Anayasa Mahkemesinin kararlarının türleri, bağlayıcılığı ve etkileri, Türkiye’de anayasa yargısının kabul edildiği tarihlerden günümüze tartışılagelen meseleler. Mahkemenin içtihat yoluyla türettiği karar türleri[1] veya karar gerekçelerinin bağlayıcılığı[2] gibi konular, anayasa tarihimizde hayli derin görüş ayrılıklarına neden oldu ve oluyor.
Bu durum, Türkiye’ye özgü değil. Örneğin merkezileşmiş anayasa yargısının öncü ve başarılı ülkelerinden biri sayılan Almanya’da da aşağı yukarı benzer konular ihtilaflara neden olmuş bulunuyor.[3] Anılan tartışmalar, genel olarak anayasa hukukunun, özel olarak da anayasa yargısının, diğer hukuk dalları ve yargı kollarına nazaran daha genç nitelikte olmasından ileri geliyor.
Bu konudaki tartışmalar bitmiyor. Anayasa Mahkemesinin daha az dikkat çeken karar türlerinden biri, Kemal Gözler’in “Anayasa Mahkemesinin ‘… Yönünden İptal Kararları’ Hakkında Bir Eleştiri” başlıklı makalesiyle ele alınmaya başladı.[4] Gözler’in makalesinden sonra Ömer Gedik, (sonradan makaleye dönüştürdüğü) bir tebliğle[5], Korkut Kanadoğlu ve Battal Niyazi Şahin ise bir makaleyle[6] bu karar türünü ele aldılar. Gedik, bu karar türüne sahip çıkarken; Kanadoğlu ve Şahin, böylesi kararların Alman Anayasa Mahkemesinin içtihatla türettiği “bağdaşmazlık kararı” kapsamında kavranmasının daha işlevsel olabileceği savını işledi.
Ben bu tartışmaları verimli buluyorum fakat bu yazılanlara, konunun yerli yerine oturması için, naçizane üç kısa not düşmek istiyorum. Notlarımdan biri, kurumun Türk anayasa hukuku literatüründeki yeriyle ilgiliyken; ikincisi, kurumun karşılaştırmalı anayasa hukukundaki yeriyle ilgili olacak. Son başlıkta ise karar türünün adlandırılmasıyla bağlantılı önerimi sunacağım.
Fakat bunlardan önce bu karar türünün anlaşılması için, bu kararla ilgili bir örnek vermek gerekiyor.
I. Örnek Karar
Bu konuda bence iyi bir örnek, Emekli Sandığı Kanunu’nun md. 40/1 hükmündeki emeklilik yaşını 65’ten 61’e indiren düzenleme ilgili kararı[7] olabilir. Davaya konu hüküm şöyledir:
İştirakçilerin görevleri ile ilişkilerinin kesilmesini gerektiren yaş haddi 61 yaşını doldurdukları tarihtir. 61 yaşını dolduranların açıktan ve naklen tayinleri yapılamaz. Ancak, personel kanunlarındaki yaş hadlerine ilişkin hükümler ile 43 üncü madde hükmü saklıdır.”
Anayasa Mahkemesi bu hükmün, 65 yaşını dolduranlar bakımından bir anayasaya aykırılık barındırmadığı sonucuna varmış fakat hükmü 65 yaşını doldurmamış olanlar “yönünden” iptal etmiştir. Bu karar uyarınca, 65 yaşın üstündekiler emeklilik hakkına sahip olmaya devam etmiş fakat kuralın 61 ila 65 yaş arasındaki kişiler “yönünden” uygulama bulmaması sağlanmıştır.
Yani Mahkeme, hükmü Kemal Gözler’in dediği gibi “…yönünden iptal” etmiştir.
Bu ilginç bir karardır ve ele aldığımız kuruma iyi bir örnektir. Çünkü karardan sonra kural, hem var hem de yok gibidir.[8]
II. Türk Literatürü: “Sınırlandırma Sorunu”
Bu karar türünün 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren artan şekilde verildiğini ve öğretide de dikkat çektiğini biliyoruz. Fakat konu literatürde “kararlar” bünyesinde değil, somut norm denetiminin bir ögesi olan “davada uygulanacak norm” kapsamında ele alınmıştır.[9] Bu anlamlı bir pozisyondur çünkü Mahkeme, söz konusu kararları bazen, somut norm denetiminin kendine özgü bir yönünden hareketle vermektedir.
