I. Sorun
Covid-19 salgınının hukuk dünyasındaki olumsuz etkilerinin giderilmesi amacıyla 7226 sayılı Kanun ile kabul edilen düzenlemelerden biri olarak Geçici 1. maddede yer alan
“(1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;
a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; ... 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,
...
itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır.”
hükmü çekten kaynaklanan hukuki ve cezai sorumluluğun oluşum şartlarına ilişkin bir dizi tartışmanın gündeme gelmesine neden olmuştur[1].
Çekten kaynaklanan hukuki sorumluluk bakımından tartışma, Covid-19 salgınının bir mücbir sebep oluşturup oluşturmadığı, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekin ibraz süreleri bakımından da uygulanma kabiliyeti olup olmadığı, düzenlemenin çekin ibraz sürelerini de kapsadığının kabulü hâlinde, üzerinde yazılı düzenleme tarihi 30.04.2020 öncesi olan çeklerin ilk kez ne zaman ibraz edilebileceği ve anılan tarihten önce çek ibrazına olanak bulunup bulunmadığı konularında yoğunlaşmaktadır.
II. Değerlendirme
a) Covid-19 salgını ve salgın gerekçesine dayalı olarak alınan idari kararların çekin ibraz süresinin belirlenmesine etkisi.
1. Bilindiği üzere bir “aranılacak borç” mahiyeti taşıyan çekte mündemiç alacağın ödenmesi için, TK m. 796’da çekin düzenlenme ve ödeme yerine göre on gün, bir ay ve üç ay olarak belirlenen süreler içinde, çekin hamili veya yetkili temsilcisi tarafından “muhatap bankaya” ya da -TK m. 798 gereğince- “takas odasına” ibraz edilmesi gerekir. Çekin ödenme talebiyle muhataba veya takas odasına sunulması eylemi olan ibraza kanun önemli hukuki sonuçlar bağlamıştır. Bu cümleden olmak üzere, borçlunun temerrüde düşmesi için ibraz süresinin işlemeye başlaması yeterli olmayıp ibraza da ihtiyaç bulunduğu gibi çekte düzenleyen de bir başvurma borçlusu olduğundan düzenleyene ve diğer başvurma borçlularına müracaat edilebilmesi için yine çekin süresi içinde ibrazı (ve kural olarak ödenmeme durumunun TK m. 808 uyarınca tespiti) gerekir vs.
2. Çekin ibrazı ve ödenmeme durumunun tespitinin belirli bir süre içinde yapılması zorunluluğu, aşılması imkânsız engeller nedeniyle bu işlemleri yerine getiremeyecek hamilin hak kaybına uğrama tehlikesini beraberinde getirir. Kanun koyucu söz konusu tehlikeyi zail etmek için, poliçeye (ve TK m. 778/1-(d) göndermesiyle bonoya) ilişkin TK m. 731’e paralel olarak, “Mücbir sebep” kenarbaşlıklı TK m. 811/1’de “Kanunen belirli olan süreler içinde çekin ibrazı veya protesto edilmesi veya buna denk bir belirlemenin yapılması, bir devletin mevzuatı veya herhangi bir mücbir sebep gibi aşılması imkânsız bir engel nedeniyle gerçekleştirilememişse, bu işlemler için belirli olan süreler uzar.” hükmüne yer vererek, fıkranın kapsamına giren hâllerde, aşılması güç hadisenin sürdüğü zamana bağlı olarak, ibraz süresinin uzamasını (TK m. 811/3), hatta ibraz ve protesto düzenlenmesi zorunluluğu olmaksızın başvurma hakkının kullanılabilmesini (TK m. 811/4) olanaklı kılmıştır[2]. Ne var ki hükümde çek hamilinin ibraz veya ödememe durumunu tespit etmesini olanaksız kılacak “aşılması imkânsız ... engel”in ne olduğu tanımlanmamış, bu konuda sadece “bir devletin mevzuatı veya herhangi bir mücbir sebep gibi” örneklemelerle yetinilmiştir. Bununla birlikte hükümde öngörülen aşılması imkânsız engelin sınırlarının belirlenmesinde dikkate alınacak bir menfi ölçüte hükmün son fıkrasında yer verilmiştir: “Hamilin veya çeki ibraz etmekle, protesto çekmekle ya da aynı nitelikte bir belirle-meyi yaptırmakla görevlendirdiği kişinin, sadece kendileriyle ilgili olgular mücbir sebep sayılmaz.”
Bu yasal düzenleme karşısında “mücbir sebebin” belirlenmesi için genel prensiplere başvurulması gerekmektedir. Hukukumuzda genel olarak kabul edilen tanımıyla mücbir sebep, “borçlunun borcu ihlâl etmesine mutlak olarak kaçınılmaz şekilde sebep olan harici bir olaydır”[3]. Öyle ki bu kaçınamama hâli herkes için söz konusu olacak niteliktedir.
Bu durumda değerlendirilmesi gereken husus Covid-19 salgınının bizatihi kendisinin veya bu salgın dolayısıyla idarenin almış olduğu çeşitli kararların, bu bağlamda özellikle belirli yaştaki kişilerin sokağa çıkmasının yasaklanmasına yönelik idari tasarrufların TK m. 811 kapsamında bir mücbir sebep oluşturduğundan söz edilebilip edilemeyeceğidir.
