Lexpera Blog

Vergilendirme Açısından Yurtdışında Bulunan Alacakların Şüpheli Alacak Haline Gelmesi

I. Giriş

Vergi Hukukunda, vergilendirme açısından ticari kazançlarda tahakkuk esası geçerlidir. Tahakkuk esasının temelini ise ekonomik faaliyetin gerçekleştiği zamandaki muhasebe kayıtları oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile bir satış gerçekleşip fatura kesildiği anda muhasebe kayıtları oluşturulmakta ve bu muhasebe kayıtlarına göre kârlılık ve gelir/kurumlar vergisi hesaplanmaktadır. Fatura karşılığı alacağın tahsil edilip edilmediği ya da ne zaman tahsil edileceği yapılan işlemden doğan vergi yükümlülüğünü değiştirmemektedir. Öte yandan aşağıda detaylı bir şekilde açıklanacağı üzere; bazı şartların gerçekleşmesi halinde, tahsil edilemeyen alacak için “karşılık ayrılması” ve tahsil edilemeyen alacağın “vergi hesaplamalarında gider olarak dikkate alınması” mümkündür.

II. Şüpheli Alacak Kavramı ve Konuya İlişkin Yargı Kararları

213 sayılı Vergi Usul KanunununŞüpheli Alacaklar” başlıklı 323. maddesinde şüpheli alacağın ne olduğu ve hangi alacakların şüpheli alacak sayılacağı açıkça ifade edilmektedir. Bu hükme göre; ticari veya zirai kazancın elde edilmesiyle ilgili olmak şartıyla; dava veya icra safhasında bulunan alacaklar ile yapılan protesto veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar şüpheli alacaklardır. Şüpheli alacakların önemi şu noktada ortaya çıkmaktadır: 213 sayılı Kanunun 323/2. maddesine göre şüpheli alacaklar için pasifte karşılık ayrılabilmektedir. Aksi bir ihtimalde ise, yurt dışında olan bir alacak, tahsil edilmemiş olduğu ve tahsil kabiliyeti bulunmadığı halde hasılat olarak değerlendirilmekte ve bilançonun aktif kısmında yer almaktadır. Dolayısıyla, mükellefler, satışlarından kaynaklanan gelirleri (tahsil edemedikleri alacakları) için 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu veya 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca tabi oldukları vergi dilimine göre gelir vergisi veya kurumlar vergisi ödemek durumunda kalmaktadır.

Tahsil edemediği alacakları, gelir vergisi veya kurumlar vergisi matrahından düşmek isteyen mükelleflere Gelir İdaresi Başkanlığı veya ilgili Vergi Dairesi Başkanlıkları tarafından verilen özelgelerde, yurtdışındaki alacakların şüpheli alacak olarak sayılabilmesi için borçlunun mukim bulunduğu ülkede dava açılması veya icra takibi yapılması gerektiği belirtilmektedir[1]. Yurt içinde dava açılması veya icra takibi yapılmasına ilişkin prosedürler oldukça kolay olmasına karşın yurtdışında bulunan alacaklar için dava açılması veya icra takibi yapılması oldukça meşakkatli, masraflı ve zordur. Zira çoğu zaman alacağın bulunduğu ülkenin hukukuna göre bir dava açılması veya icra takibi yapılmasına ilişkin maliyet, alacağın kendisinden daha fazla olmaktadır[2]. Bu nedenle birçok mükellef, alacağını tahsil edememesine rağmen yurtdışında olan alacağını tahsil etmek için hukuki yollara başvur(a)mamaktadır. Buna rağmen de tahsil edemediği hatta hiçbir zaman tahsil edemeyeceği alacaklar, hâsılattan sayıldığı için gelir vergisi veya kurumlar vergisi ödemek zorunda kalmaktadır.

Konuya ilişkin Danıştay Üçüncü ve Dördüncü Daire kararlarında mükellefleri rahatlatabilecek ifadelere yer verilmiş ve borçlusu yurtdışında bulunan para alacaklarına ilişkin icra takipleri veya davalar bakımından Türkiye’de bulunan icra dairelerinin ve mahkemelerin de yetkili olduğu belirtilmiştir[3]. Danıştay Dördüncü Dairesinin kararında “Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunu'nun 27nci maddesi milletlerarası yetki konusunda iç hukuka atıf yapmakta, İcra ve İflas Kanunu'nun 50nci maddesi de yetki konusunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na yollama yapmaktadır. Bu itibarla, yabancı unsurlu para borçlarının icra takibinde 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 9uncu maddesine göre borçlu ikametgahı, 10uncu maddesine göre akdin vuku bulduğu yer ve 16ncı maddesine göre borçlunun malvarlığının bulunduğu yer icra daireleri yetkilidir.” ifadelerine yer verilmiştir.

