Anayasa Mahkemesi’nin “Hâkim Kanundaki Süreleri Artıramaz veya Eksiltemez” Kuralına Bakışı
Giriş
Yargılama hukukuna hâkim olan “geciken adalet, adalet değildir” ilkesinin medeni usul hukukundaki yansımalarından biri de adil yargılanma hakkının bir unsuru olan makul sürede yargılanma hakkıdır. Bu hakkın temini için medeni usul hukukunda başvurulan en etkili araçlardan biri sürelerdir.
Süreler, yargılamanın sürüncemede kalmaması, tarafların yargılamayı uzatıcı davranışlardan men edilmesi, hâkimin yargılamayı aksatacak uygulamalardan uzaklaşması, yargılamanın hızlı bir şekilde sona ermesi amacıyla benimsenen medeni usul araçlarıdır.[1] Bu bağlamda süreler usule ilişkin bir hakkın kullanılması veya usule ilişkin bir yükümlülüğün yerine getirilmesi için kanun veya hâkim tarafından belirlenen zaman aralığıdır.
Süreler, kanun tarafından belirlenen ve hâkim tarafından belirlenen süreler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kanun tarafından belirlenen süreler kural olarak kesindir (HMK m.94/1). Ayrıca kanun tarafından belirlenen süreler kural olarak hâkim tarafından artırılıp azaltılamaz (HMK m.90/1).
Kanun yollarına başvurur süreleri kanunda belirtilen sürelerdir. Bu sebeple kanun yollarına başvuru süreleri kesindir ve hâkim tarafından değiştirilemez. Ancak Anayasa Mahkemesi son zamanlarda bireysel başvuru incelemelerinde bu kurala yeni bir yorum getirmektedir. Şöyle ki; icra mahkemelerinde verilen kararlara karşı istinaf yoluna başvuru süresi on gündür (İİK m.363/1). İlk derece mahkemesince kararda “iki hafta içinde” istinaf yoluna başvurulacağı yazılmış olsa dahi istinaf süresi uzamaz. Fakat, Anayasa Mahkemesi, bu durumda iki haftalık sürenin esas alınması gerektiği, on günlük sürenin dolduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmesinin adil yargılanma hakkına müdahale olduğu gerekçesiyle bireysel başvuruları haklı bulmakta ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmektedir.[2]
Anayasa Mahkemesi’nin bu yaklaşımı, mahkeme eliyle yanıltılan tarafın adil yargılanma hakkının ihlali konusunda tutarlı ise de HMK’nın 90/1 hükmünü bertaraf etmekte konusunda doyurucu gerekçe içermemektedir.
Bu çalışmada, öncelikle HMK’nın süreler ile ilgili kısmı ele alınacak, sonrasında Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı değerlendirilecektir.
I. Medeni Usul Hukukunda Süreler
Süreler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 90-94 maddelerinde düzenlenmiştir.[3] HMK’da süreler, esas olarak kanun tarafından verilen süreler ve hâkim tarafından verilen süreler şeklinde tasnif edilmiştir.[4] Bunun yanında kesin süreler ve kesin olmayan süreler; tefhimle başlayan süreler ve tebliğle başlayan süreler gibi sınıflandırmalar da bulunmaktadır.
Konumuz itibariyle önem arz eden, kanun tarafından verilen (belirlenen) süreler ve hâkim tarafından verilen (belirlenen) süreler şeklindeki ayrımdır. Kanun tarafından verilen süreler, yargılamanın işleyişi ile ilgili olup, kanun tarafından özel önem atfedilen, hâkimin ve tarafların takdirine bırakılmayan, kanun koyucu tarafından bizzat tespit edilen sürelerdir. Hâkim tarafından verilen süreler ise yargılamanın işleyişi bakımından önem arz etmekle birlikte, somut olayın özelliklerine göre değerlendirilip hâkim tarafından tespit edilmesi gereken sürelerdir.
Kanun tarafından verilen sürelerin üç önemli özelliği bulunmaktadır: 1) Kanun tarafından verilen süreler kural olarak tebliğle başlar (HMK m.91/1), 2) Kanun tarafından verilen süreler kesindir (HMK m.94/1), 3) Kanun tarafından verilen süreler hâkim tarafından artırılamaz veya eksiltilemez (HMK m.90/1).
Görüldüğü üzere kanun tarafından verilen sürelerin en önemli özeliklerinden biri hâkim tarafından artırılmasının veya azaltılmasının mümkün olmamasıdır.[5] Bunun temel sebebi ise kanun tarafından verilen sürelerin kamu düzenine ilişkin[6] ve hak düşürücü nitelikte[7] olmasıdır. Kanun koyucu önem arz ettiği hususlara ilişkin süreleri, hâkimin veya tarafların müdahalesine bırakmadan bizzat düzenlemiştir. Bu da kanun tarafından verilen (belirtilen) sürelerin kamu düzenine ilişkin olduğunun göstergesidir.