Öncelikle halihazırda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de etkisini gösteren Covid-19 salgınının başlıbaşına bir mücbir sebep oluşturmadığı söylenmek gerekir. Söz konusu hastalığa karşın ticari hayat, tabiatıyla sınırlanmış şekilde de olsa, akmaya devam etmekte, tüm bankalar faaliyetlerini yürütmekte olduğu gibi yine kural olarak her birey, birtakım sağlık önlemlerine riayet etme tavsiyesi altında, doğal yaşantısını sürdürebilmektedir. Dolayısıyla mevcut durum itibariyle bir çek hamilinin çeki ibraz etmesinin önünde “aşılması imkânsız bir engel” bulunmamaktadır. Başka bir deyişle Covid-19 salgını, kategorik bir mücbir sebep hali oluşturmaz[4].
Dahası -idare hukuku bakımından hukuka uygunlukları tartışması bir yana[5] -belirli yaş grubundaki kişilere yönelik sokağa çıkma yasağı getiren idari tasarrufların bile o kişiler yönünden bir mücbir sebep oluşturacağını söylemek mümkün görünmemektedir. Zira bir çekten kaynaklanan alacağın mutlaka çek hamili tarafından talep edilmesi gerekmez; pekâlâ hamil, bir temsilci tayin etmek suretiyle de çek bedelini tahsil edebilir. Nasıl ki hamilin hastalanması bir mücbir sebep oluşturmayacaksa (TK m. 811/5), salt yaş, belirli kronik rahatsızlıklar vb. nedeniyle hamile isabet eden bir idari tasarruf da çekin ibrazı bakımından aşılması imkânsız bir engel olarak nitelendirilemez. Salgın hastalıkla bağlantılı olarak olsa olsa ancak bir genel sokağa çıkma yasağı veya belirli bir mahalle ya da bölgeye yönelik karantina uygulaması (ki böyle bir olasılıkta bile karantina uygulanan bölge sınırları içinde ayrıca sokağa çıkma yasağı yoksa, bölge içerisinde muhatap banka faaliyetine devam ediyor ve dolayısıyla çeki bankaya ibraz imkânı korunuyorsa gene mücbir sebepten söz edilemez) nedeniyle temsilci tayini suretiyle de olsa çekin muhatap bankaya ibrazına olanak bulunmadığı durumlarda ancak bir mücbir sebepten bahsedilebilir.
Şu hâle göre, Covid-19 salgınının halihazırda kategorik olarak bir mücbir sebep oluşturduğu söylenemez; hamilin idari tasarruflarla belirlenmiş -biraz önce örneklendirilen- şartlar çerçevesinde içinde bulunduğu duruma yönelik değerlendirmelerle salgının bir mücbir sebep niteliğinde kabul edilebilmesi olasılığı ise bakidir[6].
b) 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekin ibraz sürelerini değiştirip değiştirmediği sorunu.
1. Gelinen aşamada değerlendirmesi gereken husus 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çeklerin ibraz süresinin belirlenmesinde bir değişikliğe neden olup olmadığıdır. Bu soruya olumlu yanıt verildiğinde artık Covid-19 salgını dolayısıyla alınan idari tedbirlerin hamil bakımından bir mücbir sebep oluşturup oluşturmadığı tartışmasına gidilmesine ihtiyaç kalmayacak ve hükümde, süreler için getirilen düzenlemeye paralel olarak çekteki ibraz süreleri de uzamış sayılacaktır.
Görebildiğimiz kadarıyla konuya yönelik öğretide ilk farklı değerlendirmeyi yapan Paslı, hak düşürücü süreler ile ibraz sürelerinin zamanaşımından farklı olarak durması ve kesilmesinin prensip olarak kabul edilmediğini, ancak 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin “lafzı ve amacı”nın çekteki ibraz sürelerinin de düzenleme kapsamında olduğunu ortaya koyduğunu, bizatihi maddede “hak düşürücü” sürelerden bahsedilmesi, ibraz süresinin zamanaşımı süreleri ile birlikte anılmış olması ve “bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler”in maddede zikredilmesinin bu sonucu doğruladığını ileri sürmüş ve netice itibariyle mezkûr hükmün, çekteki ibraz sürelerini de kapsadığı sonucuna varmıştır.
2. Bu düşünceye iştirak etme imkânı yoktur. Şöyle ki:
a) Bir kere kanunun “amacı”nın düzenlemenin çekteki “ibraz sürelerini” de içermeye yönelik olduğu savına hiçbir şekilde hak verilemez. 7662 sayılı Kanunun kabul ediliş süreci, hükmün hemen ilk cümlesinde düzenlemenin amacını “yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi” şeklinde belirten ifadesi ve bu ifadeyle örtüşür şekilde Geçici m. 1’de düzenlenen tüm hususlar, Covid-19 salgını nedeniyle adli teşkilâtın çalışması sistemine (gerek anılan kanunda yasama organı, gerekse idari tasarruflarla idarece) yapılan müdahaleler dolayısıyla yasal süreler içinde “adli teşkilâta”, -belki daha doğru bir ifadeyle- “adli yollara” başvurulamaz hale gelmesi veya -haklı sağlık kaygılarıyla- başvurulmasından kaçınılması nedeniyle ortaya çıkması mutlak veya muhtemel hak kayıplarının önüne geçilmesini sağlamaktır. Başka bir deyişle salgın hastalık dolayısıyla adli teşkilâtın sağlıklı çalışma imkânının bulunmaması gerekçesiyle doğrudan 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi hükmü uyarınca yasama tarafından veya idarenin çeşitli kararları ile bireylerin hak arama özgürlüğünün kısıtlanması ya da toplum sağlığının korunmasına ilişkin kaygıyla adli teşkilâta başvuru yoğunluğunun azaltılması ihtiyacı, doğal olarak adli teşkilâta başvuru sürelerinin süre uzatımı yoluyla dengelenmesi gereğini doğurmuştur. O nedenle maddedeki tüm fıkralarda yargılama hukukuna ilişkin düzenlemeler zikredilmiştir.