Danıştay Üçüncü Dairesinin kararında ise, Konya Vergi Mahkemesinin bu konuda vermiş olduğu 14.07.2011 tarih ve 2010/890 E 2011/1317 K sayılı kararının “Davacı tarafından 2009 yılında yurt dışına yapılan satış bedellerinin tahsili amacıyla Karaman 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2009/92,93,94,95 ile Karaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2009/80, 81,83,84 sayılı dosyalarında dava açıldığı ve tahsil edilemeyen söz konusu alacakların şüpheli alacak olarak ayrılıp ayrılamayacağının davalı idareye sorulması üzerine alacaklar için yurt dışında dava açılmadığı için sözü edilen tutarın şüpheli alacak karşılığı olarak ayrılamayacağının bildirilmesi nedeniyle ihtirazi kayıtla beyanname verildiği, Mahkemelerince verilen ara kararıyla Karaman 1. ve 2. Asliye Hukuk Mahkemelerinde bulunan söz konusu dosyalardaki dava dilekçelerinin onaylı örneklerinin, davalarda yetki veya göreve ilişkin bir karar verilip verilmediğinin ve davaların hangi aşamada olduğunun anılan Mahkemelerden yazı alınmak suretiyle bildirilmesinin davacıdan istenmesine karar verilmiş olup, davacı şirket tarafından gönderilen belgelerden, Karaman 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2009/93, 94, 95 sayılı dosyalarının E:2009/92 sayılı dosya ile birleştirildiği ve davaların devam ettiği, Karaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2009/80, 81, 83, 84 sayılı dosyalarındaki davaların mahkemenin kapanması nedeniyle Karaman 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2009/156, 157, 158, 159 sayılı dosyalarında görülmeye devam ettiği, söz konusu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilmediğinin anlaşıldığı, 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 27'nci maddesiyle atıfta bulunulan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 9'uncu maddesinde, genel yetkili mahkemenin davalının ikametgahı mahkemesi olduğunun, özel yetkiyi düzenleyen 10'uncu maddesinde ise sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda ifa yeri mahkemesinin yetkili olduğunun belirtildiği, davaya konu uyuşmazlık para alacağından kaynaklandığından, 818 sayılı Borçlar Kanununun 73'üncü maddesi uyarınca, ifa yerinin borcun ödenme zamanındaki alacaklının ikametgahının olduğu, dolayısıyla, alacaklının ikametgahı mahkemesi olan Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde davanın açılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, bu durumda, davacı şirketin alacakları için Karaman Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davalar görevsizlik veya yetkisizlik nedeniyle reddedilmeksizin devam ettiğinden ve davaların alacağın tahsiline yönelik açıldıkları ve sırf gider kaydı yapabilmek için şeklen açılmış davalar olduğu yolunda tespit bulunmadığından, şirketin ilgili dönemde tahsil edemediği alacaklarının şüpheli alacak olarak ayrılabileceği gerekçesiyle tahakkukun itirazlı kısmını kaldırmış, fazladan ödenen tutarı ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizle birlikte iadesine karar vermiştir....

Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen on beş gün içinde Danıştay nezdinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 28.12.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.” ifadeleriyle onanmasına karar verilmiştir. Nitekim Danıştay Üçüncü ve Dördüncü Dairelerinin kararlarında belirtilen bu yaklaşım borçlar hukuku anlamında öğretide ve Yargıtay içtihatlarında da kabul görmektedir[4].

