Lexpera Blog

COVİD-19 Salgını Sebebiyle Gerçekleşen Takip Tatili Sonrasına İlişkin Bazı Düşünceler ve Öneriler

I. Giriş ve Temel Düzenlemeler

Bilindiği üzere, önce İİK m. 330 kapsamında 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile “COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla alınan tedbirler kapsamında; bu kararın yürürlüğe girdiği tarihten 30/4/2020 tarihine kadar, nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere, yurt genelinde yürütülmekte olan tüm icra ve iflas takiplerinin durdurulmasına ve bu çerçevede taraf ve takip işlemlerinin yapılmamasına, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınmamasına ve ihtiyati haciz kararlarının icra ve infaz edilmemesine karar verilmiş”[1]; akabinde 7226 sayılı Kanun Geçici 1. maddesi ile, yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla,

"a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,
b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır.” şeklindeki düzenleme ile bazı işlemler yasaklanmış bazı süreler ise durdurulmuştur[2].

II. Durum Tespiti ve Değerlendirme

A. Genel Olarak

Bu düzenlemenin bir “takip tatili” hükmü olarak nitelendirilmesi mümkündür. Ancak her tatil gibi takip tatilinin de sonu vardır ve bu sondan sonrası hakkında tam bir belirsizlik mevcuttur.

Keza 7226 s.K Geçici 2. Madde ile “1 Mart 2020 tarihinden 30 Haziran 2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesinin, kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmayacağı” hükme başlanmıştır.

Kira parası ödememenin tahliye sebebi olmaktan geçici olarak çıkarılmış olması, tahmin edileceği üzere dört ay boyunca kira ödenmemesine yol açacaktır ve açmıştır. Ancak ödenmeyen kiraların 30 Haziran 2020 tarihinden sonra icra takiplerine konu edileceğini tahmin etmek zor değildir.

Koronavirüs salgını sebebiyle bazı bakanlıklar ile yetkili kamu kurum ve kuruluşları tarafından yayınlanan, karar, genelge, tebliğ ve duyurularla, bazı sektörlerde faaliyet gösteren işyerlerinin faaliyetleri durdurulmuş, kapatılmış, bazı hizmetlerin ve işlemlerin yapılması yasaklanmış veya izne bağlanmış, bazı sektörlerdeki işyerleri ise sektörel birliklerce alınan tedbir kararları kapsamında faaliyetlerini geçici olarak durdurmuştur.

Faaliyetleri zorunlu veya gönüllü olarak durdurulan işyerlerinde faaliyet gösteren işletmeler, doğal olarak gelir/nakit yoksunluğuna düşmüş, bunun sonucu olarak, muaccel para borçlarını ve diğer edimlerini ifa edemez hale gelmişlerdir.

Virüsle mücadele tedbirlerinin kademeli olarak kaldırılması ve faaliyetleri sekteye uğrayan işletmelerin “yeni normal” kriterlerine uygun olarak faaliyetlerine tekrar başlaması birkaç ay içinde mümkün olsa dahi, gelir elde edemedikleri döneme ilişkin olan ve yakın gelecekte muaccel olacak borçlarını ödeyebilecek duruma gelmeleri için en az bir yıl gibi uzun bir sürenin geçmesi gerektiği ekonomik analistler tarafından ifade edilmektedir.

Bu somut gerçek karşısında, Covid-19 salgını ile mücadele kapsamında alınan hukuki durdurma ve erteleme tedbirleri sona erdiğinde, bu tedbirler sebebiyle ertelenen icra takip işlemleri, karşılıksız çek işlemleri, vergi ve SGK primi takip işlemleri, tahliye takipleri ve davaları bakımından ciddi bir patlama yaşanması mümkündür. Zira ekonomik faaliyetlerdeki kısıtlamalar kaldırılır kaldırılmaz, kısıtlama kapsamında kalan işletmelerin kaybettikleri gelirleri, bütün kayıplarını kapatacak biçimde toplu olarak birdenbire kazanmalarının mümkün olmadığı açıktır.

Başka bir deyişle, Covid-19 salgını sebebiyle durdurulan ve yapılması yasaklanan icra ve iflas takipleri, 7226 s.K. da belirlenen ve Cumhurbaşkanı kararıyla uzatılan 15.06.2020 tarihinden sonra toplu halde devam edecek ve yeni takipler başlatılabilecektir. Üç ay boyunca hiç veya yeterli gelir elde edemeyen, zarar eden işletmelerin, üç aydır birikmiş olanlarla birlikte tüm borçları için kendilerinden talepte bulunulduğunda bu talepleri karşılayamayacakları tartışmasızdır. Bu durumun kaçınılmaz sonucu, binlerce tacirin ödeme aczine düşmesi ve iflâs ile karşı karşıya kalmasıdır. Dolayısıyla, malî durumu bozulan işletmelerin rehabilitasyonuna, şirket kurtarmaya, borç yapılandırmasına ve konkordatoya olan ihtiyaç öncekinden çok daha güçlü bir biçimde kendisini gösterecektir.

