“Seni mahkemelerde süründürürüm” sözü günümüz öngörülerek de söylenmiş olabilir. Evet, yeni adli yıl itibariyle Ulusal Yargı Ağı Projesi, namı değer UYAP sisteminde bir ticari dava için ortalama 700 günü aşan tahmini tamamlanma süresi verilmekte. Elbette bu sürenin pek bir önemi yok. Davanız daha kısa sürede de tamamlanabilir yıllar da sürebilir. Bu mesele gerçekten derin…
Gelelim esas mevzuya. İstanbul, Ankara ve İzmir. Türkiye’nin üç büyük şehri ve özellikle bunlardan İstanbul, kara ve deniz ticaretinin baş şehri.
Geçenlerde güzel bir Karaköy fotoğrafına rast geldim, ortalama 70 yıllık. Kocaman bir tabela: “Galata Bonmarşesi”. Tabelanın üzerinde kendini gösteren Galata kulesi. Hem de eski haliyle. Sonra baktım bu “Bonmarşe” ne demek diye. Meğer Fransızca “Bon Marché”, çok katlı/mağazalı yer (alışveriş merkezi) manasına geliyormuş. Dedim İstanbul… Aslında şaşırmamak da lazım, orası Karaköy…
Konuyu dağıtmadan, Fransızca konusundaki cahilliğimi de atlayıp ticari uyuşmazlıklara ve hukuka dönelim. Günümüzde gerçekten uluslararası ticaret hukuku ve deniz ticareti hukuku denilince akla İstanbul geliyor, gelmesi de lazım hani. Eee başka hangi ilde bonmarşe var. Pardon, Türkiye artık bonmarşe cenneti değil mi? Aman konu dağılmasın…
Son rakamlara göre, İstanbul’da toplam 34 ticaret mahkemesi faaliyet gösteriyor. Bunlardan 21’i Çağlayan Adliyesi olarak da bilinen İstanbul Adliyesinde; 13’ü ise, Anadolu Adliyesinde. İzmir’de ise sayı 7. Bununla birlikte İstanbul’da ve İzmir’de birer asliye ticaret mahkemesi, deniz ticareti ile ilgili işlere bakmakla görevli. Taşımacılık veya sigortaya bakan özel/uzman mahkeme var mı? Tabii ki yok. Gerek var mı? Çok.
Konunun özü itibariyle meseleye yabancı şirketler gözünden yaklaşalım. Hani İstanbul uluslararası ticaretin merkezi dedik ya. O yüzden. Bu noktada sorulması gereken, uluslararası ticari bir uyuşmazlıkta, İstanbul ya da İzmir mahkemeleri fark etmez, tarafların beklentisinin ne olduğudur?
Sorunun cevabı basit: Öngörülebilir bir neticeyi güvenle ve süratle almak. Masraflar da ayrı mesele tabi ki. Elbette yabancı şirket açısından Türk hukukunun hükümleri de çok önemli, hukuka ve hukukçularına duyulan güven de. Aslında esas mesele bu değil mi?
Bu noktada düşünmemiz gerekir, yabancı şirketlerin penceresinden Türk hukuku ve özellikle İstanbul tercihe şayan mıdır diye. Uyuşmazlık yaşadığında, hızla ve modern hükümlerle kısaca uluslararası standartta yargılamanın tarafı olamayacak ya da alternatif çözüm mekanizmalarına başvuramayacak bir girişimci, baştan o ülke şirketleriyle neden ticari ilişkiye girsin? İşte bu yüzden uluslararası ticari uyuşmazlıkların çözüm yöntemleri, ülkemiz ekonomisinin geleceği için son derece önemlidir.
Güzel ve yalnız ülkemizi bu konuda üst sıralara çıkarmak zor. Ayrıca bu durum sebebiyle, Türk tacirin, sözleşmede ona dikte edilen uygulanacak hukuku, örneğin İngiliz ya da İsviçre hukukunu; ayrıca yetkili yabancı mahkemeleri, misal Londra ya da Cenevre Mahkemelerini kabul etmekten başka çaresi olmadığını da söylemek gerekir.