III. Sözleşmeye Uygulanacak Hukukun Tespiti ve Yetki Kuralları

A- Uygulanacak Hukukun Türk Hukuku Olması

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK)’un 24 ilâ 29. maddelerinde sözleşmelere uygulanacak hukuka ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Bahse konu bu düzenlemelerde esas olan, taraflar arasındaki sözleşmeye uygulanacak olan hukukun tarafların seçtiği hukuk olduğudur. Aynı kanunun Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk başlıklı m. 24/4’e göre, sözleşmeye uygulanacak olan hukukun taraflarca seçilmemiş olması halinde, sözleşmeyle en sıkı şekilde ilişkili olan hukuk uygulanacaktır. Sözleşmeyle en sıkı şekilde ilişkili olan hukukun belirlenmesinde karakteristik edim borçlusu kavramı büyük bir önem taşımaktadır. Nitekim MÖHUK’da sözleşmelere uygulanacak hukuk, karakteristik edim borçlusunun işyeri hukuku, eğer işyeri yok ise yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilmektedir. Karakteristik edim ise sözleşmede ağır basan edim olarak tanımlanmaktadır. Nitekim MÖHUK’un 24. Maddesinin gerekçesinde “Milletlerarası özel hukukta tarafların hukuk seçimi yapmadıkları durumda, hangi tarafın ediminin karakteristik edim sayılacağına bazı sözleşmeler açısından örnek vermek mümkündür. Buna göre menkul mülkiyetinin devrine ilişkin sözleşmelerde devredenin, satım sözleşmesinde satıcının, bir hakkın ya da şeyin kullanımına ilişkin sözleşmelerde kullandıranın, vekâlet ve diğer hizmet sözleşmelerinde hizmet edenin, muhafaza sözleşmelerinde muhafaza edenin, garanti ya da kefâlet sözleşmelerinde garanti edenin veya kefilin edimi karakteristik edim sayılmaktadır. Bu belirlemede, genel olarak, sözleşmeye sosyal içeriğini ve karakterini veren edim borçlusunun esas alındığını söylemek mümkündür.” ifadelerine yer verilerek taraflardan birinin borcunun belirli bir miktar paranın ödenmesinin söz konusu olduğu ilişkilerde, edimi belirli bir miktar paranın ödenmesi olmayan tarafın borcunun karakteristik edim olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, taraflardan birinin borcu belirli bir malı teslim etmek, diğer tarafın borcunun ise belirli bir miktar parayı ödemek olduğu hallerde, karakteristik edim belirli bir malın teslim edilmesi olacağından; uygulanacak hukuk da belirli bir malı teslim etmek yükümlülüğünde olan borçlunun “işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri” hukuku olacaktır.

Sözleşmenin ifa yerinin belirlenmesinde, ifası talep edilen edim esas alınmakla birlikte; Sözleşmede her iki tarafın da ifada bulunduğu karşılıklı borç yükleyen ilişkilerde ise yetkili mahkeme davacının ifasını talep ettiği edime göre belirlenecektir. Dolayısıyla ilgili bu edimin ifa yeri, sözleşmeye uygulanması gereken maddi hukuka göre tayin edilecektir. Sözleşmeye uygulanması gereken maddi hukuk ise yine MÖHUK m. 24 uyarınca tespit edilecektir[5].

Yurtdışında yer alan şüpheli alacaklar yönünden konuyu incelediğimiz takdirde ise sözleşmenin yurtdışındaki tarafının edimi, belirli bir miktar paranın ödenmesi iken ülkemizde yer alan tarafın edimi çoğu zaman belirli bir malın veya hizmetin teslimidir. Dolayısıyla bu şekildeki sözleşmelere uygulanması gereken maddi hukuk da Türk Hukuku’dur.

B- Türk Hukukunda Yetki Kuralları

Sözleşmeye uygulanması gereken maddi hukukun Türk hukuku olarak tespit edilmesi sözleşmenin ifa yerinin taraflarca belirlenmesi pekâlâ mümkündür. Bu durumda dava, kararlaştırılan ifa yerinde açılabilecektir. Tarafların sözleşmenin ifa yeri hakkında bir seçim yapmadıkları takdirde ise, sözleşmenin ifa yeri Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre belirlenecektir. TBK m. 89/1 uyarınca, taraflar aksini kararlaştırmamışlarsa, sözleşmeden doğan para borcu, alacaklının ödeme zamanındaki ikametgâhında ödenecektir. Sözleşmeden doğan borcun aranacak borç olması olasılığında ise, yetkili mahkeme borçlunun yerleşim yeri mahkemesi olacaktır[6].