Bilindiği gibi somut norm denetimi, Anayasa’nın 152’nci maddesinde düzenlenir. Bu hükme göre:
“Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.”
Anayasa Mahkemesi (AYM), bu hükümde vurgulu biçimde aktardığımız “uygulanacak bir” kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini ifadesine katı bir önem atfetmekte ve gerçekten de önüne gelen kuralın o davada uygulanacak kural olup olmadığını incelemektedir. AYM bu bağlamdaki incelemesini, söz konusu kuralın davada uygulanacak olan kişilerle sınırlı olarak yapmaktadır. Yani Mahkeme, “davada uygulanacak” kavramını hayli daraltmakta; önündeki norma, ona itiraz eden kategoriyle ilgili yönü itibarıyla bir anlam vermektedir.[10]
Mahkemeyi böylesi bir sınırlandırmaya yönlendiren sebebin (en azından sebeplerden birinin) ne olduğunu ise şu açıklamasından anlıyoruz:[11]
“Anayasa Mahkemesi’nin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı yasa hükmünün Anayasa’ya aykırılığı savıyla tekrar başvuruda bulunulamayacağını öngören Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Yasa’nın 28. maddeleri de sınırlama sorunu üzerinde önemle durulmasını zorunlu kılmaktadır.”
Sebep, Anayasa’nın 152’nci maddesinin son fıkrasında, “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.” diye ifade edilen on yıl yasağıdır. Fazıl Sağlam’ın haklı biçimde ifade ettiği üzere; bu yolla, (denetime konu olan kuralın iptal edilmemesi olasılığında) norm incelenmesinin daraltıldığı kesimin dışında kalan kişiler, on yıl yasağından kurtulmaktadır.[12] Kuralın iptal edilmesi durumunda ise iptal kararı, yalnızca bu kesim için hüküm doğurmakta; itiraz konusu kural, diğerleri için varlığını korumaktadır. Başka bir deyişle karar, “iptal” niteliği taşımamakta, sadece belli bir kesim için “ihmal” edilmiş olmaktadır.[13]
Fazıl Sağlam, bu karar türünü, tarihsel bir perspektifle de kavramaktadır. Bu kararın bir “iptal” değil sadece bir “hüküm” olduğunu savunan Sağlam, bunun 1961 Anayasası’nın 152. maddesinin 4. fıkrasında yer alan şu kuralın bir uzantısı gibi görürken haklıdır:
“Anayasa Mahkemesi, diğer mahkemelerden gelen Anayasaya aykırılık iddiaları üzerine verdiği hükümlerin, olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebilir.”
Fakat yazar, böylesi bir kararın bugün normatif dayanağı olmadığını vurgulamaktan geri durmaz; hükmün 1982 Anayasası’nda artık yer almadığını hatırlatır ve tarihsel yorum da yapar. Sağlam’a göre; 1982 Anayasası, AYM’nin itiraz davalarında artık olayla sınırlı ve yalnızca tarafları bağlayıcı karar verme yetkisini ilke olarak kaldırmıştır. Bunu zorlamaya lüzum yoktur.
Bu yerinde belirlemelere, Türkiye’nin somut koşulları uyarınca, katılıyorum.
Geçelim Alman literatürüne…
III. Alman Literatürü: “Kısmî Hükümsüzlük”
Bu karar türünün kökleri Almanya’dadır. Aslında bu sürpriz olmasa gerekir çünkü Alman Anayasa Mahkemesi daha 1960’lı yıllardan itibaren Türk Anayasa Mahkemesini derinden etkilemiştir.[14] Bu etkinin zaman zaman ve özellikle karar türleriyle ilgili olarak su yüzüne çıkması doğaldır. Zira Alman Anayasa Mahkemesi, en çok da karar çeşitliliğiyle tanınan bir mahkemedir.
Almanya’da normal şartlarda mevzuat AYM’ye norm denetimi sonucunda iki türde karar verme yetkisi tanır. Bunlardan biri (i) hükümsüzlük (Nichtigkeit), diğeri (ii) ret kararıdır. Hükümsüzlük, bir bakıma “yokluk” anlamı taşır. Kararın böyle adlandırılması, Federal Almanya AYM’sinin kararlarının geçmişe etkili olmasından (baştan beri hükümsüz kılınmasından) ileri gelir. Dolayısıyla burada Türkiye’deki iptal ve ret kararlarına benzer bir ikilik olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat Alman AYM’si, yıllar içinde bu karar ikilemini içtihatla çeşitlendirmiştir. Bu çerçevede (iii) bağdaşmazlık kararı (Unvereinbarkeit) (iv) çağrı kararı (Appelententscheidung) ve (v) Anayasa’ya uygun yorum kararı (Verfassungskonforme Auslegung) gibi karar türleri geliştirilmiştir.