Bu konu hakkında Almanya’daki bir tasarı dikkatimi çekti: “Özel Hukuk Yargılamalarında İngilizce Dilinin Kullanımı ve “Commercial Court” Kurulması Suretiyle Yargı Yeri Olarak Almanya’nın Tercihinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”.
Güncel tarihli bu Tasarının gerekçesine göre, Almanya dünyanın önemli ekonomik merkezlerinden biridir ve fakat Alman hukukunda yabancılara sadece sınırlı imkanlar (!) sunulmaktadır. Hukukçu iseniz ünleme dikkat ederek büyük olasılıkla gözleriniz açılmıştır.
Yine gerekçeye göre, Almanya’nın dünyada bilinen yabancı ticaret mahkemeleri ve ayrıca ünlü tahkim merkezleriyle rekabet edebilmesi için yabancılara cazip imkanlar sunulması gerekir. İşte bu kapsamda, Tasarı çözüm olarak, belirli hallerde yargılama dilinin tamamen İngilizce olmasını ve ayrıca eyaletlerde “Commercial Court” (Ticaret Mahkemesi) adında mahkemelerin kurulmasını önermektedir.
Tasarıya göre, her eyalet, kendi yüksek mahkemesi (Oberlandesgericht) nezdinde 1 milyon avroyu aşan ticari uyuşmazlıklara ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakmakla görevli “Commercial Court” kurmaya yetkilidir. Hatta Tasarı kapsamında eyaletler, gerek kuracakları “Commercial Court” gerek belirli ticaret mahkemelerindeki yukardaki türden uyuşmazlıklarda İngilizce dilinde yargılama yapılmasına karar verebilirler.
Konu İngilizce’den açılınca önceki yıllarda ülkemizdeki mahkeme kararlarında rastlanılan “Ceyhan Manisa Rize Konvansiyonu” ifadesi ile (CMR olarak kısaltılan uluslararası sözleşme kastediliyor) ile “First Mayor” (İlk Belediye Başkanı) (Aslında yazar, force majeure, yani mücbir sebebi anlatmak istiyor) ifadesi aklıma geldi. Elbette bunları o kadar da büyütmeye de gerek yok, sadece biraz (!) tebessüm…
Almanya’nın kendi mahkemelerindeki büyük ticari uyuşmazlıklarda İngilizce yargılama yapacak olması ya da mahkemenin adının dahi “Commercial Court” olarak tercihi iyi bir strateji olarak görünüyor. Tasarı kabul edilir mi bilinmez. Ama İstanbul’un, çok katlı adliyeleri ve sayısız mahkemeleriyle, ayrıca son dönem rakamlarıyla, uluslararası ticaret hukukunda sıranın biraz daha aşağısına ineceği tartışmasız. Elbette suç, Türkiye’yi ve Türk hukukunu tercih etmeyen yabancı şirketlerde de olabilir (!).
Bu noktada acaba ne yapılabilir? Aslında Türkiye, geçmiş yıllarının aksine, özellikle ticaret hukuku alanındaki uluslararası sözleşmelerin hazırlanmasında aktif yol üstlenmektedir ve bu sözleşmelere süratle taraf olarak güven aşılamaktadır. Ayrıca yetkin hukukçularımızın sayısı azımsanmayacak derecededir.
Bu konuda alanıyla ilgili yabancı dildeki hukuki literatüre ve terminolojiye sahip hakimlere de ihtiyaç var. Açık bir ifadeyle kürsüye çıkmadan evvel uzmanlık almış kişilere. Yoksa kürsüde uzmanlaşmaya terk edilenlerin ne kadar günahı olabilir ki…
Sonuçta bu kapsamda verilecek kararlar önemli. Ülke ekonomisine dahi etki edebilecek mahiyette. Ancak ne olursa olsun, esas mesele, hukuka ve hukukçulara duyulan güven. Yoksa açalım bir İstanbul 35. Commercial Court bitsin gitsin bu mesele de…