Taraflardan birinin yurtiçinde, diğerinin ise yurtdışında bulunduğu mal veya hizmet teslimine ilişkin sözleşmelere uygulanacak olan hukuk Türk hukuku olduğuna göre, sözleşmenin ifa yerinin Türkiye’de olması durumunda sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlık hakkındaki davada Türk mahkemesinin milletlerarası yetkisi mevcut olduğunu söylemek gerekir. Dolayısıyla para borçlarına ilişkin icra takipleri ve davalar bakımından Türk hukukunda yer alan yetki kurallarını incelemek gerekecektir. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 50. maddesine göre, para borçları açısından yetkili icra dairesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yetkiye ilişkin hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanması sonucu belirlenmektedir. 6100 sayılı Kanunun 6. maddesinde genel yetkili mahkeme davalının yerleşim yerindeki mahkeme olarak belirlense de 10. maddesinde sözleşmelerden doğan davalar açısından sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinin de yetkili olduğu hükme bağlanmıştır. Sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesi kavramını incelediğimizde ise borçlar hukuku anlamında ifa yerinin belirlenmesine ilişkin değerlendirmeler önem taşımaktadır.

Alacaklının yerleşim yerine ya da ifa yeri olarak tayin edilen yere borçlu tarafından götürülecek veya masrafı ve hasarı borçluya ait olarak nakledilecek şeylere ilişkin borçlara, götürülecek borçlar denilmektedir[7]. Nitekim TBK m. 89/b.1’de belirtilen para borçları bakımından da durum böyledir. Diğer bir anlatımla, para borçlarının ifa yeri, tarafların anlaşması veya bir kanun hükmü ile tayin edilmiş değilse, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yeri olarak belirlenmiştir. İfa yeri bakımından para borcunun sözleşmeden, haksız fiil veya sebepsiz zenginleşmeden doğmuş olmasının ise herhangi bir önemi bulunmamaktadır[8]. Alacaklının yerleşim yerinin değiştiği veya alacaklının değiştiği –örneğin alacak temlik edildiği- hallerde dahi borçlunun borcunu alacaklının yeni yerleşim yerinde ödemesi gerektiği kabul edilmektedir[9]. Öyle ki para borcunu posta havalesi ile ödemek isteyenlerin, bu havaleyi alacaklının yerleşim yerinde ödeme kaydı ile yapmaları gerektiği[10], nitekim alacaklının parayı almak için postaneye gitmek zorunda dahi olmadığı kabul edilmektedir[11]. Milletlerarası ticari ilişkilerde kullanılan CIF, FOB gibi kayıtlar ise, masraf ve hasarlara ilişkin olmakla birlikte ifa yerini belirlememektedir[12].

Öte yandan bir satış türü olarak milletlerarası mal satımına ilişkin düzenlemeleri içeren ve Viyana Antlaşması olarak da bilinen Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG)[13] kapsamında da sözleşmelerden kaynaklı ifa yerleri ilişkin düzenlemelerin de yer aldığını ayrıca belirtmek gerekir. CISG m. 30 ve 53 düzenlemeleri birlikte değerlendirildiğinde, milletlerarası mal satımı, satıcının, satım konusu malları teslim ile mülkiyeti geçirmeyi; alıcının da semeni ödemeyi ve malları teslim almayı borçlandığı sözleşme olarak tanımlanabilir[14]. Bu anlaşma mal temin eden tarafın ediminin, ağırlıklı olarak işgücü veya diğer bir hizmetin sağlanmasından oluştuğu sözleşmelere uygulanmamakla birlikte (CISG m. 3/2); imal edilecek veya üretilecek malların teminine ilişkin sözleşmeler, -bunlar sipariş eden taraf, imalat veya üretim için gerekli olan malzemelerin esaslı bir bölümünün teminini taahhüt etmiş olmadıkça-, satım sözleşmesi olarak kabul edilmektedir[15](CISG m. 3/1). İfa yeri bakımından alıcının borçlarını düzenleyen III. Bölüm içerisinde* Semenin Ödenmesi* başlıklı m. 57/1’de “Alıcı semeni başka yerde ödemekle yükümlü değil ise, bunu satıcıya, onun işyerinde, veya ödemenin, malların veya belgelerin verilmesi karşılığında yapılması gerekiyor ise, verme yerinde ödemelidir.” düzenlemesi ile TBK’daki düzenlemeye paralel ve uyumlu bir düzenlemenin yer aldığını da ifade etmek gerekir. Diğer yandan Yargıtay’ın farklı hukuk daireleri de para borçlarına ilişkin yetkinin alacaklının yerleşim yerinde bulunan icra dairelerinde olduğunu kabul etmektedir.