Halbuki çekin ibrazı ve ödememe durumunun tespiti “adli teşkilâta/adli yollara” başvurulmak suretiyle kullanılabilecek bir hak değildir. Çek muhatap bankaya veya takas odasına ibraz edilir ve ödememe durumu da (i) noter marifeti, (ii) muhatap bankanın yazılı beyanı veya (iii) takas odasının beyanı ile tespit edilir (TK m. 808).
Hiç kuşku yok ki süresinde ibraz edilip ödenmeme durumu tespit edilen çekten kaynaklanan alacağın tahsili ancak adli yollara başvurulması suretiyle sağlanacaktır. İşte ancak bu aşamaya yönelik olarak kanunda öngörülen süreler, herhangi bir başka alacak talebi bakımından olduğu gibi, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin kapsamında yer alır. Örneğin çekten kaynaklanan alacak talebinin tâbi olduğu zamanaşımı süresinin 30.04.2020’den önce dolacak olması durumunda kanunda öngörülen süre kadar zamanaşımı süresi uzar; zira burada, adli yollara başvurmak suretiyle kullanılabilecek bir hak vardır.
b) İkincisi, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinde “hak düşürücü sürelerden” bahsedilmesinden ve ibraz sürelerinin zamanaşımı ile birlikte anılmalarından hareketle de çekin ibraz süresinin uzadığı yönünde bir gerekçe oluşturmak mümkün değildir.
Önce şu hatırlatmayı yapmakta yarar vardır: Hukukumuzda “zamanaşımı” sürelerinin kesilmesinin en temel sebebi alacaklının dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurması, icra takibinde bulunması ya da iflâs masasına başvurmasıdır (BK m. 154/2). TK m. 818/1-(p)’nin göndermesiyle çekler bakımından da uygulama alanı bulacak olan kambiyo senetleri yönünden zamanaşımını kesilmesine ilişkin özel düzenleme olan TK m. 750’de zamanaşımının kesilmesi hâlleri ise “dava açılması, takip talebinde bulunulması, davanın ihbar edilmesi veya alacağın iflas masasına bildirilmesi” olarak belirlenmiştir. Görüldüğü üzere bu işlemlerin tamamı yine adli yollara başvurulmak suretiyle kullanılabilir. Dolayısıyla adli teşkilâtın sağlıklı çalışmadığı bir zaman diliminde bireylerin hak kaybına uğramamaları için zamanaşımı süresinin durması ve adli faaliyetin yeniden sağlıklı işlemeye başladığı dönemde belirli bir zaman tanınarak hak kaybının telâfi edilmesi kendi içerisinde tutarlı, makul bir yaklaşımdır.
Öte yandan çekteki ibraz sürelerinin teknik manada bir “hak düşürücü süre” olmasından ve Geçici 1. maddede de “hak düşürücü” sürelerden söz edilmesinden yola çıkılarak maddenin çekteki ibraz sürelerini kapsadığı sonucuna varılması da hiç sağlıklı bir yorum olamaz. Maddede dile getirilen “hak düşürücü süreler”, biraz önce işaret edildiği üzere, adli yollara başvurulmak suretiyle kullanılabilecek bazı hakların tâbi tutulduğu hak düşürücü sürelerdir. Örneğin TK m. 445 uyarınca anonim ortaklık genel kurul kararları aleyhine, kararın alındığı tarihten itibaren üç ay içinde iptal davası açılabilir; niteliği itibariyle maddede sözü edilen süre bir “hak düşürücü süredir”. İşte Covid-19 salgını nedeniyle adli teşkilâtın sağlıklı çalışamaması ve hak sahiplerinin “hak düşürücü süreye” tâbi bir dava, şikâyet vb. haktan istifade edemeyecek durumda olmaları veya edememe ihtimalleri tabiatı gereğince bu sürelerin telâfisine yönelik bir çözüme ihtiyaç gösterir ve Geçici 1. madde ile sağlanan da budur.
c) Üçüncüsü, Geçici 1. maddenin çekteki “ibraz süreleri”nin uzamasına neden olacağı görüşü, maddenin özel hukukta kabul edilen hemen tüm süreler bakımından uygulama alanı bulmasını sonuçlar ki böyle bir düzenlemenin haklı bir temelinden de söz edilemez. Gerçekten, ticaret hayatının enstrümanı salt “çekten” ibaret olmadığına, bu bağlamda çekin bir “ayrıcalığı” da bulunmadığına göre böyle bir yorum, örneğin bir poliçe veya bononun ibrazı bakımından (görüldüğünde vadeli poliçe ve bonolar dışındaki diğer vadeler bakımından vade ve vadeyi takip eden iki iş günü olan sürenin) da; sırf hükümdeki “bildirim” kelimesinden yola çıkılırsa diyelim satış sözleşmesindeki ayıp ihbar sürelerinin “bildiriminin” de; hükümdeki “itiraz” kelimesinden hareket edildiğinde TK m. 21/2 uyarınca faturaya itiraz için öngörülen sürenin de vs. düzenlemenin şemsiyesi altında kendisine yer bulacağı sonucuna varmak gerekecektir. Böylelikle bu yorumun doğal sonucu olarak (belirli vadeli, görüldüğünden belirli süre sonra vadeli ve düzenleme tarihinden belirli süre sonra vadeli) poliçe ve bonolar bakımından ödeme talep edilebilecek süre (vade ve vadeyi takip eden iki iş günü olmak üzere) üç gün yerine nedense birden bire (30 Nisan 2020’ye kadar duran ve ayrıca onbeş günden) uzunca zamana; TK m. 23’te ticari hayatın aradığı hız ve güven nedeniyle iki ve sekiz günlük kısa sürelere tâbi tutulan ayıp ihbar bildirimi süreleri de getirilme amaçlarıyla hiç bağdaştırılamaz bir zaman dilimine; yine TK m. 21/2’de fatura itiraz için öngörülen sekiz günlük süre uzun bir itiraz süresine dönüşecektir vs. Böyle bir yorumun koruyacağı hiçbir haklı menfaatten söz edilemez, kanun koyucunun muradı bu olamaz.
