1. Genel Olarak
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde pandemi (bölgeler ve gruplar üstü coğrafi salgın) ilan edilen ve 2 Nisan 2020 tarihi itibariyle[1] 205 ülkede 857.641 kişide görülen toplam 42.006 kişinin ölümüne yol açan yeni tip korona virüs (Covid-19) salgınının gündelik yaşam ve ekonomi üzerindeki sarsıcı etkilerini halihazırda birlikte yaşıyoruz.
Bu yazımızda, korona virüs salgınının sözleşmelere etkisini değerlendirmeye çalıştık. Bu kapsamda; korona virüs salgınının mücbir sebep teşkil edip etmediği, ifa imkansızlığı, aşırı ifa güçlüğü ve sözleşmenin uyarlanması hakkında bilgi vermek istiyoruz. Ancak söz konusu salgın hastalığın sözleşmelere etkisi belirsiz bir konu olup farklı hukuki görüşlerin değerlendirilmesi ve içtihatlar ile uygulama şekillenecektir. Açıklanan sebeplerle işbu yazının hukuki tavsiye niteliğinde olmadığını peşinen beyan etmek isteriz[2].
Korona virüs salgınının kontrol altına alınması amacıyla çeşitli önlemlerin uygulandığı ülkemizde, İçişleri Bakanlığı tarafından, birçok işyerinin faaliyetlerinin durdurulmasına karar verilmiştir[3]. Bazı ticari işletmeler ise çalışanlarının ve müşterilerinin salgına maruz kalma riskini bertaraf etmek ve/veya tedarik ve dağıtım kanallarında aksamalar nedeniyle faaliyetlerini azaltmış veya tamamen durdurmuştur. Salgından en çok zarar gören sektörlerin başında, ulaşım, turizm, kültür, sanat ve eğlence sektörleri gelmektedir. Ayrıca çeşitli ithalat ve ihracat yasakları[4], gümrüklerde aksamalar, arz ve talep azlığı vb sebeplerle uluslararası ticaret hacmi de ciddi oranda düşmüştür.
Gelinen noktada, korona virüs nedeniyle ticari işletmelerin önceden akdettikleri sözleşmelerin ifasında güçlük yaşadıkları, bazı sözleşmelerin ise ifasının imkansızlaştığı görülmektedir. Her ne kadar borçlar hukukunun temel prensibi sözleşmeye bağlılık ilkesi ise de, mücbir sebep veya beklenmedik hal nedeniyle halihazırda birçok sözleşme yönünden ifa imkansızlığı veya ifa güçlüğü gündemde olup önümüzdeki günlerde etkilerini daha çarpıcı şekilde hissettirecektir.
Sözleşmeye bağlılık ilkesi (ahde vefa, pacta sund servanda) uyarınca, sözleşmenin içeriğine her hal ve şartta uyulması gerekir. Kanundan ve sözleşmeden kaynaklanan durumlar dışında sözleşme tek taraflı olarak feshedilemez. Ancak sözleşmenin kurulduğu andaki şartların, salgın hastalık gibi beklenmeyen hal veya mücbir sebep nedeniyle değiştiği durumlarda edim dengesi bozulabilir. Buna rağmen, edimlerin aynen ifası talep edildiği takdirde, sözleşmeye bağlılık ilkesinin sağladığı işlem güvenliği hakkaniyete aykırı sonuçlara yol açar. Bu durumda ifa imkansızlığı nedeniyle borç ilişkisinin sona ermesi veya ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus) imkanı gündeme gelebilecektir.
2. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık
TBK m. 136 hükmüne göre; borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Taraflardan birinin yükümlülüklerini yerine getirmesini engelleyen bir mücbir sebebin varlığı halinde, ifanın imkânsızlığına ilişkin hükümler uygulanır. Bu durumda, TBK m. 136 f. 2 uyarınca tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, imkansızlık nedeniyle borcu sona eren taraf, karşı edimini isteyemez. Karşı edimini almışsa, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade ile yükümlüdür. İfa imkansızlığının edimin bir kısmına yönelik olması halinde, sadece imkansızlaşan kısım bakımından karşılıklı olarak sorumluluktan kurtulma söz konusu olacaktır (TBK m. 137). Bu noktada TBK m. 137 uyarınca bazı işletmeler yönünden kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamının sona ereceği de belirtilmelidir.
Yargıtay uygulamasında imkansızlık, ortaya çıkış nedenine göre bazı ayrımlara tabi tutulmaktadır; “Eğer ifa imkansızlığı sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil aynı sözleşmeyi yapacak herkes için söz konusu ise buna "objektif imkansızlık", yalnız sözleşmenin taraflarından birinin tutumundan doğmuşsa buna da "sübjektif imkansızlık" denilmektedir. İmkansızlık sözleşmeden sonra ve taraflardan birinin kusurundan kaynaklanmışsa bu durum "kusurlu imkansızlık" ve fakat tarafların kusuru olmadan meydana gelmişse "kusursuz imkansızlık" olarak adlandırılır. İmkansızlık borcu sona erdiren nedenlerden biridir. Borcun ifasının imkansız hale gelmesi, mücbir sebepten, bir başka ifade ile önlenemez nedenden kaynaklanabilir. Genelde dış kuvvetlerin sonucu olan, borçlunun işletmesiyle bağlantılı bulunmayan, önceden görülemeyen, kaçınılmaz ve mutlak bir şekilde borcun ifasını engelleyen olay olarak doktrinde tanımını bulan mücbir sebebin varlığı, borçlu yönünden borcu ortadan kaldıran nedenler arasındadır[5]”.
2.1. Korona Virüs Salgınının Mücbir Sebep Teşkil Edip Etmediği Sorunu
Mücbir sebep, tarafların üstlendikleri edimlerin ifasının, dıştan kaynaklanan, sözleşmeden doğan borcun ihlaline mutlak surette, öngörülemez ve kaçınılmaz olarak yol açan, karşı konulması objektif olarak mümkün olmayan olaylardır.