Nitekim Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin bir kararında şu ifadeler yer almaktadır: “İİK'unun 50/1 maddesi yollamasıyla icra müdürlüğünün yetkisi bakımından HMK'unun yetkiye dair hükümlerinin uygulanması gerekir. HMK'unun 10. maddesi gereğince borcun ifa yeri mahkemesi de yetkilidir. 6098 Sayılı TBK ‘unun 89/1 maddesi uyarınca aksine bir anlaşma yoksa para borçları alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde ifa edilir. Buna göre Bolu İcra müdürlüğü yetkili olup mahkemece yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Mahkemece yapılacak iş davalı borçlunun icra müdürlüğünün yetkisine yaptığı itirazın reddi ile işin esasına girmekten ibarettir.”[16] Kanun hükmünün açıklığı, öğretideki kabul ve Yargıtay içtihatları gereği para borçları açısından alacaklının yapacağı icra takibi veya açacağı dava açısından “alacaklının yerleşim yerindeki” icra daireleri ile mahkemeler yetkilidir. Bu konuda herhangi bir şüphe yoktur.

IV. Sonuç

Kamu Kurumlarınca mükelleflere verilen özelgelerde; “bir alacağın 213 sayılı Kanunun 323. maddesinde yer alan hükümlere göre şüpheli alacaklar arasına alınabilmesi için gereken şartlardan biri olan dava açılması veya icra takibi yapılması şartının yerine gelmesi için; yurtdışındaki alacaklar açısından borçlunun yerleşim yerinde (yurt dışında) icra takibi yapılması veya dava açılması gerektiği” yönünde görüş belirtilmektedir. Ancak yürürlükteki mevzuat ile ilmi ve kazai içtihatlar çerçevesinde değerlendirildiğinde bu görüşün yerinde olmadığı kanaatindeyiz.

Nitekim Danıştay Üçüncü ve Dördüncü Daireleri de yukarıda yer verdiğimiz kararlarında alacaklının yerleşim yerinde yapılmış olan icra takibiyle alacağın şüpheli alacak durumuna düştüğünü ve şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceğini kabul etmiştir. Doktrindeki farklı yöndeki bir görüşte; yurt içindeki mahkemelerde dava açmanın veya icra dairelerinde takip başlatmanın borcun tahsil edilmesine yönelik tüm çabanın gösterilmediği şeklinde değerlendirilmekteyse de[17] yargı kararları alacaklının yerleşim yerinde açılan davaları ve yapılan icra takiplerinin alacakları şüpheli konuma getirdiğini kabul etmektedir. Konuyla ilgili en önemli nokta, belli bir alacağı içeren mal ve hizmet teslimine ilişkin sözleşmeye Türk hukukunun uygulanacak olmasıdır. MÖHUK’un 24/1. maddesine göre, kural olarak sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbi olup böyle bir seçimin bulunmadığı mal ve hizmet teslimleri yurtiçinden sağlanacak ise - yukarıda belirtildiği gibi - Türk hukukunun uygulanması gerekmektedir.

Bu durumda, alacaklının kendi yerleşim yerinde (Türkiye’de) dava açması veya icra takibi yapması halinde belirtilen şart yerine getirilmiş olacaktır. Bununla birlikte, gözden kaçırılmaması gereken hususlardan birisi de yapılan icra takibinin sadece şeklen yapılmış bir icra takibi veya açılan davanın sadece şeklen açılmış bir dava olmamasıdır. İcra takibinin veya açılmış olan davanın ciddiyetle takip edilmesi gerektiği yargı kararlarında da önemle vurgulanmıştır. Yargı makamları, önlerine bu türden bir uyuşmazlık geldiğinde açılmış olan davanın veya yapılan icra takibinin ciddi bir şekilde takip edilip edilmediğini tespit etmek amacıyla dosyaları incelemekte ve bu hususu göz önünde bulundurmaktadır. Diğer yandan alacağın şüpheli hale geldiğini ispat edebilecek belgeler (borçlu şirketle yapılmış e-mail yazışmaları, borçlu şirketin faal olmadığına ilişkin bilgiler vb.) bulundurulmalı, bu bilgi ve belgeler muhtemel bir vergi incelemesi sırasında alacakların şüpheli hale geldiğinin ispatı hususunda kullanılmalıdır.