Çağrı kararları hâlihazırda Anayasa’ya uygun olan ama pek yakın gelecekte büyük olasılıkla Anayasa’ya aykırı sonuç doğuracak olan normlarla ilgili bir ihtar veya yasama organına dönük bir değişiklik çağrısı içeren karar türlerini ifade eder.[15]
Anayasa’ya uygun yorum kararı ise bir normun birden fazla yorumu içinde Anayasa’ya en uygun olanının ortaya konması, Anayasa’ya aykırı olacak yorum biçimlerinin gösterilerek dışlanmasını yansıtan kararlardır.[16] Bu, nüasnlar bir tarafa bırakıldığında Fransa’da “yorum kaydıyla ret” veya bizde “yorumlu ret” olarak bilinen karar türüne denk düşer.
Bağdaşmazlık kararları bir normun Anayasa’ya aykırı olduğunu tespit edip hükmü hükümsüz kılmayan karar türlerini ifade eder. Böylesi bir karar türü, bir boşluk oluşturmamak, normu canlı tutmaya çalışmak ve ayrımcılığı gidermek gibi amaçlarla geliştirilmiştir. Bu kararlar, özellikle eşitsizlik durumlarıyla ilgili olarak verilmektedir. Bir normda, bazı kategori dikkate alınmamış ve/veya değişen süreçlerde metin güncellenmemiş ise söz konusu eksiklik, genelde bağdaşmazlık belirlemesiyle karşılanmaktadır.[17] Böyle bir karar verildiğinde artık bu kararın o norm için bir “uygulama engeli” (Anwendungssperre) yarattığı kabul edilmekte, henüz hükümsüz kılınmamış olan normun güncellenmesi sağlanmaktadır.[18]
Kanadoğlu ve Şahin, AYM’nin bu kararlarını analiz ederken Alman öğretisini esin kaynağı olarak kullanmakta ve Alman AYM’sinin içtihatla türettiği “bağdaşmazlık kararı”nın (Unvereinbarkeit) soruna çare olabileceğini ileri sürmektedir.[19]
Bu anlamlı bir öneridir. Fakat konunun tüm yönleriyle ele alınması için buna bir şerh düşmek gerekir: Bu makalede ele aldığımız karar türü, aslında Almanya’da da son yıllarda sayısı artar biçimde görünür olmaktadır. Fakat bu kararların “bağdaşmazlık” kararı bünyesinde değil “hükümsüzlük” kararları içinde kavrandığını hatırlatmak gerekir.
Almanya’da hükümsüzlük kararları “külli hükümsüzlük” kararı ve “kısmî hükümsüzlük” (Teilnichtigkeit) kararı biçiminde ikiye ayrılarak işlenmektedir. Bu kararların kısmî olması, “normun lafzının indirgenmesi” (“Reduzierung des Wortlauts der Normen”) anlamına gelir.[20]
Yine Alman literatüründe kısmi hükümsüzlük, biri niceliksel diğeri niteliksel olmak üzere iki biçimde ele alınır.[21]
Kısmi hükümsüzlük kararlarının “niceliksel” biçimi (quantitative Teilnichtigkeit), metindeki belli bir cümlenin yazılmamış sayılmasını ifade eder. Örneğin bir kanunun belli bir maddesinde yer alan bir cümlenin hükümsüz sayılması niceliksel bir kısmî hükümsüzlük yaratır.