B. İşletmeler Bakımından Durumun Değerlendirilmesi ile Küllî İcraya (İflâs ve Konkordatoya) İlişkin Tespitler

Hukukumuzda gerçek anlamda bir şirket kurtarma prosedürünün olmayışı, yeni konkordato hükümlerinin iki yıllık uygulaması sonunda ihtiyaçları karşılamaya yeterli olmadığının anlaşılması (hatta bu kısa sürede dahi değiştirilmesi), finansal yeniden yapılandırma sürecinin ise tek başına yeterli olmaması ve alacaklı bankalarla olan müzakere sürecinin aylarca ve borçluyu koruyucu tedbirler olmaksızın sürmesi, anlaşmazlıkla sonuçlanmasının mümkün olması sebebiyle, önümüzdeki dönemde iflâsların artması kuvvetle muhtemeldir.

Ancak ülkemizde iflâs tasfiyesinin, rehinli ve imtiyazlı alacaklılar dışında kalan alacaklılar için hiçbir fayda sağlamadığı çok iyi bilindiğinden, adî alacaklıların iflâs takibi yerine icra takibi yoluna başvurmayı tercih etmeleri sebebiyle, borçlu işletmelerin ekonomik ve ticarî bütünlüklerini koruyarak yeni işletmecilerce işletilmeye devam edilmeleri imkânsız hale gelmekte ve deyim yerinde ise fiilî iflâslarla darmadağın olmaları engellenememektedir. Bu ise millî ekonomik değerlerin yok olması anlamına gelmektedir.

Ticarî ve sınaî işletmelerin nakit yetersizliği sebebiyle zincirleme reaksiyonla yok olmalarının önüne geçilebilmesi için, kanaatimce Devletin yaşanan ve yaşanması kaçınılmaz olan malî krize doğrudan müdahale etmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu müdahale, Devletin, ekonomik kamu düzenini ihya ve koruma konusundaki Anayasal ödevinin de gereğidir. Nitekim Devletin, ülkede ortaya çıkabilecek olan kapsamlı istihdam eksikliğinin ve işyeri kayıplarının önüne geçilmesini mümkün kılacak yasal müdahaleleri yapması beklenir. Böyle bir yasal düzenleme yapılmasının anayasal temeli ise, Anayasa m. 48, II’de yer alan, “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” şeklindeki düzenlemedir. Bu hüküm, Devlet’e, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun olarak ekonomik güvenlik ve istikrar içinde çalışmalarını sağlayacak tedbirleri alma ödevi yüklemiştir. Devletin bu ekonomik ödevi, bazı işletmelerin icra ve iflâs takipleriyle ekonomiden silinmesi sebebiyle oluşacak tekelleşmeye engel olma ve rekabet ortamını koruma yükümlülüğü de yüklemektedir. Nitekim Anayasası m. 167, I hükmü gereği, “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler”.

Konkordatonun şirketlerin yeniden yapılanmasına uygun bir müessese olmadığı artık kabul edilmeli ve olması gereken hukuk bakımından, Türkiye’deki ticarî hayatın ve finansal alt yapının gerçeklerine uygun ve uygulanabilir bir şirket kurtarma prosedürü hayata geçirilmelidir. Kötüye kullanılma riskinin gerçekleşmesiyle doğabilecek olumsuz sonuçlar ile, şirket kurtarma prosedürünün olmaması sebebiyle ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçların karşılaştırıldığı kapsamlı bir analiz çalışması yapılmalı ve hukuk politikası bakımından tercih, bu çalışma sonucuna göre belirlenmelidir. Sonuçta ortaya çıkacak doğrudan ve dolaylı sosyal ve ekonomik maliyeti her halükârda Devlet karşılamak zorunda kalacaktır.

Ülkemizin içinde bulunduğu likidite darlığı ortamında, millî değerlerimizin yok olmasının önüne geçilebilmesi, istihdamın korunabilmesi, katma değerin yok olmaması, vergi kaynağının muhafazası, tedarik, imalat/hizmet ve dağıtım ağlarının çökmesinin engellenmesi ve özetle millî işletmelerin ticarî ve ekonomik bütünlüğünün korunabilmesi amacıyla, belli nitelikleri haiz işletmelere sahip şirketlere karşı başlatılan ve bundan sonra başlatılacak olan icra takiplerinde muhafaza ve satış işlemlerinin durdurulması/ertelenmesi ve işletmenin faaliyetinin devamı için gerekli olup, önceden haczedilmiş olan menkul malların, yed-i emin olarak borçlu şirket yetkililerine teslimi de yararlı olabilecektir.