Mücbir sebepten kaynaklanan sonraki imkansızlık için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gereklidir[6].
- Borcun ihlaline yol açan dışarıdan kaynaklanan bir olayın meydana gelmesi,
- Mücbir sebep ile borcun ihlali arasında uygun nedensellik bağı bulunması,
- Mücbir sebep nedeniyle borcun ihlalinin mutlak olarak kaçınılmaz ve karşı konulamaz olması, (Kaçınılmazlığın tespitinde; mücbir sebep teşkil eden olayın olağanüstü nitelikte olması, büyük bir şiddet ve yoğunlukta gerçekleşmesi, sözleşme kurulurken böyle bir olayın öngörülemez olması veya olay öngörülse dahi sonuçlarının öngörülemez olması aranır.)
- Sadece borçlunun değil, kimsenin ne kadar özen gösterirse göstersin, hangi tedbiri alırsa alsın, olayın borcun ihlaline yol açması önlenemez olması,
Bu noktada ikili bir ayrıma gidilmektedir. Borçlunun sorumlu olmadığı imkansızlık halinde sözleşme riskinin olumsuz sonuçlarının hangi tarafa yükleneceği sözleşme ile kararlaştırılmışsa sözleşme özgürlüğü prensibi uyarınca sözleşme hükümleri uygulanır. Sözleşmenin herhangi bir tarafı sözleşme hükmüyle mücbir sebepten sorumlu tutulmadıkça, mücbir sebebin neden olduğu imkansızlıktan her iki taraf da sorumlu tutulmayacaktır. Ancak borçlunun mücbir sebepten doğan imkansızlığa dair sorumluluğu sözleşme ile açıkça veya zımnen üstlenmesi halinde, hiçbir kusuru olmamasına rağmen, sözleşme hükmü gereği, imkansızlık nedeniyle alacaklının zararını karşılamak zorunda kalacaktır[7].
Borçlunun sorumlu olacağı imkansızlık nedenleri sözleşmede tek tek sayılabilir. Örneğin, borçlunun beklenmeyen halden veya mücbir sebepten dahi sorumlu olacağı kararlaştırılabilir. Sözleşmede açık hüküm bulunmasa dahi imkansızlığın sözleşme kurulurken salgın hastalığın etkilerinin öngörülebilir olması halinde borçlunun imkansızlıktan sorumluluğu zımni olarak üstlendiği kabul edilir. Öngörülebilirlik, aynı durumdaki makul kişinin göstereceği özen ölçüsüne göre takdir edilir. Yine TBK m. 119 uyarınca temerrüt sırasında meydana gelen imkansızlıktan temerrüde düşen borçlu sorumludur. Hükmün istisnası ikinci fıkrada düzenlenmiş olup borçlu temerrüde düşmekte kusurlu olmadığını yahut borcunu zamanında ifa etmiş olsaydı dahi beklenmeyen halin (veya mücbir sebebin) ifa konusu şeye zarar vereceğini ispat etmek suretiyle bu sorumluluktan kurtulabilir.
Sözleşmede mücbir sebeplerin sınırlı sayıda belirtilmesi halinde “salgın hastalık” ibaresinin varlığı aranacaktır. Ancak uygulamada genellikle, sayılan mücbir sebep hallerinin sınırlı sayıda tutulmayarak “ve benzeri” gibi ibarelerle ucu açık bırakılmaktadır.
Herhalde, sözleşmenin tüm hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi, salgın hastalığın mücbir sebep teşkil edip etmeyeceğinin sözleşmenin amacına ve konusuna göre yorumlanması gerekmektedir.
Sözleşmede mücbir sebep hükmüne yer verilmemesi ihtimalinde, sözleşmenin genel ilkelere göre sona erdirilmesi söz konusu olacaktır (TBK m. 117 borçlunun temerrüdü, TBK m. 136 ifa imkansızlığı, TBK m. 138 ifa güçlüğü).
Korona virüs salgını nedeniyle, faaliyetleri Bakanlık kararı ile durdurulan işyerleri veya tedarik ve dağıtım kanallarında aksamalar, işgücü kaybı, ithalat ve ihracat engeli gibi kararlar nedeniyle faaliyetlerine ara vermek zorunda kalan işletmeler yönünden mücbir sebebin varlığı kabul edilebilir.
Yargıtay mücbir sebebin varlığını somut olayın özelliklerine göre değerlendirmekte olup aşağıda aktarılan bazı kararlarında “salgın hastalıkları” birer mücbir sebep hâli olarak kabul etmiştir.
Yargıtay HGK 2017/90 E., 2018/1259 K., 27.06.2018 T. kararında, mücbir sebebi şu şekilde tanımlamıştır: “Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.”.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2016/9116 E., 2019/16141 K. “İşçiyi çalışmaktan alıkoyan nedenler, işçinin çevresinde meydana gelmelidir. İşyerinden kaynaklanan ve çalışmayı önleyen nedenler bu madde kapsamına girmez. Örneğin işyerinin kapatılması zorlayıcı neden sayılmaz (Yargıtay 9. HD. 25.4.2008 gün 2007/16205 E, 2008/10253 K.). Ancak, sel, kar, deprem gibi doğal olaylar nedeniyle ulaşımın kesilmesi, salgın hastalık sebebiyle karantina uygulaması gibi durumlar zorlayıcı nedenlerdir.”. Aynı yönde Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2016/7091 E., 2019/14564 K., Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2013/2499 E., 2014/1389 K.
Bu noktada para borcuna özgü olarak imkansızlaşmanın kabul edilmediği de göz önünde bulundurulmalıdır. Para borcunun söz konusu olduğu durumlarda şartları varsa geçici ifa imkansızlığı veya TBK m. 138 uyarınca aşırı ifa güçlüğü nedeniyle uyarlama gündeme gelebilecektir.