Tüm bu açıklamalar kapsamında, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekin ibraz sürelerinin uzamasını salık veren bir hüküm olmadığından kuşku duyulmamalıdır.
c) 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekin ibraz sürelerini uzattığı görüşü kapsamında hukuki sorumluluğun şartlarının değişip değişmediği sorunu.
1. Yukarıda izah olunduğu üzere, kişisel düşünce olarak 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekin ibraz sürelerine herhangi bir etkide bulunmadığı görüşünü taşımakla birlikte, burada irdelenmek istenen sorun, öğretide ileri sürülen, anılan hükmün çekin ibraz süresini uzatması yanında çekten kaynaklanan hukuki sorumluluğun da değişmesine neden olduğu yönündeki değerlendirmenin isabet taşıyıp taşımadığıdır.
7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekteki ibraz süreleri bakımından da uygulama alanı bulacağını ilk kez dile getiren Paslı[7], ayrıca hükmün, çekten kaynaklanan sorumluluğu da değiştirdiği savını ileri sürmektedir. Yazar bu görüşünü özetle şu gerekçelere dayandırmaktadır:
(i) TK sisteminde çekte vade olmaması kuralından 5941 sayılı Çek Kanunu ile kanun koyucu vazgeçmiştir. Bu vazgeçme ÇekK m. 3/8 ile “kısmen”, ÇekK Geçici m. 3/5 ile “tamamen”dir. Buna göre ÇekK m. 3/8 sisteminde ibraz süresi başlamayan çek ibraz edilir ve muhatap tarafından ödenir ise bu ödeme geçerlidir; sebepsiz zenginleşme teşkil etmez. Hatta hesapta karşılık varsa bankaca ödeme yapılması gerektiği de söylenebilir. Halbuki ÇekK m. 3/8’i 31.12.2020’ye kadar askıya alan ÇekK Geçici m. 3/5, üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihinden önce yapılan ibrazı “geçersiz” saymaktadır. İbraz olmaksızın çek ödenemeyeceğine göre bunun anlamı, ibrazın gerçekleştirilmesine olanak bulunmadığı ve bankanın çekin ibraz edilemeyeceği dönemde hesapta karşılık olsa bile ödeme yapamayacağıdır.
(ii) 7226 sayılı Kanun Geçici 1. maddesi ile hamil bakımından çekteki ibraz süreleri uzatılmıştır. Hükmün amacının hak kaybını önlemek olduğu hükümde yazılıdır. Ne var ki hamilin hakkı korunurken borçlu konumundaki düzenleyenin konumu göz ardı edilemez; salgın ortamında makro endişe alacaklılardan daha çok borçlular üzerindedir. Bu bakımdan 26.03.2020 tarihinden başlamak kaydıyla üzerinde yazılı düzenlenme tarihi itibarıyla ibraz süresi içinde de olsa çeklerin ibraz süresi durduğu için çekin ibrazı, dolayısıyla düzenleyenin ödeme zorunluluğundan söz edilemeyecektir. Böylelikle kanun koyucu, ibraz sürelerini durduran özel düzenlemeyle birlikte -bunu öngörüp öngörmediği açık olmamakla birlikte- çek borçlularını da korumuş ve onlara faiz ödeme yükümlülüğü de bulunmayan bir zaman kazandırmıştır.
2. Bu yoruma da hiçbir şekilde haklılık payı verme olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki:
a) Bir çekin “ibraz edilip edilemeyeceği”, belki daha doğru bir ifadeyle “ibrazın hukuki sonuç doğurmaya elverişli olup olmadığı” meselesi ile “ibrazın yapılabileceği zaman diliminin ne olduğu” hususları ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken meselelerdir. 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekin “ibraz süresinin durmasına” sebebiyet verdiği kabulü, sadece çekin ibraz edilebileceği zaman diliminin genişlemesine, yani onun “uzamasına” neden olur, o kadar. Yoksa hüküm, çekten kaynaklanan alacağın muacceliyetini, dolayısıyla talep ve dava edilebilirliğinin “başlangıç anını” değiştirmiş olmaz. Çekin üzerinde yazılı düzenleme tarihi geldiğine, dolayısıyla ibrazı imkânı, daha doğrusu ibrazın beraberinde getirdiği tüm sonuçların doğması olanağı (muhatabın ödeme yükümlülüğü, ödememe halinde borçlunun temerrüdü, ödememe durumunun tespitiyle birlikte başvurma imkânının kullanılabilmesi) başladığına göre ibraz süresinin durması,ile birlikte sadece bunların ileri sürülebileceği zaman kesiti uzamış olur. İbraz süresinin durması, talep edilebilirliğin de durması anlamına gelmez.