Sonuç olarak, borçlusu yurtdışında olan alacakların Türkiye’de yapılacak bir icra takibi veya Türkiye’de açılacak bir dava sonucu vergi hukuku bakımından şüpheli alacak olarak kaydedilebilmesi için;

· Sözleşmeye uygulanacak hukuk Türk hukuku olmalı,
· İcra takibi yapılmalı veya dava açılmalı, icra takibi veya dava ciddiyetle takip edilmeli,
· Eğer varsa borçlunun borcunu ödemeyeceğine dair diğer belgeler bulundurulmalıdır.


Dipnotlar


  1. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığının 04.04.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-019.01-230 sayılı, 1.06.2012 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-105[323-2012/VUK-1-]-1942 sayılı, 11.05.2017 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-105[VUK-1-20178]-129208 sayılı, 25.04.2018 tarih ve 11395140-105[VUK1-19859]-406842 sayılı ve 03.10.2018 tarih ve 62030549-125[6-2015/356]-881164 sayılı, Antalya Vergi Dairesi Başkanlığının 28.04.2014 tarih ve 77058783-105-110 sayılı özelgeleri. Aynı yönde bkz. İNAN, Ali Deniz, Yurt Dışı Alacaklarda Şüpheli Ticari Alacak Karşılığı Ayrılması Durumu, (http://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/alidenizinan/001/, Erişim Tarihi: 14.10.2020) ↩︎

  2. TÜRKMEN, Nedim, Tahsil Edilemeyen Yurtdışı Alacakların Zarar Yazılması, 10.02.2019, (https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/nedim-turkmen/tahsil-edilemeyen-yurtdisi-alacaklarin-zarar-yazilmasi-3464906/, Erişim Tarihi: 14.10.2020). ↩︎

  3. Danıştay Dördüncü Dairesinin 27.05.2010 tarih ve 2008/399 E 2010/3271 K sayılı kararı, Danıştay Üçüncü Dairesinin 28.12.2015 tarih ve 2011/5130 E 2015/10182 K sayılı kararı. ↩︎

  4. DOĞRUSÖZ, Bumin, Yabancılardan Alacaklarda Şüpheli Alacak Karşılığı, https://www.dunya.com/kose-yazisi/yabancilardan-alacaklarda-supheli-alacak-karsiligi/481068, Erişim Tarihi: 22.10.2020. ↩︎

  5. SÜRAL, Ceyda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisine Etkisi, TBB Dergisi, s. 181. (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-100-1185, Erişim Tarihi, 13.10.2020). ↩︎

  6. SÜRAL, s. 181. ↩︎

  7. OĞUZMAN, Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-1, İstanbul 2012, s. 329; KILIÇOĞLU, Ahmet Mithat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara 2012, s. 536. ↩︎

  8. OĞUZMAN / ÖZ, s. 327. ↩︎

  9. EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, Ankara 2015, s. 943; OĞUZMAN / ÖZ, s. 329. ↩︎

  10. Bkz. Yargıtay HGK. 7.11.1980, 12-224/223 (YKD. 1981/3, s. 271). ↩︎

  11. OĞUZMAN / ÖZ, s. 327. ↩︎

  12. OĞUZMAN / ÖZ, s. 329, dn. 246. ↩︎

  13. 10 Mart-11 Nisan 1980 arasında, Birleşmiş Milletler nezdinde hazırlanan ve hazırlanması, Viyana’da olması sebebiyle, Viyana Antlaşması olarak da ifade edilen CISG, 1 Ocak 1988’den itibaren; Ülkemizde ise, 2.4.2009 tarih ve 5870 sayılı Kanun ile 2010/247 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile katılmamız uygun bulunarak, 1 Ağustos 2011’den bu yana yürürlükte bulunmaktadır. ↩︎

  14. YAVUZ, Cevdet, Borçlar Hukuku Dersleri Özel Hükümler, 13. Baskı, İstanbul 2014, s. 176. ↩︎

  15. Konu ile ilgili mahkeme kararlarına ulaşmak için bkz; https://www.cisg.law.pace.edu/cisg/text/digest-cases-03.html (Erişim tarihi: 13.10.2020). ↩︎