II. Anayasa Mahkemesi’nin Yaklaşımı
Çalışmamıza esas aldığımız karar Anayasa Mahkemesi’nin 2019/18931 başvuru numaralı, 24/11/2021 tarihli karardır.[8]
A. Somut Olay
Davacı şirket, ihalenin feshi amacıyla icra mahkemesine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Mahkemece şikâyetin süreden reddine karar verilmiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesi kararı kaldırmıştır. İlk derece mahkemesince yeniden yapılan yargılamada şikâyet edenin gider avansını süresinde yatırmadığı gerekçesiyle şikâyetin usulden reddine karar verilmiştir. Verilen bu kararda “kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde” istinaf yoluna başvurulabileceği yazılmıştır. Gerekçeli karar ilgiliye 04/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, ilgili iki haftalık süre dolmadan (ancak on günlük süre dolduktan sonra) 18/12/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur.
Bölge adliye mahkemesince istinaf başvurusunun süresinde yapılmaması (yasal on günlük sürenin dolmasından sonra başvurulması) sebebiyle başvurunun usulden reddine kesin olarak karar verilmiştir.
Şikâyet eden bu karar sonrası, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmıştır.
B. Hukuki Durum
İcra mahkemelerinin kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulmasına ilişkin hüküm 2004 sayılı İcra ve İflas Kununu’nun 363. maddesinde yer almaktadır. Buna göre icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren on gündür.
İİK, istinaf yoluna başvurma süresiyle ilgili HMK’dan farklı düzenleme içermektedir. HMK’da istinaf yoluna başvuru süresi iki hafta olduğu halde, İİK’da on gün olarak düzenlenmiştir.[9]
C. Anayasa Mahkemesi Kararı
Anayasa Mahkemesi, yapılan bireysel başvuru sonucu istinaf başvurusunun süreden reddine yönelik karar ile “Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının” ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu hususlara değinilmiştir:
“Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı, bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir.”
“Yargı kararlarının tabi kılınacakları bir kanun yolu incelemesi neticesinde ortadan kaldırılma ihtimalinin hukuk düzeni içinde sürekli olarak gündemde tutulması hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Yargılamaların sürüncemede kalmasını engellemek, uyuşmazlıkların mümkün olan en kısa süre içinde nihai çözüme kavuşturulmasını, hukuk aleminde etki ve sonuçlarını doğurması beklenen kesin hükmün bir an önce teminini sağlamak düşüncesiyle yargı kararlarına karşı üst mahkemeler nezdinde yapılması öngörülen kanun yolu başvuruları kanunlarla belli sürelere bağlanmıştır. Bu itibarla kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanması, yukarıda belirtilen sakıncaları bertaraf ederek hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet eder.”
“Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin gereği olarak mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.”
“Anayasa Mahkemesi; mahkemeye erişim hakkı yönünden inceleme yaptığı kararlarında, dava açma sürelerini düzenleyen, son derece karışık ve dağınık olan bir mevzuatın aşırı şekilci (katı) yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini özellikle başvuru mercii ve süresi gösterilmeyen durumlarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Özellikle hukuk sisteminde var olan yedi, sekiz, on, on beş, otuz günlük, bir ve iki haftalık ve bir aylık kanun yolu sürelerinin çeşitliliği ve ilgili usul kanunlarında bu sürelere ilişkin yapılan değişiklikler dikkate alındığında kanun yolu sürelerinin karışıklığa neden olmayacak şekilde sade olduğunu söylemek güçtür. Bu noktada hak arama özgürlüğünü etkin bir şekilde kullanılabilmesi için mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu süresinin belirtilmesinin ayrı bir önem taşıdığı açıktır.”