Ülkedeki nakit darlığının aşılması için öngörülen süre boyunca geçerli olmak üzere, işletmelerde haciz muhafaza ve paraya çevirme işlemlerinin durdurulması, işletmelerin kriz geçene kadar aynen muhafazasına hizmet edecek, finansal piyasalarda nakdin artması sonucu tekrar fonlama sayesinde işletmelerin faaliyetlerine ve ülke ekonomisine katkı sağlamaya devam etmeleri mümkün hale getirilebilecektir.

III. Sonuç ve Öneriler

Covid-19 sebebiyle ortaya çıkan ve çıkması muhtemel malî krizin sonuçlarının en aza indirilebilmesi için Devletin şu başlıklarda toplanabilecek tedbirleri alması mümkündür ve tarafımızdan önerilmektedir:

  1. Ülke ekonomisi için tedarik zincirinin korunması, rekabet ortamının korunması, istihdamın korunması bakımından önemlilik, gereklilik ve zorunluluk kriterleri belirlenerek, özellikle stratejik önemi haiz sektörlerde faaliyet gösteren işletmelerin borçları için tüm alacaklılar bakımından bağlayıcı olacak şekilde borç yeniden yapılandırmasına ilişkin düzenleme yapılabilir.

  2. 7226 sayılı Kanun ile durdurulan icra takiplerini kümülatif bir biçimde toplu olarak başlamasına engel olunabilmesi için, başlatılmış olup durdurulan icra takiplerinde, geçici düzenleme ile borçlulara, takibin kesinleşmesinden itibaren, kredilere uygulanan en düşük cari faiz ile 12-24 ay arası taksitle ödeme hakkı tanınabilir.

  3. Takip tatili sonrası başlatılacak icra takiplerinde, takibin kesinleşmesi tarihinden itibaren kredilere uygulanan en düşük cari faiz ile 12-24 ay arası taksitle ödeme hakkı tanınabilir.

  4. Haciz yoluyla takiplerin tamamında, haczedilen malların borçlu elinde bırakılması, muhafaza işlemlerinin geçici olarak durdurulması hükme bağlanabilir.

  5. Ticarî ve sınaî işletmelerin borçlarından dolayı başlatılan takiplerde, işletme bütünlüğünün bozulmasına engel olunmak amacıyla, belirlenecek kriterlere göre ekonomik ve ticarî bütünlük kararı verildiğinde münferit hacizler ve satışlar engellenerek işletmenin bir kül olarak devrini sağlayıcı hükümler getirilebilir.

  6. Getirilecek düzenlemeler sebebiyle alacaklarını tahsil edemediği için nakit sıkıntısına düşen ve düşecek olan işletmelere, kamu bankaları tarafından uzun vadeli düşük faizli kredi temini için geçici bir düzenlemeye gidilebilir.

  7. Eskimiş bir model olan konkordato yerine, İİK m. 309/m vd. da düzenlenen uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma kurumu güncellenerek ve Ülkemiz ihtiyaçları da göz önünde tutularak hayata geçirilebilir. Zira bu kurum sadece borçların yeniden yapılandırılması değil, şirketlerin ve işletmelerin yeniden yapılandırılmasına da imkân tanımaktadır.

  8. Bankalar ve finans kuruluşlarının, borç yeniden yapılandırılmasına teşvik edilmesi ve sözleşmenin bağlayıcılığı için aranan olumlu oy oranının 2/3’den aşağı düşürülmesi sağlanabilir (örneğin, alacak tutarı bakımından % 51).


Dipnotlar


  1. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Atalay O./Özekes M., İcra ve İflâs Kanunu m. 330 Hükmünü Uygulayan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile İlgili Ortaya Çıkan Bazı Sorular ve Tartışmalara Cevaplar (https://blog.lexpera.com.tr/iik-m330-hukmunu-uygulayan-cumhurbaskanligi-karari/). ↩︎

  2. Bu konuda ayrıntılı açıklama için bkz. Atalay O./Özekes M., 7226 Sayılı Kanun ile İcra ve İflâs Kanunu m. 330 Hükmünü Uygulayan Cumhurbaşkanlığı Kararı (2279 Sayılı) Çerçevesinde Ortaya Çıkan Bazı Sorular ve Tartışmalara Cevaplar (https://blog.lexpera.com.tr/7226-sayili-kanun-ile-cumhurbaskanligi-karari-neticesinde-ortaya-cikan-sorunlar/) ↩︎

Lexpera Blog’da yayımlanan yazılar, yazarlarının görüşlerini ifade eder. Lexpera Blog’da bir yazıya yer verilmesi, o yazıda savunulan görüşlerin On İki Levha Yayıncılık tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yazılar, bilgi amaçlı olup, hukuki mütalaa ya da tavsiye niteliği taşımamaktadır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı ve bilimsel yazma etik kurallarını aşan iktibaslar konusunda yazarların ve On İki Levha Yayıncılık’ın rızası bulunmamaktadır.
Author image
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Em. Öğretim Üyesi