Kısmi hükümsüzlük kararlarının bir de “niteliksel” biçimi (qualitative Teilnichtigkeit) bulunur. Niteliksel kısmî hükümsüzlük kararı verdiğinde Federal AYM, normun lafzında herhangi bir eksiltme yapmamakta ve fakat anlamlarından birini norm alanının dışına çıkarmaktadır. Zira bu yaklaşıma göre “norm” kavramı, özünde bir alt normlar (subnormen) demetidir. İşte niteliksel bir kısmi hükümsüzlük kararıyla, bu alt normlar demetinin kimi ögeleri daha baştan itibaren demetin dışında çıkarılmış olmaktadır.[22]
Dikkat edilirse bu karar türü, yorumlu ret veya Anayasa’ya uygun yorum içeren kararlara benzer. Fakat aradaki fark, burada yorum olasılıkları arasında değil, somut uygulama biçimleri arasında bir değerlendirme yapılmasıdır. Başka bir deyişle, norma içkin olan olası yorumların değil, somut uygulamalardan birinin dışlanması söz konusudur. Bu dışlama için de Türkiye’deki “… yönünden” kalıbına bir nebze benzer olan “insoweit…” “nichtig, soweit …” (“-dığı kadarıyla”, “-diği/dığı denli”) kalıbı kullanılır.[23]
Somut bir vaka aktarmak, kararın anlaşılmasına yardımcı olabilir. Öğretide, Kurumlar Vergisi Kanunu ile ilgili bir karar bu konuda iyi bir örnek sayılmaktadır.[24] Almanya’da anılan kanun uyarınca siyasi partiler vergiden muaf tutulmuştur. Fakat bu kural yerel seçmen derneklerini vergiden muaf tutmamıştır. AYM bunun eşitlik ilkesine aykırı olduğu sonucuna varmış ve hükmün yerel seçmen derneklerini gelir vergisinden sorumlu tuttuğu kadarıyla Anayasa’ya aykırı saymıştır. Mahkeme, böyle yaparak eksik düzenlemeden gelen iptallerin yaratacağı boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Tabii bu kararların kanun gücünde (Gesetzeskraft) sayılmasının da bir payı vardır.
İlginçtir, bu türden kararlarla ABD’de de karşılaşılmaktadır.[25] FEC v. Wisconsin Right to Life, Inc kararının konusu, 2002 tarihli İki Partili Kampanya Reform Yasası’nın md. 203 hükmüdür. Bu hükme göre genel seçimlerden önceki altmış gün boyunca tarafgir reklamlar için kurumsal fonların harcanması yasaktır. Davacılar, bu hükmün seçmenlerin Senatörleriyle iletişime geçmelerini sağlayan veya onları yargısal adaylarının sahtekarlığına karşı çıkmaya teşvik eden reklamlar yönünden uygulanmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yüksek Mahkeme, bu sava katılmış ve kanun hükmünün, bir adayı desteklemeyen veya karşıtlık yapmayan reklamlara uygulandığı denli Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna varmıştır.[26]
Kuşkusuz bu kararlar bir yandan ilgili belirlemenin mevzuatta açıkça görülmüyor olması ve bu nedenle hukuki kesinliği zedelemesi; diğer yandan Anayasa Mahkemesinin yasama organı üzerinde bir denetim organı olarak rolünü aştığı ve bunun yerine, yasayı aktif olarak tasarlamaya yöneldiği için, haklı olarak eleştirilmektedir.[27] Bence de AYM’nin kararlarının gerekçelerinin bağlayıcılığı ve kanun gücünde olduğu netleştirilmeden ve içtihat sürekliliği sağlanmadan girişilen bu türden açılımlar, anılan risklere kapı aralamaktadır.[28] Bu nedenle konuyu “kısmî iptal” başlığı altında kavrayıp bu yönden eleştirmek mümkündür.
Son olarak, adlandırma meselesine geçelim.
IV. Adlandırma Önerisi: “Bağlamsal İptal Kararı”
Bu karar türü içtihatla türetildiği için nasıl adlandırılacağı konusunda belirsizlikler var. Gözler, bu karar türünü “… Yönünden İptal Kararları’ diye adlandırıyor. Gedik ise bu dava türü için “şartlı iptal”, “görünüşte iptal” veya “belli konuyla sınırlı iptal” gibi alternatif isimler öneriyor. Sırayla sınayalım.
Gözler’in kullandığı “… yönünden iptal kararı” ifadesi ilk bakışta pek anlaşılır değil veya en azından dilsel yönden çok işlevsel sayılmaz. Zaten yazar da “bu karar türüne isim vermek çok zor” diyerek önerisine tereddütle yaklaşır görünmektedir. Bu nedenle başka adlandırmaları sorgulamakta yarar vardır. Dolayısıyla Gedik’in sunduğu “şartlı iptal”, “görünüşte iptal”, “belli konuyla sınırlı iptal” önerilerini sorgulayabiliriz.