2.2. Korona Virüs Salgınının Kamu İhale Usulüyle Kurulan Sözleşmelere Etkisi
02.04.2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 2020/5 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi uyarınca, Kamu İhale Kanunu ve ayrıca bu Kanun’un kapsamı dışında tutulmasına karşın ihale usulüyle kurulan sözleşme konusu işin yerine getirilmesinin korona virüs salgını nedeniyle geçici veya sürekli olarak, kısmen veya tamamen imkansız hale geldiğine ilişkin başvurular, yüklenici tarafından bu durumun belgelendirilmesi suretiyle sözleşmenin tarafı olan idareye yapılacağı bildirilmiştir. Bu anlamda sözleşmenin ifa edilememesinin somut olay bakımından mücbir sebep oluşturup oluşturmadığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın görüşüne istinaden ilgili idarelerce karara bağlanacağı genelge kapsamında ifade edilmiştir. İdarelerce yapılan değerlendirmeler sonucunda, ortaya çıkan durumun yükleniciden kaynaklanan bir kusurdan ileri gelmemiş olması, yüklenicinin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmesine engel nitelikte olması ve yüklenicinin bu engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemesi şartlarının birlikte gerçekleştiğinin tespit edilmesi üzerine süre uzatımı verilmesine veya sözleşmenin feshine karar verilebileceği bildirilmiştir.
2.3. Uluslararası Ticari İlişkilerde Mücbir Sebep
Geçtiğimiz Şubat ayında, Küresel Veri Analitiği ve Danışmanlık Şirketi Dun & Bradstreet tarafından, korona virüsün ekonomiye olası etkilerini değerlendiren bir rapor açıklanmıştır. Virüsün ekonomik etkisinin iki senaryoya göre analiz edildiği raporda, içerisinde Fortune 1000’de yer alan 938 küresel şirketin bulunduğu en az 5 milyon şirketin virüsün etkilediği bölgede tedarikçisinin bulunması dolayısıyla risk altında olduğuna dikkat çekilmiştir[8]. Korona virüs salgını, dünyanın ihracat devi Çin Halk Cumhuriyeti'nin ihracatında, bir önceki yıla oranla yüzde 17,2 oranında düşüş yaşandığını ve 292,45 milyar dolara gerilediğini bildirildi[9]. Açıklanan sebeplerle, korona virüs salgının başta tedarik sözleşmeleri olmak üzere ticari ilişkilere etkisi oldukça çarpıcı olmuştur.
“Milletlerarası Mal Satım Sözleşmeleri Hakkında Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” (CISG) veya uygulamadaki adı ile “Viyana Satım Sözleşmesi”, 01.08.2011 itibariyle Türkiye için yürürlüğe girmiştir. CISG sisteminde kural olarak garanti sorumluluğu esas alınmaktadır. Ancak CISG m. 79 uyarınca tarafların denetim alanı dışında kalan, sözleşmenin imzalanması sırasında öngörülmesi ve kaçınılması mümkün olmayan ifa engellerinin varlığı halinde sorumluluktan kurtulmak mümkündür.
CISG m. 79, “Sorumluluktan Kurtulma” başlıklı hükme göre; “(1) Taraflardan biri yükümlülüklerinden birini ifa etmemesinin, denetimi dışında kalan bir engelden kaynaklandığını ve bu engeli, sözleşmenin kurulması anında hesaba katmasının veya engelden ve sonuçlarından kaçınmasının veya bunları aşmasının kendisinden makul olarak beklenemeyeceğini ispatlaması halinde ifa etmemeden dolayı sorumlu tutulmaz.”
Korono virüs hakkında, “force majeure” sertifikalarına başvurulduğu uygulamada görülmektedir. Örneğin, Çin Uluslararası Ticareti Geliştirme Konseyi tarafından (China Council for the Promotion of International Trade-CCPIT) şirketlerin dış ticaret ortakları ile anlaşmazlıklarla başa çıkmalarına yardımcı olmak için “mücbir sebep sertifikaları” verilmiştir[10].
Dolayısıyla, Çin başta olmak üzere salgından ciddi anlamda etkilenen ülkeler ile ticari faaliyette bulunan ve salgın nedeniyle sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremeyen taraflar, söz konusu ülke mevzuatı tarafından imkan sağlanması halinde yetkili mercilere başvuru yaparak “force majeure” sertifikası edinebilir.
Milletlerarası Ticaret Odası tarafından (International Chamber of Commerce-ICC) SARS virüsüne ilişkin emsal bir kararda virüsün mücbir sebep teşkil etmeyeceğine dair bir görüşü mevcut ise de, korona virüs salgının yıkıcı etkileri karşısında mücbir sebep olarak değerlendirilme ihtimalinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir. ICC’nin, büyük ve küçük ölçekli işletmelere korona virüs salgını gibi öngörülemeyen olaylara uygulanabilecek sözleşme hükümleri hazırlamalarında yardımcı olmak amacıyla Mücbir Sebep ve Aşırı İfa Güçlüğü maddelerini güncellediği 30.03.2020 tarihli duyurusunda belirtilmektedir[11].
2.4. Bildirim Yükümlülüğü ve Zararın Artmaması İçin Gerekli Önlemlerin Alınması Yükümlülüğü
Salgın nedeniyle karantina ilan edilmesi, ticari faaliyetin durdurulması, ihracat/ithalat yasağı vb kararlar nedeniyle borcu ifa etmesi imkansız hale gelen taraf, TBK m. 136 f. 3 uyarınca durumu derhal karşı tarafa bildirmekle yükümlüdür. Bildirim yükümlülüğünün varlığı, borcun muaccel olup olmamasından bağımsızdır[12]. Borçlu alacaklının zararını azaltmak adına gerekli önlemleri almak zorundadır. Aksi takdirde bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.
Bu nedenle salgın hastalıklar sözleşmede mücbir sebep olarak kabul edilmediği takdirde, borçlu korona virüs salgını nedeniyle ifanın imkansızlaştığı derhal karşı tarafa bildirmelidir. Sözleşmede salgının mücbir sebep olarak kararlaştırılması halinde sözleşmede kararlaştırılan usule göre bildirim yapılacaktır.