Bir örnek olarak -mezkûr hükümde de geçen- “zamanaşımının durması” kurumunun BK’daki düzenleme şekline bakıldığında meselenin ancak bu şekilde anlaşılabileceği kendiliğinden görülür. Bilindiği üzere hukuken bir alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresinin başlayabilmesi için alacağın muacceliyeti, diğer bir deyişle talep ve dava edilebilir hâle gelmesi gerekir; bu an gelmedikçe bir alacağın zamanaşımı süresinin başlaması düşünülemez. Ne var ki BK m. 153’te, sosyal ve psikolojik konumları dikkate alınarak, bazı ilişkilerde alacaklının alacağını ileri sürmesinin güç olacağını öngören kanun koyucu, bu ilişki devam ettiği sürece “zamanaşımını süresinin durması”nı hükme bağlamıştır. Ancak bu husus, bir menfi sınırlama da oluşturmaz. Başka bir deyişle hüküm, düzenlemede yer alan ilişkiler devam ettiği sürece alacaklının talep ve dava hakkını elinden almaz; hükümde geçen ilişkilerde alacaklının alacağını talep edebilmesi için mutlaka öncelikle ilişkinin sona ermesi bir ön şart değildir. Burada korunmak istenen borçlu değil, alacaklıdır.
Dahası, aslında o kadar uzaklara gitmeye gerek olmaksızın, bizatihi tüm bu tartışmalara neden 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesindeki düzenlemenin de bu doğrultuda olduğunu söylemek mümkündür. Maddede “dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler”in 30.04.2020 tarihinde kadar “durması” hükme bağlanmış, ancak söz konusu işlemlerden Geçici m. 1-(b)’de açıkça zikrolunan “icra takibine” yönelik olanlar dışındakilere ilişkin bir engel de getirilmemiştir. Gerçekten, Geçici m. 1-(b)’de, özel bir hükme yer verilerek “nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden” itibaren durdurulmuş, dolayısıyla yeni icra takibi başlatılması imkânı da engellenmişken Geçici m. 1-(a)’da zikrolunan diğer işlemlere (dava açma, şikâyet vb.) yönelik bir yasaklamada bulunulmamıştır. Bu yasal durum karşısında, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin çekteki ibraz süreleri bakımından da uygulama alanı bulacağına yönelik görüş kapsamında, çeklerin halihazırda ibrazı önünde herhangi bir engel de yoktur.
b) Bu bağlamda “ibraz süresi”nin çeke özgü bir kavram olduğu, “vade” ile arasında teknik bir farklılık bulunduğu, örneğin bonoda teknik anlamda bir “vade” yer aldığı, yine bonoda çekin ödeme talebi ile düzenleye sunulmasına yönelik bir “ibraz süresi”nden bahsedilemeyeceği, çekteki bu özellik dikkate alındığında 7662 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi ile çekteki ibraz süresinin “durması”nın çekin ibrazı olanağını da ortadan kaldırdığı manasında anlaşılması gerektiği yorumunun[8] da son derece yapay bir ayrıma dayandığı söylemek gerekir.
Her ne kadar TK sisteminde çekte vadeye yer verilmemiş, vade mahiyetindeki tüm belirlemeler geçersiz kabul edilmiş ve çekin “ileri tarihli” olarak düzenlense bile ibrazında ödeneceği hükme bağlanmışsa da (TK m. 795) ÇekK Geçici m. 3/5 hükmü TK sistemini -hükmün yürürlüğü süresince- uygulanmaz kılarak çekte “vade”yi düzenlemiştir. Buna göre ÇekK Geçici m. 3/5’te yer alan -son haliyle 31.12.2020 tarihine kadar- “düzenleme tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersizdir” hükmü -henüz uygulama alanı olmayan ÇekK m. 3/8’in ne tür bir farklılık getirdiği tartışmasına burada girmeye ihtiyaç yoktur- çekte vadenin kabul edilmesidir. Bu durumda “vade”den önce çek ibraz edilirse muhatap banka (çek anlaşması uyarınca düzenleye karşı sorumlu olmamak için) çek bedelini ödememek zorundadır; ancak öderse (kıyasen uygulanacak TK m. 710/2 gereğince) bu ödeme geçerlidir, sadece muhatap bankanın düzenleyene karşı sorumluluğu gündeme gelir. Başka bir deyişle bu ödeme geçerli bir ödemedir, sebepsiz değildir, sadece muacceliyet öncesi ifa vardır.
Öte yandan poliçe ve bono bakımından geçerli “vade” türlerinden biri olan “görüldüğünde vade”de hamil, -kural olarak- düzenleme tarihinden itibaren bir yıl içinde bonoyu ödeme için “ibraz” edebilir. Poliçe ve bonoda düzenleyen bu bir yıllık süreyi kısaltıp uzatabileceği gibi cirantalar tarafından -bizatihi kanunun kullandığı terminolojiyle- “ibraz süreleri” sadece kısaltılabilir (TK m. 704).