Şartlı iptal kavramındaki “şartlı” ifadesinin imlediği koşulun ne olduğu belli değildir. Zaten AYM, bu kararların iptalini bir şarta bağlı tutmuş değildir. Hüküm, belli bir şartın gerçekleşmesi gerekmeden iptal edilmiştir.
Görünüşte iptal kavramı, gerçekte bir iptal yokmuşçasına bir çağrışım barındırmaktadır. Oysa hüküm bir bakıma iptal edilmiştir ve bu iptal olağan biçimde değildir ama “görünüşte” de değildir.
Belli konuyla sınırlı iptal kavramı ise ilk bakışta makul gibidir. Gelgelelim kavramın bünyesindeki “konu” kavramı, bu karar türünü tam olarak yansıtmakta yetersizdir. Zira iptal, sadece ve her zaman için “konu” yönünden değil, belli bir kişi, yer, zaman veya kategori için mümkün olabilmektedir. Başka bir deyişle iptal konusal değil bağlamsaldır.
Bu nedenlerle “bağlamsal iptal kararı” biçiminde bir kullanım pekâlâ önerilebilir. Zira bağlam, “herhangi bir olguda olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü veya bağlantısı”nı anlatan geniş bir kavramdır. Mahkeme, normun somutlaştığı olgunun bir kesiti yönünden iptal kararı verdiği için öğretiyi oluşturan yazarların, hatta bizzat uygulamacıların bu ifadeyi kullanmaları makul görünüyor.
Sonuç
Sonuç itibarıyla bağlamsal iptal kararları kısmi iptalin bir türüdür. Kısmi iptallerde yapılan şey, “norm” kavramının içindeki farklı yorum, uygulama ve olgular kümesinden ayıklamalar yapmaktır. Bu, biçimsel olarak bir sözcüğün hukuk aleminden çıkarılması yoluyla olabileceği gibi, sözcüğün anlam sınırında bir daraltma, içinden belli bir ögenin dışlanması yoluyla da gerçekleşebilir. Böylesi durumlarda, son tahlilde bir “norm alanının dışına çıkarma” edimi vardır. Bu edim, sadece bir karar biçimi olmaz, aynı zamanda “uygulanacak norm” kavramının neyi ifade ettiğiyle ilgili de kritik önem taşır.
Bir anayasa mahkemesinin buna yetkili olup olmadığı ayrı bir meseledir. Bu tartışmaya geçmeden önce yetkiye konu edimin iyi anlaşılması gerekir.
Dipnotlar
Yürürlüğün durdurulması kararı, ihtiyati tedbir kararı, karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar, yokluk kararı, yorumlu ret kararı, ihmal kararı bu türden kararlardandır. ↩︎
AYM’nin kararlarının gerekçelerinin bağlayıcı olmadığı savı geçmişte Osman Can’ın bu kararı yok saymak gerektiğini savunmasıyla; daha yakın geçmişte ise İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesinin bir AYM kararının yok saymasıyla derinleşmişti. Örn. bkz. Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018. Tolga Şirin, “Anayasa Mahkemesinin Şahin Alpay Kararına İlişkin Değerlendirmeler”, Anayasa Hukuku Dergisi, C. 7, S.13, s. 245-268. ↩︎
Örneğin bkz. Senja Kreutzberger, Die gesetzlich nicht geregelten Entscheidungsvarianten des Bundesverfassungsgerichts, (Peter Lang Verlag, 2007). ↩︎
Kemal Gözler, “Anayasa Mahkemesinin ‘… Yönünden İptal Kararları’ Hakkında Bir Eleştiri”, Türk Anayasa Hukuku Sitesi. www.anayasa.gen.tr/yonunden-iptal.htm (Erişim Tarihi: 25 Şubat 2023). ↩︎
Ömer Gedik, “Norm Denetimi Bakımından Otorite Özgürlük Sarmalındaki Türk Anayasa Mahkemesinin Yorum Yöntemlerine İlişkin Bazı Değerlendirmeler”, Anayasa Yargısı, C. 39, S. 1, 2022, s. 289-324. ↩︎
Korkut Kanadoğlu ve Battal Niyazi Şahin, “Anayasa Mahkemesinin Güncel Norm Denetimi ve Bireysel Başvuru Kararları Hakkında Gözlemler”, Anayasa Yargısı, C. 39, S. 1, 2022, s. 1-33. ↩︎
Bu konudaki belirsizlik ilgili mevzuata bir dipnot konulması yoluyla aşılmaya çalışılmaktadır. ↩︎
Fazıl Sağlam, “Anayasa Yargısı’nın Bazı Sorunları”, Bülent Tanör Armağanı, (Legal Yay., 2004), s. 524-549. Kadir Özkaya, “Sınırlama Sorunu ve ‘Davada Uygulanacak Kural’ Sorunu”, Mehmet Turhan ve Hükmet Tülen (ed.), Anayasa Yargısı İncelemeleri, (Anayasa Mahkemesi Yay., 2006), s. 291-329. ↩︎