3. Geçici İfa İmkânsızlığı
İfanın önündeki engel gelecekte de ortadan kalkmayacak ise sürekli bir imkansızlık hali mevcuttur ve TBK m. 136 hükmü esasen kalıcı imkânsızlığı ve bu nedenle borcun sona ermesini düzenler. Ancak korona virüs salgınının özellikle kira akdi, hizmet akdi vb sürekli edimli sözleşmeler yönünden geçici imkansızlığa yol açması muhtemeldir. Geçici imkansızlık kural olarak borcu sona erdirmez, ancak geç ifa nedeniyle kusursuz borçlu temerrüdü söz konusu olabilecektir. Özellikle para borcunun ifasında imkansızlık söz konusu olmayacağı için geç ifa gündeme gelebilecektir.
Geçici ifa imkansızlığı doktrinde tartışmalı bir konudur[13]. Geçici imkansızlığın ifa imkansızlığına değil, diğer şartların bulunması halinde borçlu temerrüdüne neden olduğu eğilimi hakimdir[14].
Yargıtay HGK aşağıdaki kararında geçici imkansızlıkta “akde tahammül süresinin” somut olaya göre belirlenmesi kanaatindedir. Yargıtay HGK., 2010/15-193 E., 235 K., 28.04.2010 T. kararında “Şüphesiz geçici imkânsızlığın varlığı, beraberinde tarafların bu sözleşmeyle ne kadar süre bağlı kalacakları sorununu getirir. Bu konudaki kural "ahde vefa=söze sadakat" ilkesi gereği tarafların sözleşmeyle bağlı tutulmasıdır. Ancak bazı özel durumlar vardır ki, tarafları o sözleşmeyle bağlı saymak hem onların ekonomik özgürlüklerini engeller, hem de bir başkası ile sözleşme yapma fırsatını ortadan kaldırır. Uygulamada, geçici imkânsızlık halinde tarafların o sözleşmeyle bağlı tutulma süresine "akde tahammül süresi" denilmektedir. Bu sürenin gerçekleşip gerçekleşmediğini de her somut olaya göre ve onun çerçevesinde değerlendirmek gerekir.”.
Somut olaya göre değerlendirilecek sözleşmeler yönünden ifanın önündeki engelin gelecekte kalkabileceği anlaşılıyorsa geçici imkansızlık söz konusu olacaktır.
Korona virüs salgının geçici imkansızlığa yol açtığı düşünülen durumlarda kesin vadeli işlemler yönünden bir ayırıma gidilmesi gerekebilecektir. Kesin vadeli işlemlerde borcun vade tarihinde ifa edilememesi edimin sürekli imkansızlığına yol açar[15].
Halihazırda salgının etkisinin ne zaman sona ereceği bilinmemekle birlikte, karantina vb süreçlerinin geçici olduğu bilinmektedir. Bu durumda, somut olayın şartlarına göre dürüstlük kuralı çerçevesinde bir değerlendirme yapılmalı, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde TBK m. 136’nın uygulanamadığı olasılıklarda temerrüt hükümlerine göre sözleşmeden dönme (TBK m. 125) veya işlem temelinin çökmesine istinaden TBK m. 138 uyarınca sözleşmenin sona erdirilmesi veya aşırı ifa güçlüğü nedeniyle uyarlanması seçenekleri değerlendirilmelidir[16].
3.1. Kira Sözleşmeleri Bakımından Geçici İfa İmkansızlığı
Kira sözleşmeleri gibi sürekli borç ilişkilerinde geçici imkansızlık, kural olarak devam ettiği süre için kısmi imkansızlık sonucunu doğurur[17].
Özellikle İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeler ile faaliyeti geçici olarak durdurulan işyerlerinin kira sözleşmeleri bakımından geçici ifa imkansızlığının söz konusu olması nedeniyle hangi hükümlerin uygulanacağı hususu önümüzdeki günlerde oldukça tartışma konusu olacaktır. Sözleşmede mücbir sebep halinde kira ilişkisinin akibeti hakkında bir düzenleme mevcut ise, öncelikle sözleşmeye bağlılık ilkesi uyarınca taraflar anılan hükme istinaden hareket etmelidir. Sözleşmede mücbir sebep hali düzenlenmediği takdirde geçici imkansızlık söz konusu olduğundan, akde tahammül süresinin beklenmesi ve TBK m.138 uyarınca değişen şartlar nedeniyle uyarlama talep edilmesi mümkündür. Bu noktada kira sözleşmesinin süresi ve amacı dikkate alınmalıdır. Salgın nedeniyle ortaya çıkan geçici imkansızlık, sezonluk kiralamalarda olduğu gibi, kira sözleşmesinden beklenen menfaati tamamen ortadan kaldırmakta ise[18], ifa imkânsızlığının geçici olarak değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak bekleme ya da uyarlama yoluna gidilmesi mümkün değildir. Bu durumda borçlunun kusurlu olmadığı imkansızlık nedeniyle sözleşmenin sona ermesi veya amacın boşa çıkması veya işlem temelinin çökmesi nedeniyle sözleşmenin sona erdirilmesi gündeme gelebilecektir.
Korona virüsten etkilenen kira ilişkilerinde, TBK m. 331 “Taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.” hükmü uyarınca tarafların 3 aylık fesih bildirim süresine uyarak olağanüstü fesih yoluna başvurma imkanı bulunmaktadır. Bu noktada 6217 sayılı Kanunun Geçici 2. Maddesi uyarınca TBK m. 331’in kiracının TTK’nda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu işyeri kiralarında 1 Temmuz 2020 tarihine kadar yürürlüğünün ertelendiğini hatırlatmak isteriz. İşyerleri bakımında 1 Temmuz 2020’ye kadar 6098 sayılı TBK uygulanmadığından, 818 sayılı eski BK m. 264 uyarınca tazminat ödeyerek fesih yoluna başvurulması mümkündür. Ayrıca, genel hükümlere göre sürekli edimli sözleşmelerin haklı sebeple feshine gidilebilecektir.