Çek için vadenin kabul edilmediği TK sisteminde, poliçe veya bono için imkân tanınan “görüldüğünde vade”de hamilin ödeme talebi ile “ileri tarihli çek”te hamilin ödeme talebi bakımından farklılık sadece şu noktada görülür: Poliçe veya bonoda da düzenlenme tarihi mutlaka gerçek düzenlenme tarihi olmak zorunda değildir; ileri bir tarih de gösterilebilir. “İleri düzenlenme tarihi de içeren görüldüğünde vadeli” bir poliçe veya bonoda hamilin ödeme talebi, düzenlenme tarihi gelmeden yapılırsa borçlu bu talebi reddetme hakkına sahiptir. Çünkü görüldüğünde vade netice itibariyle bir vade türüdür ve ancak düzenlenme tarihinden itibaren işlemeye başlayabilir. Dolayısıyla bu ana kadar borçlunun ödeme yükümlülüğü doğmaz (vadeden önce ödeme imkânı ise elbette bakidir; TK m. 710/2). Halbuki TK sisteminde “ileri düzenlenme tarihli” çek, üzerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce ibraz edilirse, bu anda ödenmek zorundadır. İşte ÇekK Geçici m. 3/5’in yaptığı, ileri düzenlenme tarihli çeki “ileri düzenlenme tarihli ve görüldüğünde vadeli” bir poliçe veya bono ile aynı hukuki duruma tâbi kılmaktır. Dolayısıyla mevcut hukuki durum itibariyle “ileri düzenlenme tarihli çekin” “ibraz süresi” ile “ileri düzenlenme tarihli ve görüldüğünde vadeli” poliçe veya bononun “ibraz süresi” arasında, sürelerin uzunluğu-kısalığı dışında ödeme talebinin sonuçları bakımından hiçbir fark bulunmamaktadır.
Şu hale göre 7662 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesince “ibraz sürelerinin” durmasının sadece ibraz sürelerinin “uzaması” anlamına geleceği, yoksa ibrazın olanaklı olduğu “anı” değiştirmeyeceği yönündeki yukarıdaki açıklamalarımız bir yana, ibraz süresinin “durmasının” “ibrazı artık olanaksız hale getirdiği” görüşünün bonodaki “vade” ile çekteki “ibraz sürelerinin” teknik ayrımı ile gerekçelendirmeye çalışılması da isabetli görünmemektedir.
Dahası, bu görüşü gerekçelendirmek için ileri sürülen, bu yorumun ÇekK Geçici m. 3/5’in varlığından doğduğu, hükmün ivedilikle yürürlükten kaldırılması gerektiği, hükmün kaldırılması olasılığında ÇekK m. 3/8’deki orijinal sisteme dönüleceğinden 7226 sayılı Kanun Geçici 1. madde uyarınca “ibraz süreleri durmuş” olsa da ibraz geçersiz sayılmayacağı ve bankanın ödeme yapma sorumluluğunun söz konusu olacağı, ne var ki hesapta karşılık yoksa çek yasal ibraz süresi içinde ibraz edilmediği için hamilin hukuki takip yapabilmesine olanak bulunmadığı düşüncesi[9] kendi içinde bile tutarlı değildir. Madem ki 7226 sayılı Kanun Geçici 1. maddenin “ibraz sürelerini durdurması” ibraz süresinin “uzaması”na değil, bizatihi “ibrazı”na engel olmakta ve bu ÇekK Geçici m. 3/5’ten kaynaklanmakta, hüküm kaldırılsa bu sorun da giderilebilmektedir, o zaman ÇekK m. 3/8 kapsamında ibraz ile ÇekK Geçici m. 3/5’in sonuçları arasında bir fark olmak gerekirdi. Halbuki bu son olasılıkta bankada yeterli karşılık bulunmadığı için hamilin müracaat hakkını kullanabilmesi için çeki ibraz edeceği “yasal süre” belirlenirken gene karşımıza 7226 sayılı Geçici m. 1 uyarınca “duran” ibraz süresi sorunu ortaya çıkar, dolayısıyla bu kez ÇekK m. 3/8 gereğince başvuruda bulunabilmek için hangi anda ödememe durumunun tespit edileceği meselesiyle aynı tartışma gündeme gelirdi. Görüldüğü üzere ibraz süresinin “durması”nın “ibrazı da engellemesine” günah keçisi olarak ÇekK Geçici m. 3/5’i gösterip bundan kurtulunca böyle bir yoruma ihtiyaç kalmayacağı düşüncesi kendi içinde de bir tutarlılık taşımamaktadır.
c) Üçüncüsü, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi, düzenlemenin hemen ilk cümlesinde geçen “yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi” amacının da açıklıkla ortaya koyduğu üzere, salgın süresinde gerek idarenin engellemeye yönelik tasarrufları, gerek sağlık kaygıları nedeniyle alacağın tahsili için başvuruda gecikme ihtimali karşısında “alacaklıları” korumak için getirilmiş bir düzenlemedir, borçluları değil. Esasen borçlar hukukumuza hâkim olan, para borçlarında borçlunun temerrüdünün “mücbir” sebepten bile kaynaklanmasının temerrüdün sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı göz önünde tutulduğunda bu yaklaşım genel sistemle de uyumludur. Buna göre, bilindiği üzere borçlunun kusursuzluğunu ispatı, bu bağlamda sözleşmeye aykırı davranışın mücbir sebepten kaynaklandığını ortaya koyması BK m. 112 uyarınca temerrüt halinde borçluyu sorumluluktan kurtarırsa da para borçlarında durum böyle değildir. Kusur, borçlunun temerrüde düşüp düşmemesinde herhangi bir önem taşımaz ve para borçlarında temerrüt, otomatik olarak borçlunun temerrüt faizi ödemesini sonuçlar. O nedenle, Covid-19 salgını bir “mücbir sebep” niteliği kazanmış olsa bile borçlunun temerrüdünün sonuçları yönünden varılacak sonuç değişmez.