“Yukarıda belirtilen tespitler ışığında somut olaya bakıldığında, başvurucunun Mahkemenin karar gerekçesinde belirtilen tebliğden itibaren iki haftalık süre içerisinde istinaf kanun yoluna başvurduğu anlaşılmıştır. Mahkemenin kanun yolu ve süresini taraflara doğru gösterme yönündeki yükümlülüğü gözönüne alındığında kanun yoluna başvuru süresinin Mahkeme tarafından hatalı gösterilmesinin sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılan başvurucunun üzerinde, istinaf merciinin yorumunun ağır bir yüke sebep olduğu, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
“Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”
III. Değerlendirme
Anayasa Mahkemesi’nin kararı somut olayla birlikte değerlendirildiğinde, ilgilinin kanun yollarına başvuru süresini kaçırmasının mahkemenin yanlış yönlendirmesi ile gerçekleştiği, bu durumun ilgilinin aleyhine işlemesinin, mahkeme eliyle ilgilinin hak arama özgürlüğünün engellenmesi mahiyetinde olduğu, bu haliyle ihlal kararı verilmesinin ve yeniden yargılama yoluyla ihlalin giderilmesinin hakkaniyete uygun bir çözüm olduğu görülmektedir.[10]
Ancak, kararın usul hukuku ilkeleri ve HMK kapsamında da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin kararı incelendiğinde göze çarpan ilk husus HMK’nın 90/1 hükmündeki “Kanun tarafından verilen süreler hâkim tarafından artırılamaz veya eksiltilemez.” şeklindeki ilke ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmamış olmasıdır. Bu anlamda mahkeme “mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir” demekle yetinmiştir.
Kanun tarafından verilen süreler kesin olup, hâkim tarafından artırılamaz veya azaltılamazlar. Bu ilke kanun tarafından verilen sürelerin kamu düzeni ile ilgili ve hak düşürücü nitelikte olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan kamu düzeni ile ilgili hususlar bakımından kazanılmış haktan söz edilemeyeceği de bilinmektedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin kamu düzeni ile ilgili ve emredici olan bu hükmü nasıl bertaraf ettiğini izah etmemesini bir eksiklik olarak görmekteyiz.
Zira, mahkemenin istinaf süresini kararında “iki ay”, “40 gün”, “bir yıl” olarak belirlemesi halinde nasıl bir yol izleneceği muallaktır. Bu süreler gibi hukukumuzda yaygın olmayan sürelerin ilgililer bakımından yanılma olarak kabul edilip edilmeyeceği Anayasa Mahkemesi’nin mevcut kararı karşısında anlaşılamamaktadır. Kararın gerekçesine bakıldığında mahkeme eliyle oluşturulan her yanıltmanın ölçüsüz olacağı ve adil yargılanma hakkının ihlaline yol açacağı gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Ancak hukuk düzeninin böyle bir durumu koruması düşünülemez.
Kanımızca Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararı netice itibariyle isabetli ise de HMK’nın 90/1 hükmünü dikkate almadan veya bu hükümle ilgili bir değerlendirme yapmadan ihlal kararı verilmesi ciddi bir eksikliktir. Mahkemece yanlış gösterilen süre sebebiyle ilgililerdeki yanılmanın makul olup olmayacağı noktasında hareket edilmesi daha doğru bir yaklaşım olur. Bu durumda “iki hafta” “15 gün” “10 gün” gibi sürelerin hukukumuzda yaygın kullanılması sebebiyle makul olması gerektiği, “25 gün”, “1 ay”, “6 ay” gibi sürelerin ise makul yanılmaya dayanak olmayacağı kabul edilecektir.
Öte yandan, kanun yoluna başvuru süreleri dışındaki süreler bakımından da tereddütler bulunmaktadır. Örneğin bilirkişi raporuna itiraz süresinin (HMK m.281) iki haftadan farklı bir süre olarak verilmesi veya ıslah süresinin (HMK m.180-181) bir haftadan uzun verilmesi hallerinde adil yargılanma (hukuki dinlenilme) hakkının ihlal edilip edilmediği tereddütü devam edecektir. Bu sebeple en sağlıklı yol Anayasa Mahkemesi’nin HMK’nın 90/1 hükmünün bertaraf edilmesine ilişkin ilkeleri ortaya koymasıdır. Bu ilkeler belirlenirken kesin sürenin niteliği, hak düşürücü mahiyette olması ve kamu düzenini ilgilendirmesi noktasında da değerlendirme yapılması önem arz edecektir. Böylece ilk derece ve üst derece mahkemelerinin de uygulamaları şekillenecek, her somut olay için bireysel başvuru yolu beklenmek zorunda kalınmayacaktır.
Sonuç
HMK’nın 90/1 hükmüne göre kanun tarafından verilen süreler kesin olup, hâkim tarafından artırılıp azaltılamaz. Bu süreler kamu düzeni ile ilgili olup hak düşürücü niteliktedir. Dolayısıyla bu sürelerin hâkim tarafından değiştirilmesi ilgiliye bir hak bahşetmez.
Anayasa Mahkemesi 24/11/2021 tarihli 2019/18391 sayılı bireysel başvuru kararında, ilk derece mahkemesince istinaf süresinin “on gün” yerine “iki hafta” olarak gösterilmesi halinde, ilgilinin on günlük süre dolduktan fakat iki haftalık süre dolmadan yaptığı istinaf başvurusunun süreden reddini adil yargılanma (mahkemeye erişim) hakkının ihlali olarak görmüştür.