Korona virüs salgını nedeniyle 7226 Sayılı Kanun’un iş yeri kiralarına ilişkin geçici 2. maddesi uyarınca “1/3/2020 tarihinden 30/6/2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesi kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmaz.” denilmektedir. Ancak, temerrüt gerçekleşmekte, kira borcu devam etmekte, temerrüt faizi işletilmektedir. Hüküm sadece fesih ve tahliye engeli getirmektedir.
4. Aşırı İfa Güçlüğü Nedeniyle Sözleşmenin Uyarlanması
Korona virüs salgını etkilerinin bazı sözleşmeler yönünden mücbir sebep derecesine ulaşmadığı düşünülüyorsa, imkansızlık nedeniyle borç sona ermez fakat TBK m. 138 uyarınca aşırı ifa güçlüğü nedeniyle mahkemeden sözleşmenin uyarlanmasının talep edilmesi mümkündür.
Hükme göre; “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.”
TBK m. 138 uyarınca sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasının şartları aşağıdaki şekilde sayılmaktadır.
- Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.
- Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.
- Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.
- Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.
4.1. Beklenmeyen Hal
Yürürlükte olan bir sözleşmede, sonradan ortaya çıkan bazı olgular nedeniyle değişiklik yapılabilmesi için, beklenmeyen hal (emprevizyon) kuramı şartlarının gerçekleşmesi gerekir. Beklenmeyen hal kuramının uygulanması için, sözleşme yapıldığı sırada mevcut olan şartların önemli ölçüde değişmesi aranır. Beklenmeyen hal teorisi, Alman hukukunda işlem temelinin çökmesi kuramı olarak genişletilmiş olup sözleşmenin temelini teşkil eden, karşılıklı edimler arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez biçimde bozulduğu hallerde, işlem temelinin çökmesi söz konusudur[19].
Beklenmeyen hal mücbir sebepten daha geniştir. Beklenmeyen halin varlığı için nisbi kaçınılmazlık aranır. Borçlunun aynı şartlardaki makul bir kişinin göstereceği özeni göstermesi ve tedbirleri almasına rağmen olayın sözleşmenin ihlaline yol açacak olması söz konusudur. Ancak mücbir sebep bakımından mutlak bir kaçınılmazlık söz konusudur ve dıştan kaynaklanır. Korono virüs salgının mücbir sebep olarak kabul edilmediği durumlarda somut olayın özelliklerine göre beklenmeyen hal kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Örneğin hammadde yokluğu, işgücü kaybı gibi üretim ve satışı etkileyen durumlar beklenmeyen hal olarak kabul edilebilir.
Doktrinde hakim görüş şartlardaki değişikliğin olağanüstü olmasını bir başka deyişle sosyal felaket niteliğinde olmasını arar[20]. Ancak olağanüstü nitelikte olmayan değişikliklerin de diğer şartların varlığı halinde uyarlamaya imkan vereceği görüşleri de mevcuttur[21]. Olağanüstü tabiat olayları arasında salgın hastalıklar da sayılmaktadır[22]. Dolayısıyla korona virüsün uyarlamanın ilk şartı olan öngörülemez olağanüstü bir durum olduğu şüphesiz kabul edilebilecektir. Salgın sonrası ekonomik kriz veya para değerinin düşmesi vb durumlarla karşılaşılması halinde Yargıtay’ın develüasyon ve enflasyon sebebi ile sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin kararlarından da bahsetmek gerekecektir. Yargıtay bazı kararlarında ekonomik krizi uyarlama için olağanüstü bir durum değişikliği olarak kabul ederken[23], özellikle tacirler arasındaki uyuşmazlıklara dair bazı kararlarda ülkemizde develüasyon ve enflasyonun beklenmedik sayılamayacağını bu nedenle uyarlama imkanı bulunmadığı kanaatindedir[24]. Ani mevzuat değişiklikleri de ifayı güçleştirebilir. Sözleşmenin konusunu ilgilendiren öngörülemez mevzuat değişiklikleri, edimler arası dengeyi bozacak nitelikte ise uyarlama sebebi olabilir[25].
4.2. Öngörülemezlik
Uyarlama için şartların değişeceğinin öngörülemez nitelikte olması gerekir. Burada önemli olan salgının ülkemizde görülüp görülmeyeceğinin önceden bilinmesi değil, sonuçlarının öngörülebilir olup olmadığıdır. Uyarlamada öngörülemezlik iki şekilde ortaya çıkabilir. Taraflar şartlardaki değişikliği ya hiç öngörmemişlerdir veyahut salgını öngörmüşler ve fakat sonuçlarını hiç veya bu denli olumsuz etkileyecek boyutta olabileceğini öngörememişlerdir.
Öngörülemezlik sözleşmesel rizikoyu aşan bir durumu ifade eder. Bu nedenle taraflarca öngörülebilir değişiklikler zımnen üstlenilmiş riskler olarak kabul edilebilir. Burada kriter, hayatın olağan akışına göre makul bir insanın/basiretli tacirin öngörebileceği veya öngörmesi gereken değişikliklerden daha ağır bir durumla karşılaşılmasıdır.
Öngörülemezliğin tespitinde sözleşmenin konusu, süresi, sözleşmenin yapıldığı an da önemlidir.
4.3. Edimler Arası Dengenin Aşırı Şekilde Bozulması
Denge bozulması ve ifa güçlüğünün belli bir ağırlığa ulaşmasının gerekip gerekmediği noktasında; Yargıtay sözleşmeye müdahale edilebilmesi için edimler arasındaki dengenin aşırı şekilde bozulmasını ve bu durumun borçlunun yıkımına neden olacak ağırlıkta olması gerektiği kanaatindedir[26]. Yine edimler arasındaki denge ilişkisinin hakkın kötüye kullanılması oluşturacak şekilde bozulması halinde sözleşmeye müdahale imkanı bulunduğunu kabul etmektedir[27].
Edimler arasındaki ağır dengesizlik tarafların taşımak zorunda oldukları sözleşme rizikosunun katlanılması beklenmeyecek ölçüde aşılması anlamına gelir. Keza, meydana gelen dengesizlikte açık bir orantısızlık söz konusu olmalıdır.