ç) Burada son olarak, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi ile süreler uzatılmakla hamilin hakkı korunurken borçlu konumundaki düzenleyin göz ardı edilmesinin düşünülemeyeceği, mevcut salgın ortamından makro endişenin alacaklılardan ziyade borçlular üzerinde olduğu, o nedenle hükmü -çekteki ibraz sürelerini de içermesi ötesinde- ibrazı engelleyen, borçlulara faiz ödeme zorunluluğu olmaksızın bir zaman kazandıran nitelik taşıdığı görüşünün de hiçbir şekilde kabul edilebilir olmadığına değinmek gerekir. Doğrusu kanun koyucunun doğrudan Anayasa m. 48’te tanınan “sözleşme özgürlüğü”ne müdahalesi mahiyeti taşıyacak olan ve içinden çıkılması güç bambaşka sorunlara neden olabilecek böyle bir yaklaşımın tahayyülü bile sakıncalıdır. Oyunun kuralları belirlendikten ve kartlar dağıtıldıktan sonra oyuna müdahale ederek çözüm bulmaya çalışmak bir çözüm değil, çözümsüzlük nedeni oluşturur.
Hiç kuşku yok ki Covid-19 nedeniyle ekonomik hayat etkilenmekte, doğal olarak bir kısım borçlular da bundan nasibini almaktadır. Esasen bu salt çek borçluları bakımından gündeme gelen bir mesele de değildir. Borç bir çeke veya herhangi bir kambiyo senedine bağlanmış olsun olmasın, ekonomik sıkıntı bazı borçluları etkiler. Bu konuda çek borçlularının bir “ayrıcalığı” yoktur. Ancak ekonomik ilişkiler tek boyutlu da değildir; ekonomik hayatın aktörleri alacaklılar ve borçlular gibi iki blokta yer almamaktadır. O nedenle bu ilişkilere herhangi bir şekilde müdahale, doğal olarak, bir başka ilişki yönünden sorun ortaya çıkarır. Ekonomik sorunların yasal düzenlemelerle, -eski bir söyleyişle “efradını cami, ağyarını mani” şekilde çözüme kavuşturulması imkânsızdır. Doğru olan, çözümü, 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinde yer alan “ibraz” sözcüğünden hareketle bir yasal düzenlemede değil, gene hukukun içindeki diğer kurumlarda; örneğin BK m. 138’de hükme bağlanan aşırı ifa güçlüğünün uygulanmasında aramaktır[10]. Nitekim 7226 sayılı Kanun genel olarak incelendiğinde, kanun koyucunun sözleşme ilişkilerine bu şekilde bir müdahaleden -yerinde olarak- kaçındığı görülmektedir[11].
III. Sonuç
-
7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi, çekin ibraz sürelerinin belirlenmesi bakımından herhangi bir değişiklik getirmiş değildir. Hukuki durum, kanunun önceki haliyle aynıdır.
-
Bununla birlikte bir an için aksine bir yorum benimsenip hükmün çekteki ibraz süreleri bakımından da uygulama alanı bulacağı kabul edildiğinde ise hüküm yalnızca alacaklı/hamil bakımından ibrazın daha uzun bir süre içinde yapılmasına ilişkin hak kazanımı sağladığı yönünde anlaşılabilir; borçlunun hukuki durumu bundan etkilenmez.
Dipnotlar
Ali Paslı, “Covid-19 Salgınının Çek Hukukuna Etkisi: Güncel Koşullar Sürerken Çek İbrazı Mümkün Müdür?”, (www.ticaretkanunu.net) (kısaltma “Covid-19”); aynı yazar, “Ek Açıklama: Çeklerin Pandemi Süresince İbrazının Devamına İlişkin Güncel Uygulamanın Eleştirisi” (www.ticaretkanunu.net) (kısaltma “Ek Açıklama”); Sinan Sarıkaya, “7226 sayılı Kanun’un Geçici 1. Maddesinin Çeklerin İbrazı ve Karşılıksız Çek Suçuna Etkisi”, blog.lexpera.com.tr; Ali Dural, “Covid-19 Salgını Nedeniyle Yürürlüğe Giren 7226 Sayılı Kanun’un Geçici 1. Maddesinin Çek Açısından Sonuçları”, blog.lexpera.com.tr. ↩︎
Burada incelenen konuya yönelik bir özellik arz etmediği için TK m. 811’in uygulanma şartlarına yönelik ayrıntılı değerlendirmeye ihtiyaç yoktur. Ancak şu kadarına değinmek gerekir ki her ne kadar Dural, mücbir sebebin ibraz ve diğer işlemler için belirlenen sürelerin ipso jure uzaması sonucunu doğurmadığını, bunun için TK m. 811/2’deki ihbar külfetinin yerine getirilmesi gerektiğini, aksi halde hamilin başvurma hakkını kaybedeceğini, düzenleyenin de çekten cayma imkânının doğacağını ileri sürmekteyse de bu sav yerinde değildir. TK m. 811/2’de düzenlenen ve hukuki niteliği itibariyle bir yüklenti/mükellefiyet (obliegenheit) olan ihbar yükümünün yerine getirilmemesinin yaptırımı, ihbar yapılmaması nedeniyle başvurma borçlularının uğradığı zarardan hamilin -çek bedelini geçmeyecek miktarda-sorumlu (ersatzphlichtig) olmasıdır (TK m. 811/2’nin göndermesiyle TK m. 723/7); yoksa hamilin başvuru hakkı düşmez. Birçokları yerine bkz. Adolf Baumbach/Wolfgang Hefermehl/Matthias Casper, Wechselgesetz - Scheckgesetz - recht der kartengestützen Zahlungen, 23. Aufl., München 2008, WG Art. 54 N. 3; Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, 2. Bası, Ankara 1997, s. 741. ↩︎
