Sportif faaliyetler, doğası gereği zarar ile sonuçlanan fiilleri de beraberinde getirebilir. Fiziksel temasın ve dolayısıyla ister istemez çoğu zaman zararın faaliyetin temel unsuru olduğu boks, güreş gibi müsabakaların yanı sıra, niteliği dolayısıyla zarar ihtimalinin neredeyse hiç olmadığı koşu, tenis, yüzme gibi faaliyetlerde dahi, katılımcılar ya da diğer başka etkenler dolayısıyla zararlı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Sportif faaliyetler esnasında ya da dolayısıyla ortaya çıkabilecek her türlü zararlı sonucun Türk Borçlar Kanunu kapsamında haksız fiil olarak nitelendirilmesi, hareketi kısıtlayarak sportif faaliyetlerin gerçekleştirilmesini imkansız kılacaktır. Halbuki spor, devlet tarafından teşvik edilen, bu kapsamda T.C. Anayasası’nda yer bulan bir faaliyettir (md. 59). Şu durumda, sportif faaliyetlerden kaynaklanan zararların değerlendirilmesinde, fiili haksız fiil kapsamında yer almaktan çıkarabilecek kimi unsurların değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme kapsamında ise, karşımıza çıkabilecek en üst kavram rızadır.
Rıza, Türk Borçlar Kanunu’nun 63. maddesinde, hukuka aykırılığı ortadan kaldıran haller arasında sayılmaktadır. Bununla birlikte, sportif faaliyetler açısından, tıbbi müdahalelerde olduğu gibi rızanın doğrudan doğruya fiile yönelik olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir başka ifade ile, sportif faaliyetlerde, katılımcıların ya da üçüncü kişilerin, bu faaliyete dahil olarak kendileri üzerinde zarar verici bir fiilin gerçekleştirilmesine yönelik rızalarının var olduğu söylenemez. Nitekim, yukarıda belirttiğimiz, en açık örnek olan boks müsabakalarında dahi, sporcular “karaciğerinin zarar görmesi” ya da “nörolojik hasara uğramak” hususunda rıza göstermezler. Aksine, müsabaka, sporcunun, kendisine yönelik teknik hareketleri engelleyerek, karşı tarafa yönelik teknik hareketlerle puan alması ve oyunu kazanması üzerine kuruludur. Bununla birlikte, işaret etmiş olduğumuz zararlar, boks müsabakasının son derece olası sonuçları arasında yer almaktadır. Zarar ihtimalinin çok daha düşük olduğu, örneğin voleybol müsabakalarını gözetirsek, faaliyetin top ile temas üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ancak bu müsabakalarda dahi, topun hızla rakibin yüzüne isabet etmesi ya da bir sporcuya takım arkadaşı başka bir sporcunun çarpması dolayısıyla çeşitli zararlar ortaya çıkabilir. İşte bu noktada, zararlı sonuca doğrudan doğruya rıza gösterdiğini söyleyemeyeceğimiz sporcunun, esasında muhtemel zararlı sonuçları öngörüp, bu riski kabul ederek müsabakaya dahil olduğunu söylemek gerekir. Aksi takdirde, yukarıda belirtildiği üzere, sportif faaliyete dahil olan tüm unsurlar, sürekli şekilde haksız fiilden sorumlu tutulmak tehdidine maruz kalacak, bu da sporun icrasını imkansız kılacaktır.
Kabul edilen riskin sınırlarının belirlenmesinde çok sayıda unsur karşımıza çıkar. Öncelikli sınır, oyunun kurallarıdır. Bu noktada belirtmek gerekir ki, her şeyden önce faaliyetin spor tanımı içerisinde yer alması gerekir. Bir başka ifade ile, sportif faaliyet olarak niteleyemeyeceğimiz, yer altı dövüşleri ya da hayvan dövüşleri gibi müsabakalarda, oyunun kurallarına uyulduğu gerekçesi ile zararlı sonuçtan sorumluluğun söz konusu olmayacağını söylemek mümkün değildir. Ayrıca, yalnızca oyunun kuralları riskin kabul edilen sınırlarda kaldığını tespit etmekte yeterli olmayacaktır. Oyunun kurallarını aşan, ancak sorumluluğa neden olduğu söylenemeyecek kimi durumlarda, karşımıza fair play ilkesi ve tasvip edilen sertlik kavramları çıkar. Fair play, ulusal ve uluslararası metinlerde çeşitli unsurları ile tanımlanmıştır. Tasvip edilen sertlik ise, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2013/4-364 E., 2013/1543 K. sayılı ve 06.11.2013 tarihli kararında karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, karar kapsamında da, fiilin oyun kuralları ve fair play ilkesine aykırılık teşkil etmemesi, tasvip edilen sertliği aşmaması halinde, zarara neden olanın sorumluluğuna hükmedilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Sportif faaliyetlerden kaynaklanan hukuki sorumluluk konusunda ayrıca Duygu Tahan Orhan'ın "Roma Hukukunda Sportif Faaliyetlerden Kaynaklanan Hukuki Sorumluluk ve Türk Hukukuna Yansımaları" adlı eserine bakılabilir.
On İki Levha Yayıncılık