4.4. Uyarlama Kayıtları
Sözleşmenin hakim tarafından uyarlanması yoluna gidilebilmesi için sözleşmede ve kanunda bu konuda bir hüküm bulunmaması gerekir. Sözleşmenin tarafları, denge bozulması ve ifa güçlüğü haline, sözleşmenin hangi tarafının katlanacağına önceden karar vermiş ise, sözleşmedeki uyarlama kayıtları dikkate alınır.
Ancak sözleşmedeki uyarlama kayıtları emredici hükümlere, ahlaka, kamu düzenine aykırı olmamalı, kişilik haklarını ihlal etmemeli ve imkansız olmamalıdır. Taraflar sözleşme ile riskin tamamının bir tarafa yükletilmesine karar verebilir. Ancak korona virüs salgını gibi sosyal bir felaket halinde tüm riskin bir tarafta kalması adil olmayacağından sözleşmenin bütünü ve konusu dikkate alınarak somut olaya göre değerlendirmek gerekir[28]. Hakim sözleşmedeki uyarlama kaydının tespit etmek, açık olmadığı hallerde TBK m. 19 f.1 uyarınca yorumlama ve tamamlama (TBK m. 2 f.2) yoluyla sözleşmeyi uyarlamak durumundadır[29].
Taraflar sözleşme sürerken veya beklenmeyen olay meydana geldikten sonra da uyarlama için müzakere edebilirler ve her iki tarafı da tatmin edecek bir çözüme ulaşmaya çalışabilirler. Uyarlama sözleşmede esaslı değişiklik niteliğinde olduğundan esas sözleşmenin tabi olduğu geçerlilik şekline uyularak değişiklik kaleme alınmalıdır (TBK m. 13). Şartların değişmesine yönelik risk paylaşımı her somut olaya özgü olarak değerlendirilmelidir. Bu sırada tarafların menfaatlerine, alınan önlemlere ve sözleşmede başlangıçta sağlanan dengeye göre hareket edilmelidir[30].
4.5. Edimin İfa Edilmemiş Olması
Uyarlamanın bir diğer şartı ise edimin ifa edilmemiş veya ihtirazi kayıt ile ifa edilmiş olmasıdır. Zira edimlerin ifasıyla borç sona erer. Uyarlama şartları oluşmasına rağmen borç ifa edilirse ifadan geri dönülemez.
4.6. Uyarlamanın Sonuçları
Sözleşme ya da kanunda şartların değişmesine dair bir düzenleme bulunmaması halinde (veya uygulanmasında bir uyuşmazlık çıktığı takdirde) uyarlama hakim tarafından dürüstlük kuralı çerçevesinde yapılır. Hakim uyarlama şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini somut olaya göre araştırır, uyarlama kriterlerinin gerçekleşmediğine kanaat getirirse sözleşmenin aynen ifasına karar verir. Uyarlama kriterlerinin somut olayda gerçekleştiği tespit edilirse, sözleşmeyi sona erdirebilir veyahut ifa güçlüğüne maruz kalan tarafın edim yükümünü değiştirir. Burada yükün taraflar arasında paylaştırılması söz konusu olacaktır. Sözleşmenin süresinde veya içeriğinde değişiklik yapabilir[31]. Hakim, dürüst, ortalama, makul kişilerden benzer bir durumda alışılmış objektif değer ölçüsüne göre neyi kararlaştıracaklarsa, sözleşmedeki riziko boşluğunu buna göre doldurmalı, haklı bir neden olmadığı sürece, özellikle şüpheli durumlarda eşit şekilde paylaştırmalıdır[32]. Ancak sözleşme özgürlüğü ilkesi uyarınca başlangıçta edimler arasında dengesizlik varsa, sonradan hakimin müdahalesi ile bu dengesizliği ağırlaştıracak ya da hafifletecek şekilde müdahale edilmemelidir[33]. Hakim taraf iradesi ile bağlıdır. Uyuşmazlık konusunu belirlerken tarafların uzlaştıkları ve uzlaşamadıkları hususları doğru tespit etmelidir. Uyarlamaya ilişkin karar kurucu niteliktedir.
5. Amacın Boşa Çıkması Nedeniyle Uyarlama
Mücbir sebep veya beklenmeyen hal nedeniyle alacaklının edimin ifası ile elde edeceği menfaat ortadan kalkmış ise amacın boşa çıkması durumu gündeme gelecektir. Özellikle korona virüs nedeniyle kapatılan işyerlerinde kiracının amacının öngörülemeyen ve tarafların sorumlu tutulamayacağı şekilde ortadan kalktığı durumlarda amacın boşa çıkması söz konusu olabilecektir. Bu durumda rizikonun taraflar arasında nasıl paylaştırılacağına dair bir sözleşme boşluğu söz konusudur[34]. Sözleşmede buna ilişkin bir hüküm varsa, sözleşme hükmü uygulanacak, yoksa TMK m. 1 uyarınca hakim kanunda sözleşmeyi tamamlayacak nitelikteki hükümlere, bulunmadığı takdirde örf adete, son çare olarak hukuk yaratma yoluna giderek uyuşmazlığı çözmeye çalışacaktır[35]. Amacı boşa çıkan taraf hakimden sözleşmenin sona erdirilmesi veya uyarlanmasını talep edebilecektir.
6. Sonuç
Dünyanın üretim ve ihracat devi Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhan kentinde başlayan ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan korona virüs salgını, adeta domino etkisiyle küresel ticaret hayatını tahmin edilenden çok daha büyük oranda etkilemiş, sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilememesi, ifanın gecikmesi (temerrüt), aşırı ifa güçlüğü, sözleşmede kararlaştırılan amacın boşa çıkması gibi etkilere yol açmıştır.
