuk sonucunda elde edeceği ilam niteliğindeki belgenin fiilen ve etkin şekilde icra edilememesi sonucunu doğuracaktır.

Keza, DASK’ın icra konusundaki bu koruması, arabuluculuk sürecinde, bunu bir pazarlık unsuru haline getirebilecek, bu da arabuluculuğun eşit ve iradi olma ilkelerinden de sapılmasına sebep olabilecektir. Açıklanan bu sebeplerle, arabuluculuğun, nitelik, süreç ve sonuçları bakımından da, DASK’ın taraf olacağı uyuşmazlıklara uygun olmayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.