Anayasa Mahkemesi verdiği ihlal kararı ile HMK’nın 90/1 hükmünde yer alan “Kanun tarafından verilen süreler hâkim tarafından artırılamaz veya eksiltilemez.” ilkesini bertaraf etmiş, bu hükmün uygulama alanını son derece daraltmıştır. Üstelik bu ihlal kararında HMK’nın 90/1 hükmü tartışılmamıştır.
Anayasa Mahkemesi kararına konu olan somut olayda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki gerekçesi isabetli ise de HMK’nın 90/1 hükmünün nasıl aşıldığının değerlendirilmemesi ciddi bir eksikliktir. Mahkemenin benzer kararlarda, kanun tarafından verilen sürelerin kesin olmaları, hâkim tarafından artırılıp azaltılamayacakları, hak düşürücü nitelikte olmaları ve kamu düzenine ilişkin olmaları göz önünde bulundurularak HMK’nın 90/1 hükmünün hangi durularda bertaraf edileceğinin ilkeleriyle birlikte ortaya koyması daha isabetli olacaktır.
Dipnotlar
“Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.” (Yargıtay HGK, 2021/(21)10-13 E, 2021/301 K). ↩︎
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18931?KelimeAra[]=şerah ↩︎
Sürelerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: KÖSE, Yasin, Hukuk Yargılamasında Süreler, 3. Baskı, Seçkin Yay., Ankara, 2022, s.25 vd. ↩︎
ATALI, Murat / ERMENEK, İbrahim / ERDOĞAN, Ersin, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yay., Ankara, 2020, s.287; KURU, Baki / AYDIN, Burak, Medeni Usul Hukuku EL Kitabı, C.2, Yetkin Yay., Ankara, 2021, s.1639; ERDÖNMEZ, Güray, Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C.I, 15. Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2017, s.453; TANRIVER, Süha, Medeni Usul Hukuku, C.1, Yetkin Yayınları, Ankara, 2020, s.448; YILMAZ, Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler, Yaşar Üniversitesi E-Dergi, C.8, Özel Sayı (2013), (s.3167-3190), s.3167. ↩︎
ERDÖNMEZ, Pekcanıtez Usul, s.454; KURU / AYDIN, age., s.1640; “Her ne kadar ilk derece mahkemesince, hükmün sonuç bölümünde karara karşı 15 gün içerisinde temyize başvurulabileceği belirtilmiş ve davalı şirket vekilince de 15. günde temyize başvurulmuşsa da, kanunda belirtilen süreler kesin olup, hâkimin bu sürelere ilişkin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Başka bir deyişle kanunun öngördüğü bir süre hâkim tarafından uzatılıp kısaltılamaz.” (Yargıtay 11.HD 2020/478 E, 2020/4611 K). ↩︎
ERDÖNMEZ, Pekcanıtez Usul, s.454; “Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir.” (Yargıtay HGK, 2021/(21)10-13 E, 2021/301 K). ↩︎
ATALI / ERMENEK / ERDOĞAN, age., s.287; ERDÖNMEZ, Pekcanıtez Usul, s.454; KURU / AYDIN, age., s.1640; TANRIVER, age., s.448. ↩︎
Bkz: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18931?KelimeAra[]=şerah ↩︎
Bu farklılığın Yargı Reformu yoluyla giderileceğine ilişkin basına yansıyan çeşitli demeçler olduğu halde, makalenin yazıldığı tarih itibariyle henüz somut bir adım atılmamıştır. ↩︎
Mahkemenin HMK’nın 297/1-ç hükmü gereğince kanun yolu süresini kararda belirtmesinin zorunlu olması sebebiyle Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımının doğru olduğu yönünde bkz: ERDÖNMEZ, Pekcanıtez Usul, s.455. ↩︎
Kaynakça
ATALI, Murat / ERMENEK, İbrahim / ERDOĞAN, Ersin, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yay., Ankara, 2020.
KÖSE, Yasin, Hukuk Yargılamasında Süreler, 3. Baskı, Seçkin Yay., Ankara, 2022.
KURU, Baki / AYDIN, Burak, Medeni Usul Hukuku EL Kitabı, C.2, Yetkin Yay., Anakara, 2021.
PEKCANITEZ, Hakan / ÖZEKES, Muhammet / AKKAN, Mine / TAŞ KORKMAZ, Hülya, Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C.I, 15.Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2017
TANRIVER, Süha, Medeni Usul Hukuku, C.1, Yetkin Yayınları, Ankara, 2020
YILMAZ, Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler, Yaşar Üniversitesi E-Dergi, C.8, Özel Sayı (2013), s.3167-3190