Korona virüs salgının sözleşmelere etkisi incelenirken, sözleşmeye bağlılık ilkesi gereği öncelikle sözleşmedeki mücbir sebep ve uyarlama kayıtlarının incelenmesi, bu sırada, sözleşmenin tüm hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi, salgın hastalığın mücbir sebep teşkil edip etmeyeceğinin sözleşmenin amacına ve konusuna göre belirlenmesi gerektiğini belirtmek isteriz. Nitekim, doktrin görüşleri ve Yargıtay kararlarında, mücbir sebebin tespitinde genel geçer bir kabulün söz konusu olmadığı, her sözleşme özelinde somut olayın şartları değerlendirilerek sonuca ulaşılması gerektiği ifade edilmektedir. Zira salgın hastalığın sektörler, edimler ve koşullar bakımından sözleşmelere etkisi aynı oranda olmayacaktır.
Önceden imzalanan sözleşmelerde, mücbir sebep ve değişen şartlara uyarlama hakkında taraflar için tatmin edici hüküm barındırmayan sözleşmeler açısından, tarafların durumu iyi niyetle müzakere etmeleri ve fesih veya uyarlamaya ilişkin olarak sözleşmenin eki ve ayrılmaz parçası niteliğinde ek protokoller tanzim edilebileceği, böylelikle riskin paylaşımı konusunda anlaşmazlıkların öncelikle taraf iradeleri ile çözülmesini tavsiye ederiz.
Sözleşmede mücbir sebep hükmüne yer verilmemesi ihtimalinde, sözleşmenin genel ilkelere göre sona erdirilmesi/uyarlanması söz konusu olacaktır (TBK m. 117 borçlunun temerrüdü, TBK m. 136 ifa imkansızlığı, TBK m. 138 ifa güçlüğü).
Mücbir sebep nedeniyle ifa imkansızlığı söz konusu ise sözleşmenin tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik olarak TBK m. 136 hükmünün uygulanabilecek, korona virüs salgını etkilerinin bazı sözleşmeler yönünden mücbir sebep derecesine ulaşmadığı düşünülüyorsa, TBK m. 138 uyarınca aşırı ifa güçlüğü nedeniyle mahkemeden sözleşmenin uyarlanmasının talep edilebilecektir.
Şartların değişmesine yönelik risk paylaşımı da somut olaya göre değerlendirilmelidir. Bu sırada tarafların menfaatlerine, alınan önlemlere ve sözleşmede başlangıçta sağlanan dengeye göre hareket edilmelidir.
Son olarak, özellikle faaliyetleri genelgeler ile durdurulan ticari işletmelerin yürürlükteki kira başta olmak üzere sürekli edimli sözleşmeleri açısından, Yargıtay tarafından kabul edilen geçici imkânsızlık ihtimalinde, akde tahammül süresinin beklenmesi, bu sürenin aşılması durumunda sözleşmenin sona ermesi veya uyarlanması yoluna gidilebileceği hususları değerlendirilmelidir.
Sağlıklı günler dileriz.
Saygılarımızla.
Dipnotlar
https://experience.arcgis.com/experience/685d0ace521648f8a5beeeee1b9125cd (Dünya Sağlık Örgütü tarafından her gün güncellenen listeye bu linkten ulaşabilirsiniz) ↩︎
İşbu yazı kapsamında belirtilen hükümler 28.03.2020 tarihi itibariyle yürürlükte olan mevzuat uyarınca verilmiştir, olayların gelişimine göre mevzuatta değişiklikler olabilecektir. Alınacak aksiyonlarda somut olayın özelliğinin değerlendirilmesi için bir avukata danışarak ilerlenmesini tavsiye ederiz. ↩︎
İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgelere www.icisleri.gov.tr adresinden ulaşılabilir. Bakanlık tarafından 81 İl Valiliğine gönderilen Koronavirüs Tedbirleri genelgesi kapsamında; 15-18 Mart tarihleri arasında ülke genelinde 149.382 iş yeri geçici süreliğine faaliyetlerine ara verdiği duyurulmuştur: https://www.icisleri.gov.tr/koronavirus-tedbirleri-genelgesi-kapsaminda-149382-is-yeri-gecici-sureligine-faaliyetlerine-ara-verdi ↩︎
4.3.2020 tarih ve 31058 sayılı resmi gazete yayınlanan İHRACI YASAK VE ÖN İZNE BAĞLI MALLARA İLİŞKİN TEBLİĞ (İHRACAT: 96/31)’DE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ uyarınca koruyucu maske, koruyucu tutlum, sıvı geçirmez önlük, koruyucu gözlük, tıbbi maske ve cerrahi maske ile tıbbi streil/non streil eldivenlerin ihracı ön izne bağlanmıştır. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200304-54.htm
18.3.2020 tarihli ve 31072 sayılı resmi gazetede İHRACI KAYDA BAĞLI MALLARA İLİŞKİN TEBLİĞ (TEBLİĞ NO: İHRACAT 2006/7)’DE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (İHRACAT 2020/5) ile Etil Alkol Kolonya, dezenfektan, hidrojen peroksit ve yanma meltblown kumaşın ihracı kayda bağlanmıştır. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200318-9.htm ↩︎Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2015/3197 E., 2015/11946 K., 12/11/2015 T.; Yargıtay HGK 2017/1190 E., 2018/1259 K., 27.06.2018 T.; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2016/1159 E., 2017/350 K. ↩︎
Kurt Müge, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık, Yetkin Yayınları, Ankara, 2016, s. 194 vd. ↩︎
Kurt s. 180 vd. ↩︎
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/koronavirus-ekonomiyi-nasil-etkiledi-iste-carpici-rapor-1723241
(25.02.2020 tarihli haber) ↩︎https://www.posta.com.tr/cin-ekonomisi-koronavirusten-nasil-etkilendi-2242969
(08.03.2020 tarihli haber) ↩︎http://en.ccpit.org/info/info_40288117668b3d9b01711b60896d07e4.html 11 mart tarihine kadar Ulusal Ticareti Geliştirme Sisteminde yer alan 103 Ticari Belgelendirme Kuruluşunun sözleşme bedeli toplamda 503.5 milyar Yuan olan 5637 adet mücbir sebep sertifikası yayınladığı rapor edildi. ↩︎
https://iccwbo.org/publication/icc-force-majeure-and-hardship-clauses/ ↩︎
Kurt, a.g.e. s. 211. ↩︎
Baysal, Başak, Sözleşmenin Uyarlanması (BK m.138-Aşırı İfa Güçlüğü), On İki Levha, İstanbul, 2019, s. 622 vd. ↩︎