Birçokları yerine bkz. M. Kemal Oğuzman/M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, 17. Bası, İstanbul 2019, s. 431 N. 1345. ↩︎
Karş. Dural, agm. ↩︎
İdarenin bu konudaki tasarruflarının hukuka uygun olup olmadığı bir idare hukuku meselesi olduğu için burada etraflıca değerlendirilecek değildir. Şu kadarına işaret edilebilir ki yapılan düzenlemeler esasen İçişleri Bakanlığının tasarrufu mahiyetini taşımamaktadır; zira gerek İl Özel İdaresi Kanunu, gerek Umumi Hıfzıssıhha Kanunu İçişleri Bakanlığına bir düzenleme yapma yetkisi tanımamaktadır. O nedenledir ki İçişleri Bakanlığının 21.03.2020 tarihli “65 Yaş ve Üstü ile Kronik Yasağı Olanlara Sokağa Çıkma Yasağı Genelgesi”nde -idare hukuku bakımından yine yerindeliği tartışması bir yana- il valilerine, bu konuya yönelik gerekli işlemleri yapma talimatı verilmektedir. Halbuki İl Özel İdaresi Kanunu ile Umumi Hıfzıssıhha Kanunu da böyle bir genel sokağa çıkma yasağı olanağını düzenlememektedir ve düzenlemesi de düşünülemez; zira temel haklardan biri olarak Anayasa m. 23’te düzenlenen “seyahat hürriyeti”nin ancak “suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek” amacıyla kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Ne var ki netice itibariyle mevcut haliyle idarenin almış olduğu sokağa çıkma yasağı kararları da hukuka uygunluk karinesinden yararlanacağından bir yargı kararı ile iptal edilmediği sürece bireyler yönünden bağlayıcılık taşımaktadır. ↩︎
Burada özellikle 7226 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi dolayısıyla “çekteki ibraz süreleri” bakımından gündeme gelen tartışmalara yönelik değerlendirmelerde bulunulduğu için diğer kambiyo senetleri bakımından ayrı bir inceleme yapılmamaktadır. Ancak mücbir sebep gerekçesine dayalı olarak kambiyo senedinin ne zaman ödeme talebiyle ibraz edilebileceği ve ödememe durumunun protesto ile tespit edilmesi gerektiği ya da protestoya ihtiyaç bulunmadığı sorunun diğer kambiyo senetleri bakımından da aynen geçerli olduğunu hatırlatmak gerekir (Bkz. poliçe ve [TK m. 778/1-(d)’nin göndermesiyle] bono için TK m. 731). Başka bir deyişle mücbir sebep sorunu yalnızca “çek”i ilgilendiren bir husus da değildir. ↩︎
Bkz. Paslı, yukarıda dpn. 1’de adı geçen makaleler. ↩︎
Bkz. Paslı, Ek Açıklama. ↩︎
Paslı, Covid-19. ↩︎
Elbette bu olasılıklarda doğrudan çekte mündemiç alacağa yönelik bir etki yaşanmaz, etki dolaylı şekilde gerçekleşir. Zira çekteki borç bir para borcu olduğundan ifa imkânsızlığına uğraması söz konusu olmayacağı gibi çek soyut bir kıymetli evrak olmakla temel ilişkideki alacakta yaşanan değişiklik, doğrudan çekte mündemiç alacağın değişmesine neden olmaz. Ne var ki çekteki alacak temel ilişkideki alacağı hedef tuttuğundan, temel ilişkideki alacaktaki değişiklik, kıymetli evrak hukukunda şahsi def’ilerin ileri sürülmesi kuralları çerçevesinde, dolaylı olarak çekteki alacağa yansıyabilecektir. ↩︎
Aksine bir örnek olarak kanunda yer alan ve belki nispeten zararsız denilebilecek kira sözleşmesine yönelik Geçici m. 2’deki “1/3/2020 tarihinden 30/6/2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesi kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmaz” hükmünün her bir kira sözleşmesi bakımından adil sonuçlar doğurmaya elverişli olmadığı dikkate alındığında, yasal düzenleme ile ekonomik hayata müdahalenin onulmaz yaralara neden olacağı, bu bakımdan bir çözüm yöntemi olarak akla bile getirilmemek gerektiği kendiliğinden anlaşılır. Gerçekten, anılan hükümde kanun koyucu kira sözleşmelerinde kira bedelinin ödenmesinde temerrüdün diğer sonuçlarına dokunmayıp, sadece belirli bir zaman dilimi bakımından sözleşmenin feshini ve tahliye sebebi oluşturmasını engellemek, böylelikle işyeri kiracılarının üzerinde oluşan yükü hafifletmek istemekle bir varsayımdan hareket etmektedir: Ekonomik bakımdan işyeri kiralarında kiracılar zor durumdadır. Oysa bu mutlak bir durum değildir. Covid-19 salgını, örneğin market, eczane, internet satışı vb. birtakım ticari/mesleki faaliyetlerin durumunu ağırlaştırmamış, tersine ekonomik yönden daha iyi bir duruma gelmelerini sağlamıştır. Ne var ki hüküm ekonomik bir kriter belirleyip ayrım yapmadığı ve esasen yapamayacağı için diyelim Covid-19 salgını dolayısıyla ekonomik hiçbir kayba uğramayan kişiler de artık hükümden istifade edebilir hale gelmektedir. ↩︎