Sağlam, bu kurum bünyesinde yer alan, anayasal sorunun çözümünde önem taşıması veya kuraldaki bütünlüğün bozulması gibi istisnaları da ortaya koymuştur. Sağlam, a.g.e. ↩︎
Sağlam, s. 527. ↩︎
A.g.e. ↩︎
Örneğin “esaslılık teorisi” (Wesentlichkeitstheorie) bağlamında bkz. Tolga Şirin, Karşılaştırmalı Anayasa Hukukunda Kanun Kavramı, (On İki Levha Yay., 2019), s. 127-138. ↩︎
Tzu-hui Yang, Die Appellentscheidungen des Bundesverfassungsgerichts, (Nomos Verlag, 2003). ↩︎
Anayasa’ya uygun yorum için üç öge bulunmalıdır: (i) Ele alınan kural, lafzı birden çok yoruma olanak tanımalıdır. (ii) Söz konusu kurala dair yorumlardan biri Anayasa ile örtüşebilir olmalıdır. (iii) Bu yorum, kural koyucunun iradesi ile açıkça çatışmamalıdır. Karl August Bettermann, Die verfassungskonforme Auslegung: Grenzen und Gefahren, (C. F. Müller, 1986). ↩︎
Öte yandan geçiş dönemlerindeki boşluk hâlleri, yasama ihmalleri vb. durumlar da bu kategoridedir. Bkz. Klaus Schlaich ve Stefan Korioth, Das Bundesverfassungsgericht: Stellung, Verfahren, Entscheidungen, (C.H. Beck, 2021). ↩︎
Bu konuda bkz. Peter E. Hein, Die Unvereinbarkeitserklärung verfassungswidriger Gesetze durch das Bundesverfassungsgericht, (Nomos, 1988) ↩︎
Kanadoğlu ve Şahin, s. 11. ↩︎
Schlaich ve Korioth, rn 384. Reduzierung sözcüğü için farklı öneriler getirilebilir. Sınırlandırma, düzeltme, eksiltme, azaltma ve indirgeme biçimindeki farklı sözcüklerden yaygın olarak indirgeme kullanıldığı için onu yeğledik fakat mantıken normun içindeki ögelerden en az biri “eksiltildiği” için eksiltme ifadesi daha yerinde olabilirdi. Öneriler için bkz. Osman Nazım Kıygı, Wörterbuch der Rechts- und Wirtschaftssprache, (C. H. Beck, 1999), s. 639. ↩︎
Kurumun hukuki mantığı Alman Medeni Kanunu’nda (BGB, md. 139) bulunmaktadır. Christian Hillgruber ve Christoph Goos, Verfassungsprozessrecht, (C. F. Müller, 2015), rn 534. Özel hukukta, kanun belli bir şey için bir azami had öngörmüş ve fakat taraflar bunun üstünü kararlaştırmışsa; tarafların, azami haddi kararlaştırmış sayılmaları da normda bir indirgeme örneğidir. Bu konularda ayrıca bkz. Veysel Başpınar, Borç Sözleşmelerinin Kısmi Butlanı, (Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yay., 1998). ↩︎
Schlaich ve Korioth, rn 386. ↩︎
A.g.e. ↩︎
Lothar Determann ve Markus Heintzen, “Constitutional Review of Statutes in Germany and the United States Compared”, Journal of Transnational Law & Policy, Vol. 28, 2018-2019, s. 110. Alman Medeni Usul Kanunu’nda yer alan (ZPO, md. 554) “Şikâyetin değerinin altmış bin Alman Markını aştığı parasal taleplere ilişkin hukuki ihtilaflarda, temyiz mahkemesi, hukuki meselenin temel bir önemi yoksa temyizi kabul etmeyi reddedebilir.” biçimindeki kuralı “Ön incelemeden sonra başarı şansı bulunan temyizlere uygulanmasına da atıfta bulunulduğu ölçüde kural hükümsüzdür.” diyerek iptal etmiştir. Bu karar da epey yankı uyandırmıştır. Bkz. BVerfGE 49, 148 ve BVerfGE 54, 277. ↩︎
Determann ve Heintzen, s. 110. ↩︎
FEC v. Wisconsin Right to Life, Inc, 51 U.S. 449. ↩︎
Hans Lechner ve Rüdiger Zuck, Bundesverfassungsgerichtsgesetz Kommentar, (C. H. Beck, 2015) §78, rn 6 vd. ↩︎
Kemal Gözler’den farklı olarak, içtihatla karar türü türetilmeyeceği düşüncesinde değilim. Ömer Gedik’ten farklı olarak içtihadi açılımların hukuki öngörülebilirlik sorunu yaratmaması gerektiği hassasiyetini daha çok öne çıkarıyorum. ↩︎
Kaynakça
BAŞPINAR, Veysel. Borç Sözleşmelerinin Kısmi Butlanı, (Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yay., 1998).