  16. Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.12.2017 tarih ve 2016/14770 E 2017/7861 K sayılı kararı, aynı yönde kararlar için bknz: Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 03.07.2012 tarih ve 2012/11573 E 2012/17252 K sayılı ve 09.03.2015 tarih ve 2015/4565 E 2015/7007 K sayılı kararları, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 24.10.2019 tarih ve 2017/4570 E 2019/4916 K sayılı kararı. ↩︎

  17. İNAN, Ali Deniz, Yurt Dışı Alacaklarda Şüpheli Ticari Alacak Karşılığı Ayrılması Durumu, 12.12.2017, (http://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/alidenizinan/001/, Erişim Tarihi: 14.10.2020) ↩︎

Yararlanılan Kaynaklar

Antalya Vergi Dairesi Başkanlığının 28.04.2014 tarih ve 77058783-105-110 sayılı özelgesi.

BATUN, Mehmet, Yurt Dışı Alacaklara Şüpheli Alacak Karşılığı Ayırmak İçin Yurt Dışında Dava Açmak Zorunda mıyız?, (http://www.neksymm.com/yurt-disi-alacaklara-supheli-alacak-karsiligi-ayirmak-icin-yurt-disinda-dava-acmak-zorunda-miyiz_i369/, Erişim Tarihi: 22.10.2020).

Danıştay Dördüncü Dairesinin 27.05.2010 tarih ve 2008/399 E 2010/3271 K sayılı kararı,

Danıştay Üçüncü Dairesinin 28.12.2015 tarih ve 2011/5130 E 2015/10182 K sayılı kararı.

DOĞRUSÖZ, Bumin, Yabancılardan Alacaklarda Şüpheli Alacak Karşılığı (https://www.dunya.com/kose-yazisi/yabancilardan-alacaklarda-supheli-alacak-karsiligi/481068, Erişim Tarihi: 22.10.2020).

EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, Ankara 2015.

İNAN, Ali Deniz, Yurt Dışı Alacaklarda Şüpheli Ticari Alacak Karşılığı Ayrılması Durumu, (http://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/alidenizinan/001/, Erişim Tarihi: 14.10.2020)

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığının 04.04.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-019.01-230 sayılı, 1.06.2012 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-105[323-2012/VUK-1-]-1942 sayılı, 11.05.2017 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-105[VUK-1-20178]-129208 sayılı, 25.04.2018 tarih ve 11395140-105[VUK1-19859]-406842 sayılı ve 03.10.2018 tarih ve 62030549-125[6-2015/356]-881164 sayılı özelgeleri.

KARAHAN, Erdoğan, Yurt Dışından Olan Alacaklarda Şüpheli Alacak Karşılığı Ayrılabilir mi? http://istanbulymm.com/makaleler.php?kat=5, Erişim Tarihi: 22.10.2020.

KILIÇOĞLU, Ahmet Mithat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara 2012.

OĞUZMAN, Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-1, İstanbul 2012.

SÜRAL, Ceyda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisine Etkisi, TBB Dergisi, s. 181. (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-100-1185, Erişim Tarihi, 13.10.2020).

YALÇINTAŞ, Simin, Viyana Satım Sözleşmesi’nin Kapsamı Ve Sözleşme İle Türk Milletlerarası Satım Hukukunda Yaşanacak Değişiklikler, https://www.cisg.law.pace.edu/cisg/biblio/yalcintas.pdf, Erişim Tarihi: 22.10.2020.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 03.07.2012 tarih ve 2012/11573 E 2012/17252 K sayılı ve 09.03.2015 tarih ve 2015/4565 E 2015/7007 K sayılı kararları.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.12.2017 tarih ve 2016/14770 E 2017/7861 K sayılı, 24.10.2019 tarih ve 2017/4570 E 2019/4916 K sayılı kararları.

Yargıtay HGK. 7.11.1980, 12-224/223 (YKD. 1981/3, s. 271).

TÜRKMEN, Nedim, Tahsil Edilemeyen Yurtdışı Alacakların Zarar Yazılması, 10.02.2019, (https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/nedim-turkmen/tahsil-edilemeyen-yurtdisi-alacaklarin-zarar-yazilmasi-3464906/, Erişim Tarihi: 14.10.2020).

YAVUZ, Cevdet, Borçlar Hukuku Dersleri Özel Hükümler, 13. Baskı, İstanbul 2014, s. 176.

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.