Dural s.107, Kurt s.170. ↩︎
Kurt s. 172. ↩︎
Kurt s. 176-177. ↩︎
Dural s. 105. ↩︎
Yazar, geçici imkansızlığın ne kadar süreceği bilinmiyor ise, sözleşmenin amacının tehlikeye düşmesi, edimin sonradan yerine getirilmesinde alacaklının menfaatinin kalmaması ve zamanın geçmesi ile edimin sözleşmede kararlaştırılandan farklı bir nitelik alması halinde sürekli imkansızlık gibi sonuç doğuracağını ifade etmektedir. Dural, Mustafa, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1976, s.101-102. ↩︎
Burcuoğlu Haluk, Hukukta Beklenmeyen Hal ve Uyarlama, Filiz Kitabevi, 1995, s. 9. ↩︎
Burcuoğlu s.10-11. ↩︎
Arat s. 96. ↩︎
Arat s. 97. ↩︎
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2017/5251 E., 2018/11197 K., 07.11.2018 T. “Sözleşmenin edimleri arasındaki dengeyi bozan olağanüstü hallere harp, ülkeyi sarsan ekonomik krizler, enflasyon grafiğindeki aşırı yükselmeler, şok devalüasyon, para değerinin önemli ölçüde düşmesi gibi sözleşmeye bağlılığın beklenemeyeceği durumlar örnek olarak gösterilebilir. Akit yapılırken öngörülemeyen değişikliklerin borcun ifasını güçleştirmesi halinde “işlem temelinin çökmesi” gündeme gelir. İşlem temelinin çöktüğünü kabul eden hâkim; duruma göre, alacaklı lehine borçlunun edimini yükseltmeye, borçlu lehine (onun tamamen veya kısmen) akit yapıldığı andaki dengeyi sağlayacak biçimde, edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar vermek suretiyle sözleşmeyi değişen şartlara uydurur.” ↩︎
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/1614 E., 2014/900 K., 12.11.2014 tarihli kararında; konut finansman kredi sözleşmesinde Japon Yeni’nin TL karşısında aşırı değer kazanmasından kaynaklı uyarlama istemine dair uyuşmazlıkta “Ülkemizde 1958 yılından beri devalüasyonlar ilan edilmekte sık sık para ayarlamaları yapılmakta, Türk parasının değeri dolar ve diğer yabancı paralar karşısında düşürülmektedir. Ülkemizdeki istikrarsız ekonomik durum davacı tarafından tahmin olunabilecek bir keyfiyettir. Somut olayda uyarlamanın koşullarından olan öngörülmezlik unsuru oluşmamıştır.” görüşündedir. Yargıtay 1994 ve 2001 krizlerini öngörülemez bulmamıştır.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 15.10.2003 gün ve 2003/13-599 E.-2003/599 K.; 07.05.2003 gün ve 2003/13-332 E.-2003/340 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. ↩︎Arat s. 101. ↩︎
Topuz Seçkin, Türk-İsviçre-Alman Borçlar Hukukunda Denge Bozulması ve İfa Güçlüğü Durumlarında Sözleşmeye Müdahale, Yetkin Yayınları, Ankara, 2008, s.248. Yargıtay HGK 15.10.2003, 2003/13-599 E., 2003/599 K., Yargıtay 13. HD 2004/14870 E., 2005/3171 K., 3.3.2005 T. ↩︎
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2018/5741 E., 2019/7695 K., 9.10.2019 T. kararında; “İlgi maddenin gerekçesinde de “Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, "işlem temelinin çökmesi"ne ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanunu’nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır.” denilmektedir. ↩︎
Arat Ayşe, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 127. ↩︎
Arat s. 126. ↩︎
Arat s. 128. ↩︎
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2018/5741 E., 2019/7695 K., 09/10/2019 T. kararında “.. O halde Mahkemece yapılacak iş; az yukarıda açıklanan uyarlama davalarında uygulanması gereken kurallar, belirtildiği şekilde tek tek ortaya konulmalı ve konularında uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan, tüm bu veriler, kiralananın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgedeki kira parasını da etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticaret değişiklikleri, emsal kira paraları, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar, döviz kurlarındaki ani ve aşırı iniş ve çıkışlar ile ülkeyi sarsan ciddi ekonomik kriz veya doğal afetlere bağlı ödeme esaslarının yeniden düzenlenmesini gerektirecek olayların varlığı araştırılıp değerlendirilmek suretiyle bir rapor alınmalı ve hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bozma gerekleri yerine getirilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.” ↩︎
Topuz s. 324. ↩︎
Topuz s. 324. ↩︎
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2012/8973 E., 2012/13817 K., 30/05/2012 T., “İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak M.K.'nun 1,2 ve 4 ncü maddelerinden yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur. Değişen durumların, sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde, taraflar bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve taraf iradelerine önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına uygun olarak doldurulur. (MK. md.l) Bu yönteme sözleşmenin yorum yoluyla düzeltilmesi veya değişen hal ve şartlara uyarlanması denilir. Uyarlama daha çok ve önemli ölçüde uzun ve sürekli borç ilişkilerinde söz konusu olur. Her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara uydurmak mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli olan "irade özgürlüğü" "sözleşme serbestisi" ve "sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi ortaya çıkar. Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai tali (ikinci derecede) yardımcı niteliktedir.” ↩︎
Canpolat, Ferhat, Sözleşmelerde Amacın Gerçekleşmesi, Boşa Çıkması ve Çökmesi, Yetkin Yayınevi, Ankara, 2012, s.273 vd. ↩︎