BETTERMANN, Karl August. Die verfassungskonforme Auslegung: Grenzen und Gefahren, (C. F. Müller, 1986).
DETERMANN, Lothar ve Markus Heintzen. “Constitutional Review of Statutes in Germany and the United States Compared”, Journal of Transnational Law & Policy, Vol. 28, 2018-2019, s. 95-118.
GEDİK, Ömer. “Norm Denetimi Bakımından Otorite Özgürlük Sarmalındaki Türk Anayasa Mahkemesinin Yorum Yöntemlerine İlişkin Bazı Değerlendirmeler”, Anayasa Yargısı, C. 39, S. 1, 2022, s. 289-324.
GÖZLER, Kemal. “Anayasa Mahkemesinin ‘… Yönünden İptal Kararları’ Hakkında Bir Eleştiri”, Türk Anayasa Hukuku Sitesi. http://www.anayasa.gen.tr/yonunden-iptal.htm
HEIN, Peter E. Die Unvereinbarkeitserklärung verfassungswidriger Gesetze durch das Bundesverfassungsgericht, (Nomos, 1988).
HILLGRUBER, Christian ve Christoph Goos, Verfassungsprozessrecht, (C. F. Müller, 2015).
KANADOĞLU, Korkut ve Battal Niyazi Şahin, “Anayasa Mahkemesinin Güncel Norm Denetimi ve Bireysel Başvuru Kararları Hakkında Gözlemler”, Anayasa Yargısı, C. 39, S. 1, 2022, s. 1-33.
KIYGI, Osman Nazım. Wörterbuch der Rechts- und Wirtschaftssprache, (C. H. Beck, 1999).
KREUTZBERGER, Senja. Die gesetzlich nicht geregelten Entscheidungsvarianten des Bundesverfassungsgerichts, (Peter Lang Verlag, 2007).
LECHNER, Hans ve Rüdiger Zuck. Bundesverfassungsgerichtsgesetz Kommentar, (C. H. Beck, 2015).
ÖZKAYA, Kadir. “Sınırlama Sorunu ve ‘Davada Uygulanacak Kural’ Sorunu”, Mehmet Turhan ve Hükmet Tülen (ed.), Anayasa Yargısı İncelemeleri, (Anayasa Mahkemesi Yay., 2006), s. 291-329.
SAĞLAM, Fazıl. “Anayasa Yargısı’nın Bazı Sorunları”, Bülent Tanör Armağanı, (Legal Yay., 2004), s. 524-549.
SCHLAICH, Klaus ve Stefan Korioth. Das Bundesverfassungsgericht: Stellung, Verfahren, Entscheidungen, (C.H. Beck, 2021).
ŞİRİN, Tolga. “Anayasa Mahkemesinin Şahin Alpay Kararına İlişkin Değerlendirmeler”, Anayasa Hukuku Dergisi, C. 7, S.13, s. 245-268.
ŞİRİN, Tolga. Karşılaştırmalı Anayasa Hukukunda Kanun Kavramı, (On İki Levha Yay., 2019), s. 127-138.
YANG, Tzu-hui. Die Appellentscheidungen des Bundesverfassungsgerichts, (Nomos Verlag, 2003).
AYM, E. 2003/67, K. 2003/88, T. 08/10/2003.
BVerfGE 49, 148.
BVerfGE 54, 277.
FEC v. Wisconsin Right to Life, Inc, 51 U.S. 449.